Manderlay ' Filminin Konusu : Yönetmen Lars Von Trier’in bir üçleme olarak planladığı filmin ikincisi olan Manderlay, 1993 yılında geçiyor. Dogville’den daha iyi bir yerde yaşamak isteği ile ayrılan Grace ve babası, Güney taraflarında değişik yerlerde dolaşmaktadırlar. Bu sırada kölelik konusunun son derece hakim olduğu bir köye gelirler. Burası bir şeyleri değiştirmek adına son derece doğru bir yerdir. Grace, burada yaşananlarla mücadele etmek ister ve karşısına çıkabilecek zorlukları göze alarak köye yerleşmeye karar verir.
Dogville(2003)(8,0-123961)
Dancer in the Dark(2000)(8,0-93342)
Breaking the Waves(1996)(7,9-56138)
Europa(1991)(7,7-18263)
Melancholia(2011)(7,2-165827)
Nymphomaniac: Vol. I(2013)(6,9-119701)
Forbrydelsens element(1984)(6,8-8484)
Idioterne(1998)(6,8-30750)
Direktøren for det hele(2006)(6,7-10283)
Nymphomaniac: Vol. II(2013)(6,7-79877)
Antichrist(2009)(6,6-112057)
Epidemic(1987)(6,2-4678)
herkesin hakettiğini bulduğu bir adalet filmi.. yine de anlatımı insanı kamyon çarpmışa çevirip, günlerce dalgınlaşmaya itiyor.dogville ile aperatiflenip, biraz da happiness vb. ile süslenir ise, kişiyi "ay'da arazi satışları ne zaman başlayacak acaba, şöle bi uzaklaşsam bu diyarlardan, tiksindim insanlığımdan." dellenmelerine sokabilir. duyduğuma göre kurt cobain bu filmi serettikten sonra şöyle demiş: "i hate myself and i want to die."filmi birlikte seyreden 50 cent ve snoop dog ise:"bu ne lan, bozuk mu bu dvd her şey karanlık bişey gözükmüyo be adamım!"
(cameltosis - 28 Eylül 2006 02:16)
manderlay'in dogville kadar sarsıcı ol(a)mamasının sebebi; dogville'deki bireysellik, karakterlerin yerine kendini koyabilme, herhangi bir kimsenin başına gelebilme ihtimali, grace'in konumunda olunsa neler yapılabileceği düşünceleri gibi etkenlerin olmamasıdır.. dogville olaylara küçük pencereden açılıp büyük resme ulaşma yolunu izlemişken, manderlay'de direk olayın ortasına dalındığı için seyirciyi yeterince içine alamaması gayet normaldir.. dogville'de "masum" grace'in kendi isteği dışı gelişen olaylar zinciri varken, burda orda bulunmayı kendi seçtiği bir durum vardır.. dolayısıyla kendisine "müstehak" denilmesi mümkün olabilmektedir..ya da belki yüzeysel yaklaşımlarla türk insanının zenci ırkçılığına uzak olduğunu söyleyerek işin içinden çıkabiliriz de..
(fireball - 8 Temmuz 2008 15:01)
moğolların bişey yapmalı adlı şarkısıyla veya lenin'in ne yapmalı tezleriyle doğrudan çelişen bir film manderlay, çünkü yapabilecek çok fazla şey olmadığını göstermeye çalışmanın, aslında bu konuda yapılacak en iyi şey olduğu düşüncesiyle yapılmış. --- spoiler ---zaten belli bir süre sonra film öyle bir hal alacaktır ki, imkan bulduğunda köle efendisini becerecektir. sen istediğin kadar demokrasiden bahset, cezayı hakeden bir suçlu varsa ben cezalandırmalıyım deyip yaşlı teyzeyi uyutup yatağında vur, bir noktadan sonra sen bile tarafsızlığını yitirip sırf becerildiğin için adamı kırbaçlarsan toplumun birbirine girmesine engel olamazsın. onun için biz babamızın sözünü dinleyelim, geçmişimize ve sahip olduğumuz faşizan yapıya sahip çıkalım, nasılsa bu yapı içinde en azından verdiği sözü tutup kolpa kazancının yüzde seksenini geri getiren beyaz adamlar* barındırıyor. yani mandelay; kimin nerede, ne kadar eşitlik, anti-faşizm veya insan hakları naraları attığını göstermek yerine, bunun herkesin yaşadığı kendi etnosentrik dünyasında zaten mümkün olmayacağını, film boyunca konuşup konuşup hiç birşey demeyen, kendi hayal dünyasında yaşayan zenci adamın, olaylar somutlaştıkça herşeyi kendi bakış açısına göre yorumlama çabasıyla göstermeyi denemiş.--- spoiler ---yani yapısal olarak bakıldığında pesimist, dünya tarihine bakıldığında realist bir film.
(doc dr stein - 22 Aralık 2008 01:59)
lars von trier'in çocukken yuttuğu masalları hazmedemeyip seyircinin önünde kusuşudur.dogville'den ayrılan kırmızı başlıklı kız, büyükannesini bu kez manderlay'de arar.aslında meleksi grace, mafya babası rolündeki tanrının insanlara olan güvensizliğini ve yöntemlerini sorguluyor da denebilir; ama bu hiç romantik değil."büyükanne, dişlerin neden bu kadar uzun?" der grace."seni daha iyi yiyebilmek için" der kurt.ama inatçı grace yenilgiyi kabul etmez; "baba, babacığım; tam bu sırada büyükannemin kurdun karnından çıkması gerekmiyor muydu?" der.lars von trier'in mide bulantısı daha az olsaydı, buna "ölüler dirilmez" diye yanıt verirdi.birlikte oturup ağlarlardı.ama burada tanrının yanıtı şu oluyor: "kurtlar konuşmaz kızım."
