Süre                : 1 Saat 48 dakika
Çıkış Tarihi     : 19 Mart 2004 Cuma, Yapım Yılı : 2004
Türü                : Drama,Romantik,Bilim Kurgu
Taglar             : bellek,yalnızlık,Retrograd anlatı,Flashback
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Focus Features , Anonymous Content , This Is That Productions
Yönetmen       : Michel Gondry (IMDB)
Senarist          : Charlie Kaufman (IMDB),Michel Gondry (IMDB),Pierre Bismuth (IMDB)(ekşi),Charlie Kaufman (IMDB)
Oyuncular      : Jim Carrey (IMDB)(ekşi), Kate Winslet (IMDB)(ekşi), Gerry Robert Byrne (IMDB)(ekşi), Elijah Wood (IMDB)(ekşi), Mark Ruffalo (IMDB), Jane Adams (IMDB)(ekşi), David Cross (IMDB)(ekşi), Kirsten Dunst (IMDB), Tom Wilkinson (IMDB), Debbon Ayer (IMDB), Amir Ali Said (IMDB), Paulie Litt (IMDB), Josh Flitter (IMDB), Deirdre O'Connell (IMDB), Lauren Adler (IMDB)

Eternal Sunshine of the Spotless Mind (~ Sil Bastan) ' Filminin Konusu :
Joel Barish (Jim Carrey)'in eski sevgilisi Clementine (Kate Winslet) yaşadıkları iki yıllık ilişkiye dair tüm anılarını gizemli tıbbi bir müdahale ile kafasından sildirir. Bunu öğrenen Joel çok üzülür ve aynı prosedürü kendi üzerinde uygulatmaya karar verir. Bütün anılarını sildirmek için derin uykuya yattığında, gözlerinin önünden Clementine ile yaşadığı günler geçer. Joel aslında Clementine'i unutmak istemediğini anlar ve müdahaleyi durdurmak için çabalar.

Ödüller      :

Academy Awards - Oscar:En İyi Özgün Senaryo
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Screenplay - Original


  • "hafızamdan sildirip tekrar izlemek istediğim film."
  • "filmde yer alan lacuna adli sirketin slogani soledir : "don't forget, with lacuna you can forget""




Facebook Yorumları
  • comment image

    bu filmi seviyorum,
    filmin baslangicini, o esnada calan tema muzigini,jim carreyin ic sesini seviyorum.
    sevgililer gununde hasta oldugunu soyleyerek is yerine montauk"a gidebilme fikrini seviyorum.
    hayatin her alaninda, clementine le karsilasabilme olasiligin oldugunu gostermesini seviyorum.
    jim carrey"in -hemen- her sahnede gomleginin yakalarindan bir tanesinin kazagindan cikmis olmasini seviyorum.
    clementine"nin sac renklerini -ama en cok kizil olanini- seviyorum.
    filmin ozellikle ilk jenerik girene kadar olan ilk 15 dakikalik bolumunu seviyorum.
    joel, clementine"nin evinden ciktiginda ince ince kar yagiyor olmasini seviyorum.
    everybody s gotta learn sometime calarken disarida yagmur yagiyor olmasini seviyorum.
    joel"le clementine"nin anilarinin kotuden iyiye dogru gitmesini, ayrilmalarindan tanismalarina dogru gitmesini seviyorum.
    filmin kusursuz yonetimini ve goruntu yonetmenligini seviyorum.
    film aslinda sorunlu bir ask"i anlattigi icin seviyorum.
    filmin eternal sunshine isimli sozluk theme"ni seviyorum (ve halen kullaniyorum.)
    bu filmin en sevdigim eski sevgilimle beraberken izledigimiz son film olmasini seviyorum.
    ve sanirim bu film hakkinda yazdigim bu entry"i seviyorum.


    (gioberg - 16 Ağustos 2008 10:21)

  • comment image

    bu filmin içbilişsel düşünce semptomları ile ciddi bir ilintisi olmadığı kanaatine varma sürecimi buraya projekte edecek kadar vulgar veya vandal olamadım, ancak; bilişsellikle bağdaşabilecek tüm paranoyaların bir prada çantaya doldurulup sen nehrine atılmasını anlatıyormuşçasına basit ancak altında 3 milyor cümlelik subliminal mesaj barındırdığını gizleyebilecek kadar başarılı bir senaryoyu toplumun kendi bahaneleri doğrultusunda sevmesini "halka düştü, ayağa düştü" diye niteleyeceklerin kafasını kırabilecek kadar barbarım. "ayağa düştü" ne demek ulan? zaten sana, bana yapıldı bu, sen veya ben izleyeyim diye. aksi takdirde filmi lynch çeker, adını da "lost spotway" falan koyardı. bağa girdin, tamam dedik, bağcıya hallendin ona da bir şey demedik ama bostana sıç-r-arsan, kafanı patlatırım coni.

    seni montauk'ta bir meet'erim, aklın pope olur, eloise olur.

    edit: hayır her şeye kabul, ama "siz bir bok bilmiyorsunuz ve ben her boku biliyorum, siz bu filmi o bir bok bilmeyen halinizle beğenince kanıma dokunuyor. bir sikim anlamamış olmanız gerekiyordu, nasıl olur bu yahu? o zaman kesin bir bayağılaşma var bu işin içinde" yaklaşımına hayır derim arkadaş. öyle öperek möperek de sakinleştiremezsin beni, kan alırım uygun boşluklarından.

    edit 2: o sildiğin entry'yi de kulağına sok sen...


