Persona ' Filminin Konusu : Persona is a movie starring Bibi Andersson, Liv Ullmann, and Margaretha Krook. A nurse is put in charge of a mute actress and finds that their personae are melding together.
Det sjunde inseglet(1957)(8,2-140302)
Smultronstället(1957)(8,2-83872)
Viskningar och rop(1973)(8,1-25103)
Jungfrukällan(1960)(8,1-27427)
Zerkalo(1978)(8,1-32961)
Såsom i en spegel(1961)(8,1-19355)
Nattvardsgästerna(1963)(8,1-18586)
8½(1963)(8,1-97808)
Stalker(1980)(8,1-94907)
Les quatre cents coups(1959)(8,1-90144)
Fanny och Alexander(1982)(8,1-60568)
Tystnaden(1963)(8,0-15311)
film içinde film, gerceklik içinde gerceklik ve daha da gerceklik, disiplinlerarası sanat (foto-sinema-tiyato-heykel-resim) gibi artık klişeleşmiş kalıpların ilk ve mükemmel biçimde kullanıldığı yaratıldığı filmdir persona. senaryo değil de müzikleri, sinematografisi ve sistemiyle büyük filmdir.. animasyondan tutun yırtılıp kopan filmlere kadar ve hatta crane e binmiş yönetmeni gösterene kadar bi çok farkındalık öğesini ki bunlara liv ullman ın kameranın fotoğrafını çekmesi, filmin başındaki oğlanın kamerayı yoklması gibi oyunculuk katkılı durumları da ekleyelim- barındırmış, ama neden .. bunları yapmadan personality disorder anlatılamaz mıydı, anlatılırdı mutlaka, ama bunları yaparak en kısa haliyle en az benim kadar siz de delisiniz, demiş oluyor bergman , bergman bunun farkındalığında ve zaten derin bi azap içinde yazıyor ve tasarlıyor filmini , sinemanın o güne kadar yaratılagelmiş personasında delikler ve yırtıkla açıyor, ama bu godard ın yaptığı gibi sistematik olmuyor, tamamen "persona" filmine özgü ... senaryoda benliğin çözülmesini izlerken bunun - yani gitgide ikiye ayrılmanın- toplumsal ve siyasal koşullarını sunuyor bergman -yanan vietnamlı, savaşlar, bakakalmış gözler- , beraberinde filmi de ayırıp bütünlüyor kendi içinde , bütünlük arayışını filmin hammadesinde ve janrlar arasında dahi görüyoruz .. zizek in bu film için "gerceklikten daha gercek" deyişi aslında bu bütünlük, kapsayıcılık anlamına geliyor , yoksa gerceklikten daha gercek değil aksine elimizde hiç bir "şeyin-gercek ya da yalan" kalmaması ve zeminsiz kalmamıza ve sonsuzluğa düşmemize sebep oluyor film . belki burda hiçliği gerceklik olrak alırsak yine zizek e çıkıyoruz, pek de mühim değil aslında sokıym gercekliğe de, benim asıl demeye getirdiğim şey bu filmdeki kadrajlar evet .. şimdi bi kere zaten film bilincin dağınıklığında geciyo ya, bergmana bu durum müthiş bi rahatlık sağlıyor, güzel bir portreyi 4 farklı açıdan ışıkları değişitirerek, siluet, kontörlü, ışık-gölge aydınlatmalı falan diye gider, çekebilme özgürlüğü var bi kere, hiç bi motivasyon gereksinimi duymadan .. kendi kendine de sorgulamıyo tabi bunu zira senaryo müsait- bu yüzden senaryoya bok attım ben en başta- , yedinci mührü de gördük, adam ın bi sinema dili var yani, ama hiç bi zaman bu filmdeki kadar özgür olmamıştır knaatindeyim, hangini beğeniyosa, onu koyuyor, siluet olucak yerde flat aydınlanma olabiliyor mesela böylece süper yani, michel gondry nin sil baştan* da yaptığı gibi, tamamen kontrol altında yaratılan bi kontroldışılık. müzikleri de lars johan werle* yapmış, ama hakikaten daha farklı düşünülemezdi demek zorundayım soundtrack için, tin tin geriyo adamı hiç yoktan .. bi de filmde bibi andersonun filmin başından itibaren hastalığının farkında olması vurgulanıyor, aniden uyanmalarla "zamansızlık" hissi müthiş veriliyor, adeta psikoterapi seansına tanıklık ediyoruz bu filmde .. bergman da ideal doktor oluyor , ideal ve yumuşakbaşlı hastaları izleyerek paye çıkarıyoruz, hayatımız, kişiliğimiz ve isveçliler hakkında .. şöyle bi baktığımda bu kızı bu bölünmeye sürükleyen şeylerin, bir; kürtaj olması, iki; annesinden nefret etmesinden dolayı anne olmak istememesi ama çocuğunun olması- ölmemesi- , üç; bu çocuğun yarattığı kısıtlama , dört; gözünün dışarda olması .. e yani bu filmin pek de feminist bi film olduğu söylenemez bu durumda... tamamen kadınlığın o güne kadarki kullanımını - sembol ya da femme fatal gibi- incelemiştir yani film .. artı bişi söylemez, kadın dırdırcıdır, kadın gösteriş sever, kadın duygularını saklar -ketumdur- , kadın aldatır falan filan .. kadın sustuğu vakit mutlaka hastalıklıdır.. bergman susmuş kalmış kadını hasta olarak yansıtır ilkin.. hastadır zira erkeğini-çocuğunun babasını- de sevmez kadının o sureti, kadının bi yanı kocasına sarılırken diğer yanı arkasını döner .. 66 daki bergman klişelerden vazgecmemiştir yani senaryoyu yazarken.. sonuçta persona efsanedir, adamın içi baya bi hoş olur bibi andersonun hikayesini dinlerken, bi bibi anderson çok güzel hatundur hakkaten yanağındaki gözeneğine kadar bu filmde tüm detayları mevcuttur kanlı canlı olarak..