(heartache - 24 Şubat 2009 01:59)
dogville gibi üst düzey bir yapımın devam filmi olması, tarafsız bir şekilde yorumlanmasını engellemektedir bence manderlay' ın. oyuncuların oynadıkları rollere adaptasyonu elbette dogville kadar etkileyici değildir, hele ki grace rolüne nicole kidmann yerine 21 yaşında bir kızcağızın gelmesi beklendilerin mayına basmasına neden olmuş olabilir. ancak yanılma ey izleyici, çünkü manderlay dogville ile başlatılan sinemadaki kuzey avrupa nihilizmi'nin devam ettricisi değil, fakat farklı bir bakış açısıdır. yani bu iki film birbirini tamamlamaz, karşılaştırılmaları anlamsızdır.gelelim filmin olağanüstü yıkıcı tavrına. öncelikle kölelik sistemini tamamiyle farklı bir bakış açısıyla değerlendiriyor. bu sol adı altında toplanan tüm düşünce sistemlerinin şiddetle karşı çıkacağı bir anti dogma olarak izlenebilir, zira film sadece yanlışlama üzerine kurmuş anlattıklarını , yani bir pre-dogma olarak yorumlanabilecek hiç bir önerme yok. köleliğin neden bu kadar uzun süre geçerliliğini koruduğuna adam akıllı bir cevap olarak trier, kölelerin demokrasi tarafından uzatılan son derece zararlı ancak tek çözüm olduğu varsayıldığı için alternatifsiz yardım elini sıkmakta isteksiz davranmış olmalarını sunuyor. bu aslında bilinen ezilen ulus milliyetçiliği kavramının aslında ne kadar muhafazakarlaşabildiğini göstermesi bakımından değerli. burada analiz edilmesi gereken nokta şudur ; bu elin zenciler ve diğer ezilen uluslar tarafından reddedilmesinin altında yatan neden bu insanların içsel zayıflıkları mıdır yoksa onları örneğin kölelik yoluyla insani değerleri bile kavrayamayacak kadar zavallı bir halde bırakmış ezen ulusların suçu mudur. ilk seçeneğin bizi açıkça faşizme götüreceği kesin, ancak asıl tehlikeli olan ikinci seçenektir. çünkü eğer bu şuçluluk bilinci vicdani rahatsızlık olarak ezen ulusların algısında yer edinirse o zaman iyilik yapma kavramının sınırlarına gireriz demektir. yani ezdiğiniz topluma iyilik yapmaya başlarsınız , ancak iyilik zaten karşılığı ödenmemiş bir çeşit lutufta bulunma olduğundan bu karşılığı demokrasi yoluyla elde etmeye çalışırsınız. ezilenler yaptığınız iyiliğin karşılığını size iktidarı vermekle ödemek zorunda kalırlar (bkz: devletin ücretsiz kömür yardımı yapması), ve asıl sömürü de burada yatar. işte bu noktada trier daha ilkel olan köleliğe dayalı sömürüyü daha modern olan demokrasi yoluyla sömürmeye tercih edermiş gibi görünmektedir , ancak bu bir dizilizyondur. burada şeçim yapmak yerine olguları karşılaştırmak faydalı olacaktır, zira simgesel de olsa amerika uzattığı bu eli başkanlığı bir zenciye vermeye kadar götürmüşken, demokrasinin beşiği avrupa ırkçılığın tam olarak azdığı toplumlar bütününe dönüşmektedir. (bkz: cache)filmle ilgili ikinci önemli nokta ise hiç birşeyden emin olamayan köle figürüdür. bu kölenin ismi mark' tır ve mark hiçbir şeyden emin değildir, ve emin olmadığı hiç birşeye de cevap vermez, şüphecidir mark. lakin filmin en sonunda hasat paralarını çalanın kim olduğunu soran grace' e olayların gelişimini çok net bir şekilde , gayet açık cevaplarla anlatır mark, çünkü tüm bağlantılar son derece açıktır. ilerleyen sahneler ise mark açısından tam bir yıkım demektir, çünkü herşey aslında mark'ın açıkladığı ve şüphe dahi etmediği gerçeklikten farklı bir şekilde oluşmuştur. burada mark şüphesiz bilimi temsil eder. zira bilim köleliğin başlangıcında bu durumdan kurtulmamak için, çözümler üretmemek için hiç birşeyden emin olunamayacağını postüle eder, şüphecidir bilim. ama ne zamanki yukarda bahsedilen demokrasi yoluyla sömürü oturur, o zaman bilimin söyleyeceği sözler olduğu ortaya çıkar. çok açık, net bağlantılarla her şey açıklanır bilim tarafından (bkz: tarihin sonu) ve bilimin kesin iktidarı son derece yerleşik bir hal alır. ancak felsefe aslında bilimin bu iki yüzlülüğünün farkındandır, trier' in farkında olduğu gibi.suç ve ceza algısı bakımından ise en belirgin kurgu, grace' i ukalalığı ile etkileyen timothy' nin cezalandırılmasıdır. dogville hakkındaki entaride de belirttiğim gibi (bkz: #17733032) trier suçu o kadar içsel bir konuma taşıyor ki ceza son derce çaresiz bir kaçış olarak algılanıyor. timothy içsel olarak şuçlu görülür iktidar tarafından , suçu çok açıktır ancak bu şuçu o kadar içseldir ki gerektirdiği cezayı vermeleri suçlunun öldürülmesi anlamına gelir. ancak çiftlikte her şey kölelerin yaşamda kalmaları üzerine kurgulandığı için timothy öldürülemez ve iktidar - ki filmde tanrı rolünde grace, peygamder ve belki devlet rolünde de wilhelm isimli yaşlı köle vardır- cezalandırma konusunda çaresiz kalır. bu şuçun cezasını kırbaçlamak olarak belirlemek suçu son derece basitleşitirmek anlamına geldiği için yapay bir cezalandırılması daha kolay şuç yaratılır, timothy şarap çalmakla şuçlanır ve herkesin dahil olduğu bir kurgu ile cezasının verilmesi kararlaştırılır. bu tam olarak raskolnikov' un yaşlı tefeciyi para için öldürüğünü iddia etmek demektir ve içsel suç işleyen varlığı gizlemeyi amaçlar, devlet ve bütün olarak ceza sistemi bunu gerçekleştirmeye yarar aslında.grace rolü dünyada devrim adına yapılan hemen her hareketin tam anlamıyla fiyaskoyla sonuçlanacağının, iç değişkenleri nedeniyle bunu bir mecburiyet olduğunun başarılı bir sembolü, çok başarılı.nihayetinde bu da izlenmesi kesinlikle gerekli filmler listesinde kafaya oynayan bir lars von trier filmidir, izleyiniz.
