Süre                : 2 Saat 45 dakika
Çıkış Tarihi     : 05 Haziran 2014 Perşembe, Yapım Yılı : 2014
Türü                : Drama
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  IFC Productions , Detour Filmproduction
Yönetmen       : Richard Linklater (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Richard Linklater (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Patricia Arquette (IMDB), Ellar Coltrane (IMDB)(ekşi), Ethan Hawke (IMDB), Lorelei Linklater (IMDB)(ekşi), Tess Allen (IMDB)(ekşi), Greg Baglia (IMDB), Deanna Brochin (IMDB)(ekşi), Andrea Chen (IMDB)(ekşi), Megan Devine (IMDB), Sam Dillon (IMDB), Shane Graham (IMDB), Zoe Graham (IMDB), Brad Hawkins (IMDB), Derek Chase Hickey (IMDB), Jordan Howard (IMDB), Cassidy Johnson (IMDB), Richard Andrew Jones (IMDB), Nick Krause (IMDB), Mona Lee Fultz (IMDB), Lucia Briones (IMDB), Tom McTigue (IMDB), Jessi Mechler (IMDB), Angela Rawna (IMDB), Richard Robichaux (IMDB), Tyler Strother (IMDB), Evie Thompson (IMDB), Libby Villari (IMDB), Taylor Weaver (IMDB), Savannah Welch (IMDB), Kaitlyn King (IMDB), Stephen Latham (IMDB), Paul Nye (IMDB), Alyssa Petersen (IMDB), Lupe Trejo (IMDB), Johnny Walter (IMDB), Natalie Wilemon (IMDB)

Boyhood (~ Çocukluk) ' Filminin Konusu :
Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight’tan oluşan üçlemesiyle sinemaseverlerin gönlünde taht kuran Richard Linklater’ın, 2002 yılından beri her sene 4 oyuncusuyla buluşarak çektiği Çocukluk'un Çekimleri 12 yıl sürdü. Ellar Coltrane’in canlandırdığı Mason adlı bir çocuğun ilk okul yıllarından koleje girmesine kadar olan süreçteki büyümesine tanıklık ettiğimiz film, onun bir yandan boşanmış anne ve babasıyla yaşadıklarına odaklanırken, bir yandan da Linklater’in kendi kızı Lorelei Linklater’ın canlandırdığı sinir bozucu kız kardeşi Samantha ile olan ilişkisine dikkat kesiliyor. Mason’a çocukluktan ergenliğe geçişteki 12 yıllık yolculuğunda eşlik ettiğimiz Çocukluk; bize hiç çaktırmadan deneyimin, büyümenin, değişen ve kaçan anların benzersizliğini anımsatıyor.

Ödüller      :

Berlin Film Festivali:Silver Berlin Bear-Best Director, Prize of the Guild of German Art House Cinemas, Reader Jury of the "Berliner Morgenpost"
Academy Awards - Oscar:En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
BAFTA:David Lean Award for Direction
Golden Globes:Golden Globe-Best Director - Motion Picture, Golden Globe-Best Motion Picture - Drama, Golden Globe-Best Performance by an Actress in a Supporting Role in a Motion Picture
San Sebastian International Film Festival:


Indiewire 2014 / 10
  • "vizyona girdiğinde olay yaratacak film.iki yıl sonra gelen edit: beklenen etkiyi yaratmadığı gibi türkiye'de vizyona bile girmedi. vay amk."
  • "yıllar önce mersinde bir tantuni yemiştim. 11-12 yıl oluyor. hala tadını anımsarım. bu film de öyle işte. unutulmayacaklar arasında artık."
  • "çocuğun ergen hallerinin sırası ile justin bieber, matt damon ve tolga karel olduğu film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    --- spoiler ---

    kız filmin sonunda şöyle der: you know how everyone's always saying "seize the moment"? i'm kind of thinking, it's the other way around..... you know, like the moment seizes us.
    mason şöyle cevaplar: yeah i know. it's constant. the moment... it's just. it's always right now.

    sonra mason'la kız bakışırlar ve filmin son saniyesinde mason kameraya bakar. işte bütün hikaye mason'ın seyirciye baktığı o bir saniye üzerine kurgulanmıştır.

    ---
    spoiler ---

    10 üzerinden 10'luk film de işte böyle yapılır.


    (kriker - 30 Ağustos 2014 02:27)

  • comment image

    bildigim kadari ile duzeltiyorum: yonetmen bu cocugu 12 yil boyunca her gun cekmemistir. 12 yil boyunca senede sadece 1-2 gun cocuk ile cekimler yapilmis, sonra cocuk kendi hayatina devam etmistir. yonetmen cocugun hayatini dagitmak, duzenini bozmak, 12 yil boyunca bbg falan yapmak istememistir haliyle. dahasi, bu 12 yilin herhangi bir aninda cocuk filme devam etmemeyi secmekte de serbesttir, cocuga bu hakki vererek cekimlere baslamislar. cocugun basina sozlesmeyi kakip da zorla film cekmek istememisler. olur da istemezsin, fikirlerin degisir, suratini sivilce basar, kimseden boyle uzun soz istenmez, sen bilirsin evladim demis yonetmen. boyle dusunceli insanlarin filmidir yani.


