Before Sunset (~ Gün Batmadan) ' Filminin Konusu : Gün Batmadan, ilk karşılaşmalarının ardından 9 yıl sonra yeniden bir araya gelen Jesse ve Celine'in hikayesini anlatıyor. Jesse Amerikalı bir yazardır. Celine ise tipik bir Fransız kadınıdır. Bir gün Avrupa raylarında, Budapeşte'den Viyana'ya doğru yola çıkan bir trende karşılaşırlar. Birbirleriyle konuşacakları çok şey vardır. Konuşurlar da, ancak bunların hepsi bu yolculukla sınırlı kalmak durumundadır. Dokuz yıl sonra yeniden bir araya gelirler. Yine sadece birkaç saatleri vardır. Ancak yine konuşacak çok fazla şeyleri vardır. Linklater'ın sohbetler üzerinden akan filmi diyaloglarıyla izleyenini büyülüyor. Başroller yine Ethan Hawke ve Julie Delpy.
Le fabuleux destin d'Amélie Poulain(2001)(8,3-639802)
Eternal Sunshine of the Spotless Mind(2004)(8,3-807086)
A Beautiful Mind(2002)(8,2-864820)
Before Sunrise(1995)(8,1-250480)
Dead Poets Society(1989)(8,1-357794)
Faa yeung nin wa(2000)(8,1-109868)
Into the Wild(2007)(8,1-516001)
Black Swan(2011)(8,0-722030)
Before Midnight(2013)(7,9-122507)
Boyhood(2014)(7,9-311462)
(500) Days of Summer(2009)(7,7-487752)
Midnight in Paris(2011)(7,7-350719)
seyrettigim en guzel ask filmi. before sunrise'la beraber belki bes alti defa, belki de daha cok seyretmisimdir.--- spoiler ---film; tum guzelligi bir yana, kendimi bir daha tanimami sagladi. yok oyle ask/sevgi/iliskiler falan konusunda degil, tipik bir turk kadini oldugumu anladim. ben istiyorumki film orda bitmesin. jesse karisindan ayrilsin,cocugunu haftasonlari gorsun, cocuk da travma falan yasamasin (karisi da zaten baskasini seviyor olsun mesela). celine new yorka tasinsin, soyle manhattanda (dogu tarafinda,14.sokagin oralarda mumkunse) bir ev tutsunlar, evlenip coluk couga karissinlar (gerci cocuklari olunca tasinmalari gerekecek ya neyse uzatmayayim). filmin gercek finali mukemmel, benimkisiyse tam bir rezalet olurdu ama napiyim huzur bulamiorum, bunlar muzigi dinledikten sonra ayrilirlar diye korkuyorum. 'soyle ucuncu bir film daha olsa, berbaber yaslansalar, zaten genclikleri heba oldu' diorum.--- spoiler ---en begendigim filme bole ucube bir yorum yazmak da anne triplerinde film izleyen bana mustahak.
(kanavice - 12 Nisan 2009 10:31)
before sunrise için de geçerli 2 adet spoiler(ımsı):--- spoiler ---birincisi: ilk filmde jesse celine'e soruyor:jesse: reenkarnasyona inanır mısın?celine: evet, bu ilginç bir şey.bu filmde yine soruyor:jesse: hayaletlere, ruhlara falan inanır mısın?celine: hayır.jesse: hayır mı?celine: hayır.jesse: peki reenkarnasyon?celine: hiç inanmamikincisi: ilk filmde jesse anne ve babasının birbirlerine fazla düşkün olmamalarına rağmen evlendiklerinden ve kızkardeşiyle kendisini mutlu etmek için bu evliliğe katlanmayı sürdürdüklerinden bahsediyor. hatta jesse, çiftin kavgalarından birinde, "planlanmamış bir çocuk" olduğunu ve babasının onu istememiş olduğunu duyuyor vs vs...ikinci filmde görüyoruz ki jesse eşine aşık değil, kız arkadaşı kazara hamile kaldığı için evlenmişler, mutlu değil ancak "...oğlum için her türlü işkenceye katlanabileceğimi farkediyorum..." diyor. --- spoiler ---öyle işte, iki filmi arka arkaya seyredince farkettim, not olarak düşeyim dedim.