(olumsuzkebelek - 9 Ocak 2010 14:03)
dogville'yi henüz seyretmediğim için, bağımsız olarak değerlendirebileceğim film.spoiler içerir:gerçekçiliği çok rahatsız edici bir uslupla verişi, filmi sevmemi ve son ana kadar büyük bir ilgi ile seyretmemi sağladı. insana dair o kadar çok mesaj içeriyor ki artık şaşırmadan seyrediyorsunuz. insanın hasta yatağında seyretmemesi gereken bir filmmiş. amerika'nın demokrasiyi, halka rağmen halka kabul ettirme, baskı yoluyla da olsa, onlar anlayana kadar bu baskıyı yapmalıyız'cı zihniyetine güzel bir eleştiri. kendi ırkına da bir takım baskılar yapsa da, filmin bir yerinde, amerikan aile ilgili grace'in cümlesi dikkat çekici 'onlar kendilerini eğitebilirler'. her sahnesinde gerildiğimi hatırlıyorum ama bence en vurucu sahne, grace'in babasının, çiftliğin kapısına kadar gelip, kızını, bir zenciyi (ki başlangıçtaki zenci olması da anlamlı) kırbaçlarken görmesiydi. bu herşeyin başa döndüğünü göstermesinin ötesinde, hiçbir şeyin değişmeyeceğinin bir habercisi gibiydi dünya düzeni açısından..amerika ve diger sömürgeci ülkeler, halka rağmen, halk için sloganından vazgeçmeyecekler, emellerine ulaşmak için.
(burokrasi - 11 Nisan 2012 12:12)
lars von trier'in son projesi. soylenen o ki nicole kidman bir kez daha larsin filminde oynayacak, filmde boy gosterecekmiş. **
(insidious - 16 Temmuz 2003 12:38)
filmin kurgusu aşağıdaki gibidir, filmin resmi sitesinden alınmıştır.http://www.manderlaythefilm.com/(bkz: little little can i give)--- spoiler ---bu manderlay yerleşkesinin sıradışı ve rahatsız edici hikayesidir.manderlay, abd'nin güneyinde iç kesimlerde bir yaylada bulunmaktadır. grace ve babası dogville'i, grace'in unutulamaz kararından sonra ("eğer dünya, bir kasabanın yokluğunda biraz daha iyi olacakca, o kasaba burası olurdu.") geride bıraktıklarında ve denver'a doğru yol aldıklarında sene 1933 idi.ancak evden uzak kalmak mafya dünyasında ciddi bir sorundur, ve kedi uzaktayken fare ortalıkta cirit atmaktadır. grace'in babası ve onun çapulcu ordusu bütün bir kışı yeni bir av sahası aramakla geçirmiş ve baharın şu ilk ayında güneyde yerleşebilecekleri uygun bir yer aramak amacıyla son bir kez güneye doğru yönelmişlerdi.şanslarına arabaları alabama eyaleti'nde üzerinde kalın bir zincir ile bir asma kilitle bezenmiş bir demir kapının önünde durur. kapının ardında ölü bir meşe ağacının üstünde granit üzerine yazılmış manderlay yazısı görünmektedir.grace, babası ve babasının adamları, ufak bir mola ve ayaküstü bir öğle yemeğinin ardından , ayrılmaya hazırlanırken siyahi genç bir bayan arabaya doğru koşar ve grace’in camını yumruklamaya başlar. grace, babasının kati tavsiyesini gözardı ederek, kızı manderlay’in kapısından geçip takip eder ve içeride, kölelik düzeninin 70 sene önce yıkıldığından bihaber yaşayan beyaz efendiler ve siyahi kölelerle karşılaşır.grace, yaşlı bir köle olan wilhelm’in (ki kendisi gelecek hakkındaki endişelerini “manderlay’de biz köleler saat yedide yemek yeriz, peki insan özgurse saat kaçta yemek yer?” cümlesi ile belli etmiştir.) mükerrer uyarılarına aldırmaksızın, araya girmeye çalışır.grace manderlay’da gördüklerine inanmakta zorlanır. timothy adında genç bir siyahi adam, stanley mays adında beyaz bir ağa tarafından kırbaçlanmak üzere iki çit arasına bağlanmıştır. grace onu çözmesi için emir verir ancak yerleşimin sahibi olan mam adı ile bilinen yaşlıca bir bayan silahını ona doğrultmuştur. babası ve adamları durumu kontrol altına alır. mam’in ölmek üzere olduğu anlaşılır. yatak odasında grace’e herşeyin daha iyi olması amacıyla yorganın altında saklı olan eski bir kitabı yoketmesi için yalvarır. ancak grace bunu reddeder. mam ölür ve grace yerleşimin. mam’ın hukuku adlı, ahlak kuralları ve manderlay’de köle nesillerinin ortaya çıkışı ve gidişatı hakkında bilgi veren insanlık dışı bu eski elyazması kitap sayesinde yönetildiğini farkeder.grace, babasıyla tartışırken mam’in yönetiminde çektikleri acılar yüzünden kölelere yardım etmesi gerektiğine ve kendilerine ait ilk hasat zamanına değin manderlay’da onlarla birlikte kalmaya karar verir.babası istemeyerek te olsa dört adamını ve bir avukatı grace’e bırakırken, grace’i manderlay üzerine olan planları gerçekleşmezse dogville’de olduğu gibi onun bıraktıklarını toplamak için orada olmayacağını söyleyerek uyarır. eski kölelerin güvenini kazanmak grace için zordu. burada bir uygarlık kurmak zaman alacaktı ve bu grace’i şaşırtmamaktaydı, ancak ona zor gelen sabırlı olmak ve eski kölelerin içinde bulunduğu bir demoktatik düzenin temellerini kurmak için geride durmak yerine olayın içinde yeralmaktı. yavaş yavaş bunu kendisi de anlamaya başlamıştı.birkaç ilerlemeden sonra, ekin ekilir, harabe durumundaki kulübelerin çatıları tamir edilir. eski kölelerinin durumuna düşen, mam’in varisleri olan beyaz aile durumlarından memnun değillerdi ama siyahi yerleşimciler arasında sadece yakışıklı timothy, grace’in ilerlemeye duyduğu coşkudan etkilenmemiş görünüyordu.başarısız olduğu zamanlarda grace, afrika asillerinden gelen bu varisi içeren erotik fantazilerine kendini kaptırır.ama doğa ana’nın da manderlay için planları vardır.pamuklar bir kum fırtınasıyla bozulur ve yerleşimciler arasında açlık başgösterir. gangsterlerin canları sıkılmaktadır ve eski köleler boş karınları ile demokrasi dersini hatmedememektedir. yozlaşma başlar ve kölelerin senelerdir yaptığı gibi, yaşamak için toprak –kırmızı çamur- yerler.ve sonra korkunç bir olay gerçekleşir. eski