    (spinapubica - 14 Mayıs 2009 02:46)

  • comment image

    jim carrey ve kate winslet'in oynadığı akıcı görüntüler eşliğinde karşı gökyüzü; sevdiğini unutmak ve nedenleri karşısında tekrardan tarafsız kalmak üzerine...borges'in bir zamanlar dediği gibi "unutmak en iyi intikamdır" veya yaşam belki saniyede 24 karenin biraz üzerindedir bazı mevsimler.

    bu arada 'hayatlarımızın sinema dergisi "empire"ın, eternal'ı, 04 en iyi filmi seçtiğini de söylemek gerek...


    (bad astronaut - 23 Mart 2003 18:41)

  • comment image

    hayata dair varoluşçu ayrıntılar ve replikler barındıran film:

    "yine (...) yemek yiyoruz. biz de o restoranlarda acıdığımız çiftlerden miyiz? yemek yiyen ölüler miyiz? insanların hakkında böyle düşündüğü çiftlerden olma fikrine katlanamıyorum."


    (hanging rock - 4 Ocak 2014 18:13)

  • comment image

    bu filmi izledikten sonra karman corman duygularla ciktim sinemadan. bu kadar basariyla yazilmis, yonetilmis, kurgulanmis bir filmi izledikten sonra hem o kadar mutluydum ki sinemdan ciktigimda o anda olmek istedim, hem de kedimi o kadar gucsuz hissettim ki hayatimda boyle guzel, ve etkileyici bir filmi asla yapamayacagimi dusunerek tekrar olmek istedim. sonuc itibariyle bu film bana o an mutluluktan ve gucsuzlukten olme istegi vermis tek film olarak hayatimin filmler istatistiklerine girmis bulundu. michel gondry'nin ve charlie kaufmann'in gercek bir dahi olduklarinin kanitidir bu film. oldukca dusuk bir butceyle yapilmis olmasina ragmen inanilmaz karmasik kurgusu ve efectleri var filmin. ve gondry'nin soyledigi uzere hepsi 5, 10 dolar etmicek efektler. tamamen bilgisayar ve cgi efektler yerine mantik ve kamera hileleriyle yapilmiss, dahiyane fikirler sonucu olmusmus efektler kullanilmis. gondry'nin dahiligini zaten cektigi star guitar, joga, bachelorette, army of me, protection, around the world gibi kliplerden gormustuk. bu filmle daha da bir inanmis olduk.

    kisaca filmin konusu iliskileri kotu bir sekilde noktalanmis iki ciftin lacuna, inc. adli bir sirkette birbirlerini ve yasadiklari butun anilari hafizalarindan sildirmeye calismalari. tabii geri kalan kismiyla ilgili bir yorumda bulunmak filmi izlemeyenlere haksizlik olucagindan daha fazla bir sey soylememek lazim. ama hepimizin filmde kendimiz bulucagi, sevdilerimizle yasadigimiz iyi ve kotu her turlu aniyii hatilayip, melankoli yasayacagi, filmin cikisinda iliskilere bakis acimisizin tamamen degisecegi, mukemmel duygulu, etkileyici bir film olmus. bir kauffman klasigi olan, karakterin beyninin icine girme ve filmi orada gerceklestirme fikri oldukca yaratici, insanin beyninin icinde yasadigi ve yarattigi kaos ve karmasikligin filme aktarilmasi oldukca basarili olmus.

    filmden ciktiktan sonra, ozellikle sevdiginiz bir insanla izlemisseniz, ona sarilip, omur boyu birakmamak istegi yaratacak bir film. sabun kopugu gibi akip geciyor, keske bitmese, devam etse dedirtiyor. buyulu bir yolculuk, sonunda karman corman duygularla bitiyor.


    (ningyo - 21 Mart 2004 21:01)

  • comment image

    sevilen insanla kavga ettikten sonra kapiyi cekip gidene soylenicek en guzel sozleri soyler jim carrey ya da joel (agzimiza geleni soyleriz onlari kapidan cikartacak kadar ama sonra gitmelerini istemeyiz, dayanamayiz):

    wait, wait, wait... just wait

    kate winslet ya da clementine bakakalir:

    wait? why?

    i don't know just wait, wait..


    (ningyo - 28 Mart 2004 08:40)

  • comment image

    bence deli bir filmdi, icinde gecen sozlerin her biri buyuk filmlerden buyuk replikler entrysi olabilecek gibiydi. jim carrey super bir oyunculuk sergilemis, kate winslet de oyle, ve bilincaltinda yasananlar... yonetmen sahane! olmus bu film, sahiden olmus...