(nevrotik pollyanna - 14 Mayıs 2009 02:21)
--- spoiler ---filmin tamami paris'te gectigi halde paris'in en buyuk klişesi eiffel kulesi'ni goremezsiniz.--- spoiler ---
(deli petro - 25 Mart 2011 01:11)
bu film hakkında yazmış olduğum yazıyı buraya koymadığımı fark ettim 2007 senesinde izlediğimde.before midnight'ı izledikten sonra bu da bulunsun bari dedim.spoiler ve nefret içerir:--- spoiler ---ilk filmi izlediğinizde biliyorsunuz işte ikisinden biri oraya gelmeyecek. mutlu bir film değil. havada bırakan insanı merakta bırakan bir şey de yok. biliyorsunuz işte ikisinden biri gelmeyecek. ve başından beri biliyorsunuz gelmeyenin kim olacağını.. iyi kurgulanmış iyi oynanmış olmasının kanıtı. kadının gelmeyeceğini biliyorsunuz oraya geri.. "babaannem öldü, kıçım acıdı, çorabım kaçtı" gibi bir bahane bulup gelmeyeceğini biliyorsunuz işte. bakışlarından belli. adamın geleceği de öyle bariz, sakat kalsa, ailesinde tek bir sağ adam kalmasa bile geleceğini biliyoruz... 9 sene.. kadına bakıyoruz, yüzsüz. adama bakıyoruz çökmüş..oraya gitmiş olan çöküyor işte. kadına bakıyoruz hala aptal aptal global ısınmadan falan bahsediyor. adama bakıyoruz hala aptal aptal aşık... kadın işte 9 senede mal bir fransız aktivisti olmuş. çinden hindistandan falan bahsediyor. oraya gelmemiş olmasına rağmen tutup da kendisine hala aşık bakan adama afrikadaki aç çocuklar geyiği yapıyor. inanamıyorsunuz bir insan nasıl bunca yüzsüz olabilir.. sonra ortaya çıkıyor mesele.. adam kendine bir hayat kurmuş.adam oraya gidip de onun gelmemesini yaşayan olduğundan hayatına devam etmiş, eş, çocuk..adam 9 seneyi 1 güne adamış. 1 kitaba sonunu yazmayı yediremediği ve boşlukta bıraktığı bir kitaba...kadının oraya gelmemiş ve her şeyin sebebi olmuş olmasına rağmen adamı suçlayabilir olması insan doğasıdır. kötülük. net bir kötüdür kadın. adamın kitabı basılmış bir yazar, çocuklu ve evli olmasını öğrenmiş ve oraya gitmeyen olmasına rağmen, kendinde mutlu varsaydığı adamın mutlu olmasını kıskanma hakkını görebilmektedir. öyle bir kötülüktür ki bu, adamı, sırf o mutlu oldu yanılsamasının verdiği yıkıcılıkla kırmak için geçirmiş oldukları tek günü dahi küçültebilir, seviştiklerini hatırlamıyormuş gibi yapabilir.. alay eder gibi global ısınmadan falan bahsedebilir... kadının kötülüğü öylesine engindir ki, öylesine bencildir ki ağzınızı açık bırakır. hannibal lechter ayarında bir kötülüktür bu.ve kendi histerik sinir krizini geçirdiği sahne arabadan inmek için tutturduğu sahne bunun açığa çıkışıdır. kızgındır kadın çünkü mal ilişkiler içinde harcanmıştır, mallığından aktivist falan olmuştur. o kadar eziktir ki böyle kendini global ısınmaya hintli işçi çocuklara falan adamıştır. hayatı öylesine anlamsızdır ki böyle saçmalığını tartışmanın tabu olduğu bir şeye "adamıştır" hayatını. ne de olsa modern zaman dinidir böyle entel çevrelerde aktivistlik, feminizm, solculuk... aksini söyleyebilene haşaa hayatta laf ettirtmezler.. hayatın anlamsızlığında tutundukları şeylerdir. hayat adamaktır bu. hayatı olmayan adayabilir hayatını birine ya da bir şeye.. oysa hayatı anlamlandıran aşktır. aşkından vazgeçen, içinde o boşluğu doldurmaya uğraşır durur.. dolmaz o boşluk ne vibratörlerle ne hindistandaki işçi çocuklarla şekerim.. babaannenin cesediyle de mezarıyla da dolmaz o boşluk. aşktan vazgeçildiğinde yerine konan aşkın hatırası olmuştur oysa adamda. 9 senede bir kitabı yazan 9 sene her gün 1 günü yaşayan adam kadındaki kötülüğü göremez hala.. bir kişinin aşkıdır bu film. karşılıksızlığı insanın içine oturur.adamın anlattığı iki rüyayı ağlamadan dinlemenin imkanına inanamıyorum.. bilinçaltı yorumlayabilir olmak hele mahveder bu iki rüya yorumunda insanı.. trene binip uzaklaşıyor uzaklaşıyor uzaklaşıyorsun ter içinde uyanıyorum dediği yerde bir insana bu eziyeti yapanın –ölmüş babaanneni sikiym kaltak! şeklinde dışa da vurulabilir filmi izlerken- sonradan çindeki hindistandaki eziyetlerden bahsedebilmesi kadını daha da acınası hale getirir.. adamın