kölelerden jack ve rose’un ufak kızı claire bir deri bir kemik halde yatağında ölü bulunur; ölüm nedeni yüksek ihtimalle ebeveynlerinin yemediği ve ona ayırdığı yemeği yememesidir. ancak sonradan anlaşılır ki yaşlı wilma açlığına yenik düşerek claire’in bıraktılarını aile uyurken çalmıştır. ağlarken “yaşlıyım,çok açtım ve hayatımda çok toprak yemişliğim var.” der.halk wilma’ya verilecek cezayı kararlaştırmalıdır. bir sonraki gün mahkeme toplanır. manderlay’da ikamet eden siyahilerin hepsi -doğal olarak- adaleti yerine getirmekten bihaberdir, ancak içgüdüsel olarak hepsi nasıl bir durumun içinde yeraldıklarının farkındadırlar: sonucu ölüme ya da yaşama uzanan ağır bir adli karar. herkesden oy vermesi istenir ve çoğunluk wilma’nın ölmesi gerektiğine karar verdiğinde, grace infazı üstlenir.manderlay’ın yönetimi avuşlarından kayarken, grace sorularına cevap bulmak için mam’in kanunu’na bakar. bu davranışı beyazların ve siyahların olduğu kadar grace’ın de kaderini bağlar.grace’in mükemmeliyetçiliğinin acı sonuçlarını toparlamak ve eski kölelere özgürlük ve demokrasiden bahsetmek yine wilhelm’e düşer: “america biz zencileri kabullenmeye hazır değil, bu yetmiş yıl önce de böyleydi ve belki yüz sene sonra da böyle olacak! bu ülkenin bizler için elinde tuttuğu aşağılamaların insanların hayal sınırlarını aşmasından korkuyorum. biz oylama yaptık ve manderlay’de geri adım atılmasına, eski düzenin geri gelmesine karar verdik. “wilhelm, grace’e eski kölelerin onu yeni mam olarak seçtiklerini bildirir; onlar grace’in geri adım atmasını beklemektedir ve bu gerçekleştiğinde aynen onun yaptığı gibi -yani mantık çerçevesinde baskı uygulayarak- bu özgürlüğü onun elinden alacaklardır.grace “beni hapis tutmayı düşünüyor musunuz?” diye sorar. wilhelm sakince “ta ki sen –aynen bizden istediğin gibi- anlayana kadar. kapılar tamir edildi ve kapandı. çitler iyi durumda fakat pek yüksek değiller dolayısıyla gözümüz sizin üzerinizde olmalı.(...) bizim ne kadar aptal olduğumuzu düşünüyorsunuz, bayan grace? kaçmak istesek bir merdiven yapamayacak kadar mı? allah aşkına sizce biz yetmiş sene sonra kendimizi özgür kılacağımıza mı inanıyorsunuz? bir amaca hizmet edecek olsaydı yapardık.”sonunda grace kaçmak için nefret ettiği yöntemleri kullanmak zorunda kalır. ve yine başa dönülür.*--- spoiler ---
(woodstock - 12 Eylül 2005 18:08)
filmekimi 2005 kapsamında gösterilecek olan bu trier filmini ile ilgili iksv sitesinde yer alan açıklama;--- spoiler ---yönetmen: lars von trieroyuncular: bryce dallas howard, isaach de bankolé, danny glover, willem dafoedanimarka-isveç-hollanda, 200535 mm. / renkli / 139’ingilizce; türkçe altyazılı 1 cumartesi 21.304 salı 16.00abd’nin ahlaki ve tarihi temellerini inceleyen, dogville ile başlayıp washington ile sonlanacak olan “abd - fırsatlar ülkesi” üçlemesinin bu ikinci filminde lars von trier, kendine özgü tarzıyla sinema ve tiyatroyu karıştırarak her şeyi bir adım daha çılgınlığa doğru götürüyor. 2005 cannes film festivali’nde altın palmiye’ye aday gösterilen manderlay’de, grace rolünde bu kez nicole kidman yerine bryce dallas howard var; james caan’ın rolünü ise willem dafoe üstlenmiş. öykü, ilk filmde olduğu gibi john hurt’ün sesinden anlatılıyor. filmde rol alan diğer tanınmış yüzler arasında chloë sevigny, udo kier, jean-marc barr ve lauren bacall sayılabilir.manderlay, amerika’nın güneyinde bir yerlerdeki ıssız topraklarda bulunan manderlay çiftliğinin tuhaf ve rahatsız edici öyküsünü anlatıyor. grace ve babası, yerleşecek uygun bir yer bulmak üzere dogville kasabasından güneye doğru yola çıktıklarında takvimler 1933 yılını gösteriyordu. tesadüfen, alabama eyaletinde, manderlay adında bir çiftlik köyünde dururlar. grace, kapısı zincirli bu köyün içinde, kölelik tam yetmiş yıl önce kaldırılmamış gibi yaşayan beyaz sahipler ve zenci kölelerle karşılaşır. babası, başkalarının işine karışmamasını tavsiye etse de grace, kendi gibilerin elinde eziyet çeken kölelere bir vicdan borcu olduğunu düşünür ve bu kasabayı özgürleştirerek ilk hasatlarına kadar burada kalmaya karar verir. “grace’i, tüm dünyaya amerikan yaşam tarzını kabul ettirmeye çalışan günümüz abd’sine benzetmek çok kolay. aynı zamanda grace’in benim yarattığım bütün ana karakterler gibi olduğuna dikkat çekmek de yerinde olur. grace herkes için hep en iyisini istiyor, ama her şey cehennemi bir hal alıyor. irk politikaları göz önüne alındığında filmimin alışıldık normlar dışında algılanmasını bekliyorum. eğer birilerini kışkırtıyorsam, bana göre hava hoş. boş provokasyonlar pek işe yaramaz, ama bir kışkırtmayla bir sürü ağır tepki alırsan hedefi on ikiden vurdun demektir.” –lars von trier--- spoiler ---
(ride - 15 Eylül 2005 20:34)
new york film festivalinde gosterime sunulan film. gala gecesinde filmin yapimcisi vibeke windelov ve william dafoe'da salonda yerlerini almistir. bayan windelov "lars bu aksam aramiza degil, cunku biliyorsunuz o seyahat etmez" demistir. sayin trier amerika'ya adimini atmadan super "genc amerika" kritigi yapadursun biz sormadan edemiyoruz, kendisi bu kati elestirel dimaginin az da olsa degismesinden mi korktugu icin amerika'ya seyahat etmemekte israr ediyor? ayrica bir etnografyaci bakis acisindan, bu film(ler) turner'in ndembu rituellerini analiz eden eserini aslinda glasgow'daki penceresinden disariyi seyrederken yazmis olabilecegi gibi bir tad veriyor. oysa turner dort sene afrika'da yasamistir ve dolayisiyla icerden yaptigi gozlemler, bakis acisini zenginlestirmis, analizlerini cok yonlu kilmistir. ornek alinasi.(trier'in ucak korkusuyla ilgili gelen mesajlara karsilik: 14 gecede atlantik'i gecen gemi turlari mevcut, kopenag-new york arasinda)