(ditriell - 15 Kasım 2007 03:39)
--- spoiler ---filmin en etkileyici repliklerinden biri de doktorun ağzından çıkan şu cümlelerdir: varolmanın umutsuz düşü...var gibi olmak değil, var olmak. her an bilinçli...aynı zamanda kendin için olduğun insanla diğerleri için olmanın farklılığı...baş dönmesi hissi ve sonunda yorgunluktan ölme isteği...içinin görülmesi, kesilip biçilmek, hatta hatta yok edilmek...her ses bir yalan,her jest sahne, her gülümseme bir tuzak...intihar mı? hayır!(...) ama gerçek kan kırmızıdır, saklandığın yerde kalamazsın. hayat her şeyin içine sızar.--- spoiler ---
(kifayetsizmuhteris - 30 Mart 2008 17:26)
sirf bir bergman`` filmi oldugu icin izlemek lazim dusuncesiyle izlenmemesi gereken film. o zaman bu filmden hicbirsey anlasilmamasi olagandir. ilk defa izleyecek olan beklentisiz oturmali ekranin karsisina. sonra ne cikarsa bahtina. cunku sadece iki kadin arasinda gecen bir film degil bu. sadece hastalik degil anlatilan. sadece kadin filmi degil. cekim kalitesini vs bir kenara birakip iki sahneden bahsetmek istiyorum. bu iki sahneyi gercekten anlayarak seyretmisseniz hemen arkasindan gelen sahneyi hatirlamiyorsunuzdur. cunku bir sonraki sahnede siz coktan kendi icinize donmus az once duydugunuz replikler kafanizda bir kursun deligi acmistir. bu sahnelerden biri filmin baslarinda doktorun elisabet'e hemsire alma ile kendi yazliginda bir kac gun kalmalarini teklif ettigi sahnedir. yukaridaki entrylerden birinde doktorun bu teklif sonrasinda soyledikleri kifayetsizmuhteris isimli yazar tarafindan yazilmis. onemli buldugum diger sahne icin de hemsire alma'dan kocaman bir spoiler gelsin soyle..--- spoiler ---''anlat elisabeth. o zaman ben de anlatirim. bir gece bir partideydi. gec saate kadar surdu ve kalabalikti. sabaha dogru gruptakilerden biri: "elisabet, bir kadin ve aktrist olmanin butun ozellikleri sende var." dedi. ''ama anneligin yok.'' guldun cunku aptalca geldigini dusundun. ama bir sure sonra onun soyediklerini dusundugunu farkettin. gitgide endiselendin. kocanin seni hamile birakmasina izin verdin. anne olmak istedin. kesin oldugunu anladiginda korktun. baglanmaktan, sorumluluktan, tiyatroyu birakmaktan korktun. acidan, olumden, vucudunun bozulmasindan. ama rolu oynadin. mutlu genc bir anne rolu. herkes ''cok guzel degil mi? hic boyle guzel olmamisti.'' dedi. bu arada sen defalarca fetusu dusurmeye calistin. ama basaramadin. geri donus olmadigini anladiginda, bebekten nefret etmeye basladin. ve olu domasini istedin. bebegin olu olmasini istedin. olu bir bebek icin dua ettin. uzun ve zor bir dogumdu. gunlerce aci cektin. sonunda bebek ameliyatla dogdu. bebegine igrenerek baktin ve fisildadin: ''hemen olemez misin? olemez misin?'' ama o yasadi. gece gunduz agladi. ve ondan nefret ettin. korkmustun, vicdanin rahatsizdi. sonunda cocuga akrabalari ve bir dadi bakti. hasta yatagindan kalkip tiyatroya donebildin. ama aci bitmemisti. cocuk annesine karsi cok buyuk bir sevgi besliyordu. kendini korudun. umutsuzca korudun. bu sevgiye cevap veremeyecegini hissediyordun.... aranizdaki karsilasmalar acimasiz ve anlamsiz oluyordu. yapamiyorsun. soguk ve uzaksin. sana bakiyor. seni seviyor ve cok nazik. ona seni rahat birakmadigi icin vurmak istiyorsun. kalin agzi ve cirkin vucuduyla igrenc oldugunu dusunuyorsun. o ac ve koca gozleri. o igrenc ve sen korkuyorsun.''--- spoiler ---bu replikte gecenler sizin hayatiniza birebir uymayabilir goruntude. ama hic hayal kirikliginiz olmadi mi, hic sorumluluklarinizin altinda ezilmediniz mi, sirf vicdaninizi rahatlatmak icin istemediginiz birseyler yapmak zorunda kalmadiniz mi? iste ben de bundan bahsediyorum. bu koca tirattan cikartin o sizi ilgilendirmeyen hic dogmamis, dogurmayi dusunmediginiz, ya da doguramayacaginiz cocugu..yerine en buyuk korkunuzu koyun. en buyuk basarisizliginizi, pismanliginizi, yalandan yasadiginiz her ne varsa bu tirata ekleyip bi daha bastan okuyun. inanin o zaman anliyor insan o adamin neden bergman oldugunu ve filmin adinin neden persona oldugunu.
(katina scissorhands - 14 Ekim 2008 19:03)
--- spoiler ---alma acisindan bakmak istedim filmdir. alma aniden konusmayi birakan meshur aktriste hemsirelik yapmak icin secilmis; kendisinde eksikler bulan (filmin basinda kafa olarak yeterli olmayabilirim deyisi, icinden atamadigi closure'a ulastiramadigi cok zevkli bir gunah olarak kalmis ve sonunda kurtajla biten deneyimin biraktigi yetersizlik duygusu) bir kisi. alma hayranlik duydugu bir kisiyle beraber uzunca bir sure yasiyor ve degisiyor, degisiyor, degisiyor. hatta filmin sonlarina dogru ben devamli degisiyorum bana yetisemezsin diyor. filmde islenen konular inanilmaz cesitlik ve derinlikte ve de sasirtici olan bu inanilmaz dedigimiz cesitli ve derinlik yapay gelmiyor; hizlandirilmis bir film izlenimi yaratmiyor; bergman'in tum alienation cabasina ragmen izleyici alma'nin yerinde olsaydi ben de bunlari yasardim diyor. inanilmaz olmasi bir de bu nedenden. islenen konulari siralamaya calisalim, hayranlik ve ardindan gelen yakinlik kurma hevesi ve ardindan gelen samimiyet buhrani* ve hayal kirikligi ve intikam hissi ve acitma-incitme duygusu ve mini bir intikamdan alinan zevk (evet ayaga batan cam kirigi sahnesindeyiz) ve ardindan denklesen bir iliski ama yine de karsiligi gorulmeyen bir ilginin dogurdugu kiskanclik, ilgi acligi; ve siddet (elizabeth'in tokatlari) ve ardindan siddet sonrasi dogan baglilik*ve diye gidiyor...film boyunca elizabet agzini acmiyor ama iliski yine de cok yogun yasaniyor. alma elizabeth'e bana ne olursa soyle havanin sicakligindan bahset, suyun durgunlugundan bahset dedigi anda; bu iliskinin gercek dedigimiz o yapay dunyada, yalanlar beslenen, sozde incelik-kibarliklarla yasanan ama sadece duyarsizliklarimizi gizlemeye ve bu sekilde kendimizi daha da duyarsizlastirmaya calistigimiz gercek dedigimiz dunyada yasanmayacagini goruyoruz. alma varlik, yokluktan bahsederken; hala cok hosuma gitmisti dedigi ve pisman olmadigi acik olan cinsel deneyimden bahsederken ve sonrasindaki intikam istegi, adaletsizlige ugradigi, elisabeth tarafindan kullanilip aldatildigi duygusu ve yavas yavas cildirmanin esigine gelisi ve cildirisi ve kafasinin iciyle-disi; sagiyla-solu karistikca bizler de karistik. film dokundugu her yerden ses getiren ve rahatsiz eden bir film. filmden cikinca dusunmeyi sevenler icin muthis bir eser. --- spoiler ---
(fil - 11 Mart 2009 23:12)
"anladığımı düşünmüyor musun? var olmayı boşyere hayal etmek. öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. uyanık olduğun her an. tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. içinin görülmesi için... hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.intihar etmek mi? oh, hayır! bu çok çirkin. sen yapmazsın.ama hareket etmeyi reddedebilirsin. konuşmayı reddedebilirsin. o zaman en azından yalan söylemezsin. böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. sen öyle sanırsın. ama gerçek inatçıdır. saklandığın yer su geçirmez değildir. yaşam dışardan sızar içeri. ve tepki vermek zorunda kalırsın. hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. hatta orada bile fark etmez.seni anlıyorum, elisabet. kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı, hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum. o an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi,bunu da bırakırsın..."(bkz: monolog)
(disiantika - 27 Mart 2009 11:39)
dvd satıcısının siyah-beyaz lezbiyen filmi diye özetlediği, bergman ın en sevdiğim filmi.