aşkı öylesine bağışlayıcıdır ki oysa.. hala bir "5 dakika daha"nın derdindedir..ve kadının 9 senede aşk adına yaptığı bir sikindirik gitar şarkısıdır. ki ondaki ismi de jesse'den antoine'a çevirmesi pek zor diildir büyük olasılıkla, adam şakayla sorar ama bilemeyizdir gerçekten her gelene o aptal şarkıyı çalıp çalmadığını... "evlenmeye giderken yolda seni gördüğümü sandım" dediği yer adamın ve kadının yüzsüzce "evet new yorktaydım" dediği yer çıldırtır insanı. nasıl arayıp bulmaz insan, nasıl bir şey yapmaz.. adamın viyana garında yaptığını nasıl new yorkta yapmaz.. kıta aşıp gelen birine nasıl "babaannem öldü ehi ehi gelemedim ay yazııık kıyamam yoksa gelmiş miydin" ayağı yapılabilir.. bunca duygusuz, bencil, nankör ve iğrençken aktivizmden global ısınmadan hintli çocuklardan bahsederek ego mastürbasyonu yapmaya nasıl yüz bulur insan.. kadın anca işte 9 senede ingilizcesini ilerletmiştir..aşık olan taraf çöker, aşık olmayan taraf işte oyalanır. en fazla sikkodan şarkılar yapar ya da işte eylem meylem global ısınmaya vurur kendini.. oysa adam farkındadır: karşısına kaç defa böyle bir şans çıkar ki insanın.. adam farkındadır örneğin trenden inelim dediğinde daha, ileride pişman olmaktan bahseder.. kadın gelmeyen olmasına rağmen pişman olmayacak kadar yüzsüzdür. adam gitmiş aramış elinden geleni yapmış unutmamış kitaplaştırmış peşine düşmüş -umut etmiş olmasına rağmen sonunda pes etmiş görünür- olmasına rağmen kadının pişmanlığını da yaşamaya çalışır.. empatidir, aşktır adamın hala suçlamaması. "keşke gelmiş olsaydın" dediğinde, kadın "gelemezdim" diye kestirip attığında "babaanneni sikiym kaltak" demez adam.. acı çeker sadece...aşıktır çünkü... filmin en sinir bozucu yeri kadının seviştiklerini inkar ettiği ve kitabı romantize bulduğunu söylediği yerdir... ki filmin başı olması sebebiyle alternatif senaryomda adam kadına kesici bir aletle dalmalı, film trouble everyday havası yakalamalıdır, sonrasında da uçağına binip ülkesine dönmelidir... ancak adam sadece kalakalır.. 9 sene saklamış, en güzel hale getirip içini açıp yazıp kitap haline getirmiş olduğu, kutsal bildiği anılarında bile tek başına olduğunu kavrar.. kadının anıları dahi paylaşmadığını anlar.. kadının hatırlamadığını anlar. kadın hatırlamamaktadır bile.. ki sonradan "hatırlıyordum ama hatırlamıyormuş gibi yaptım" da diyebilecektir kadın. kötülük örneğine şekil 1 a verilebilir bu da tabii.. sadece kıskançlığından "ben kendimi global ısınmaya verecek kadar ezikken sen evlenip yuva kurdun ben de hala değerli bildiğin anılara saldırdım ehi ehi nina simone" diyebilecek kadar kötüdür kadın.. "neyse ki şimdi bakıyorum da senin de evliliğinde problemler varmış oh rahatladım. ya benim yüzümden tek mal bir hayatı yaşayan ben olsaydım neyse ki senin de hayatını mallığımla sikip atmışım huzur doldum ooooh ağlamam geçti" diyebilecek kadar iğrençtir.. adamın şansı amerikalı olmasıdır. tek şansı budur.. sığ kültürde yetişmiş balık hafızalı bir amerikalı olduğu için çok da koymaz adama... biraz çökmüştür, rüyalarına girmiştir ama yine de başa çıkabilir.. bütün kültürü zaten unutmak ve kötülük üzerine kuruludur.. alışkındır.. bütün kültüür bencillik üzerine kurulu olduğundan kadını da garipsemez... amerikalı olmayan bir karakterle bu film acıdan gebertecek bir drama olurdu...olmuşluğu vardır bazılarımıza.--- spoiler ---
(pati - 8 Nisan 2013 10:00)
before sunrise'daki iki karakterin (cèline ve jesse) 9 yil sonra jesse nin kitap tanitimi icin geldigi pariste yasadigi 80 dakikalik bir macera. cèline nin jesse yi gormek icin geldigi kucuk bir kitapcida baslayan bu görüsme arka plandaki paris görüntüleri ile birlikte dakikasi dakikasina izleyiciye aktarilmis. gecmis, gelecek, simdiki zaman, seks, budizm, cevre kirliligi, evlilik yani 30lu yaslarin basindaki bir insanin ilgi duydugu seyler hakkinda tamamen icten bir sohbeti iceren sicacik bir yapit. sonunda kendinizi karakterlerden biri gibi hissedip, filmin bittigine bir süre inanamiyorsunuz.