    (angie - 27 Eylül 2014 11:23)

  • comment image

    tatlı bir film olmuş.richard linklater filmlerinin tümünde inanılmaz bir doğallık ve detaylara dikkat var.ayrıca mason karakterini oynayan ellar coltrane'in filmin sonunda ethan hawke''ın kopyası olması nasıl bir tesadüftür.

    mason'ın kız arkadaşıyla gün batımını çatıdan izledikleri sahne before sunrise'ı anımsattı.

    12 yıl boyunca bir film çekmek ne demektir ya.

    en çok kıskandığım ise filmin aslında ellar coltrane'in video günlüğü gibi olması.çocukluğuna bu şekilde dönüp bakabilme imkanı ne kadar muhteşem bir şey.

    böyle yenilikçi yönetmenler başımızdan eksik olmasın.

    sıcacık film.


    (mise en abyme - 12 Ekim 2014 06:57)

  • comment image

    richard linklater'ın ustalık eseri. filmin 12 yılda belli aralıklarda çekilmesi detayı çok ilgimi çekmemişti; fakat izleyince anladım ne müthiş bir olay olduğunu. zaman kavramı o kadar özenilerek işlenmiş ki detaylara takılmaktan filmden kopuyorsunuz neredeyse. çocukların fiziksel ve psikolojik olarak gelişimleri; çevresindeki insanların, olayların zamana göre göze batmadan yaşadığı değişimler inanılmaz başarılı aktarılmış. oyunculuklar çok iyi, ethan hawke yine yardırmış tabii. başarılı bir yönetmenlikle işlenen doyurucu, keyifli, içi dolu diyaloglar hakim filme. zaten linklater'ın en iyi yaptığı iş bu the before trilogy'den hatırlanacağı üzere. modern sinema tarihine geçmiştir bu film. abartı varsa da vardır, adam 12 yılda şöyle bir film koymuş ortaya, abartı varsa richard linklater'ındır. izleyin, izletin diyorum.


    (dorylaion26 - 13 Ekim 2014 01:39)

  • comment image

    bitmiyor bu film efendim, bitiremiyoruz.

    daha önce "before"serileri (before sunrise, before sunset, before midnight) ile kişilerin, karakterlerin, cinslerin ve nihayet ilişkilerin, seneler boyu evrimini, aynı kadın ve aynı adam üzerinden anlatan richard linklater’ın böyle bir işe imza atması şaşırtıcı değil aslında.

    bu sefer de tam 12 yıl boyunca, aynı oyuncu kadrosuyla çektiği bir film ile karşı karşıyayız ve olan biteni, çocukluktan gençliğe adım atan mason’ın üzerinden izliyoruz. demek ki, linklater geçirdiğimiz değişimi ilginç buluyor. kim bulmuyor ki zaten? lakin fikrin ilginçliğinin ve oyuncuların değişimini gerçekten görmenin yanında; derinine bir türlü inil(e)meyen karakterler hiç ilginç değil. bunun temel sebebi, filmdeki çoğu diyaloğun suyun üzerinde salınması, aşağılara yani derinlere bir türlü inememesi. yönetmen 12 yıl boyunca karakterleri takip ediyor olmanın, onları tanımak adına zaten “yeterince” derin olduğunu düşünmüş olabilir. ancak senaryo bu anlamda hiçbir derinlik sunmazken, bu da çok zor. yine daha önceki işlerinde karakterleri tanımamıza imkan veren diyaloglar sayesinde, filmlere “eşlik” ettiğimi düşündüren yönetmen, bu sefer tamamen “seyirci” olduğumu hissettirdi. ben de bana verilenle yetindim ve olan bitene seyirci kaldım. seyirci olduğum bu film, uzadıkça uzadı böylece (165 dakika yahu, 165 dakika). özetle; film, daha derinden gitmediği gibi, alabildiğine yavaş akıyor bir de.

    "before" üçlemesi avrupa’nın çeşitli şehirlerini mesken tutmuşken, boyhood amerika’da geçiyor. evet, gitmesek de görmesek de, biz de amerikancılıktan (long live obama!) bol miktarda sebeplendik bu sayede. tek bir örnekle açıklayacak olsam, şöyle derdim; (filmi izledikten sonra daha iyi anlaşılacaktır)

    meksika göçmeni olduğunu tahmin ettiğim tamirci ernesto’nun, mason’ın annesinin tavsiyesi üzerine, akşam okuluna yazılması, böylece üniversite okumaya kadar ilerlemesi, bir yandan da bir lokantada müdür oluvermesi, ingilizce konuşamazken ingilizce şakımaya başlaması, ve seneler sonra müdürü olduğu lokantada karşılarına çıkarak şükranlarını sunması, ne kadar “sahte” ise; mason’ın onca badireye rağmen (hiçbir problem anında ortada olmayan sorumsuz baba, sürekli yanlış kişilere aşık olan ve hayal kırıklığına uğrayan anne, annenin her kocasından çocuklarının da nasiplerini alması, devamlı taşınmaları, okul değiştirmeleri, ve dolayısıyla yeniden arkadaş edinmeleri, değişen ve farklılaşan dış dünya…vs.) öyle “cool” kalabilmesi de o kadar sahte.

    işte ben buna “amerikan rüyası” derim. iyi uykular.