(lawn wrangler - 2 Ekim 2005 01:59)
filmekimisponsorlarından radikalin filmekimi ekinde; dogville'i sevdiyseniz, manderlay'ı izlemek boyunuzun borcu diyerek film hakkındaki yazısını bittirdiği ve hiç de haksız olmadığı hadise. lars her seferinde farklı bir teknik, gösteriş biçimi ile kalbimizi fethederken acaba bu bi üçleme, teatral düzen bir harika idi ama kendini tekrar kendini tekrar mı edecek korkusu ile koltuklarımıza otururken gene enfes bir şölende bulduk kendimizi. sistemin yürümesine esnasında dişlilerin arasında ezilenlerin de aslında ya ellerinden başka bir şey gelmemesi, ya başka türlü bir yaşam bilmedikleri ya da değişime dair duydukları muazzam korku nedeniyle nasıl da sistemin yürümesi için sürece dahil olduğunu gösteriyor lars amca. kimi zaman sistemin işlemesi için sistemden kazanç sağlayanlardan daha fazla bir hırs ve çaba ile çabaladıklarını gösteriyor. ezilenlerin ezilmeye nasıl gönüllü olduklarını. ve orda ezenlerin, ezme gücünden vazgeçerek nasıl bir lütuf sağlamış gibi teşekkürü beklediklerinin altını sarkatik bir dille çiziyor. eşitliğin nasıl güç sağlanabileceğini ve belki de gerçek eşitliğin çok da mümkün olmadığını. gözlerin kulakların nasıl yanıldığını, kimse görmek istemeyen kadar kör olamazın altını çiziyor. sistemedeki ikiyüzlülükleri, sorgulamadan, afişe etmeden sadece var oldukları biçimi ile doğal halleri ile gösteriyor. insana sorduruyor; ah be lars amca gerçekten eşitlik diye bir şey yok di mi ? ah yok deme ; n'olur deme. ama sadece size bakıyor ve seyredin diyor. ötesinde;dokuzuncu uluslararasi istanbul bienali gidiyor akıllar; bilsar binasındaki muazzam çizgilere; demo-cracy. demo'yu büyük harflerle yazarak.
(ride - 2 Ekim 2005 10:55)
- yazıda yer yer spoiler olabilir şimdiden söyliyim-halen filmin son jeneriğine kadar beklediğimizi... ekran kararınca salonu terkettiğimizi düşününce acaip keyif alıyorum. çünkü filmi sabırla izleyen... salonu terkedecem diye koşturmayan insanlar... en sonunda... resmen rahatlama seansı gibi o güzelim müziği dinliyorlar ve resimlere bakıyorlar... benim çok hoşuma gitti sondaki etki... tek kelimeyle "dinlendirici" etkisi vardı sondaki hediyenin...şimdiki hislerime göre ben de manderlay'ı daha çok sevdiğimi düşünüyorum... belki de içinde "pornocuk" barındırdı diye hoşlanmış olabilirim.. eee bu günlerde zenci pornosu bulmak kolay olmuyo.şaka bir yana ...filmin başlangıcı çok güzeldi... hemen olaya girmesi... araçlara yaklaşan kamera. ve ben bu filmin diğerinin devamı niteliğinde olduğunu bilmiyordum son ana kadar. o yüzden giriş çok güzel geldi bana.filmin zamanla... üzerinde düşünüldükçe... daha güzel oturacağına inanıyorum kafalarda. aynen çok fazla mesaj.. güzel mesaj... ilginç noktalara değinme var... bunlar insanlıkla alakalı şeyler olduğundan etkilenmemek mümkün değil...dışarıya demokrasi götürmeye çalışan abd'ye mercek tutma kaygısı... zenciler arası ırksal kelime oyunlarındaki kelimelerin "müslüman" kelimesini bile çağrıştırabileceği kadar derinleşebilir bu demokrasi-hamallığı konusu. ben çok taraflaşmak istemediğimden...genel kölelik mevzusunu sevmeyi yeğlerim..hoşuma gitti bu konuyu kurcalayışı. mazisi çok eskilere dayanan kölelik sistemini... zencilerin üzerinden... günümüze kadar getirip... çeşitli diyaloglarla... aslında demokrasinin bile içinde yüzdüğü sistemlerde... öyle çok kolay yıkılamayacak ve en az 100 sene daha gidebilecek bir "emir veren-emir alan" sistem olduğunu gösterdi malesef...grace'in dogville'de öğrendiği.. (aslında öğrendi demek abartı olabilir) dogville'de gördüğü... maruz kaldığı... hatta dogville'nin sonunu getiren... demokrasi (oylama) sistemini... o köyden manderlay'a getirmesi çok güzel bir kara mizah idi bence. manderlay'a onu öğretti... aslında köleliği ortadan kaldırmak gibi (yüzeysel olabilecek) bir iyiliğin ardında bile... birilerine bişeyler öğretebilmeyi arzulamasından ziyade... gizli kölelik sevgisi var gibi hissettim... çünkü insanlara... herşeyleri öğrenmesi gereken kişiler olarak bakıp... onların zekasından şüphe ettiğiniz an... grace'in eline verdikleri anı görmemek elde değil... ki bunu büyük zencinin "bizim bunları hiç mi düşünemeyeceğimizi sanıyordun" (belki tam olarak bu cümle olmasa bile buna yakın birşeydi son toplantıda geçen diyalog) sözleri resmen doğruluyor bence. yani insana... bi dur lütfen düşün.. napıyosun sen derler. demokrasiyi götür... demokrasiyi öğret... fıkra anlatımına kadar en ufak şeyde bile demokrasi kullandıracak kadar işi karikatürize et... ve sonra o insanlardan hiç birşekilde düşünce üretimi.. fikir geliştirmesi... kaba tabirle kurnazlık arayışı bekleme !. olur mu böyle birşey. ki bunların karşısında grace gibi feleğin çemberinden defalarca geçmiş bir kız var yani. :) sıradan biri olsa hadi bir nebze. işte bence bu bilgi filmin sonunda büyük hiddetle o kamçıyı grace'in eline ! veriyor.filmdeki "pornocuk" sahnesine gelirsek... ilk başlarda gerçekten gereksizce uzun sürdüğini düşünüyordum ama böylesi mesaj-cı bir filmde o sahnenin mesajının olamaacağına kanaat getirdim. bence orada bir anlamda hırsını alma göstergesi var. resmen "çoğunlukları simgeleyen birey" konumunda olan timothy... tüm hırsıyla ! beyaz kadına (konuşma kadın demişti hatırlarsanız) ritmik olarak (onun