(son kurabiye - 29 Haziran 2004 11:44)
sequellarin genellikle birinci filmden cok daha kotu oldugu ve nerdeyse kendisinden once gelen filmden bile sizi sogutabilecek kadar assagilik olduklari zamanimizda before sunset, before sunrise'dan cok daha olgun oyunculugu, senaryosu ve yonetimiyle richard linklater'in amerikan sinemasinin en orijinal ve yetenekli yonetmenlerinden biri oldugunun ve nerdeyse bir woody allen gibi amerikan sinemasini avrupa ve diger marketlerde basariyla temsil edebileceginin bir kaniti olmus. richard linklater'in tarzini bir kelimeyle anlatmak gerekirse conversationist adli yeni bir sinema akimi yaratmamiz mumkun olabilir. lakin before sunrise, slacker ve ozellikle de waking life'da da gormus oldugumuz gibi linklater filmlerinin en buyuk ortak ozelligi uzun monologlar, monologlari takip eden voyeurist bir kamera ve uzun sekanslardir. before sunrise'da karakterlerimizi viyana sokaklarinda uzun uzun konusurlarken takip etmis, ama sanki konusmalarindaki - biraz da genc olmalarindan kaynaklanan- ukala ve bilmislikleri yuzunden pek bir ozdeslesip isinamamistim. sunset'de her bir monologun cumleciklerde kendimi bulup, aslinda yalniz olmadigimi hissetmenin mutluluguyla izledim filmi. richard linklater'in senaryo yu ethan hawke ve julie deply ile beraber yazmasi, ve oyuncularin spontane aktorlugu filmi daha gercekci, oyunculari daha filme ve filmin gercekligine yakin yapmis. hic bir saniiye ya da dakikada kotu aktorluk, film aktorlugu gormuyorsunuz cunku hawke ve deply, jesse ve celine'ler gercekten. senaryoda bazi anlar oyle guzel yazilmis ki sanki daha once hic bir kitapta okumadiginiz, hic bir felsefe de bulamadiginiz gibi size yakin ve bir parcaniz olmus dusunceler birden bire bir filmde bir aktor ya da aktrist tarafindan size aktariliyor. butun film boyunca bir richard linklater karakteristigi olarak oyunculari romantik paris sokaklarinda ve seine nehrinde birbirlerine iclerini dokerken takip ediyoruz. ama bir son sekans var ki.. godard mi desem rohmer mi, chabrol mu... richard linklater yine cok sevdigi ve etkilendigi fransiz yeni akimina tribute unu yapmis. julie deply dansederken karsinizda vivre sa vie deki anna karina'yi gormemek mumkun degil.
(ningyo - 11 Ağustos 2004 07:25)
--- spoiler ---celine eline gitarı alıp ilk notalar dökülmeye başladığı ana kadar, before sunrisedaki şairin onlara yazdığı şiiri şarkı haline getirdiği hayalini kurdum.bu noktada evet hayallerim yıkıldı ama filmin sonu içimi umutla doldurdu,buzlu limonata gibi geldi.her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi devamı da varmış.--- spoiler ---
(barbedwire - 28 Ekim 2004 17:20)
ne zaman başladın ve niye bittin filmi. hayır, uçağın o kadar erken kalkamaz, niye geceye almadın ki biletini? "geceden önce" olaydı adın.. ya da aslında iyi ki olmamış, damakta öyle güzel bir tat bıraktın ki.. celine, öyle güzel dans ettin ki.. ve sen, sonda gelen kara ekran, öyle güzel bir anda geldin ki..