    (icarion - 4 Nisan 2004 09:31)

  • comment image

    yıllar önce oturma organımla izlediğim, az biraz burun kıvırdığım film. içinde bulunduğunuz ruh hali, algılarınızı oldukça etkiliyor. basit bir konusu varmış gibi gelmişti ilk izlediğimde açıkçası. yakın zamanda tekrar izledim, sonra tekrar izledim, üzerinden geçtim çoğu sahnesinin. aslında ne denli ince işlenmiş bir film olduğunu şu yaşlarıma gelince fark ettim. yaşla da ilgisi yok belki, dedim ya, ilkinde biraz “tipik aşk filmidir yea” bakışıyla izlediğimden.

    “bugün işi astım. trene atlayıp montauk'a gittim. neden bilmiyorum. ben aklına eseni yapan biri değilim aslında.” kilit repliği ile başlıyor film.

    2 ana kahramanımız var: clem ve joel. aslında bir nevi birbirlerinin zıttılar. biri ne kadar içe dönük bir insansa, diğeri de o kadar dışa dönük; biri ne kadar sakin ve suskunsa, diğeri de o kadar canlı ve konuşkan… bu yüzden o ilk replik çok mühim. çünkü filmi izledikçe gerçekten joel karakterinin “aklına eseni yapan biri” olmadığını görüyorsunuz. yani ani karar almasında hakkaten bir terslik var, işte bu tersliğin hikayesi anlatılıyor filmde.

    --- spoiler ---

    “kumsalda hava çok soğuk. şubatın ortasındayız. unuttun mu, joel? “

    “bazı sayfalar yırtılmış. böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyorum. iki yıldır ilk kez bir şey yazıyorum. “

    “she was nice. nice is good.” şu cümle bu filme dair yıllardır aklımda kalan cümlelerden. joel ne kadar basit düşünen bir adam bunu anlamanın en “basit” yolu bu. özellikle ingilizce aslıyla vermek isteyeceğim tek replik bu sanırım.*

    “neden bana azıcık ilgi gösteren her kadına aşık oluyorum? “

    -böyle şık isimli boyalar üreten bir şirket var. kızıı tehlike, sarı ateş, yeşil devrim. işi bu isimleri bulmak olan, birileri olmalı.
    +sence böyle bir iş olabilir mi? yani kaç tane saç rengi olabilir ki? elli tane vardır, belki.
    -biri o işi kapmış…

    “iç, genç adam. içki baştan çıkarma bölümünün iğrençliğini azaltır.”

    “neden bu kadar geciktin?” şunu söyleyebilecek kadın oldukça azdır dünya üzerinde. kadınlar genellikle ima insanlarıdır. açıkça hiçbir şey söylemezler. o yüzden clem’in karakterini anlamak için çok güzel bir örnek cümle bu.

    joel, gerçekleri kavrayıp, clem’in onu hafızasından sildirdiğini öğrendiğinde ilk önce sinirleniyor ve üzülüyor haliyle. “neden?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyor. ama clem aklına eseni yapan biri ve joel tam da bu özelliğini seviyordu clem’in.

    önce durumu kavramaya çalışıyor, lacuna ınc.’e gidip. sonrasında ise kendi de sildirmeye karar veriyor anılarını. benim için en gerçek ve en acı sahnelerden biri burada kendini gösteriyor.

    “şimdi, yapmanızı istediğimiz ilk şey, bay barish, eve gidip clementine'la ilgili olan her şeyi toplamanız. her şeyi.”

    bir insanın,sürekli bir şekilde hayatınızda bulunan alelade bir insanın bile düşününce hayatınızda ne denli yer kapladığını görebilirsiniz. sizden, biri ile ilgili olabilecek, evinizdeki tüm eşyaları istediklerinde -ki bu kişi birlikte kaldığınız sevgilinizse- tüm o eşyaları topladığınızda, hayatınızın ne kadar manasız görünebileceğinin resmidir o evin görüntüsü. bomboş, anlamsız. o denli yer kaplayan birini, hayatınızda yer etmiş birini, gerçekten silmek ister misiniz? silebilir misiniz? her şey bitmiş olsa bile, yaşıyor olmak demek, gerçekten yaşıyor olmak demek hafızanızda yer etmiş anılar ve onların size hissettirdikleridir. güzel ya da kötü anılar. beckett demiş ya “hep denedin, hep yenildin. olsun. gene dene, gene yenil. daha iyi yenil.” budur insana yaşadığını tam anlamıyla hissettiren.

    filmin sonrasında ise iki gerizekalı (patrick ve stan) yüzünden ortaya çıkan hikayemiz oluşuyor. eğer bu iki gerizekalı olmasaydı, her şey düzgün olsaydı, joel farkına varmadan silinecekti her şey.

    film bir de şunu görmemizi sağlıyor: birinden, tüm tüyoları alsanız dahi, mükemmel bir ilişki yaşayamazsınız. patrick bunun örneği. joel, saçlarının rengini görüp, clem’e mandalinam diyor; patrick, clem’e mandalinam derken ise clem’in saçları mavi. buzun üstüne yatıp söyledikleri ağzında yavan duruyor çünkü tam anlamıyla hissetmiyor clem’i. tam anlamıyla hissetmezseniz de karşı tarafa duygunuzu geçiremezsiniz.

