Dogville ' Filminin Konusu : 30'ların Amerika'sında Rock dağlarında bir kasabadayız. Peşindeki gangsterlerden kaçan güzeller güzeli Grace, bir kasabaya sığınmak zorunda kalır. Kadına acıyan kasaba halkı, başlangıçta iyi niyetlerle kadına sahip çıkar ve arasına alır. Fakat kadının konumunun kendileri açısından da bir tehlike arz etmesiyle, aralarındaki ilişki farklı boyutlar kazanmaya başlayacaktır. Grace, kasabalının öteki yüzünü görmeye başlar ve çaresizliği bir kurban konumu almasına neden olur.
Dancer in the Dark(2000)(8,0-93342)
Breaking the Waves(1996)(7,9-56138)
Europa(1991)(7,7-18263)
Manderlay(2005)(7,3-21598)
Melancholia(2011)(7,2-165827)
The House That Jack Built(2018)(7,0-22554)
Nymphomaniac: Vol. I(2013)(6,9-119701)
Idioterne(1998)(6,8-30750)
Forbrydelsens element(1984)(6,8-8484)
Direktøren for det hele(2006)(6,7-10283)
Nymphomaniac: Vol. II(2013)(6,7-79877)
Antichrist(2009)(6,6-112057)
üstünde söylenebilecek fazladan bişiyler olan bir film.isa göndermesi gayet açık. ne olursa olsun bağışlama, anlama –empati-, insanı sevme –hümanizm-nin karşısına konulan bir de diğeri var: adalet. burada siyah arabasıyla gelen babayı tanrı olarak düşünürsek: isa çuvallamıştır çünkü tanrı değil insandır ve kibirlidir, bağışlamakla da olsa kibir sahibidir. kibir isa’ya diil ama tanrıya atfedilebilecek bir kavramdır oysa. ki tanrının bütün gücü elinde bulundurduğu da düşünülürse.. bu gücü paylaşmamayı, yani insanı seçen(?) isa'nın gerçeği anlaması olabilir filmin yorumu. yani işte en basit haliyle: diğer yanağı uzatmak yerine tokat atmak. isa’nın da herşeyi bağışlayarak insani zaafını ortaya koyduğunu ve kibirli davrandığı mesajını verir, oysa tanrı ilahi adaleti sağlayandır, zaafsızdır. insani özelliklerden sıyrıldığında -kibir gibi- insan da –tanrı gibi- adaleti sağlayabilir. ki “hatalarının doğalarından gelmesi hataların affedilmesi gerektiği anlamına gelmez” psikanalize kadar giden bir eleştiri. ki o da yine her batılı kavram gibi isa'ya gider ve benzeri. yani filmin arabadaki sahnesi çok ama çok dolu. gücü elinde bulunduran kibirle eleştirilip terk edilmiş ve insanlara sığınılmıştır. insanların, basit insanların, şartlar dahilinde ne kadar kötü olabileceği görülüp bütün suç şartlara bağlanmış ve bu insanlar affedilmiştir. bu özünde varoluşsal kaygılar çeken şımarık çocuğun sorunudur. aç kalmamış çocuğun aç kalmadığı için suçluluk çekmesi, ya da yine isa üzerinden kurulmuş tüm bir suçluluğa dayalı toplum yapısı, adem ve havvayı, ataların günahlarını, isa’nın çarmıhını ödeme, vaftiz vb. (o kadar aşağı görür ki açlığı, kötülüğü, şiddeti, kendi sahip olduklarını öylesine küçümsemeye başlar, açın halini anlamaya, bir anlayış üzerinden herkesi kucaklamaya çalışır. şehirlinin kasabalıya özentisi. aydının köylüye. sanır ki kendisinin sahip olduklarından yoksun bulundukları için yapmaktadırlar yanlış olan her şeyi insanlar. görmez net olan gerçeği: insanların bazıları kötüdür, bazıları aptal. kendisinin sahipken reddettikleri kaldırabilir oysa kötülüğü: güç, eğitim, tokluk, imkanlar vb. o da her zaman diil. kendi iyiliğini yetiştirilmesinden ve şartlarından sanır, şans sanır. kendini ve sonucu olarak iyiliği küçümser ama aslında garip bir keyif alır durumdan çünkü alçak gönüllülüğü barizdir. tanrının oğlu olmasına rağmen çektiklerini çeken isa gibi. isa’yı trajik yapan torpil görmemesidir. herhangi bir insanın çekeceklerini çekmesi fazladan trajik olur çünkü tanrının oğludur, “özel” olmasına rağmen çekmiştir acıları