(amphibian - 11 Kasım 2004 12:33)
hakkında entry yazmayı düşünüp durdum, diğer entryleri dönüp dönüp okuyup nereden başlasam nasıl anlatsam diye kıvrandım, en sonunda şu şekilde başlamayı uygun buldum: before sunrise'la beraber ikili dvd box set'i çıkması gereken filmdir. oehh! çok kötü oldu ama olsun, başlamak bitirmenin yarısıdır demişler. söylenenecekler söylenmiş aslında: gerçekten böyle iyi bir sequel bulmak neredeyse imkansız. oyunculuklar bu kadar doğal olabilir. sadece kendi içinde değil before sunrise'la da müthiş uyum içinde. zaten bir devam filmi başarısının büyük kısmı da bununla alakalı olsa gerek. bir an bile sunrise'daki celine böyle yapmazdı, jesse bunu demezdi demiyorsunuz. mesela botta giderken jesse "wauvv!!! notre dame..check that out!! deyince "eh be oğlum, koskoca yazarsın, notre dame'ı görünce anca check that out mu diyebildin?" diye düşünmüyoruz. bizim amerikalı jesse'miz böyledir işte, you know... right?sunrise'ın sonunda viyana'da gezdikleri yolları, köprüleri, mezarlıkları boyunları bükük, tek başlarına bomboş ve mahsun olarak görüyorduk. şimdi filmin hemen başında film boyunca gezecekleri mekanları gösteriyor ki linklater*, bence çok hoş; işte bıraktığımız yerden başlıyoruz der gibi.ilk fimde jesse daha çok konuşuyordu bıcır bıcır, şimdi daha baskın olan celine gibi geldi bana. özellikle kendini kaptırıp gittiği ve nevrotikleştiği yerler çok iyi. ha bir de finaldeki oyunculuk. rolling stone galiba tour de force diye tanımlamış ki gerçekten de öyle. aslında filmin tamamı 1,5 saat içinde çekilip bitirilmiş gibi, o kadar rahat ve akıcı gidiyor ancak tahminlerimin ve sanırım bir çoklarının tahminlerinin aksine hiç doğaçlama oynamamışlar. her şey senaryoya uygunmuş. ben final sahnesinde linklater'ın sadece "eve girin, celine şarkıyı çalsın, sonra nina simone dinleyin ve konuşun" dediğini ve çektiğini düşünmüştüm, öyle değilmiş. yine de mesela arabada geçen sekiz dakikalık sekansın ilk seferde ve bir kerede çekilmesi gibi detaylar var ki oyuncuların oyun gücünü ve karakterlerle ne kadar özdeşleştiklerini gösteriyor. gerçi julie delpy kendi monologlarını yazıp linklater ve hawke*'ye gönderince iş ciddiye binmiş de çekmeye niyetlenmişler -creditlerde de senaryoda üçünün adı var- ama kendi metinleri dahi olsa böyle insanın içine işleyen performanslar yakalamak pek kolay değil.filmin sitesinden edindiğim prodüksiyona dair bu trivialar dışında kendi çıkardıklarım da var ki mesela filmin açılış ve kapanış şarkıları ve en mükemmeli de a waltz for a night julie delpy'nin kendi adını taşıyan 2003 tarihli albümündenmiş. bu şarkılar filmin sunrise'la ortak sountrack albümü before sunset and before sunrise'da da bulunmakta -yalnız iki filmin belki de tek falsosu olarak soundtrack'e nina simone konulmamış. bunu nasıl atlamışlar gerçekten çözmekte zorlanıyorum.- celine'in evine girerken bahçede konuştukları kadın ve adam julie delpy'nin anne ve babası. creditlere bakarken bunu farketmek de beni nedensiz yere mutlu etti. şimdi yazarken dahi niye olduğuna pek bir anlam veremiyorum aslında. uzun lafın kısası insanı bulutların üzerine çıkartan filmlerden biri before sunset. julie delpy'nin filmin sonunda çalan je t'aime tant şarkısını o gazla üst üste elli sekiz kere falan dinlayabilirdim ama bir türlü bulmak nasip olmadığı için mark lanegan'ın don't forget me'siyle idare etmek durumunda kaldım.* herhalde filmi seyreden hemen herkes bittikten sonra yüzünde o saf gülümsemeyle geriye yaslanıp düşüncelere dalmış, en sevdiği şarkıyı tekrar tekrar dinleyerek filmi düşünmeye devam etmiştir. sonra mı? sonra tabi ki cd yerine takılıp filme tekrar başlanacaktır.
(relic - 10 Ocak 2005 19:57)
--- spoiler ---filmin sonunda, kadının "uçağı kaçıracaksın" demesinden sonra, adamın "biliyorum" derken parmağındaki yüzüğü belirgin bir şekilde okşaması da ilginç bir ayrıntıdır. (bkz: anladın sen)--- spoiler ---
(alvin - 15 Mart 2005 11:23)
Yorum Kaynak Link : before sunset