    2. en acı yer ise benim için joel’un “mierzwiak ne olur bu hatıra kalsın.” dediği yerdir.

    - joely?
    + evet, mandalinam?
    -ben çirkin miyim? çocukken çirkin olduğumu düşünürdüm.daha şimdiden ağlamaya başladığıma inanamıyorum. bence insanlar çocukların ne kadar yalnız olduğunu anlamıyorlar. sanki hiçbir önemin yokmuş gibi. sekiz yaşındayken oyuncaklarım vardı. bebeklerim vardı. en sevdiğim bebek clementine dediğim çirkin bir bebekti. ona 'sen çirkin olamazsın, güzel ol' diye bağırırdım. çok ilginç. sanki onu değiştirebilirsem ben de değişecekmişim gibi.
    +sen güzelsin.
    -joely, beni asla bırakma.
    +güzelsin. güzelsin. güzelsin.

    sevdiğin kişi, sana tamamen kendini açtığı anda, geri dönüşü çok zor olan, hatta geri dönüşü olsun istemediğin bi’ yola girersin adeta. ruh çıplaklığını bir kere gördün mü, bir daha hiç gitsin istemezsin. clem bu anıda ruhunu açıyor joel’a. dışardan bakıldığında çok mühim bir anı değilmiş gibi gelebilir. ama bu minik kırılganlıklar, korkular, kendini çaresiz hissetmeler öyle herkese anlatabileceğiniz şeyler değildir. mahreminizi açarsınız. o yüzden bu anı bir kere yakaladınız mı hiç gitmesin istersiniz.

    joel’un çocukluk anıları kalp ben bu arada. allağm nasıl tatlıydı.

    -beni daha derine sakla.
    +nereye?
    -beni utancına sakla.

    sonraysa silme işlemini durduramayacağını kabullenme kısmına geliyoruz yavaş yavaş.

    -seni yemeğe falan çıkarmak istiyorum.
    +sen evlisin.
    -daha değil. evli değilim. hayır, evli değilim.
    +bak, sana başından söyleyeyim. ben iyi bakım gerektiririm. evlilik ya da her neyse. onun etrafında gezinemem. benimle olmak istiyorsan, benimle olursun.
    -tamam.
    +birçok erkek benim bir kavram olduğumu, ya da onları bütünlediğimi ya da, onlara yaşadıklarını hissettireceğimi düşünürler. ama ben huzur arayan kafası karışık bir kızım. kendi dertlerini bana yükleme.
    -bu nutku çok iyi hatırlıyorum.
    +seni tavladım, değil mi?
    -tüm insan ırkını tavlamışsın.
    +muhtemelen.
    -yine de hayatımı kurtaracağını düşünmüştüm. konuşmadan sonra bile.
    +biliyorum.
    -bu sefer farklı olacak. bir kere daha deneyebilirsek.
    +beni hatırla. elinden geleni yap. belki de yapabiliriz.

    -bu karşılaştığımız gün. dalgaların oradaydın. seni uzaktan görebiliyordum. o zaman seni çekici bulmuştum. ne garip, birinin sırtını çekici buluyorum diye düşünmüştüm. sonradan çok seveceğim ve en sonunda da nefret edeceğim montunu giymiştin. aynı zamanda, 'ne güzel! turuncu bir mont' demiştim.
    +selam.
    -selam.
    +burada tek başına oturduğunu gördüm. tanrıya şükür, bu şeylerde konuşamayan normal biri
    daha diye düşündüm.
    -evet. ne diyeceğimi bilemiyorum.
    +adım clementine. tavuğundan bir parça alabilir miyim?
    -sonra da cevabımı beklemeden bir parça alıverdin. çok yakın davranıyordun. sanki daha o zamandan
    sevgiliymişiz gibi.

    -adım joel.
    +selam joel.
    -adım hakkında şaka yapma.
    +yani… akıllı bıdık gibi mi?
    -evet, öyle şeyler.
    +şaka yok. şaka yok. çocukken en sevdiğim eşyam akıllı bıdık bebeğimdi. bence büyülü bir adın var.
    -hepsi bu kadar, joel. yakında bitmiş olacak.
    +biliyorum.
    -ne yapacağız?
    +tadını çıkaracağız.

    birinden nefret etmek veya onu sevmek çoğu zaman bizim seçimimiz gibi aslında. birinden hoşlanıyorken bize komik ya da tatlı gelen bir özellik, o kişi büyük bir hata yaptığında ya da başka nedenlerden ötürü onu sevmemeye başladığınızda size o kişiden nefret etmek için bile sebep verebilir. başta tatlı bulduğunuz minik bir ayrıntı, sonrasında sinirinizi bozabilir. bu çizgi hep bu kadar ince değildir belki ama, o noktaya geldiğinizde o insanın nelerinden nefret edebileceğinizi aklınız hayaliniz almaz. joel gibi, bir kelimeyi telaffuz edemeyişinden bile büyük anlamlar çıkarabilirsiniz. başlarda clem’in saçlarını çok seviyorken, kasette “tek sorunu saçıydı!” demesi de buna başka bir örnek. ve siz dayanabileceğinizi düşünseniz de, o acımasız eleştirileri duymak hiç kimsenin hoşuna gitmez.