    (dolls - 14 Ekim 2014 00:03)

  • comment image

    on iki sene boyunca, merkeze mason konulmak üzere, dört kişinin( öz baba, anne, erkek ve kız çocuklar) yaşamlarından kesitler sunuyor film bize. filmin çekimlerinin gerçek zamanlı olarak , 12 seneye yayılarak, yapılması hem filmin kendisine-bütününe gerçeklik hissi katmış hem de karakterlerin içinde bulundukları yaş ile alakalı ''hal''lerin filme yansıması sağlanmış . özellikle mason ve samantha karakterlerini , filmin kapsadığı 12 sene içinde farklı farklı kişilerin canlandırması (çocukluk, ergenlik-gençlik) filmin etkileyiciliği ve izleyicinin üzerinde yarattığı gerçeklik hissi üzerinde zedeleyici etkisi olurdu muhtemelen.

    --- spoiler ---

    patricia arquettenin canlandırdığı anne bence psikanalitik açıdan izaha en çok muhtaç karakter gibi duruyor. izlediğimiz iki evliliğinde de benzer erkekleri seçiyor; sorumluluk sahibi ama despot, şiddete meyilli, içki sorunu olan ve bence en önemlisi süperegoları (üst ben) oldukça gelişkin kişiler bunlar. tabii, bu karakterin geçmişinden haberdar olmadığımızdan bunun böyle olmasını kendi çocukluk evresinde oidipus kompleksinin içselleştirilememesinden ya da bu kompleksin doğal yürüyüşünün bir noktada sekteye uğrayıp, bunun da kadını ilerleyen zamanlarda eş seçiminde bir baba figürü arayışına itip-itmediğini bilmiyoruz ama linklater'ın kadrolu oyuncusu ethan reis -çocukların babası- devreye giriyor burada. baba karakteri (kadının ilk evliliği) bence, id'in yön verdiği biri. sorumluluktan hayli uzak, canı ne isterse onu yapıyor. bir bakmışsın alaska'ya gitmiş bir bakmışsın uçsuz bucaksız doğada kamp yapıyor. kafa dengi bi' ev arkadaşıyla birlikte ortalığın bok götürdüğü bir evde kalıyor. müzikle uğraşıyor. açıkçası kafasına ne eserse onu yapan biri. kadının, ethan reisden sonra seçtiği eşler, yani id'i dengeleyen süperego karakterler, bir baba figürü arayışından çok, ilk boşanmanın yarattığı travmanın sonucunda bilinçaltında verilmiş kararlara benziyor.

    ayrıca, oğlunun üniversiteye gitmek için evden ayrılmasıyla -yani anne için, hayat içinde sonu ölüme giden yol içinde bir aşama daha geçildiği hissedilince- annenin kendini koyverip ağlaması film içinde en hüzünlü noktalardan biriydi.

    ethan hawkenin canlandırdığı baba karakterine yukarıda biraz değindim fakat filmin ilerleyen bölümlerinde babayı, başka bir kadınla yeniden evlenmiş ve yeni bir çocuğu olmuş olarak görüyoruz . bir anda karşımıza bıyık bırakmış ve arabasını değiştirmiş olarak çıkıyor. sanıyorum ki, burada araba değiştirmesi önemli bir sahne. yani karakterin kendi içinde yaşamış olduğu bir dönüşümü simgeliyor. burada şunu söylemekte fayda var. freud, ego, süperego ve id'in tanımlarken bir benzetme yapmış muhtemelen konunun daha iyi anlaşılması için; at ve binici örneğini vermiş. buna göre; ego binici ve at id’dir. superego ise öğrenilen bir bölümdür. başlarda kullandığı, spor, son derece hızlı , onu bilinmez maceralara, dizginlenmesi zor isteklere sürükleyen aracı (yani atı) satmış yerine belki o kadar hızlı olmayan ama son derece güvenli bir aile arabası almış olarak görüyoruz babayı yeni evliliğinde. bu yeni arabasını da artık, alaska'ya macera arayışı için filan değil de kiliseye gitmek, aile büyüğünü vs. ziyaret etmek (öğrenilen şeyler) için kullanmakta. yani, bir anlamda karakterinde baskın olan id'i dengelemiş gibi durmaktadır.