(handeyener - 4 Aralık 2009 03:32)
üç kişi bu filmi aynı anda ve koşullarda izlese bile üç farklı senaryo çıkarabilirler. dipsiz bir kuyudur resmen."soğuk ve lakayıtsın..." kısmı beni benden alır ayrıca.
(deliogul - 30 Mart 2010 01:09)
triviaları paylaşayım;bergman'ın üstün başarılarından biri, bu filmi çekerken oyunculara konulu bir film çektiği izlenimini verebilmiş olmasıdır. bibi andersson filmi anlamadığını ona hakkında soru sorulmamasını istiyor bir röportajında. "çekerken bambaşka bir şey düşünüyordum" diyor. buradaki "bambaşka" filmin mevcut durduğu noktadan daha fantastik, daha hayalsi veya daha zorlayıcı bir "başka"lık barındıramayacağına göre, gayet düzgün ilerleyen bir film olduğunu sandığını anlıyoruz. ayrıca ünlü ayna önü ense öpme sahnesini de tam anlayamadıklarını belirtiyor. "şimdi sevişiyor muyuz?" diye sorup duruyorlarmış. tabi net bir cevap gelmiyor ingmar'dan. sinsi. bir diğer ilginç nokta alma'nın elizbeth'e ilk cinsel deneyimini anlattığı sahne. bu belki de sinema tarihinin en tahrik edici sahnesidir (en azından slavoj zizek'e göre öyle, bana göre de 2.dir). bibi, senaryoda bu sahnede asla ama asla kullanmayacağı iki kelime olduğunu söylüyor ve çok güzel bir laf ediyor "bir erkek tarafından yazıldığı belli idi. bir kadın o kelimeleri hayatı boyunca kullanmaz" bunu ingmara açtığında aldığı tepki beklenmedik. ingmar "dert etme, istemiyorsan sahneyi senaryodan çıkaralım" diyor. filmin belki de en temel sahnesi bu. çıkması mümkün değil. sinsi ki ne sinsi.. ama bir şey açık ki en azından bu filmin setinde ingmar sadece seyirci ile değil, oyuncularla da pinpon topu gibi oynamıştır. zaten liv ullmann'ı da yine bu sette götürmüştür.son olarak; dünyanın en güzel filmi.(bkz: #15187653)
(kontra - 29 Temmuz 2010 14:34)
objektif çoğu zaman alma ve elisabet için bir aynadır ve dolayısıyla aynaya bakıp yaptıkları her konuşma, her mimik içine izleyicinin de dahil edildiği bir başka düzleme dönüşür. elisabet’in alma’nın saçını okşadığı ve bize bir ön sevişme izlenimi veren sahneyi kısa bir süre sonra bir rüyaya dönüştürür yönetmen, oysa biz onu gerçek sanmıştık. bu bilinç kırılmalarını sürekli kullanıyor bergman; alma’nın elisabet’e dönüştüğü sekansta olduğu gibi. çünkü bergman, persona’nın, - en kısa tanımıyla maskenin- psikolojik ve sanatsal bütün imgelerine nüfus eder. üstelik bunu karşı cinsi anlatarak yapar. bu da ustanın dehasına yakışır bir cesarettir. filmde ısrarla ve adına yakışır bir ustalıkla yüzlere yoğunlaşmıştır bergman. dönem aşırı çekim ölçeklerinde mesela; o yıllar için daha yakındır yüz planları. alma ile elisabet’in zaman zaman birbirlerini perdelemeleri ve sonra iki yüzün birleşmesi. yönetmen fetiş oyuncusu liv ullmann ile filmdeki performansıyla parmak ısırtan bibi andersson’un yüzünü birer sahneye dönüştürmüştür. siyah beyaz film için kullanılan kontrast, muhteşem gölge oyunları ve kostüm seçimleri ile bütün detaylar bu amaç için düzenlenmiştir. filmin castinginde iki çok güzel kadının yer almasının nedeni de bu olsa gerek. sürekli savrulup duran tül ne anlatmaktadır? saydamlığı ya da gizemi mi? yoksa ikisini birden mi? bu kadar basit bir obje, bu denli işlevsel bir öğeye dönüşebiliyor. tıpkı ses tellerinden ameliyat olan bir opera sanatçısının sessizliğinin şaşırtıcı bir biçimde, karşısındaki genç kadın üzerinde bir iktidara dönüşmesi gibi... ne var ki kısa bir süre sonra durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılacak ve dolayısıyla persona ideasını devam ettirecektir. erkek egemen dünyaya karşı kadının varoluş çabasına, akıllara durgunluk veren ve kendisine hayran bırakan bir ustalıkla değinen bergman, her iki kadın karakterinin de doğurganlığını ön plana çıkarması bundan kaynaklanmaktadır. persona, hitchcock’tan allan’a kadar sinema tarihinin en önemli isimlerini ve hatta slavoj zizek gibi düşünürleri derinden etkilemiştir. filmografisinde ayrıksı bir yer tutan persona’yı bergman; adeta kendi hisleri, duyguları içerisinde gezinirken doğaçlama bir keşif sonucu yaratmış olmalı. cinsel bir deneyimini anlatan alma’yı canlandıran bibi andersson’un o sahnenin kimi kısımlarına itiraz ederken, bergman’dan dilerse bütün sahnenin atılabileceğini duyması; alma’nın uzun uzun konuştuğu sahneyi, replikleri baştan akıtarak bir de ullmann’ın yüzünde çekme fikrini sette alması, bir sahnede kendisini göstermesi yine filme sayısız katkı sunan doğaçlamalardır. bu noktada filmin içinde kendisine yer vermesi, kamerayı setin ardına çevirmesi yani, film içinde yoğun bir şekilde hissettirdiği varlığını iyiden iyiye somutlamasıdır. bu görece ağır akan filmin her planında anlatıcının çabası hissedilmektedir. bundandır ki bergman’ın filmografisinde ayrıksı bir yerde duran persona, yönetmen sinemasının doruk noktalarından biridir.