    -bekle.
    +ne var?
    -bilmiyorum.
    +ne istiyorsun, joel?
    -sadece bekle. sadece biraz beklemeni istiyorum.
    +peki.
    -gerçekten mi?
    +ben bir kavram değilim. ben tamamen dağılmış bir kızım. kendimce doğrularımı arıyorum. ben mükemmel değilim.
    -sende hoşlanmadığım hiçbir şey göremiyorum.
    +ama göreceksin. göreceksin.
    -göremiyorum.
    +bir şeyler bulacaksın. ben de senden sıkılıp kendimi kapana kısılmış hissedeceğim. çünkü bana hep böyle olur.
    -tamam.
    +tamam. tamam.
    -tamam.

    filmin en gerçek yeriyse şu replikleriyle son sahnesi sanırım. her şeyi kabullenip, olacak her şeyi görüp, yine de o insanla olmayı istemek kadar tatlı bir karar olamaz. tamam, vardır belki ama az işte. *
    ---
    spoiler ---

    eğer hala izlemediyseniz ya da benim önceki halim gibi filmin çok yüzeysel olduğunu düşünüyorsanız tekrar izleyin, bir şans verin derim.


    (laroccala - 23 Mart 2014 23:22)

  • comment image

    filmden geriye kalan repliklerden bir tanesi de:

    joel: is there any risk of brain damage?
    dr. mierzwiak: technically the procedure is brain damage...

    evet sevdigini ve yasananlari unutmak sadece brain damage ile mumkun zaten.


    (phuket - 3 Mayıs 2004 06:14)

  • comment image

    bilimsel ahlaksizlikla gecilen ciddi dalgayi bir yana birakirsak film aslinda "kisilikler vs. sevgi" ikilemiyle alakali.
    gercekcilik surda ki, herkes herkes hakkinda (kendilerini hem de hic de zorlamadan) sinir olacagi yuzbinlerce sey bulabilir. caninizdan cok sevdiginiz biri olsa bile bunu yapabilirsiniz. ve aslinda belki de konu insanlari dusuncesizce tuketmekten kacinmak degil, birini mavi sacli oldugu icin veya bazen can sikici oldugu icin (yani sirf kisilik defolariniza* tam olarak tencere kapakligi yapamiyor diye) tuketmeyi goze alamayacak derecede sevebilmek...

    --- spoiler ---
    bu noktada filmin ozu sadece tek bir kelimede ozetleniyor:
    "okay."*
    ---
    spoiler ---


    (yummy - 4 Mayıs 2004 07:29)

  • comment image

    daha önce yazılmıştır muhtemelen ama özellikle kadınların ya da insanlıktan, merhametten, aşktan az buçuk anlayan sağduyulu adamların bu filmi bu kadar çok sevmesinin sebebi hep pozitif ihtimallere sığınıyor olmaktan kaynaklanıyor. belki’ler, düzelir’ler, bu sefer farklı olacak’lar… işte hep bundan.

    --- spoiler ---

    clementine kinci bir sürtük. joel pek konuşkan biri değil… farklılar ama bir arada kalmaya çalışıyorlar. film bittikten sonra; o meşhur son sahneden sonra yani, hepimiz kalakalıp düşünmedik mi? o ‘okey’ler söylendikten sonra ne oldu? clementine hiç sarhoş ve aptal birine dönüşmedi mi? joel olmadan gece dışarı çıkmadı mı? joel evde çıldırmadı mı? clem eve döndüğünde ‘ı assume you fucked someone tonight. ısn't that how you get people to like you?’ demedi mi? ilk zamanlar olmasa da eminim sonradan dedi. diyecektir…
    ---
    spoiler ---

    tüm bunlar bilindiği ya da tahmin edildiği halde yine de ‘okey’ diyoruz ya son sahnede; o aşk işte. o yerin dibine batasıca aşk. sebepsiz sevmek aşk…

    tanım; overrated falan değil muazzam kurguya sahip, son derece realist bir film.


    (sokaklar tekin degil - 8 Temmuz 2014 10:17)

  • comment image

    bu filmde en sevdiğim sahne, aşağıdaki sözlerin geçtiği sahnedir.