vücut hareketini kelimeye dökersek) "al sana, al sana, al sana..." şeklinde tepki veriyor... ve beyazları simgeleyen... (siyahlardan nefret eden beyazlar !) grace' den hırsını çıkarıyor... sizlerden bıktık anlamında. çünkü farkındaysanız onunla sevişmiyor. resmen yüzüne poşeti geçiriyor. !!! üstelik kız ne kadar güzel olursa olsun. tabi grace abazalığının doruklarında gezerken bu durumu kendine çıkar kapısı olarak görmüş olabilir... hatta soğuktan öldüğü kuşu "tweety"nin adını sonuna kadar çağrıştıran timothy'nin kuşunu üşümekten kurtarıyor... kölelik mevzusu soğuk bir mevzu. dünyanın geçmişinin önemli bir sorunu. oyüzden can sıkıyor. ki kölelerin bile oto-kontrol istemeleri... hemen özgürleşememeleri... özgür kalınca bocalamaları gibi durumlar buz gibi yüzüne çarpıyor izleyicinin. filmde birbirini güçlendiren zıt noktalara ise bayıldım. başta kölelerin özgürlüğü için açılan kapılar... daha sonra onların kendileri tarafından tekrar kapatılması... grace'in köye getirdiği demokrasinin kendi hapsine bile neden olacak kadar canavarca kullanılması... onları afrika'dan biz getirdik diyalogları ile filmin sonunda resimlerdeki pankartlarda yazan "zenciler afrika'ya defolun" cümleleri... gibi bölümler... insanı terleten... sinirleten... (anti)keyifli bölümler idi...son olarak oyunculuklardan bahsetmem gerekirse;baba rolündeki willem dafoe çok süper oturmuş role ona laf yok zaten... ama açıkcası ben bu grace'i daha çok sevdiğimi itiraf edebilirim... belki bir nicole fanatiği olmadığımdandır.. bilmiyorum... ama gözüm hiç birşekilde nicole'yi aramadı... onu aramadığı gibi bryce dallas howard'ın varlığına da dakikalar geçtikçe takdirim yükseldikçe yükseldi.. sevgim git gide arttı... işin komik tarafı... filmi izlerken "ben bu kızı takip etmeliyim bundan sonra ve kesin araştırmalıyım kimdir nedir" diye düşünürken... filmin sonunda öğrendiğimde acaip şaşırdım ve acaip sevindim. meğerse kızımız "village" filmindeki "kör kız" imiş... zaten ben köy'ü de izlerken... bu kızı takip etmeliyim şeklinde acaip bir beğeniye kapılmıştım... o yüzden acaip memnunum... kızın çok sıkı bir oyunculuğu vardı manderlay'da.
(matrix - 2 Ekim 2005 16:07)
dogville'in bir ilk olmasi sebebiyle yarattığı şaşkın etkiyi yaratmamış olsa da*, başlamadan önce hikayenin ne şekilde devam edip farklı bir şekle bürüneceğini merak ettirtmiş, sonunda da cast'ı bitene kadar birçok kişiyi koltuğunda mıhlanmış bırakmış, alt ve üst mesajlarını bir bir çakmış olarak salondan çıkarmıştır... trier'in tekrar tekrar tebrik edilmesi gerektiğini göstertmiş, yaşayan en cillop yönetmenler arasındaki yerini perçinlemesini sağlamıştır.ayrıca ilk filmdeki karakterleri oynayanların değişmiş olması zerre rahatsızlık uyandırmamış ve o yönden bir şukelamı daha bonus olarak kazanmıştır bu film...
(heavens scream - 5 Ekim 2005 21:54)
ironiler insanı lars von trier yine boş durmamış ve ırkçılık üzerine bir ironi demeti hatta yumağı hazırlamış ve çözmemizi beklemiş. detaylarıyla ve alt mesajlarıyla gerçekten iyi örülmüş bir yumak bu; örneğin ırkçılıkla savaşa giren ve önyargıların yanlışlığını öğretmeye çabalayan grace in, kraliyet soyundan olduğu söylenen bir zenciden (belki de tam olarak bu yüzden!) etkilenip ırkçılığın allahını yapması gibi... çok başarılı olmasına rağmen tam bi başyapıt olan dogville le kıyaslandığında biraz sönük geldi nedense bana.. hasta olduğumuz taptığımız elma dolu kamyonetteki grace planının kurgusunu düşününce biraz daha basit kalıyor kurgu. ayrıca nicole kidman olsaydı daha bi farklı daha bi ihtişamlı olacakmış gibi sanki... yine de izlenesi, üzerinde düşünülesi, kaçırılmaması farz olan filmlerden...
(joker the one - 5 Ekim 2005 23:33)
once sunu belirtelim sonrasini dusunuruzbryce dallas howard oyunculuk olarak nicole kidman'in yanina yaklasamaz, arada bir kere hicbir sey yoksa tecrube farki var. hele ki grace gibi bir karakteri ete kemige burunduren nicole kidman'dan sonra bryce howard kotu bir taklit gibi kaliyor. kusura bakmasin. ilerde nasil bir oyuncu olur blinmez ama bu tuttugu yol yanlis.filme gelince izledigimiz kosullar dusunulunce, filmi duzgunce yorumlamak imkansiz olabilir. zira yapilan aciklamaya gore filmde, yeni filmlerde bulunan yesil bant teknigi kullanilmisti, dolby digital bunu okuyamiyordu ve zaman zaman ses boguklasacakti. (boyle bir ayrintiyi not dusmeyen ankara sinema kulturu dernegi'ne buradan tesekkuru bir borc bilirim.) ses boguk olunca film cok eksik kaliyor amma manderlay oyle bir film ki, sessiz de olsaydi bizi etkilemeyi basaracakti.dogville'de olan pek olmuyor, trier sizi etrafta cok dolastirmiyor manderlay'in cografyasini kavramak biraz zor, ama bu da insanlara odaklanmanizi sagliyor. ve fakat insanlai anlamak da mumkun degil, hicbir karakter derinine islenmiyor. dogville'de tom karakeri uzerine binlerce sey soylenebilirken, burada timothy karakteri hala muglak, belirsiz kaliyor. grace bu defa biraz daha az idealist, cunku icguduleri devreye giriyor. her alanda. cok da anlamadigi bir konuda ahkam kesiyor belki de ondan, dogville'de yasadiklarinin etkisinde de olabilir.trier bu defa o kapan kisilmislik duygusunu yansitmiyor kamerasina, firtinalar estririyor, mekani zamani, genisletiyor, hatta zamanla oynuyor, bu da isledigi soruna yakisir bir yaklasim.danny glover icin de birkac soz, cehnnem silahi sersinin dort filminde de vardi, keske oraya harcadigi enerjiyi baska filmlere harcasaydi, bu denli iyi oyuncu oldugunu daha nce farketseydik.