(mavikargadan - 26 Ağustos 2010 18:08)
belki defalarca izlediğim filmdir, bergmana başlama sebebim. filme dikkatimi çeken seyretmeme sebep olan keş arkadaşım serkeş e de ayrıca teşekkürler. işte filmle ilgili karaladıklarım: "öncelikle belirtmeliyim ki yazıyı nereye ekleyeceğimi şaşırdım. zira aşağıda okuyacağınız satırlar "persona" için bir incelemeden çok gördüğüm hissettiğim noktalara birer bayrak dikerek bahse konu olan yapıtın etrafını çevreleyebilmektir. kaldı ki bu kelimeler dahi biraz cüretkar kalmakta. o yüzden yazıyı bu bağlamda ele alır ve bu şekilde yargılarsanız sevinirim. çünkü birçok filme ve yönetmene referans olmuş, esinlemeler ve saygı duruşlarıyla an be an karşımıza gelen sinema tarihinde mihenk taşı hükmünde bir filmdir "persona" . bu yazı daha ileri tarihte yazılmayı düşünülen bir yazıydı esasında. beni bu aceleye sürükleyen sebep nedir bilmiyorum. bir ihtimal siz dostlar ile bir an evvel hissettiklerimi paylaşmak. bir başka ihtimal ustaya saygının bir ifadesi olarak konuşmak konuşmak konuşmak... bir ihtimal daha var gerçi... bergman ile tanışmam en, pasion ile oldu. daha doğrusu en, pasion daki bir kare ile. arkasından "yaban çilekleri" -ki bu başka bir yazının konusu olmakla birlikte birilerinin (o kendini biliyor) topladığı yaban çileklerini soforamıza koymasını bekliyoruz- ve son olarak "persona" . anhası minhası 2-3 gün önce bu başyapıt, ceviziçi, içbadem, gönül soframızda baş köşeye kurulmuştur. ---spoiler---filmin ismiyle başlayalım. "persona" tiyatroda oyuncuların kullandıkları maskeye verilen isim. bu noktadan baktığımızda bergman daha filmin ismiyle ve afişiyle beraber size nasıl bir yolculuğa çıkacağınızın ipuçlarını veriyor. bir söyleşisinde: "bir gerçeklik krizi beni düşüncemi açıklamaya yöneltti. gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? cevabı o kadar güç geldi ki, sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. sonunda bir adım daha ileri giderek,bunun da bir rol bir cins maske olduğunu keşfettim. ihtiyaç duyulan şey bir adım ötesini bulmaktır" der. herşey, her konuşmamız, her hareketimiz yüzümüze taktığımız bir maske. elisabet vogler, bir tiyatro sanatçısıdır. bir gün elektra'yı oynarken aniden susar ve gülmeye başlar. ertesi gün büyük bir sessizliğe kendini hapseder ve bir daha konuşmaz. [aç parantez] elektra mitolojide intikam karakteridir. babası "elis" şehri için kendi kızını kurban etmek zorunda kalmıştır. buna kızan annesi babasını düşmanıyla aldatır ve sevgilisiyle beraber öldürürler. elekra da erkek kardeşine annesini öldürtür. [kapa parantez] elektra, intikam, kurban ve aynı zamanda dişiliğe bir atıftır. keza filmin başındaki karelerde kurban edilme sahnesinin bir açılımıdır. bergman girizgâhı bir çekirdek nüvesi, bir fihriste yoğunluğunda hazırlamış. başlangıç ve cast sahneleri teker teker ileride dallanıp budaklanıp bir ağaç haline geliyor. esasında bergman simgesellikten uzak oludğunu, uzak durduğunu söylese de izlenim ve düşlerle donattığı filmlerde simge ve betimlemelerin ve dahi teşbihlerin fazlasıyla olduğunu görebiliriz. yaban çilekleri'nde borg'un uyanıkken kendine söyleyemediği sözleri ruyalarında söylemesi, ölümden sonraki zamansızlığa işaret eden saatler, fedakarlığın bir simgesi olarak ekrana düşen çarmıha gerilme, ölümün ve hayatın aynı kaynaktan beslendiğine işaret edercesine morgda uyanan bir çoçuk ve daha ötesi ana rahminden annesinin kimlik kamaşasını hisseden ve ona dokunmak isteyen eller... ve tabii ki ayrıntıdan genele geçiş yaparcasına gözümüzün önüne gelen kareler: film karbon lambasının elektrotlarının yavaşça iletkenleşmesiyle başlar. sonradan gözümüzün önüne serilen kareler için bergman bir söyleşisinden şunları söylemektedir: "filmin başındaki montaj, kişisel durumumla ilgili bir şiire denk gelir." ihtiras ve fedakarlıklarımız, arzularımıza kurban ettiklerimiz, korkularımız, kirlenmiş saflığımız, oyunlarımız, çoçuksuluğumuz geçer şiirde. nedense film başlarken alakasız şekilde bir çağrışım oyununun içine düştüm. işık çaktığında aklıma can yucel'in aşağıdaki mısraları geldi... zaten ne diyor bergman: "kalkış noktamın, zihinle ya da simgecilikle çalışmak gibi bir şeyi yok; düş ve izlenimlerle, umut ve arzuyla, ihtirasla işim var." bir bulmaca çözmüyoruz, ustanın düşlerine dokunmaya çalışan kör kibrit satıcıları gibiyiz/im.kibrit çakıyorsun karanlıktabadem çiçeklerini görmek içinve mart denizlerinde tedirgin bir çiftsarnıç gemisi gözlerinbir iş açacaksın sen başımızayangın mı olur artık, bahar mı?alakasız çağrışımları bir kenara bırakıp, alakalı çağrışımlarla yolumuza devam edelim. "alma" ispanyolca ruh anlamına gelen dişi (feminen) bir kelime, aynen "persona"'ın dişi olması gibi. yüz ruhumuzun bir aynasımıdır? yoksa dev aynalarda gördüğümüz bir suretten mi ibarettir? gerçekliği "sessizlik" te arayan bergman sanırım bu sessizliği bozmaya çalışan hemşire alma'nın ismini lalettayin bir şekilde seçmemiştir. belki de seçmiştir de tesadüflerin, kaosun bilinci bize bu detayı armağan etmiştir. bilemiyorum... bu bağlamda "alma" karakterinin eğer masaya yatırırsak "elisabet" in gerçeği ararken ki sergilediği duruşu, seçimi irdeleyen sorgulayan ve içten içe kemiren bilinçaltı gibi "elisabet" i zorlamaktadır. burada hastanedeki doktorun söyledikleri manidardır aslında: "var olmayı boşyere hayal etmek. öyleymiş gibi görünmemek, gerçekten olmak. uyanık olduğun her an tetikte. başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum. baş dönmesi ve sürekli açlık, açığa vurulmak için. içinin görülmesi için hatta parçalara ayrılmak ve belki de tümüyle yok edilmek için. sesin her tonu bir yalan, her davranış bir aldatmaca, her gülümseme aslında yüz ekşitme.""başkalarına karşı sen ile yalnızken ki sen arasındaki uçurum." bana şaşı diyen bari badem gözlü olsa... hayatımız boyunca insanların yüzlerindeki maskelerden şikayetçi olduk/m. yalancılıklarından, yapmacık gülümsemeleri her yüzümüze vurduğunda biz de aynı yapmacık tebessümleri fırlattık/m. bazen alıp başımızı "zerdüşt" gibi dağlara çıkmak istedik/m. tüm dünyayla olan iletişimi kesmek, insanlardan, uzaklaşmak, eli eteği çekip halkın içinden kendimizle başbaşa kalmayı istedik/m. yahut bazen o kadar kırılgan olduk/m ki kimseyle konuşmamayı, sevmemeyi, nefret etmemeyi tercih ettik/m. iğrendik/m, tiksindik/m aynadakı yüzüm(e)üze bakmadan, bize/bana yalan söyleyen tüm insanlardan. oysa herkes kendi yapmacıklığından, maskelerinden kurtarsa diğer insanları, herkes önce kendi evini temizlese, başkasına karşı değil kendine bir tepki olarak kapatsak kendimizi suskun bir hapishaneye bu dünya ne kadar da yaşanabilir olurdu. işte elisabet'in duruşunda da böyle bir ruhsal seçim var. kendini kurtarmak için değil, başkalarını kendisinden kurtarmak için susmayı tercih ediyor. "ama hareket etmeyi reddedebilirsin. konuşmayı reddedebilirsin. o zaman en azından yalan söylemezsin. böylece düşünceye dalıp, kendi içine kapanabilirsin. artık rol yapmaz, herhangi bir maske takmaz ve yalancı davranışlarda bulunmamış olursun. sen öyle sanırsın. ama gerçek inatçıdır. saklandığın yer su geçirmez değildir. yaşam dışardan sızar içeri. ve tepki vermek zorunda kalırsın. hiç kimse de bunun gerçek olup olmadığını, sen içten misin yoksa yapmacık mısın diye sormaz. bu soruların önemsendiği tek yer tiyatrodur. hatta orada bile fark etmez. seni anlıyorum, elisabet. kendini bırakmanı, hareketsiz kalmanı hayali bir sistem içinde apatiye girmeni anlıyorum. seni anlıyorum ve seni takdir ediyorum. hevesin gecene, tüm ilgin bitinceye kadar bu rolü oynaman gerektiğini düşünüyorum. o an geldiğinde diğer rollerini bıraktığın gibi bunu da bırakırsın."evet gerçeğin, salt gerçeğin arayışında susmak dahi bir maskeden bir rolden ileri değildir. gidilecek son nokta "eureka" değildir. belki bir basamak yukarısıdır fakat zirve değildir. burada hemen bir geçiş yapmak istiyorum. iki usta arasında bu kadar paralellik gerçekten kayde değerdir çünkü. tarkovsky "stalker" 'da ölüm ve canlılığın açılımını bize verirken şu cümleleri sarfeder: insan doğduğunda güçsüz ve uysaldır, öldüğünde ise, katı ve duyarsızdır. bir ağaç büyürken hassas ve esnektir, ama kuruduğunda ve sertleştiğinde ölür. sertlik ve güç, ölümün refakatçisidirler. uysallık ve güçsüzlük, varlığın canlılığının dışa vurumlarıdır. çünkü katılaşan hiçbir zaman kazanmaz.bu cümleler başka bir yazıya saklanmış olsalar bile bir ustayı başka bir ustanın yorumuyla açmalı ve hiç olmazsa zihnimize küçük rüşvetler vermeliyiz. bu nasıl bir rüşvettir ki bir inci tanesi gibi algı hazinemizin en nadide parçalarından biri olmuştur. elisabet'in sertliği ve suskunluğu alma'nın çoçuksuluğu ve canlılığı ile kırılma noktasına gelişi işte bir kaç paragraf yukardaki cümlelerin sahibi olan doktorun (belki de bergman'ın) onları kendi yazlığına, daha doğrusu elisabet'in ve alma'nın yalnızlığına/inzivasına göndermesiyle olur. uzun süre bu soyutlamada başarılı olan elisabet içeriye sızan, ağzı açık bırakılmış -ki bence burada mektubun ağnızın açık olması alter ego dediğimiz ve dış dünyadan soyutladığımız bilinç altımızın bilinç ile olan bir kesişmesidir- bir mektup ile kırılmaya uğrar. ve asıl bilinçlilik, farkındalık elisabet'in canının bir cam kırığı ile yanmasıyla, -yani bir noktada ölüm korkusu ile- doruk noktasına ulaşacaktır. ve film burada kopar.... maskeler düşer. akıl ve ruh, bilinç ve bilinçaltı keskinleşir ve kesişir. elisabeth, alma'nın dudaklarıyla konuşmaya; alma, elisabeth'in kulaklarıyla duymaya başlar. "bu önemli bunu konuşmalıyız..." evet gerçekten de önemlidir. herşeyden önce maskelerin düşmesi için kendimizi çarmıha gerecek kadar ve tutkularımızı kurban edecek kadar cesur olmalıyız. önce kendimize itiraf etmeli, kendimizi yargılamalıyız. o sahne... beni alıp bitiren, öldüren ordan oraya savuran o müthiş monolog. bunu konuşmalıyız diyorum ve burada bir parantez açıp kapatmıyorum. fakat şu kadarını söylemeliyim yine ustanın kendi sözleriyle: dinlenilen ve anlatılan şey aynı değildir.---spoiler---açık parantezleri kapatmanız ümidiyle... ve umarım cesaretimi bağışlarsınız.muhabbetlerimi sunarım efendim."