    --- spoiler ---
    clementine : fazla konuşmayan bir tipsin değil mi?
    joel : özür dilerim. sadece, pek ilginç bir hayatım yok.
    ---
    spoiler ---

    insanlar belki daha duygusal sahneleri sever ama ben bu sahneyi severim. çünkü burada kendini apaçık ifade eden, kişiliğini kabul eden bir insan vardır. ve karşısında kendisini olduğu gibi kabul edip öyle seven bir insan. bundan daha gerçek, daha duygusal, daha yaşamak istenen bir an olabilir mi?
    bir insan kendisini olduğu gibi kabul eden kaç insanla karşılaşır ki ömründe?
    bilemedim, belki de hiç. bu filmdeki en yaşanası an budur benim için.


    (jean guen de lubran - 2 Aralık 2014 02:18)

  • comment image

    öncelikle söylemeliyim ki bu film bir gitmediğim film oldu*. ben filme gitmedim film divx şeklinde bana geldi, her dakikasi hücrelerime kazındı, daha bitmeden hayatımda izledigim en güzel filmler sıralamasinda üst sıralara oturdu, spotty mind'ıma gün gibi doğdu, lazer operasyonu oldu.

    72. entrye gelmişiz, artık çok geç ama yine de izlemeyen herkese bu film hakkında spoilersiz pek bir şey yazılamayacagını o yüzden hakkında bir şey okumadan izlemelerini siddetle tavsiye ediyorum, hatta allahın adını verdim okumasınlar, yapmasınlar etmesinler diye sözlük refahı adına bir uyarı yaptıktan sonra yeni fasiliteyi bir deneme yaparak* konuya gireyim.

    --- spoiler ---
    film "ay vıcık vıcık romantizm/aşk filmleri bana gelmez çok sıkıcı çok aptal/jim carrey çok kötü bir oyuncu/kate winslett hem çirkin hem yeteneksiz" diyenlerin hepsine yetebilecek kadar büyük bir kapaktır. sanki filmi ben çekmisim en azından yönetmenle, senaristle çay içmişim kadar sahiplendim çogu sahnede "romantiğiz ama aptal değiliz" diye tezahurat yaptım. yönetmenini hem iq'su hem eq'su yüksek bir nefer ilan ettim, sonra duygu denizlerine yelken açtım. şükür ki beynimizle degil kalbimizle sevdigimizi hatirladim, kalbin hafizasinin ruhun alt beyninin olmadıgını farkettim, o denizlerde can simitsiz kaldım. hatırladım diyorum çünkü filmden çıkan en mühim sonuç unutulmaz'dır(bir diğeri de abazan frodo istemediğimizdir). o yüzdendir ki hiç unutmayacağını sanıp unuttuğunu düşünürken bam diye unutmadıgı farkettiğinde unutmadığın sey aşktır, nedeni impulsedır.****

    "meet me in montauk"*
    ---
    spoiler ---

    izlemen lazım izlemen lazım diyip referans olan cheja ve öyvind'e teşekkür ederken bu oscar töreninde ödül almış aktrist konuşması kılıklı entryme son veriyor, afrikada çocuklar açken bu entrye gelebilecek herhangi bir şukela oyunu kabul edemeyeceğimi belirtmek istiyorum. hatta adrian brody gelse öpmem. ama entrylerin ustasıyım, nietzsche'yi göt eden filmlerin hastasıyım.


    (magicflute - 31 Ağustos 2004 17:00)

  • comment image

    kırmızı hap mı yoksa mavi hap mı
    her şeyi bilerek farkında bir hayat yaşayarak zorlukları aşmaya çalışmak mı;yoksa her şeyi unutup sıradan hayatın sıradanlığına kapılıp gitmek mi?
    film diyor ki; kaderi eline verdik ama bak eline yüzüne bulaştırdın;karışma kaderine,yaşadıklarına,yaşayacaklarına.her şeyi oluruna bırak..hayat nehrinde taşlara,çakıllara çarpabilirsin, zorlukdan kaçıp yılmamalısın;hayatında, çevrendeki insanlarda kusursuzluk aramak boş;sorunsuzluk bir ütopyadır!
    kader nehrinde çırpın en azından, boğulmamaya çalış, yüzmeye devam et!nehrin sonunu görmeyi bekle…aşk bir kusursuzluk oyunu değildir;hayatta öle…sorunlar hayatta var olmalı..hata olarak görülmemeli yaşanılan sıkıntılar!herşeyin bir sebebi vardır değil mi?
    senaryonun ne kadar kusursuz ve zeka üstü bir şey olduğundan söz etmeye başlarsam filmin her karesinin hakkını vermek için saatlerce konuşmam gerek. ben sadece ayrıntıların güzelliğinden;kurgunun filmin temelini oluşturduğundan;görüntülerinden;ışık kullanımından;kaderin değişmezliğinin sorgulanışından;aşkın felsefik açılımının işlenişinden;oyunuculukların doğaüstü olduğundan ve böyle bir filmle ilk kez karşılaşmanın ne kadar etkileyici olduğundan bahsetsem yeter!
    garip bir film..
    bilimkurgu ama mantıklı
    duygusal,felsefik ve fazlasıyla psikolojik
    doğrular gerçek..
    gerçekler yanlış
    yanlış kime göre yanlış?