(henryleyden - 9 Ekim 2005 10:37)
sosyoloji deneyi formatında yaşamlara rastlayıp kafasındaki iyilik güzellik tasfirlerini gerçekçilikten ve düzgün planlamadan yoksun biçimde uygulamaya girişen grace'in yeni düşüşü. eski köye gelecek yeni adetin hazırlıklarını yapmaktan aciz. yediği kazıktan bilgelik damıtamamış. naiflik, beceriksizlik ve insan doğasına ölümüne güvenme özellikleri baki kalan hanım kızımıza arada sırada sempati duyduğumu söylemeliyim. bununla beraber yine de idealize ve ideal ile insanlığı çarpışıp afalladıkça babası yerinde olup çenemi çatırdata çatırdata gülememek beni rahatsız ediyor.
(barbar - 11 Ekim 2005 01:20)
bence brycein nicholeden cok daha yakistigi lars von trier filmi. nedeni daha iyi oyunculuk filan degil nicholeun durusundaki kendine guvendir. oyle ki grace aslinda kafasi karisik bir kizdir, gayet kararli gorunse de gozlerindeki soru isaretlerini gormemiz gerekir. zaten ilk 10 dakikanin sonunda artik nicholele karsilastirmamaya baslarsiniz. --- spoiler ---aklimin elestirecek kadar ermedigi konulari yani lars von triernin yaptigi butun politik ve filozofik gondermeleri es gecerek baska bir hususa deginmek istiyorum. ustad aylardir yillardir sozlukte tartisilmakta olan zenci bahsine bir yorum getirmis. filmde olaylarin zivanadan cikmasi tam da grace'in aylardir hayal ettigi timothy ile hic de hayal etrmedigi bicimde sevismesiyle zamandas. hmmm. ayrica timothy grace ile beraber butun halkina da kazik attigi halde onlara sarilip uyumaya devam ediyor. gracei bu tatminsizlik disinda yasadigi hicbir sey, hatta oldurmek bile yolundan donduremiyor...--- spoiler ---
(arundati - 24 Ekim 2005 02:26)
abd ile ilgili bir suru seyden 6 sene sonra topyekun tiksinmis biri olarak, yuru be lars'im, kim tutar seni diyorum. (doktora adaylarina entry ile alakasiz not: aklinizi fikrinizi korumak istiyorsaniz, bu cehennemden uzak durun. degmez.)trier, siyaseten sosyalist olmasa da, solcu ve kolektivist bir adamdir (danimarka'da asiri sagcilara karsi aktif kampanya yurutmustur en son) ve gunumuzun hakim formu olan "liberal" demokrasinin, ozellikle bati'dan disariya ihrac edilmeye calisildiginda, koskocaman bir fiyasko oldugunun ayirdindadir. demokratik ikiyuzlulugun, "insani mudahale"nin, emperyalist yardimseverligin kalesi olarak da sanirim abd'den daha uygun bir hedef olamazdi. (trier'in bir mulakatinda dedigi gibi, "film abd hakkindadir, zira bugun bu ulke, butun dunyanin ustunde oturmaktadir, her yerdedir.") uclemenin son filmini merakla bekliyorum.manderlay'in ilhami sanirim histoire d o romanina pauline réage'in asigi jean paulhan'in yazdigi onsozdur: burada paulhan, karayiblerde ozgurlestirilen bir grup kolenin ne yapacaklarini bilemeyip kole sahiplerine dondukleri, tekrar kole olmak istedikleri, eski efendinin hapse girmek korkusuyla reddettigi bir oyku anlatir. koleler efendiyi oldururler bu hikayede. bu romandaki sado-mazo unsurlar da tabii daha dikkatlice trier'in filmine yerlestirilmistir.filmdeki 13 siyah oyuncunun 9'u ingiliz'dir: yanasilan abd'li oyuncular ya vatanseverliklerinden, ya da alenen tirstiklarindan bu tasin altina ellerini sokup kariyerlerini tehlikeye atmak istememislerdir. danny glover'in once reddettigini, sonra kolelik meselesini radikal bir sekilde islemekten amerikalilarin cekindiklerini dusundugu icin rolu kabul ettigini okudum. glover bir irkcilik-karsiti eylemci olarak da, profesyonel bir oyuncu olarak da, dogru karari vermis. (lakin, filmin "beyaz adamin perspektifinden cekildigini" de israrla belirtmis.)saniyorum ki abd'nin demokrat parti kuyrukcusu liberal siyah orgutleri, al sharpton vb. sahsiyetler, filmden tiksinecekler, trier'in "etnik entegrasyon imkansizdir" gibi bir mesaj verdigini dusunecekler, koleliligin ilgasinin ne olursa olsun ilerici bir adim oldugunu soyleyeceklerdir. ozellikle trier'in zekice islemis oldugu, siyahlar arasindaki catisma ve farkliliklar mevzuunu kolay kolay kabule yanasmayacaklar, hatta filmi genel olarak "irkci" bile nitelendirenler cikabilecektir. nasil olur da, koleligi liberal kapitalizme tercih eden siyahlar olabilir? bunu hakaret sayabilirler.ya da, demokrat parti merkezindeki "ilerici" liberal beyazlar, grace sahsinda elestiriliyor diye algiladiklari "iyi huylu emperyalizm"i savunarak modernizasyonun, sefilleri oynayanlara medeniyet goturmenin erdemlerinde israr edebilirler. grace sahsinda temsil edilen yumusak basli, akilci ama ayni siddette "kotucul" (yasli kadini infazi "humanitarian intervention" palavrasinin ironik bir ornegi degil de nedir) emperyalist figuru yonetmenin "avrupai" kotu niyeti olarak okuyacaklardir.kanimca trier'in kapasitesi sinemasal uretimde isgal ettigi konumla da ilintili olarak, hudutlarina dayanmis gozukuyor (uclemenin son filminde ne yapacak, bilmiyorum): mesele irk kadar, sordugunuz soruya gore daha fazla veya daha az, sinif meselesidir de, filmde bu