(koc ri - 13 Kasım 2011 12:24)
anlamadığımı mı sanıyorsun?varolmak denen o umutsuz düşü...olur gibi görünmek değil, var olmak.her an bilinçli, tetikte.aynı zamanda başkalarının huzurundaki varlığınla kendi içindeki varlık arasındaki o farklılık...baş dönmesi ve gerçek yüzünün açığa çıkarılması için o bitimsiz açlık.içinin görülmesi, ele geçirilmek, eksiltilmek...ve hatta belki de yok edilmek.her ses, her kelime yalan, her jest sahte.her gülümseme yalnızca bir yüz hareketi.intihar mı?hayır.fazlasıyla iğrenç.insan yapamaz.ama hareketsiz kalabilir, susabilir.hiç değilse o zaman yalan söylemez.perdelerini indirip, içine dönebilir.o zaman rol yapmaya gerek kalmazbirkaç farklı yüz taşımaya,ya da sahte jestlere.böyle olduğuna inanır insan.ama gördüğün gibi gerçeklik bizimle dalga geçer.sığınağın yeterince sağlam değil.hayat her şeyin içine sızar.ve tepki vermeye zorlanıyorsun.kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor.kimse sen gerçek misinyoksa yalan mısın demiyor.bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir.belki orada bile olmaz.ingmar bergman / persona
(kilerci - 8 Mayıs 2012 12:21)
1966 yapımı i. bergman'ın müthiş filmi. 1 kere izlemek yetmeyebilir. tekrar tekrar izlerken yeni ayrıntılar ilginizi çekebilir.--- spoiler ---herkes farklı yorumlayabilir bu filmi, ancak benim yorumuma göre 2 farklı kişi değil, 2 farklı karakter var bu filmde. yani aslında alma ve elisabet aynı kişi fakat aynı bedendeki iki farklı karakter. elisabet, bu kişinin persona'sını, ` alma ise sakladığı ya da bastırdığı iç benliğini temsil ediyor. aslında inzivada ve sürekli kendini sorguluyor bu kişi. bu sorgulamalar alma'nın içini döktüğü samimi konuşmalarıdır. onu iyi edecek olan, ona yardımcı olacak olan sadece samimi iç benliğidir ve bu da hemşirelik mesleği üzerinden verilmiştir. elisabet'se sürekli persona yani maske taşımak zorunda olan aktris'lik mesleği üzerinden verilmiştir. ve elisabet'in bütün bir film boyunca suskunluğu ise aslında onun personasıdır. kendini böylece maskeler. aslında aynı kişi olduklarını alma'nın, elisabet'in bebeğiyle ilgili hissettiklerini yüzüne çarptığı sahnede kesin olarak anlayabiliriz. o sahneye kadar alma hep "kendi" başından geçenleri bir arkadaşına anlatır gibi anlatıyorken; o sahnede aslında aynı kişi olduklarını ve bunun bir yüzleşme olduğunu anlıyoruz. alma'nın o sahnede elisabet gibi giyinmiş olması da ayrı bir dikkat çekici nokta. bunun yanısıra bu sahnenin öncesinde elisabet'in kocası mr. vogler'in alma'yı elisabet'miş gibi kucaklaması yine bu iki karakterin aynı kişi olduğuna bir vurgudur. daha sonraki sahnede elisabet alma'nın kanını emer ve alma da ona -yok etmek istermişcesine- vurur; bu durum alma'nın maskesini atmak ve "kendi" olmak istemesi olarak açıklanabilir. ve sonunda elisabet film setindeyken, alma onu terk edip gider. kişilik bölünmesinin çok iyi anlatıldığı kanaatindeyim.tüm bunlara ek olarak filmin isminin persona oluşu ve iki kadının yüzlerinin yönetmen tarafından belirli sahnelerde birleştirilmesi de bu fikrimi destekler niteliktedir.--- spoiler ---sonuç olarak izlenmeli, üzerinde düşünülmeli ve tatışılmalıdır bu film.
(sakiz receli - 22 Ağustos 2013 02:12)
"bergman profesyonelligini konusturuyor", "yesilcam'in o zamanlar cektigi filmleri karsilastirirsak filmin kalitesi cok daha iyi belli olur." benzeri sozleri boylesi bir eser icin sarfetmek komik ve absurd kaciyor ne yazik ki. cunku bahsedilen sey, sinema tarihinde yapilmis en iyi filmlerden biri. gorsel ve iceriksel acidan bir doruk noktasi. filmde gorulen cekimler icin "tarkovskyvari" demek de oldukca yanlis. aksine film her karesiyle bir bergman filmi oldugunu hissettiriyor. cekildigi donemde henuz tarkovsky'nin daha yolun basindaki bir sinemaci oldugu ve sven nykvist'le sadece son filmi olan the sacrifice'ta (1986) calistigini da unutmamak gerek. bunun yerine, tarkovsky filmlerinde "bergmanvari" cekimler bulundugu soylenebilir belki.bergman'in liv ullman ve bibi andersson'un bulundugu bir fotograf karesinden etkilenerek senaryosunu hastanedeyken yazdigi persona'yi analiz etmek, hatta uzerinde konusmak oldukca zor. icerik olarak; david lynch'in tum filmleri icin kullandigi baslica kaynak oldugunu, gorsel olarak da; woody allen'a gore sinema tarihinde yapilmis en "guzel" film oldugu soylenebilir mesela. ancak oturup filmi analiz etmeye kalkmak cesaret ister, birikim ister, buzuk ister.
(baytar - 9 Mart 2004 17:13)
bergman'ın persona hakkında söyledikleri (yukarıda bir kısmı alıntılanmış):"persona, yaratıcısını kurtaran bir yaratıdır. iki kez zatürree ve antibiyotik zehirlenmesinden mustarip bir hastaydım. kelimenin tam anlamıyla üç ay boyunca dengemi kaybettim... hastanedeki yatağımda oturup tam önümdeki kara bir lekeye baktığımı hatırlıyorum çünkü kafamı kıpırdatsam bütün oda dönmeye başlıyordu. artık hiçbir şey yaratamayacağımı düşündüm. bomboştum, neredeyse ölüydüm... bir gün birden, iki kadının yan yana oturup ellerini karşılaştırdıklarını düşünmeye başladım. bu tek sahneyi muazzam bir güç sarfederek not edebildim. sonra, birinin konuştuğu ötekinin sustuğu iki kadın hakkında çok küçük bir film yapabilsem -belki 16 mm- benim için o kadar zor olmayacağını düşündüm. her gün biraz biraz yazdım. öyle hastaydım ki uzun metrajlı bir film yapmak henüz aklımdan geçmiyordu. ama kendimi buna alıştırdım. her sabah onda, yataktan kalkıp masaya geçtim, oturdum, bazen yazdım, bazen yazamadım. hastaneden çıktıktan sonra, deniz kıyısına gittim. hâlâ hasta olduğum halde senaryoyu bitirebildim ve planı gerçekleştirmeye karar verdik. yapımcı çok anlayışlıydı. sürdürmemi, pahalı bir proje olmadığı için kötü olsa bile her an bırakabileceğimizi söyleyip durdu. temmuzun ortasında filmi çekmeye başladım. hâlâ hastaydım, ayağa kalktığımda başım dönüyordu (…) bir gerçeklik krizi beni düşüncemi açıklamaya yöneltti. gerçek nedir ve kişi ne zaman gerçeği söylemelidir? cevabı o denli güç geldi ki sonunda gerçekliğin tek biçiminin sessizlik olduğunu düşündüm. sonunda, bir adım daha ileri giderek, bunun da bir rol, bir cins maske olduğunu keşfettim. ihtiyaç duyulan şey bir adım ötesini bulmaktır."