kabullenişle. dolayısıyla filmde de kötülüğü fazladan kötülük yapan ona karşı çıkılmamasıdır, iyi niyetle yola çıkanın cezalandırılması fazladan tepki bulur. inadına iyi niyeti sürdüren kötülüğü görmekten isalaşarak keyif alır. tanrıya acı yoluyla yaklaşmak gibi. grace'in çektiği acıyı daha da göze sokan zamanında dogville'i gerçekten sevmiş olması ve bu sevgisine karşılık olarak bu cevabı almış olmasıdır. dogville'e ilk bakışından dolayı dogville'e son bakışı bunca sarsıcıdır. "basit ve bu yüzden güzel" dediği "basit ve bu yüzden çirkin"dir.) tanrı yeniden bu sefer çocuğunu insanların kötülüğünden kurtarmak için geldiğinde bağışlayandır. tanrının çocuğunu bağışlaması kibirli diildir, sevgisindendir. insanın bağışlaması kibirden ya da merhametten olurken tanrı sevgisinden bağışlar. –bağışlarsa- ve gücünü bölüşmeyi önerir, adaletin sağlanması için. üstelik de der ki “kibirli olan sensin, dünyanın düzelmesini, ayırd etmeksizin herkesi ve sürekli bağışlamanla, engelliyorsun”. o noktada intikam için diil ama aynı şeyin yeniden olmaması için ağlayarak da olsa herkes öldürülür. bir zaman o kadar sevilmiş olan insanlar yakılır. adalet üstündür. bir tek musa bırakılır cezalandırılmadan çünkü o haklıdır, kemiği çalındığı için hırlamaktadır. haklı olana kılıcını kaldırmaz güç, kötülüğedir kılıcı. haklı olana aynı şefkatle bakmayı sürdürür.kötülüğe kötülükle cevap bile diildir. intikam da diildir. grace hala adil bir şey yapmaya çalışmaktadır. çıkış noktası dünyayı daha iyi bir hale getirmektir. köyün yakılmasının sebebi bir kişiye daha aynı şeyin yapılmasını engellemektir çünkü grace’in “ben aynı şeyi yapar mıydım?“a verdiği cevap “hayır”dır. (burada sosyal psikoloji deneyleri geliyor aklıma (bkz: milgram deneyi), yapılan bir deneyde bir insana elektrik vermesi söylenen deneklerin %87sinin sadece “elektrik ver” denildiği için elektrik verebildiği %13 gibi bir oranınsa “hayır” demeyi ne olursa olsun başardığı görülür. grace bu kasabada o %13ün olmadığını ve olamayacağını görür.) öğrenmenin mümkün olmadığı yerde başvurulan çare öldürmek. bu da gözyaşları içinde izleyerek yapılıyor, sapık bir intikam keyfiyle diil. adalet sağlanıyor. ve kemiği çalınan köpek anlaşılmaya devam ediliyor çünkü haklıdır öfkesinde, oysa yakılan insanlar haklı diillerdir.burası muhteşem işte: herkesi affetmekten, hak edenleri affetmek aşamasına gelinmiştir. dolayısıyla adil olunmaya başlanmıştır. -differentiate-. herkesi affetmek çünkü adaleti kaldırır ortadan. kötülüğe de prim verir. herkes eşit davranılmayı hak etmez. sadece insan olmak hata yapma veya sevilme hakkını vermediği gibi.filmde bir tür kendini adama ve bilinçli seçim var. isa'dan farkı bu: isa daha doğmadan seçilmiş olanken burada grace kendisi ve gayet çocukça bir inatçılıkla ve stoacılık -tanımını basitçe acılara dayanmayı bilmek, isyansızlık, herşeyi olduğu gibi kabullenmek (hatta yaratılanı severiz yaradandan ötürüye düşerek), karşı çıkmamak olarak yaparsak- gibi bir felsefeyle ve bir amaçla yola çıkar. kibri burdadır.isa’ya ise kibirli demek fazla olabilir. çünkü o tanrının oğlu olması gereği insanla kıyaslandığı anda alçakgönüllüdür. grace’in kendini cezalandırma edimi vurgulanır. başında da vardır bu: “ilk defa bir şey çaldım” diye suçluluk çekerken ceza talep edendir, tecavüzlere karşı koymayan. ceza talep eder. suçluluk farklı bişiydir ceza talep etmek farklı. bir çeşit mazoşizm. ki kendisine çok düşkün olan jason’ın cezalandırılmak istemesinde de grace’e hayranlığı