neredeyse tamamen silinmis yuzeylerden. manderlay'in kolelik kurumlarinin kulturel "faydalarina" alismis (gosterilen), kendi kanunlarini yazip irkciligin ustu liberalizmle ortuk halini degil, siyaseten yanlis, bariz halini tercih eden siyahlari, uzerlerindeki sinifsal tahakkumun ya farkinda degiller ya da geleneksel kurumlarin (koleligin) faydalarini muhafaza etmeyi ekonomik cikarlarina tercih ediyorlar.o yuzden filmin yuvarlandigi tehlikeli bir taraf vardir: grace'in siyahlarin tahakkumu hakkindaki fantezisine benzer sekilde, beyaz adam trier'in siyahlarin sahici ozbilinci hakkindaki fantezisi de arizali. koleligin kulturel kurumlarinin, orgutledigi gundelik aliskanliklarin, vs. siyahlarin istedigi, onlarin yararina bir sey oldugu ideolojisi ic savas'tan once ve sonra irkci-muhafazakar beyazlarin ve onlarin isbirlikcisi bir kisim burjuva tarihcilerin benimsedigi bir ideoloji idi. bizzat siyah eylemci ve sosyal bilimciler ve diger radikal beyazlar tarafindan ziyadesiyle yanlislanmis bir fantezidir bu.aklima takilan bir ariza daha: her ne kadar "liberal" demokrasinin etnik adalet ve entegrasyon konusundaki ikiyuzlulugunu cok iyi isliyorsa da trier, kolelerin (veya ucuncu dunya'nin) ve efendilerin (veya ileri kapitalist kuzey'in) "dogru yasam" ile ilgili fantezilerinin uyusmaz, bagdasmaz, birbirinden apayri oldugunu da soyler gibidir. su sakat "medeniyetler catismasi" yaklasimi akla geliyor. ezilenlerin icinde yasadiklari geleneksel kurumlar, ornegin teokrasi, kan davasi, namus cinayeti, vb., o toplumda yuzyillar boyu, toplumun ic dinamikleri icinde evrilmistir, onemli islevler gormektedirler, bu duzen icinde statuko istemektedir herkes, disaridan herhangi bir mudahale etmemek gerekir. bence bu da emperyalist aklin baska bir cesidi, zira ingiliz imparatorlugu uzun yillar ornegin hindistan'da bu "yerli" tahakkum kurumlarini kullanarak somurusunu ve hakimiyetini devam ettirdi.demek istedigim, trier'in siyahlarin kendi tahakkum yasalarini ("hanimefendi'nin kanunu") yazmalari uzerinden kurguladigi fantezi, sakincali bir kolektivizmi varsayiyor. koleler gundelik aliskanliklarini hep birlikte mudafaa ederler, aralarinda gercek anlamiyla "baska duzen, baska ozgurluk" yanlisi yoktur. fantezi, hatta, biraz daha derin: kolelerin bu ihtirasi (burada hegel'i mi hatirlamak lazim?) efendilerini de boyunduruk altina almistir. filmin basinda vefat eden buyukhanimin son istegi, manderlay anayasasi'nin yakilmasidir, bir ihtimal baska beyaz efendilerin de bu istirabi cekmesini istememektedir. grace de filmin sonunda bu kapana kisilacaktir, siyahlar oybirligi ile koleligi geri getirip kendisini yeni buyukhanim ilan edince (aklima, "siz isterseniz hilafeti de getirebilirsiniz" lafi geliyor).sanirim trier bu fanteziyi ikiyuzlu liberalizmi daha guclu vurabilmek icin yaratiyor, zira kolelerin sozcusu wilhelm'in* dedigi gibi, 70 yil gecmis, irksal adalet adina bir arpa boyu yol gidilememistir, 100 yil daha gecse bir sey degismeyecek gibidir. filmin sonundaki cok saglam fotograf gecidi de buna sahitlik eder zaten. bir sey degismeyecek ise adalet adina, bazi guvence ve garantilerin oldugu kolelik rejimi daha iyidir ikiyuzluluk ("political correctness") icinde yasamaktan. ama iste trier'in vurmak istedigi bu darbe, sonucta glover'in dusundugu gibi, "beyaz perspektifi"nden kurulmus bir fantezidir. en azindan abd'deki siyahlarin mucadelesine bakarsaniz, bu sadece koleligin devam eden kurumlarini degil, liberal kapitalizmin irkciligi yeniden tesis ettigi kurumlarini da ilga etmek icin verilen bir mucadeledir ve birlikte yasamanin mumkun oldugu gibi, tikelci degil, evrenselci arzulari olan bir mucadeledir.
(babaerenler - 5 Kasım 2005 11:58)
senaryosunda animal farm la sadece benim mi benzerlikler gordugumu merak ettigim film.
(what goes around comes around - 27 Kasım 2005 02:32)
sadece irkcilik ile ilgili bir film olarak nitelemek yeterli olmaz sanirim. zannımca türkiye'yi de pek bir guzel anlatabilen, felsefi altyapisinin belki de dolayli bir bicimde statüko kavramı üzerine kurgulandigini dusundugum bir film. grace karakterinin filmin sonuna doğru geçirdiği evrim, komün tarafından seçilerek bir nevi zoraki diktatör haline getirilmek istenmesi ve bu yolla düşünsel her türlü meydan okumaya sırt dönmenin amaçlanması, aklıma ülkemizin ikonlarini ve bu ikonlarin ilerici karakterlerine rağmen etrafında yaratılmış dogmalar bütününü getirdi.gel de mevlana'yı anma: "korkunun seni hareket ettirecegi bicimde hareket etme." von trier'in altyazı'nın bu ayki sayısındaki sorulara verdiği cevaplardaki açık yüreklilik ayrıca takdire sayandir. soru sahiplerinin filmle ilgili zorlama cikarimlarina, "bilmiyorum", "hic oyle dusunmemistim", "isteyerek koymadim, belki bilincaltimla ilgili bir durumdur, terapistimle tartismam lazim" mealinde cevaplar vermistir.
(degisen - 29 Kasım 2005 10:20)
Yorum Kaynak Link : manderlay