    lorelei linklaterın canlandırdığı samantha karakteri her ne kadar mason kadar olayın merkezinde olmasa da, küçükken cin gibi olan, kardeşi üzerinde baskı unsuru olacak kadar dominant bir karakterden neredeyse içine kapanık , pısırık bir karaktere dönüşümünü görebiliyoruz. belli bir yaşa geldikten sonra (doğurganlık) kadınlığının ona durmadan hatırlatılması - ki bunu, babasının yaptığı hamilelik- prezervatif muhabbetiyle görüyoruz. karakter gelişiminin olması gerektiği gibi değil de toplumsal baskılar sonucu birtakım içe tıkılmalar, utanmalar ile şekillendiğini görüyoruz.

    ellar coltranenin oynadığı mason karakteri üzerinden ise daha genel gözlemler yapılabilir. örneğin; 17. doğum gününde hediye edilen tüfek ve incil, a.b.d'nin (ve texas) toplumsal değer yargıları genel bir fikir verebilir. yine mason'ın devam ettiği okulda ders başlamadan önce sınıfta, bizdeki andımıza benzeyen bağlılık yemini gibi şeylerin (hem de iki tane biri texas eyaleti diğeri de ulusal bir şey herhalde) okutulduğu görülebilir. ayrıca, çocukluk yaşlarının ablanın gölgesinde geçmesi, annenin yaptığı evliliklerin ve durmadan yaşanan taşınmaların-savrulmaların mason üzerinde çok daha fazla baskı yaratmasına karşın mason'ın duygusal ve cinsel yürüyüşünün sağlıklı bir şekilde, olması gerektiği bir şekilde geliştiğini söyleyebiliriz.

    ---
    spoiler ---

    edit: imla


    (otomobil osman - 3 Kasım 2014 22:59)

  • comment image

    müthiş emek harcanmış iyi bir film. kurgusu harika olmayabilir ama zaten film bize müthiş olaylar ve aksiyon vadetmiyor değil mi ? neydi filmin ismi tekrar hatırlayalım. boyhood harika fikir ve deneysel bir yapıt. yeni ve farklı bir şeyler izlemek isteyenler için biçilmiş kaftan. türünün ilk örneği olsa da belli ki son olmayacak.

    zaten bir röportaj'da ellar coltrane da "bu filmde bir şey olmuyor ki " diyenlere şöyle bir cevap vermiş,

    "we’re conditioned by hollywood blockbuster movies to expect these super-dramatic moments that are supposed to be really meaningful, with the trumpets blaring to say this is a big deal that’s supposed to define your whole life. life isn’t like that. we expect these big moments to define us, and in the end, they don’t. ıt’s everything in between that really makes you the person you are."

    gişe rekorları kıran hollywood filmlerince: etkileyici çarpıcı anların hayatımızı tanımlayan anlar olduğu fikrine şartlandırıldık. fakat hayat bu anlardan ibaret değil. bu büyük anların kim olduğumuzu tanımlamasını bekliyoruz ama sonuç böyle olmuyor. hayat sizi olduğunuz kişi yapan tüm o şeylerin içindedir.[tr.]

    --- spoiler ---

    mason'ın saçlarının kesildiği an içim acıdı yemin ediyorum. çocuklarını böyle bir psikopata mecbur ettiği için kadına deli gibi saydırdım. ama sonra bir adım öne çıkıp çocuklarını kurtarmasına ve adamı terk etmesine de bir o kadar sevindim. film amaçlandığı üzere gayet gerçekçiydi.
    ---
    spoiler ---


    (perec - 20 Kasım 2014 19:09)

  • comment image

    klasik giriş, gelişme, sonuç izleyicisinin uzak durması gereken film. dramatik yapıyı salt, aksiyon, twist, fiziksel çatışma, silahlı çatışma, araba kovalamaca sahnesi, en yakınlarından birinin öldürülmesi, tecavüze uğraması, ölümcül bir hastalığa yakalanması, dünyayı, insanlığı ya da herhangi birini kurtarıp kahraman olmak sanan sinema uzmanlarını ciddi ciddi uyarıyorum (hatta senaryo uzmanları diyelim).

    bir filmin iyi olması için 12 yılda çekiliyor olması bir kıstas değildir. öncelikle onu belirtelim. deneysellik diyorsanız bir fransız yeni dalga akımı'na göz atmanızı salık veririm. bir, iki godard, truffaut'a izleyin de deneyselliğin ne olduğunu görün. (ama yeakk yeaa çok zorlama, fularlı ve ota boka felsfe kasar o fülmler yeaaa)

    en başta da dediğim gibi bir filmin 12 yılda çekilmesi (ya da 15-20 yıl. süre fark etmez) onu tek başına iyi yapmaya yetecek bir kriter falan değildir. senaryo, oyunculuk, yönetmenlik, kurgu vs derken bir sürü faktör var seninde bilebileceğin gibi genius.

    öncelikle yönetmenin sinemasını bilmek, anlamak en önemli meselelerden. richard linklater'ı biliyorsan bir richard linklater filmi izleyeceğini bilmen gerekiyor öncelikle. nedir bu adamın sineması?
    tamamen diyalog ve oyuncu odaklı basit hikayelerden filmler yapmak. adamın tüm filmografisi bu. ve bunda da oldukça başarılı. filmlerini sıralamayacağım lakin bir kuşak o filmlerle büyüdü yaşlandı. hele o
    malum üçleme.