görülür. “vur bana“ der çocuk, “cezalandır beni” der ve suçu ceza için işler, bebeğe vurur cezalandırılmak için. çocuk psikolojisi açısından değerlendirildiğinde anlamlıdır, (rol model vb.). ve vuramaz grace, vurulmasına rağmen “acımıyor daha da vur” derken çocuk, sahip oldukları-olmadıkları- için kendini cezalandırmakta olan grace’in yansımasıdır. –spank-bir diğer önemli nokta asıl ihaneti edeni –tom- bizzat kendisi vurmasıdır. o noktada aşkını da, merhametini de, yani insan olarak bütün “zaaf”larını yener. yaptırmaz bunu, kendi yapar.insan olarak bütün zaaflarını yenmiştir ve kendisine hırlayan köpeği bağışlamaz artık, merhamet etmez. sadece sever. kibirsiz, şefkatle sever, şefkati hak ettiğinden köpek. merhamet diil şefkattir artık bakışları. çünkü insanların aksine hayvanların nedenleri doğaldır. kemiği alındığı için hırlayan köpek öldürülmez. tek kötü olmayan odur. insan bütün eylemlerinden sorumlu olduğu için kötülüklerinin bedelini ödemelidir. ödetmemek merhamettir. kendisini üstün gören merhamet eder. merhamet yapış yapış yapışandır çünkü. kendi büyüklüğüyle merhamet etmeye çalışmak, anlamaya çalışmak, kısaca empati bile sahte bir duygudur. durup bir değerlendirme yapmak gerekli. koşulsuz sevmeden, anlamaya çalışmadan önce “peki ya ben aynı şartlarda birine bunları yapar mıydım?” demek gerekli.merhametle şefkat ayrışır.kesinlikle tanrısal evet. insandan sıyrılınca vardır adalet. ki bu da suç ve ceza'ya kadar gider vb..7 çocuk 7 biblo 7 günah bağlantısı üzerinde hiç düşünmedim açıkçası.ancak bebeğin öldürülmesi önemlidir. orada göz kırpar bence film. bakalım baba-kızın konuşmasından ve saatlerdir anlattıklarımdan bişiy anladınız mı yoksa hala “ama bebek masum, ölmesin” diye düşünecek misiniz? der. achilles topuğu. zayıf noktamız. kalbine bir kurşunla öldürülür. net. -blink-sadece izleyenler de, tecavüze dahil olanlar da, hepsi cezalandırılır. tecavüz kısmı bir diğer önemli kısım. ki onun cevabı bence bütün bir erkek egemen adalet sistemine: “doğaları diye affedemezsin” ile verilir. bu gerzek psikoloji çarpıtmaları ile kadının tahrik eden nesne, erkeğin arzularını dizginlemekten aciz bir hayvan görüldüğünün, id, yetiştirme, doğa, hormonlar vb. ucuz bahanelerle sürekli ve sürekli kabullenilen toplu tecavüzlerin, bunların nasıl kanıksandığının, doğaları diye nasıl affedildiğinin ufak bir hatırlatılması vardı. arada verilmiş de olsa yerinde bir dokundurma idi. ki aşkın konumlanmasını da “özgürleşince kavuşmak” ve “seni benden hiçbir şey beklemeyen tek kişi olduğun için seviyorum” ile yapıp bedensel herşeyden ayırırken tam da aşkın dahi hormonlara, sekse indirgendiği bir dönemde nasıl da idealde olduğunu vurgular. sahtedir o ayrı mevzu. bu filmi 17 yaşımda izlemiş olmak isterdim. 17 yaşımdaki halimin bu filmi izlemiş olmasını isterdim. fark etmediğim bir şeyi bir film fark ettirsin isterdim mesela bana da bir kez hayatımda. ama anca fark edilmiş olanı okumaktı filmde yaptığım. çoktan düşünmüş olduğunuz şeyleri yazan kitaplar gibi... ilk bakışla son bakış arasında fark edileni; bağışlamanın, fedakarlığın, anlamanın, sığınmanın, inanmanın, saf, emek vererek, affederek, çocukça sevmenin değil, ağlayarak da olsa sonunda adaleti sağlamanın önemli olduğunu bir (bu) filmden öğrenmiş olmak isterdim, hayattan diil. bunun –adaleti sağlamaya soyunmanın- tanrıcılık oynamak olduğunu da birinin söylemesiyle öğreneyim isterdim, kendim düşünüyor olmayı diil.. üzerinden yazdırmış, üzerinde konuşturmuş, güzel bir film.
