Rushmore (~ Çılgın Liseliler) ' Filminin Konusu : Max Fischer okuduğu okulun en popüler talebelerinden bir tanesidir. Birçok alanda aktif olan Max, okul gazetesindeki üst düzey görevinin yanısıra popülerliğini perçinleyen birçok okul kulübüne de üyedir. Bu tür işlerle uğraşırken derslerini yoluna koymakta zorlanan Max, Oxford'dan red cevabını alınca eğitim konusundaki umutlarını kaybetmeye başlar. Üstüne üstlük derslerinden birini yürüten hocası Bayan Cross'a vurulması, Max'ın okul hayatını epeyce zorlaştıracaktır. Çektiği her filmle çocuksuluğunu yansıtmayı başaran Wes Anderson'ın ikinci uzun metrajı olan Rushmore'un başrollerinde Jason Schwartzman, Bill Murray ve Olivia Williams var.
Ödüller :
The Grand Budapest Hotel(2014)(8,1-725934)
Isle of Dogs(2018)(7,9-125125)
Moonrise Kingdom(2012)(7,8-330298)
Lost in Translation(2003)(7,8-368200)
The Royal Tenenbaums(2002)(7,6-273127)
Come Together: A Fashion Picture in Motion(2016)(7,4-3105)
The Life Aquatic with Steve Zissou(2004)(7,3-170536)
Hotel Chevalier(2007)(7,3-28307)
Castello Cavalcanti(2013)(7,2-5324)
The Darjeeling Limited(2007)(7,2-164877)
Bottle Rocket(1996)(7,0-64045)
Bottle Rocket(1994)(6,9-4750)
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Supporting Male"
Independent Spirit Awards : "Independent Spirit Award-Best Director"
wes andersonın bir sinema dehası olduğunu ilk kez gösteren gerçekten farklı ve özel film... senaryonun çok insani ve dokunan bir yanı olmasının yanında karakterler öyle ince yazılmış ki bir yandan inanılmaz uçuk olduklarını düşünürken bir yandan da "evet" diyor seyirci, "normal bildiğin insan bu"... ayrıca the life aquatic with steve zissoudan sonra izlendiğinde coustou ve denizaltı yaşamına yönelik göndermeler daha bir dikkat çekici oluyor...
(madcan - 30 Mart 2007 00:50)
kanal 1 bu filmi trash film kategorisinde sanmış olacak ki adını "çılgın liseliler" olarak çevirip yayınlayacaktır.
(isoon - 5 Nisan 2007 01:28)
bir pazar aksamustu surpriz yapan saheste film. ne cikacak acaba diyip hicbir fikriniz olmadan izlemeye koyuldugunuzda agzinizda seker tadi birakiyor. bert fischer: you're like one of those clipper ship captains. you're married to the sea. max fischer: yes, that's true. max fischer: but i've been out to sea for a long time.
(aburcubur - 10 Eylül 2007 17:49)
icinde color bars ekrani olan gayet basarili bir dvd menusu vardir bu filmin. "color bars ne ola ki!?" diyerek menuye girilir ve ekrana aval aval bakarken keyifle siritilir.
(larsson - 11 Eylül 2007 10:52)
annesinin ölümünün ardından içinde eksilen parçayı dışarıdaki başka bir nesneye yöneltmeye çalışan ve bu yönelimi kendini rushmore akademisine vererek gerçekleştiren max fischer'ın öyküsünü anlatan muhteşem film. filmin ilereyen dakikalarında rushmore'un yerini miss cross alıyor ki miss cross'u ilk gördüğümüz sahnede küçük çocuklara kitap okuyor oluşu kendisinin nasıl bir anne temsili olduğunu hemen belli ediyor. film daha bunun gibi birçok alt metinle dolu. kısacası bir büyüme, melankoliden arınma yolculuğu. wes anderson'ı seviyoruz.
(raisin girl - 14 Ocak 2008 14:02)
wes anderson'un "royal tenenbaums" dan evvelki filmi. royal tenenbaums'da aile eleştirisi filmi kisvesinde tamamen kendine ait bir dünya ve o dünyaya ait karakterler yaratmış anderson, bu filmde de aynı tavrı amerikan gençlik filmlerine uyguluyor; tamamen orjinal ve garip karakterleri rushmore isimli bir lisede buluşturuyor. müzik seçimi yine mükemmel, görüntüler, mizansenler yine şahika. defalarca izlenipte bıkılmayası, iddiasız görünen ama çok zekice ve çok güzel bir film.
(caponsever - 20 Haziran 2002 21:36)
yuzde gulumseme birakan ozgun kaliteli bir amerikan filmi. senaryo, karakterler ve esprilerin oldukca guzel bir sekilde islendigi, her yastan insanin begenerek izleyecegi hos bir film. yonetmenin ozgun tarzi bu filmde de on plana cikarken icinizden sinema dedigin senaryo dedigin budur diye geciriryorsunuz, filmin cekildigi ortam ayrica harika. filmle ilgili ilginc bir ayrinti ise her tipten, her yastan ve bircok irktan insani ayni ortamda bulusturmasi.