    şimdi gelelim asıl meseleye.

    ekşi sözlüğü 2003'ten beri falan takip ediyorum. bundan önce iki kere başka nicklerle yazarlık yaptım ve iki kez bu mecradan uçuruldum. uçurumla sebeplerime gelince ne bugün burada yazılanların binde birine yaklaşan faşizm dolu entryler yazdım, ne her gün açılan hiçbir anlam ve gayesi olmayan saçma sapan başlıklar açtım, ne seksist bir dille kadınları, erkekleri kısacası insanları aşağılayan, genelleyen entryler girdim ne de özellikle sanat (sinema, edebiyat, müzik) bağlamında bugün burada yazılan yüzeysel, nefret, öfke ve hakaret dolu entryler yazdım.

    eskiden bu sözlükten o kadar kolay (ve aynı zamanda burada tutunmanızı sağlayacak öçüde zor) sebepler yüzünden uçurulurdunuz ki; ne günde 30 tane entry girmeyi, ne alenen faşizm yapmayı, ne felsefi ve düşünsel olarak bir değeri olmayan entry girmeyi, ne yeni bir bakış açısı, derinlik, humor, ironi içermeyen entry girmeyi gözünüz kesmezdi. çünkü o başlığa yazan insanlar cidden işin ehli, ehli olmasalar bile o konu hakkında hem kuramsal, hem düşünsel, hem teorik ve pratik olarak özgün fikirleri olan insanlardı. film eleştirisi yazmak da bunlardan biriydi.

    ben zaman içinde birçok filmle burada ortaya konan farklı bakış açıları, okumalar sayesinde ulaştım ki sözlüğün 'kutsal bilgi kaynağı' mottosuna hep inandım bu noktada.

    şimdi gelinen noktaya bakıp nostalji ağlaklığı yapmak istemiyorum ama cidden memnun musunuz bu durumdan? bakın politik meselelerde ki o korkunç ayrımcılığı, faşizmi, kullanılan ve meşrulaştırılan o nefret dolu, eril dili nispeten anlayabiliyorum (ama nispeten). orada tarih var, olaylar, durumlar, vakalar, dünya görüşü, politik, siyasal kimlikler, mücadeleler, ideoloji vs var. bu sürekli birbirine sövme, çemkirme ve ayrıştırma dili orada nispeten anlaşılabiliyor. peki konu sanat ve özellikle sinema olunca aynı tavrın bu tür başlıklara taşınmasına ne demeli.

    işte büyük ve kocaman sıkıntı burada başlıyor. politik başlıklarda kullanılan aynı dil, aynı tavır artık sinema, müzik, edebiyat başlıklarına da taşınıyor. özellikle de sinema.

    alın işte son örnek nolan efendinin interstellar'ı. orada yazılan 10 entryi okuyup sözlüğün genel durumu hakkında fikir sahibi olabilirsiniz. çünkü orada kullanılan dil, politika, tarih, güncel başlıklarda kullanılan dilin aynısı.

    örnekleyelim:

    ''x entry: nolan'ın tüm bilimkurgu filmlerini çarşıya, pazara yolladığı muhteşem, olağanüstü filmi.

    hemen arkasından filim sevmemiş (ki sevmeyebilir, sorun burada değil) birinin üstteki entrye istinaden yazdığı sözde zeka, yaratıcılık dolu entry geliyor.

    y entry: bilimkurgudan anlamayan orospu çocuklarının bayıldığı, bayık, saçma, mantık hatalarıyla dolu rezalet film.''

    ya da tam tersini düşünün.

    x entry: yeni hiçbir şey söylemeyen, mantık hatalarıyla dolu kötü film.

    hemen cevap geliyor fikirlerin ve nolan'ın yılmaz savunucusu sözlükçüden

    y entry: bilimkurgu filminde mantık arayan orospu çocuklarının bok attığı şahane film.''

    böyle uzayıp giden en az 500 tane entry çıkarırım size. insanların filmlerle ilgili eleştiri kriterleri aynen bu maalesef. oysa örneğin biri çıkıp senaryo bağlamında filme düzgünce bir eleştiri getirse, biri filmin bilimsel yanları üstüne yazsa, diğeri sinemasal karşılığı ola tür, janr içindeki yeri üstüne iki kelam etse başlıyor bu vasat ve cahil ortalama akbaba gibi bu insanlara saldırmaya. eleştiriye hele hele aklı başında eleştiriye hiç ama hiç tahammülü yok bu vasat çoğunluğun.

    kısacası özellikle popüler olan tüm başlıklarda bu dil var. herkes her şeyin uzmanı. beğenen beğenmeyenlerin, beğenmeyen, beğenenlerin düşmanı. ama nasıl bir körleme nefret ve güvenle.