(hanging rock - 28 Mayıs 2014 13:47)
ingmar bergman'ın 1966 yapımı filmi. bu çok mühim bilgiyi verdikten sonra başlayayım. lakin başlamadan önce yönetmenin dediği gibi:"on many points i am unsure, and in one instance, at least, i know nothing." dilimin döndüğü kadarıyla türkçesi: "birçok konuda ben de emin değilim, bir örnek olarak yalnızca hiçbir şey bilmediğimi biliyorum."peşin uyarı: arkadaşlar bu filmde seks hikayesi ve iki tane kadın var. aksiyon yok. aksiyonlu olanı için (bkz: habitacion en roma)--- spoiler ---persona pek çok kişinin demiş olduğu üzere maske anlamına gelmemektedir; oyuncunun taktığı maske anlamına gelmektedir. terimi psikanalize sokan carl gustav jung'dan alıntı yapmak gerekirse:"persona (...) bireyin dünyaya uyum sağlama dizgesidir ya da dünya ile ilgilenirken takındığı tavırdır. örneğin, her işin, her karakteristik uğraşın kendi persona'sı olur... yalnız şöyle bir tehlike vardır. (insanlar) persona'ları ile özdeşleşirler -profesör ders kitabı ile, tenor sesi ile... biraz abartılı da olsa persona'nın gerçeklikte olmayan bir şey olduğu, hem kişinin kendisinin hem de başkalarının, onun olduğunu düşündüğü şey olduğu söylenebilir." [1].buradan hareketle diyebiliriz ki persona tek olabileceği gibi birden fazla da olabilir. bu sefer örneği jung'dan değil, lakin onun dostu olan ve öğrencisi josef b.lang tarafından tedavi edilmiş hermann hesse'den vereyim(bkz: der steppenwolf/@flavius aetius):"bir olayla karşılaşırsın. yapman gereken hangi taşla hamle yapman gerektiğini bilmektir. hangisini ileri süreceksin? çekingen olanı mı, korkak olanı mı, sessiz olanı mı, atılgan olanı mı, utangacı mı, yüzsüzü mü, entelektüel olanı mı, çocuk yönünü mü?""bir gün gelecek, ben'in parçalarıyla oynanan bu satranç oyununun daha iyi üstesinden gelecektim. bir gün gelecek, gülmesini öğrenecektim. pablo beni bekliyor ve mozart da."[2]yeniden jung'un persona hakkında dediğine dönecek olursak jung'un uyardığı insanların zamanla persona'ları ile özdeşleşmeleridir. az önce verdiğim entryden alıntı yapmam gerekirse: "jung'a göre eğer bir insan kendisini takmış olduğu maskeye, yani persona'sına, çok fazla kaptırırsa bireyin egosu şişer*. diğer personalara kıyasla tek bir person'a altında kalan kişide gelişmiş olan persona ile daha az gelişmiş olan bölümler çatışır."inflation/şişmenin tanımını jung'dan yapacak olursak: "kişiliğin, persona (q.v.) ile ya da bir arketip ile (q.v.) ile özdeşleşmesi yüzünden, uygun sınırların ötesine genişlemesi. kişinin kendi önemini abartmasına neden olur. genellikle de alçaklık duygusu ile dengelenir."[3]bu durumda diyebiliriz ki elizabeth vogler belki de bir tiyatrocu olmasından dolayı günlük yaşamında maskeler taşımayı kaldıramamış ve susmayı tercih etmiştir; böylece rol yapmayacaktır. öte yandan, susması da bir bakıma maske taşımasıdır. filmdeki doktorun elizabeth'e dediği üzerinden ifade edecek olursak:"anlamadığımı mı sanıyorsun? varolmak denen o umutsuz düşü... olur gibi görünmek değil, var olmak. her an bilinçli, tetikte.(..) kimse gerçek mi yoksa sahte mi diye sorgulamıyor. kimse sen gerçek misinyoksa yalan mısın demiyor. bu sorunun yalnızca tiyatroda bir önemi olabilir. belki orada bile olmaz." tamamı için: (bkz: #28475681)bu noktada durup diyebiliriz ki elizabeth vogler'in derdi yalnızca günlük yaşamda kendisinin ve insanların taktığı maskeler değil; aynı zamanda bir varoluş sorgulamasıdır**. öte yandan şuna bakmakta fayda var: (bkz: #43089208)"sinemanın belirleyici özelliği, yalnızca insanın çekim aygıtı karşısında kendini sergileme biçiminden değil, fakat aynı zamanda bu aygıtın yardımıyla çevreyi betimleyiş biçiminden de kaynaklanır. uğraşı ruhbilimine (leistungspsychologie, occupational psychology) bir kez bakmak, aygıtın test etme edincini görmeye yeterlidir. ruh çözümlemeye (psikanaliz) bir kez bakmak ise, aynı edincin farklı bir yönden görülmesini sağlayacaktır." [4]."güdüsel-bilinçaltı alanını ancak ruhçözümlemeyle öğrenebilmemiz gibi, görsel-bilinçaltı konusunda da ancak kamera aracılığıyla bilgi edinebiliriz."[5].bu şartlar altında da diyebiliriz ki filmin hastahanede başlaması aslında bir tesadüf değildir. belki de o iki kadın karakter bergman'ın anima'sıdır. anima nedir derseniz:"every man carries within him the eternal image of woman, not the image of this or that particular woman, but a definite feminine image...i have called this image the ‘anima’."[6].öte yandan şimdi dersiniz ki bir kadın da daha vardı(hemşire alma). bu sefer ben de derim ki o da bergman'ın diğer anima'sıdır. şöyle açıklayayım:jung'a göre insanda dört tane arketip vardır, bu bütün insanlarda vardır; bunların isimleri kurban, çocuk, fahişe ve sabotajcıdır. çocuk arketipini bergman için ele alalım. sizler için üşenmedim, aradım ve taradım şu siteyi buldum. mesela buradan hareketle diyebiliriz ki bergman bize kendi çocuk arketipini göstermiştir, örneğin yaralı/yetim/istenmeyen çocuk gibi ve aynı zamanda yetenekli çocuk gibi. ya da hemşire alma animası'ndan hareketle fahişe/kurban arketiplerini göstermesi gibi.tükkanı kapamadan önce varoluşçuluk zımbırtısını elimden geldiği ve dilimden döndüğünce açıklayayım. şimdi bildiğimiz üzere yönetmenin babası koyu bir lutheryan, bu filmi ağır derecede hasta iken çekti, hatta hayatta kalma nedenim tarzı bişiler söyledi ve de pek çok filmde tanrı'nın varlığını, yaşamın amacını sorguluyor. öte yandan anladığım kadarıyla bergman bize varlığın da zamanla değiştiğini falan filan göstermek istiyor inter milan. yani hemşire alma'nın hem çılgınlar gibi orci yapması hem de pişman olması hem aktris gibi olmak istemesi hem olamaması hem onu yakmaya yeltenmesi hemen ardından vazgeçmesi vs'den hareketle diyebiliriz ki varlık zamanla değişmektedir. yani alfred adler'in tabiri ile "the life of the human soul is not a ‘being’ but a ‘becoming.’" (adler, 1963a)--- spoiler ---işbu entrymi en quntel, malumatfuruşçu persona'm ile yazıyorum, güzel yemek yaparım, naval architect and marine engineerim, askerde komando idim, gündelik yaşamda troll sayılabilirim; şimdiden qızlar eqlesin.[1]: carl gustav jung, bütün yazıları, 9 i, 221. paragraf/jung'dan seçme yazılar, dost yayınları sf.373.[2]: bozkırkurdu, yapı kredi yayınları, sf 209.[3]: jung'dan seçme yazılar, dost yayınları sf.374.[4]: walter benjamin, pasajlar, yapı kredi yayınları, xiii.bölüm.[5]: a.g.e. sf.73[6]: the aspects of the feminine, carl gustav jung, sf.50
(flavius aetius - 26 Ağustos 2014 22:11)
carl gustav jungun analitik kuramında kişiliğin komponentlerinde bulunan arketiplerden bir tanesidir. (diğerleri; anima, animus, gölge ve selftir.) ''yunanca maske anlamına gelir. jung'un analitik kuramında kişinin sosyal selfini tanımlamak için kullanılır. buna göre persona arketipi, insanın toplum içinde bir rol oynama ihtiyacı nedeniyle gelişrmiştir. diğer insanlar tarafından bilinen psişe bölümüdür.jung'a göre; bazı insanların personaları, psişelerinin tümüne eşittir. rolüne kendini fazlasıyla kaptırmış, personasının egemenliğine girmiştir. persona aşırı gelişmişse, jung buna şişme (inflation) der. böyle bir durumda psişenin diğer bölümleri ifade yolu bulamayacak ve persona ile bu bölümler arasında süregiden bir çatışma yaşanacaktır. böyle bir durumda kişi gergindir ve psikopatolojinin görülmesi olasıdır.persona'nın içinde anlam olarak bir aldatmaca vardır. yani kişi bazı şeyleri saklamaktadır. eğer kişi diğerleri tarafından bilinen yönüne, yani persona'sına, kendini fazla kaptırırsa, yalnızca o olmaya çalışırsa, bir anlamda kendini de aldatıyor olacaktır.