(vpr - 29 Haziran 2002 01:24)
"when one man, for whatever reason, has the opportunity to lead an extraordinary life, he has no right to keep it to himself."jacques-yves cousteauben bu sozleri yazan kadinla evlenirim arkadas.
(yirtik foto - 22 Ocak 2009 22:48)
wes anderson dunya capinda dagitima verilecek filmi icin masa basina oturdugunda 8 milyon dolar gibi bir butceyi koparabilmis ise bu zaten filmin en basindan itibaren "geliyorum, yol acin" sinyalini, selektorunu attigini gostermelidir. morg prensesi rezaletinde oldugu uzere baba kiyagini arkasina almadan, sinapsinin amperiyle, voltajiyla sonuna kadar bunu hak eden wes anderson, her genc yonetmene izlenecek bir yol, bir umit vermis, gonuller sahi olmustur.rushmore senaryosu ile , gicik karakterleri ile icime sinmedigi halde, sadece stil olusturabilecek yonetmen ongorusu ve cesaretine sahip oldugu icin dahi derslerde okutulmali, birden fazla izlenerek emsal olusturmalidir. maks fisher denen ibisin sevimsizliklerine tahammul edip filmin sonuna kadar izleyebilen herkes bir film tuketmis degil, bir tecrube kazanmis olarak koltugunu terkedecek, cisini kakasini o tecrubenin verdigi gucle yapacaktir.
(otisabi - 9 Ekim 2002 02:48)
aynştaynlık yapmak istemiyorum ama: liseli detected. dedik de, böyle liseliye can kurban. tamam max yalancının, sahtekarın önde gideni ama zeki ve yaratıcı. tolerate the genius demiş david ogilvy. hor görmek değil hoş görmek lazım gencoyu. hepimiz o yollardan geçtik. filmi izlerken lise günlerini hatırladım ve çılgın özledim dostcan çılgın. sivilceli, hayalli, denyo, platonik ve max kadar büyük çaplı olmasa da skeçler yazan ergen beni. ne güzel ve ne salaktık. o saf, pirüpak salaklıkları özlüyorum dude, anlıyor musun? anlamıyor musun? aşk olsun. kızı 1.5 saniye daha görebilmek için saatlerce kapı önünde bekleyebildiğimiz o denyo ve ötesi günleri. vay arkadaş, böyle bir filmde bile nostaljik bir tat, hüzünlü bir doku (doku mu?) yakaladın ya, nanamıyorum sana. arkadaşım olur ya öyle işte, şeetme. lise günleri bambaşka ama öyle deme, çok özlüyorum lan çok. arkadaşları, mavraları, zevzeklikleri, hocaları, devasa bahçeyi falanı ve filanı. neyse. "daha önce sizin gibi biriyle tanışmamıştım. bu cümleye istediğiniz değeri biçebilirsiniz", max'ın aşık olduğu hocasına repliği. ey hayat senden ricam, tüm fanilerine bir gün bu cümleyi kurdurabil, anlaştık mı? bu cümle güzel bir cümle. her dudak ve her kulak böyle bir cümleyi hak eder, tamam mı? eyvallah. filmdeki şarkıların hepsi birbirinden şerbetli. işte en güzellerinden biri. dinleyelim ve biraz mutlu olalım. bunu fazlasıyla hak ettik. ("hak etmek derken" derken şarkı girer):http://www.youtube.com/watch?v=kglr6ofjc3a
(ya iste boyle senden naber - 6 Şubat 2012 01:43)
bu filmle ilgili bir tek şey canımı sıktı. bu filmi oturup beraber izleyecek arkadaşım yok. sırf marvel tayfası amk. bu akşamın verimli geçmesini sağlayan filmdir ayrıca.
(buckle your seatbelt - 15 Temmuz 2013 23:33)
mr. blume : "what is the secret max?"max: "to find something you love to do and do it for the rest of your life. for me, it is going to rushmore"budur filmin anafikri.