    bakın illa ki benim yazdığım entyleri okuyan badilerim falan var. ben sinema ve diziler üstüne yazmayı seviyorum. bilenler biliyor zaten. hatta en uzun entrylerim genelde bu başlıklara oluyor. ama girdiğim hiçbir entryde bugüne kadar bir filmi beğenen, ya da beğenmeyen insanlara hakaret etmedim. genel ifadeler kullandım elbet. ama asla kat'a bir kişiyi hedef alarak, gözeterek üstelik ona ana avrat söverek bu tür entryler girmedim.

    konu sanat olunca bizde korkunç bir 'renkler ve zevkler tartışılmaz' yavşaklığı vardır. hayır arkadaşım renkler ve zevkler tartışılır hem de öyle ufuk açıcı şekilde tartışılır ki ama karşısınızda ki insanın sizden belli konularda daha önde olması, daha farklı bir bakış açısına sahip olması gerekir. en azından eşitiniz olması gerekir. şimdi örneğin adam recep ivedik seviyor ya da serdar ortaç ve diyor ki zevkler ve renkler tartışılmaz. evet seninle tartışılmaz çünkü sen hep orada kalacaksın. sana biraz senaryosu olan bir film izlettiğimizde 'yeakhh yea bok gibi film, ota boka felsefe yopmuşlar hacu, fulardan ölecek bunlar'' falan diyorsun. ama biri recep ivedik, ya da serdar ortaç'a laf ettimi dünyayı yakıp zevkler ve renkler tartışılmaz zevzekliğine giriyorsun. kaldı ki senin recep ivedik ve muadili olan türk filmlerini sevmenle ilgili bir sorunum yok. sorunum senin için tüm sinemanın bundan ibaret olması da değil. sorun, senin diğer filmlere attığın bakışta. sorunum senin sevdiğin filmleri eleştiren (elbet aklı başında eleştiriden söz ediyoruz) insanlara taktığın sıfatlarda. herkes her şeyden anlamak zorunda değil. hatta herkes sanattan, sinemadan anlamak zorunda değil. ona profesyonel gözle bakmak zorunda değil elbet ama haddini bilmek zorunda. yani kimse senin o muhteşem fikirlerini merak etmiyor gerçekten söyleyecek sözün yoksa. yok ama ben bazı şeylerden anlıyorum iki kelam edeyim diyorsan usturuplu bir şekilde yazarsın biz de ona göre değerlendiririz. bazen de sadece izlersin hepsi bu. illa ki bir fikrin olmak zorunda değil.

    yaratma edimiyle ilgili en ufak bir fikrin yok. bir sanat yapıtının ortaya çıkış süreciyle ilgili en ufak bir firin yok. sanatı, sanatçıyı, estetiği ve bu bağlamda sanat-toplum, sanat-birey, sanat-dünya ilişkisinden bir habersin. ama kıyasıya eleştiriyorsun be kardeşim. eleştirirken hiç otokontrolün yok. hiç düşünmüyor, utanmıyorsun. kaldı ki eleştiri de yapmıyor sadece insanlara küfür ediyorsun. biri bir filmi sevdi diye salak, gerizekalı, orospu çocuğu oluyor, diğer sevmediği için mal, cahil, orospu çocuğu oluyor. kısacası sen kimsin be kardeşim? cidden soruyorum sen kimsin? roger ebert misin? terry eagleton mısın? atilla dorsay mısın ki insanlara böyle kolaylıkla hakaretler savuruyorsun (tabi bu adamlar kimseye hakaret savurmuyorlar, altını çizelim) yani kişisel donanımın, eğitimin, pratiğin ne? kaç filme senaryo yazdın? nerede kuram, eleştiri eğitimi aldın? hangi sinema projesinde yer aldın ki böyle klavye başından dünyayı tazeliyor, dünyanın en donanımlı entelektüeli gibi caka satıyorsun? kaç film çektin, kaç sette çalıştın?

    acizliğin, ifade eksikliğin, cehaletin, sığlığın tüm bunlar. bak iyi oku. elbet eleştiri yapabilirsin. elbet bir filmi beğenir ya da beğenmez bununla ilgili fikirlerini dilin döndüğünce çiziktirirsin bu platforma. ama seninle aynı görüşte olmayan insanlara hakaret edip, aşağılamak, küçümsemek neden? yazarken bir an olsun düşün. okuduklarını bir anla, akıl süzgeçinden geçir. itidalli ol biraz.

    ha sen kimsin derseniz ben (hani herkes övünüp duruyor, herkes yazar ve sinema eleştirmeni ya burada) hem senaryo yazan bir adamım, hem dramaturji hem eleştiri yöntemleri hem de yazarlık eğitimi almış biriyim (şimdi bunların hiçbiri övünç kaynağı değil müsterih ol aslan parçası. sadece ufkunu açmak için). bildiğin diplomam var benim senin bu dünyayı yakıp kül ettiğin konularda. baya diploma diyorum bak. mesela ben gidip bir hukukçu, doktor, öğretmen, mühendis, döner ustası, koltuk ustasına işleri hakkında caka satmıyor, akıl vermiyorum. sen de yapmıyorsun.