(ateh - 25 Temmuz 2004 23:11)
kendi kendine bakar persona. sonra durur, oynayan kadindan oynatan adamin kamerasina baktirir. sonra durur, izleyen izleyicinin kendine baktirir. sonra durur, izleyen izleyicinin baktigi yere bir daha baktirir. sonra durur, izleyene izleten yansiticiya baktirir. sonra durur, yine, ayni soguk kanlilikla, kendi kendine bakar. kimligin nasil olustugunu gostermeden, kimligin nasil kabul edilmis oldugundan ve bu kimligin kimlik sahibi uzerinde oluturdugu baskidan bahsediyor alttan alta ingmar bergman. sonra insanin bir yuzun altinda neler sakliyabilecegini, her yuz oynamasinin ne anlama gelebilecegini ornekliyor. kimlik arayisi ile icice bir kimlik kaybindan bahsediyor. sonra soylenen herseyin, eylenen her eylemin nasil bir yapayliktan cikmis oldugunu, ama yine de bir amaca sahip olmanin bile amac kosulabilecegini de gosteriyor. daha dogrusu gorduruyor. uygar sirin'in de soyledigi gibi. herkesin filmi kendine.--- spoiler ---ya, soylesenize, izlediyseniz soruyorum, sizin icin ne soyledi bu film? dogruyu soylemek gerekirse, gece yatagima gelip birseyler fisildadi sandim kadin. ama sabah sordugumda sessizdi ve gelmedigini soyledi. ben de masada uyuyakaldim. galiba su anda beni okuyorsunuz. yaniliyor muyum?--- spoiler ---
(mccormick - 24 Kasım 2004 22:38)
--- spoiler ---parçalanmış kişilik bozukluğuyla ilgili enfes erotik bir film. aktris toplumsal hayattaki yalanlardan kaçmak, oğluna karşı duyduğu vicdan zabından kurtulmak için yepyeni, 2 kişilik bir dünya kurar kendine; ancak yerdeki cam kırıkları durumu ele verir, o an ikisinin de canı yanar ve sadece biri gerçektir.(bkz: fight club)--- spoiler ---
(indiegirl - 25 Ocak 2005 01:56)
ne, nasıl, anlamıyorum diye paniğe kapılmadan görselliğe odaklanarak izlenmesi gereken bir film. hemşire rolündeki bibi anderson da filmden bir şey anlamadığını dvd ekstralarında söylüyor zaten. ayrıca hiç çıplaklık içermeden, sinema tarihinin en erotik sahnelerinden birine imza atmıştır bergman bu filmde.
(axellennox - 8 Mart 2006 16:39)
--- spoiler ---kelimelerin ötesinde bir anlatımı var bu filmin. karanlık ve bir o kadar da sessiz olmasına rağmen aslında içinde geçenleri büyük başarıyla sunuyor izleyenlere. smultronstallet veya det sjunde inseglet'daki gibi varoluşcu diyaloglara yer vermekten öte kişinin benliğinin derinliklerine bir yolculuğa çıkıyorsunuz. her sahnesi görsellik açısından inanılmaz. özellikle de filmin çekildiği yıl hesaba katılırsa. cesurca; ama bir o kadar da ürkekçe yaklaşımlar, vurgular, benzetmeler, göndermeler hepsi aslında buram buram bergman kokuyor. ve kendisinden sonra gelen birçok yönetmene ki buna woody allen ve david lynch de dahil neden örnek olduğunu daha iyi anlayabiliyor izleyen. iki kadının kendi iç dünyalarına yolculuk değil bu film sadece. birbirlerini nasıl tamamladıklarını, birbirlerinden nasıl uzaklaştıklarını, en başta güçlü hemşire-zayıf hasta düşüncesinin bizi nasıl yanılttığını gözler önüne seriyor. persona'nın afişlerinden birinde iki kadının suratı da bir puzzle parçası olarak bize sunulur ki, film hakkındaki en büyük ipucunu da belki de bu afiş vermektedir. persona'nın bir anlamının da maske olduğu düşünülecek olursa iki kadının da maskelerinden, gittikleri yazlıkta arındıklarını görürüz. filmin bir sahnesinde hemşire alma "benim hep çok iyi bir dinleyici olduğumu söylerler, ne garip burada hep ben konuşuyorum." der ki rollerin değişimini bir nevi özetleyen cümle de budur. yazlıkta hemşire kendi yaralarını sarmaya çalışırken, ona bakıcılık yapan elisabeth'in kendisidir aslında.filmin iki sahnesi çok önemlidir. bunlardan birincisi elisabeth'in alma'nın odasına geldiği ve iki kadının suratının ışık kullanımı ve duruşlar ile birleştiği sahnedir. burada özdeşleşen sadece iki kadının suratları değil, benlikleri, düşündükleri, yaşadıklarıdır. önemli olan ikinci bir sahne ise alma'nın elisabeth gibi giyinerek elisabeth'in karşısına oturduğu ve aileler, çocuklar hakkında konuştuğu sahnedir. sahnenin sonunda bergman iki oyuncunun suratını birleştirir. ve sahnenin tekrarlanmasından sonra ayrılma, uzaklaşma başlar. artık alma kendi benliğini kazanmak için ortak olan noktalardan uzaklaşmaya çalışmakta, ki bunların en başında alma'nın kürtaj ettirdiği bebeği ve elisabeth'in istemediği çocuğu gelmektedir, ve hemşire üniformasını giyerek eski dünyasına dönmek için uğraşmaktadır. son sahnede de artık maskelerini tekrardan suratlarına geçiren iki kadının hayatlarına devam ettikleri görülür. her şeyin ötesinde iki oyuncunun oyunculukları çok takdir edilesidir. ve ingmar bergman'ın filminin her karesine yaydığı buram buram bergman kokan sahneleri, sessizlik ve karanlıkla ifade etmeye çalıştığı duygular ile persona sadece dönemi için geçerli olmanın ötesinde sinema tarihi boyunca yeri tutulamayacak bir baş yapıttır.--- spoiler ---
(pumuckl - 11 Nisan 2006 00:00)
Yorum Kaynak Link : persona