    (akheron - 20 Kasım 2004 01:33)

  • comment image

    zamaninda bizden daha zeki birileri, bir sanatin degeri, onun insanlar icin ihtiva ettigi anlamlarin, mesajlarin cesitliligiyle olculur demis. artik bu o sanat eserinin degeri midir, yorumlayanlarin hayal gucu mu bilinmez ama bu filmde de benzer bir cesitlilik mevcut. kimi icin kader, kimi icin askin onemi, kimi icinse sevdiginizin ic camasirini calmak ve periyodik olarak koklayarak cilgin planlariniz icin motivasyon saglamak hakkinda bir film.

    kanimca varolusculukun sordugu temel sorulari soruyor. anilarimiz guzel seyler yaninda pismanliklar, yanlis secimler, umutsuzluklarla doludur, cunku hayatin ozu, mutluluklarla serpistirilmis tatminsizliktir.(bkz: dukkha)

    zira en nihayetinde hayatin tumu gibi biz de geciciyiz ve bu yokolus korkusu, yanlizlik korkusu en derin tatminsizligimizdir. iste tipki varoluscularin, "tanrinin olmadigi bir duzende insan hayatina nasil anlam bulabilir" diye sorduklari gibi, burada da "mutlulugun gecici oldugunu bile bile, ask dahil hicbirseyin sonsuza kadar surmeyecegini ve temel tatminsizliklerimizi gideremeyecegini bile bile, nasil hayatimiza devam edebiliriz?" diye soruluyor.

    daha da basitlestirmek gerekirse, nasil olsa ayrilacagiz niye birlikteyiz; nasil olsa hayalkirikligi yasayacagiz, niye basliyoruz; nasil olsa olecegiz, niye yasiyoruz? hersey bosuna degil mi? (bkz: futilitarian)

    filmin begendigim tarafi burada gerizekali bir hippi esintisi yakalayip, "yeni umutlar hobareeey, bu sefer hersey cok daha guzel olacak" populizmine dusmeden, bu nafileligi kabul edisi. hem esas oglan hem de kate hanim, sonunda tekrar biraraya geldiklerinde bunu yeniden deneyelim amaci ve umuduyla yapmiyorlar; bilakis isin nerelere varacagini gayet iyi biliyorlar. hayatin geciciligi, tatminsizligi, kalici mutlulugun pesinden kosmanin anlamsizligi anlasiliyor. fakat onlar yasamin tam da bu oldugunu kabullenip, bu arada yasanan guzel seylerin de, kalici olmayacaklarina ragmen sirf o anlar icin degerli olduklarini anliyorlar.

    jim carrey'nin buzlar ustunde, ilk defa bu kendini bu kadar mutlu hissetmesi, sonundaki hayalkirikligini onleyecek degil; fakat yasam mutlu bir sonu olmasa da o buzlar ustundeki sahneye benzer sahneler yuzunden izlemeye deger bir film.

    dedigim gibi, bir ask oykusu olarak da anlasilabilir; o tatminsizliklerin, o mucadelelerin, varolusculugun bu sorusunun askin meskin de otesinde, hayatin kendisi icin gecerli oldugunu dusunerek de.

    tabii bu noktada, bu sanat eserini ben mi abartip bu hale getirdim, yoksa sadece icine islenmis dehanin bir bolumunu kesif mi ettim diye soruyor insan. yine de sanatkarin takdirini buna gore yapmamali, kaynagi ne olursa olsun bu fikirlerin ortaya cikmasina yardimci oldugu icin ve jim carreynin ozellikle ilk 15-20 dakikadaki, en ufak mimiginden bakisina kadar, tek kelimeyle kusursuz oyunculugu icin takdir etmeliyiz.


    (immanuel tolstoyevski - 8 Mart 2005 10:51)

  • comment image

    --- spoiler ---

    ne zamandır yazmak istediğim filmdi, elim gitti, yazamadım, boş gelir, filmin hakkını veremez kaygılıydı. artık dün dördüncü izleyişimden sonra "kaydı bulunsun" dedim. zira beni böyle yapan bir film olmadı hayatımda. sadece filmlerde, o da nadiren ağlayabilen, çoğunlukla gözlerini doldurarak kalabilen beni 4 seferde de hüngür hüngür ağlattığı için. ama biraz daha fazlası var. her seferinde filmin başka bir yerinden vurması, dört izleyişimin her birinde başka bir yerinde ağlamamla tescillidir mesela.