    elbet sanat yapıtı insanlarla buluştuğu anda toplumsallaşır, her türden eleştiriye açıktır ama bu eleştiri senin gibilerin kendini bilmez bir yavanlık ve cehaletle başkalarına bir silah gibi doğrulttuğu, küfür, hakaret dolu bir tavır değildir.

    senden rica ediyorum kardeşim, (bu entry küçük de olsa kafanda bir fark yaratırsa şayet) artık bu tür başlıklara yazarken, diğer başlıklarda kullandığın nefret dilini buralarda kullanma. rica ediyorum. tamam kürtlere, alevilere, chpli, akpli, hdpliye kusuyorun da nefretini bari şu dili sanat, yaratım, estetikle ilgili başlıklarda kullanma. şu dünyada (eğer gerçekten anlar ve istersen) insanlığa ilham, yön veren, insanlığı hem düşünsel, hem psikolojik hem toplumsal ve evrimsel olarak daha öteye taşıyan iki nacizane şeyden biri sanat. (biri senin de bileceğin üzre bilim.) neredeyse dünyaya anlam ve ehemmiyet katan, aşkın ve yüce bir ideale dayanan tek şey sanat. belki yaratma ediminin kaygısını, yıkım eşiğini, insanı günbegün yiyip bitiren telaşını, yaratma kaygısının hem düşünsel, hem zihinsel hatta ve hatta fiziksel evrelerini, zorluklarını anlamaktan bi habersin ama ortaya çıkan şeyi biraz olsun anlamaya çalış. sevmediğini elbet eleştir ama insanları söverek, sayarak değil. yapıtın eksik, gedik ve güzelliklerini kişisel süzgecinden geçirip yorumlarak. kaldı ki yazmak zorunda da değilsin ayrıca. bunu da unutma. ama kimseye bu tür konularda hakaret etme hakkın yok. saygı kardeşim saygı. önce ve önce saygı.

    aslında tüm bunları bu filmden bağımsız olarak günlerdir burayı yangın yerine çeviren interstellar başığına yazmak istiyordum ama bu filmin altına bile yazılan bir kaç entryi görünce dayanamayıp buraya yazdım. o filmle ilgili eleştiri yazmaya korkar olduk sayenizde. (bkz: #46991241)

    filme gelecek olursak en başta söylediğim klasik linklater filmi. benim için enfes bir film. ama 12 yılda falan çekildiği için değil. gerçekliği, yaşamsallığı için. o insanların an be an bizimle büyüdüğünü gördüğümüz için. o doğallığın yaşamımızla örtüşen yanlarını gördüğümüz için. büyük hikayeler anlatmak için büyük dramatik gerilimlere, olay, durumlara ihtiyacımız olmadığını bize bir kez daha hatırlattığı için. saf, yalın, gösterişsiz dili için. kısacası illa tecavüze uğramadan, ölmeden, paralel evrenlere gitmeden, dünyayı kurtarmadan, 30 kişiyi dövmeden de yaşamak hali üzerine düşünebileceğimizi ya da film yapılabileceğini bize tekrardan hatırlattığı için.


    (kulotsuzcorap - 22 Kasım 2014 15:21)

  • comment image

    yıllar önce mersinde bir tantuni yemiştim. 11-12 yıl oluyor. hala tadını anımsarım. bu film de öyle işte. unutulmayacaklar arasında artık.


    (gunner23 - 24 Aralık 2014 01:45)

  • comment image

    en başta scarlet johansson'a benzeyen çocuğun nasıl aliye dizisinde oynayan eser yenenlere dönüştüğünü anlatan harika film. gerçek hayatı birebir yansıtmış yönetmen, abartı yok, aksiyon yok, aşırı duygusal sahneler yok. hayatımda izlediğim en gerçekçi filmlerden. çocuğun üniversiteye giderken annenin masa başında ağlaması ve söyledikleri hayatın bir özeti olmuş işte. bi de yönetmeni en iyi yönetmen oscarını alır, almalı.


    (endirek serbest vurus - 20 Ocak 2015 05:38)

  • comment image

    hayatta en gıpta ettiğim insanları ortaya çıkaran film. boyhood'a "bir numarası yok" diyen insanlar gibi olmak istiyorum ben. boş beleş olup, hayatın bana güzel olmasını diliyorum. cehaleti gönlümce kutsayacağım, birikimsizliğimle özgüven kazanacağım bir hayat sürmek istiyorum.