(lawn wrangler - 31 Mayıs 2004 02:44)
dünyayı yaşanabilir bir yer kılan, pembe, sarı, turuncu wes anderson filmlerinden ikincisi.diğerleri için ;(bkz: the royal tenenbaums)(bkz: the life aquatic with steve zissou)(bkz: the darjeeling limited)(bkz: fantastic mr fox)(bkz: moonrise kingdom)(bkz: the grand budapest hotel)
(maybesunshinemayberain - 12 Eylül 2014 23:55)
wes andersonin- her filminde oldugu uzere -yine gundelik hayati ve bununla birlikte gelen problemleri biraz kara mizah,biraz surrealism, biraz abarti, ve birazda drama ile son derece basarili sekilde basarili bir film. herkesin aksine, ben filmin bas kahramani max fischer karakterini feci sekilde sevdim; bence inanilmaz guzel yazilmis bir karakterdi. bu karakteri sevmemin en buyuk nedeni ise illa her seyi siyah yada beyaz gosteren amerikan sinemasininda, max fischer gibi hem sempati hemde ayni zamanda empati uyandira bilen, kusursuz olmayan ama bunla beraber kusurlarini dahi seyirciye sevdire bilen; herkes gibi yasadigi sistemin icinde kaybolmus ve umutsuzca bu kisir donguden bir cikis yolu arayan ve cikis yolunu ise askta bulan, bir karakter daha gormedim uzun zamanda gorecegimi zannetmiyorum. film boyunca max fischer bana bin bir farkli duygu yasatti: kimi zaman max'in ukalaliklari beni kizdirdi, kimi zaman esprileri beni guldurdu, kimi zaman ise max'in caresizligi ve mutsuzlugu beni de o derece uzdu. bu yuzdendir ki rushmore' i izlemek ,hic bir zaman yazmamis oldugum, lise gunlugumu okumak gibi nostaljik duyguydu.uzun lafin kisasi, kliseler uzerine kurulmus amerikan sinemasinda, rushmore gibi orjinal ve keyifli bir film bulmak sevindirici. bunun uzerine yapmacik happy endleri ile dunyaya amerikan iyimserligini yayan amerikan sinemasinin, tipik temalarindan biri olan: "ezik bir karakterin kendini bulmasi ve sonunda populer olup okulun en tas kizini goturmesi" gibi banal bir kurguyu, wes anderson'in bole icten ve kendine ozgu stili ile yorumlasi, bir nevi bu tema yi daha gercekci bir halde seyirci onune sunmasi, kanimca rushmore'un altina yatan basarinin sirridir.
(eternity4ever - 24 Haziran 2004 00:59)
the grand budapest hotel, moonrise kingdom, the darjeeling limited, the life aquatic with steve zissou, the royal tenenbaums ve bottle rocket ile birlikte wes anderson'ın en iyi filmi.yalnız şaka maka, bunu daha bir değişik sevdim.
(sutsuz kahve - 5 Ocak 2015 22:08)
bill murray filmin senaryosunu o kadar cok begenmis ki, wes anderson a bu filmde ben bedava bile oynarim, yeterki beni bu filmde oynatin demis.
(eternity4ever - 25 Haziran 2004 22:11)
max'in okuduktan sonra kapildigi buyusuyle kendini ogretmenine asik edicek bir yola sokan sozcuklerle hatirliyorum bu filmi:"when one man, for whatever reason, has the opportunity to lead an extra ordinary life, he has no right to keep it to himself." "yasayin be" diyor sanki wes anderson, gicik olun, insanlar sizden nefret etsin, kafaniza elmalar atip dalga gecsin, ota boka benzetsin ama siz yine de istediginiz gibi inandiginiz gibi yasayin.. diyor sanki film.
(ningyo - 25 Haziran 2004 22:57)
olivia williams ve bill murray başlıbaşına bu filmi seyretmek için yeterli sebep iken senaryo ve yönetmenin (eleştirmen gibi yazayım madem:) duru anlatımı filmi daha daha sevdiriyor, film bittiğinde insan kendini şöyle tek başına güzel bir yürüyüş yapmış da eve dönmüş gibi hissediyor.
(nazmiye demirel - 14 Temmuz 2004 20:05)
bottle rocket ı esgeçilmiş varsayarsak,wes anderson adlı şahsiyetin muzicelerinin başlangıcı...müzikler , çekimler , diyaloglar , bakışlar , bakamayışlar .. akıcı bir anlatım,insanın içini burkan bir anlatım , tebessümle devam eden aynı anlatım... her şey aynı anda yaşanabiliyor bu filmde..bazı şeyler sahte olsa da ya da eskisi gibi ol(a)masa da ... yaşamaya değer..izlenmeli izlettirilmesi..(bkz: insanlara wes anderson filmi izletmek)
(cost of opportunity - 8 Mayıs 2005 02:09)
bir wes anderson filmi. içinde barındırdığı detaylar yüzünden, the royal tenenbaums’dan ziyade mesela the life aquatic with steve zissou’nun habercisi gibi geldi bana. zira filmde jacques yves cousteau’dan tutun, havuz içi çekimlerine ve akvaryum/balık güzellemelerine kadar ipuçları var. bence en önemlisi, wes anderson’un, kendi sinema dilini, mizah anlayışını oluşturmuş bir yönetmen olması. bir nevi buffet froid kıvamında, absürd ve zeki durumlar yaratıp karakterlerin bu durumları soğukkanlılıkla karşılaması üzerine sanki bu dil. kendi esprisine gülmeyen kişiler gibi. onlar öyle south park sessizliğinde donuk donuk bakarken, biz elbette en azından gülümsüyoruz. filmi zaten sevmememin imkanı yok; zira the creation’dan making time ile açılıyor. aman ne oluyor derken the who ve the kinks de duyuyoruz arada. bu jestlerin üstüne bir de seymour cassel’i görmüyor muyuz? görüyoruz ve iyice kanımız kaynıyor. bill murray zaten neredeyse üstün bir oyuncu, ne yapsa zevkle izlenir kanımca. 87 dakika su gibi geçiyor. (suya bağladım ki the life aquatic’e şey olsun, ac milan ’a bağlayacak değilim üçüncü golden sonra)
(sekizbucuk - 13 Eylül 2005 23:39)
Yorum Kaynak Link : rushmore