    bir de, herkesi de ayrı bir yerinden yakalayan filmdir. ayrılıktan çıkmış olanlar, unutmaya çabalayanlar kendini arabada ağlayan joel'un yerine koyar, biter. kimisinin sevgilisi vardır, geçecek zamandan, bitişlerden korkar, öncesi ve sonrasını görür, çarpılır. kişi vardır, aşk yoktur hayatında, belki öncesindedir ve bilemiyordur, belki de çok sonrasının boşlğundadır, ikisinin aşksız hayatının ne kadar boş olduğunu görür, mahvolur. zaten film en çok aşkın kendisine övgüdür. unutup kurtulmayı çıkış olarak göstermez gondry ve kaufman, unutulanlar gittiğinde o kadar renksiz kalacaktır ki her şey. insan ağlar, ölür, biter aşk bitince. çünkü artık içindeki bir parça asla gelmeyecektir. ağlar çünkü sıradan hayatı bir süreliğine renklenmiş, anlam bulmuştur. ve o anlam geri gitmiştir sonra. "keşke hiç aşık olmasaydım da böyle üzülmeseydim"e bir cevaptır bu film. aşık olunacaksa köküne kadar yaşanacak, biterse de köküne kadar üzülse de pişman olmayacak yaşadıklarına, mutsuz olacaksa onun da hakkını verecek. çünkü hiçbir şey kalmadığında anıların da kalmaması (en çok onlar acı verse de) en çok koyar adama. yaşadığını hissettiren bi onlar vardır çünkü. bundan haykırır joel "mierzwak, ne olur bu kalsın, bir bu kalsın. iptal etmek istiyorum!" diye. biz de bundan ağlarız clementine "evet joel, sonuna geldik, uyandığında hepsi bitmiş olacak" dediğinde. "peki ne yapacağız" sorusuna joel'un çözümü kalan son (ama aslında ilk anılarını) doyasıya yaşamaktır. elimizde kalan tek şey odur. evin içindeyken de "kalsaydım, keşke kalsaydım. keşke bir dolu şeyi yapmış olsaydım" cümlesini duyduğumuzda bir kez daha parçalarız kendimizi, en ufak anın bile değeri, kendini tutmanın, korkmanın korkunçluğu bir kez daha çarpılır insanın yüreğine.

    her şey bitmiştir artık. her şey bitecektir zaten. ve hiçbir şey de mutlu bitmez. ne kadar boştur bitişin sonu! ne kadar acı çekerler unutmayanlar, ama ne kadar muhtacız hatırlamaya! ve ne kadar doğrudur: "aşk imiş her ne var ise şu alemde!"

    ---
    spoiler ---


    (edved - 21 Temmuz 2005 14:37)

  • comment image

    yaklaşık 10 ay falan geçmiş olmalı... (sahi ne kadar hızlı akıyor zaman)

    bugün de sıradan bi insandım.
    kafama öyle esti diye trene atlayıp şehrin öteki ucuna gitmedim mesela.
    yeni tanıstıgım birine ''ne kadar iyi birisin'' diyemedim. hatta tanıdığım ve kafamda büyütüp büyütüp ilah mertebesine oturttugum adama bile ''ne kadar iyi birisin'' diyemedim. oysa içimde, sol üst köşede bir yer, yakın bir zamanda söylemem gerektigini düşünüyor. bugün de kulak asmadım mesela.
    bugun de boyatmadım saclarımı turuncuya. ya da yeşile belki. sarı bile kurtarabilir aslında saçmasapan hayallerimi. ama yapmadım. sıradanım evet.
    bugun, kollarımı iki yana acıp seyretmedim gökyüzünü. bahanelerim var. buz kütlesi bulamadım mesela. hem kıçım donar bu soğukta. küçük hayalleri olan küçük biriyim çünkü. detaylara takılırken bütünü kaçırıyorum. ya da... belki... korkuyorum sadece...
    günlüğümde sayfalar hala boş. yırtılmış olduklarından değil. anlatacak sağlam bir hikayem olmadığından. varsa bile, ''unutmaya'' değecek şeyler değil. ne yazık.
    bugun de kimseye, ''soylesene, güzel miyim ben?'' diye sormaya cesaret edemedim. doğrulugunu onaylatmak peşinde değilim.aksine duymak istediğim bazı yalanlar var. beyaz olanları. inciten degil, yaralarımı saracak olanlar. ama sormadım işte. hem zaten küçükken kendi ismimi verdiğim bi bebeğim de yoktu. kaybedilmiş sayılır mı çocukluğum?
    sıradan bi insandım ben bugun dedim ya; mesela ''bekle'' demedim kimseye. ''hayırdır, neden bekliyoruz biz burda şimdi?'' diyenler oldu, evet. ama ''bekle işte, daha yaşanacak şeyler vardır belki. ya da söyleyecek etkileyici seylerim vardır da aklıma gelmiyorlardır belki. bi dur, bi bekle'' demedim. içimden geldiği anlar oldu. ama demedim işte. zira sıradanlığına gizlenmiş bir konseptim ben.
    eminim, bu gece de kimse kacirmayacak beni rüyalarından. şöyle elimden tutup, gel en gizli sırlarıma saklayıvereyim seni demeyecek. ve kimsenin dünyası, ben kayboldukca yıkılmayacak.
    bugun, eternal sunshine of the spotless mind seyrettim. yaklasık 10 ay sonra ikinci kez.

    bazı filmleri anlatabilmek için kelimeler yetmiyor....


    (poisonblue - 2 Mart 2006 00:43)