    (protospher - 23 Şubat 2015 07:29)

  • comment image

    insanın dikkatini çekmek, insanın algısını yönlendirmek için kullanılan en etkili yöntem nedir? mübalağa sanatı. en basit örnekle, bir markete gidip geldiğinizde dahi yorgunluğunuzu karşı tarafa inandırabilmek için aldığınız üç parça eşya o, bu, şu denerek beş parçaya çıkar; gerçekte on dakika beklediğiniz taksi yirmi dakika gelmemiştir sizin ağzınızdan çıkan hikayede. neden? çünkü karşı tarafı etkilemeniz lazım. özleminize, sevincinize, aşkınıza, öfkenize insanları ortak etmenin en tesirli yolu mübalağa sanatıdır. çoğu zaman farkına bile varamadığımız bu anlatıma bilincimizin altında bir yerlerde kendimizi çoktan inandırmış durumdayız.

    yukarıda açıkladığım sebepten ötürü bir şeyleri mübalağa olmadan anlamada, algılamada o kadar çok zorlanıyoruz ki mübalağasız bir anlatım gerçeğin ta kendisi olmasına rağmen gerçek olmaktan çok uzak geliyor bize. çünkü mübalağa içermeyen bir gerçek tesir de edemiyor!

    bir zamanlar anadolu'da gösterime girdiği zaman yaşamıştık aynı tartışmaları. filmin sonunda "ee, yani?" diyen öyle çok insan vardı ki; bu mübalağasız anlatımdan ötürü ne komiserin manda yoğurdu gerçeği ne arap'ın kavun gerçeği ne de muhtarın gasilhaneli morg gerçeği anlaşılabilmişti. boyhood'un da şu an aynı muameleye maruz kaldığı çok açık. olağanüstü fakat mübalağa içermeyen anlatımına "bir şey anlatmıyor bu" yaklaşımı üzüyor ama yadırgamıyorum.

    en iyi film oscar'ını kazanamamasıyla değer kaybedecek bir film değil boyhood. bunun hiçbir önemi yok. aksine bu mübalağasız hikayesiyle oscar'da bulunması bile ilginçti aslında. gerçi onun da bir açıklaması var. inanın bana bu filmdeki "12 yıl" muhabbeti olmasaydı bırakın oscar adaylığını boyhood'un varlığından bile haberdar olmazdık. siyaseti, sporu, sanatı ve yaşamının her alanı mübalağa üzerine kurulu amerika'nın bu filmin sahip olduğu tek ama muazzam "12 yıllık" mübalağasını kaçırması söz konusu değildi elbet. kaçırmadı da.

    bir zamanlar anadolu'da benim için inanılmaz bir filmdi. boyhood'la beraber uzun bir aradan sonra aynı tadı aldım tekrar. söyleyebileceğim son şey, kesinlikle kolay ulaşılabilen bir tat değil bu.


    (kutsi ile firkat - 23 Şubat 2015 18:43)

  • comment image

    sıradışı hiçbirşey yokmuş gibi görünüp olağanüstü bir duruluk ile hayatı anlatabilmek, sıradan insanların kendilerine biçtikleri kaderleri, hayal kırıklıklarını ve koca bir ömrü neyi telafi etmekle geçirdiklerini bir kameranın içine sığdırıp bunu izleyiciye anlamlı bir şekilde sunabilmek her babayiğidin harcı değil.

    ama olabiliyormuş işte.

    patlama, çatlama, efekt olmadan, bazen acı bir gülümsemeyi, bazen de yeni yetme bir veledin hayatı anladığını zannettiği bir anı kullanarak harbiden gerçek bir hikaye anlatmak da mümkünmüş.

    güzel hikaye için dünyayı kurtarmak gerekmiyor. bazen gölün kıyısındaki çamurda debelendiğini de fark etmesi yetiyor insanın.

    sistemin kölesi olmaya dünden razı robotçukların sıradan yaşamları.

    helal olsun.


    (godless commie - 21 Mart 2015 02:48)

  • comment image

    ben bu filmin estetik anlayisina vuruldum.

    hep bir sonraki icadi kovaladigimiz, dunyanin en guzel kadinlarini/erkeklerini takip ettigimiz, agzina koydugunda beynini yakan yemekler yedigimiz ve daha fazlasina ac oldugumuz, kisacasi aklimizi, gozumuzu, midemizi hep asiriliklarla besledigimiz; buyuk dahilerin hayat hikayelerini merak ettigimiz, super kahramanlarin yarattıgı aksiyonlardan keyif aldigimiz, cilgin basari hikayeleri duyup hayallere daldigimiz; ve bu uçlugun giderek genisledigi, bireyin de bu devasalik karsisinda miniminnacik kaldigi gunumuzde, aslinda dikkate-anlatmaya deger olanin, estetik ve dolayisiyla guzel olanin sen, ben, bir kafede yan masada oturan cocuk veya sokakta yanindan gecen bir kisi olacagini da anlatmis filmdir.


    (hghg1h - 25 Mayıs 2015 19:57)

  • comment image

    ülkemizdeki dvd kapağını umut sarıkaya'nın hazırladığını düşündüğüm film. üstüne ''12 yılda çekildi'' yazmışlar.

    + abi kapak çok mu boş oldu? yemyeşil?
    - ne yapalım amına koyim yeni afiş mi tasarlayalım filme?
    + 12 yılda çekildi yazsak? vicdanları sızlar belki torrentten indirmezler.

    merak edenler için dvd kapağı


    (theduffman - 27 Şubat 2015 22:42)

Yorum Kaynak Link : boyhood