(pati - 8 Aralık 2006 11:52)
kanımca sinema tarihinde deneysel filmlerin en önde gelenlerinden biri, belki de en iyisi..ancak bu tanımlama böylesi bir film için kesinlikle yeterli değil. dogville, tipik bir lars von trier filmi: omuzda taşınan hareketli kamera, dinsel öğeler, olaganüstü sadelik ve acımasız gerçekler...filmin ilk onbeş dakikası izleyici için tam bir şok...tiyatro sahnesinde, olan biten her şey çizgilerle belirlenmiş bir dünyada geçiyor. bu onbeş dakikayı atlatan izleyici, ilerleyen dakikalarda filmin içine girmekte zorlanmıyor ve finale doğru böylesi deneysel/yenilikçi/brechtvari filmin bir başyapıt oldugunun farkına varıyor.özellikle filmin kilit sahnelerinden olan ilk tecavüz sahnesi, bence sinema tarihinde yıllarca unutulmayacak bir özelliğe sahip. nicole kidman tecavüze uğrarken usta yönetmen lars von trier kamerayı yavaş yavaş geriye çekiyor ve korkunç gerçeklik beliriyor. her ne kadar evler arasında duvarlar olmasa da film gereği kimse görmüyor bu tecavüzü. ama izleyicinin gözünde herkes olayın içinde. geniş açıdan çekimde filmin hemen hemen tüm oyuncuları sahnede. işte bu kilit sahneden başlayarak film boyunca lars von trier günümüz toplumuna şiddetli bir eleştiri getiriyor: "en yakınımızda olan şeylerin bile farkında değiliz, gözleri tamamen kapalı bir durumdayız.."saygı ve de hayranlık duyuyorum...
(kafkaesque - 2 Nisan 2010 23:11)
(bkz: siirtville)
(stargazer - 27 Nisan 2010 01:19)
ben çok ama çok severim bu filmi.ama onu söylemiycem, bi anım var bu filmle ilgili o geldi şimdi aklıma.bi gün şehirler arası otobüste yolculuk yaparken muavin yolculara sordu seyretmek istediğiniz bi film var mı filan diye (biliyorum çok garip ama elinde cd yokmuş)neyse yanımda da bu filmin cd'si vardı verdim seyredelim diye.allaan danası 2. cdyi açtı yanlışlıkla, o da tam tecavüz sahnesinin olduğu yerden başlıyomuş. yani çok ayıpçı şeyler seyrettirmiş gibin oldum, millet cıks cıks kapat şunu filan ya yaptı. ehe mehe dedim koltuğun arkasına saklandım. çok yazıktı bana.bu da böyle bi anımmış.
(armandez de vitoro - 26 Ocak 2011 21:18)
iyi ekmeğini yemiştik çıktığı vakit..lars von trier'i anlama ve üçlemeyi okuma toplantıları tertipler şeklimize şekil katardık.. hey gidi günler... şimdi aşk tesadüfleri sever izleyip ağlıyor, serda ortaç'la coşuyoruz! hayat beni neden bozuyosun?
(kedikara - 2 Mart 2011 15:15)
insanı insandan soğutan film.keşke bu kadar gerçek olmasaydı diyorsun, insandan bir kez daha nefret ediyorsun, toplum denen ikiyüzlü canavarın insanı nasıl yuttuğunu görüyorsun, masumiyeti nasıl siktiğini görüyorsun, küfrediyorsun, ister istemez üzülüyorsun.sonra graceleşmeye başladığını fark edip ürküyorsun.asosyallikten antisosyalliğe geçmek üzere olanlar izlememeli.
(kirlikedi - 19 Şubat 2012 15:09)
filme kendinizi kaptirirsaniz eger, bir sure sonra, olayin bir tiyatro dekorunda gectigini unutabilirsiniz. trier amcamin kendi filmografisinde bile aykriri duran bir film, gene de tekrar izlenmeyi hak ediyor. nicole kidmanise sanki olmamis gibi geldi bana. emanetmis gibi oynamasindan midir nedir? lars amcamin klasik oyuncu kadrosu (udo kier dahil, kacmaz tabi) gene bir arada. bunlar bir apartmanda bir arada falan mi yasiyor yahu? lars amcam bunlari sabah uyandirip "hadi len, film cekiyoruz" mu diyor? bilemiyorum.
(lecagot - 7 Temmuz 2003 20:33)
bu film hakkında daha önce de birşeyler yazdım, şimdi de yazıyorum ve yazmaya da devam edeceğim; bıkmadan usanmadan. rashomon, 12 angry men, a clockwork orange, american beauty, truman show gibi sorgulayıcı, sorgulatıcı; sersemletici ve o ölçüde şaşırtıcı bir film. başucu filmlerimden, dönüp dönüp izlenesi.işin aslı benim için bu gece uzun olacak ve ben adını sol framede görmek istedim, o kadar.
(kafkaesque - 12 Şubat 2013 01:49)
bir dakika! oyuncuların soyut bir sahnede oynadığı, sadece hikayeye ve karakterlere odaklanmayı sağlayan bir anlatım tarzı mı? ama bu bir devrim!bence buna bir isim vermek lazım. benim önerim: tiyatro.
(ssg - 12 Şubat 2013 01:57)
ilk 15 dakikasında bağlanamadığınızda 3 saat 10 dakika boyunca daralabileceğiniz, ama konuya bağlanırsanız da gayet masalsı/tiyatrosal anlatım biçimiyle keyifle izlettiren, hem our town (thornton wilder) filmini, hem de siyah/beyaz sessiz sinema filmlerini de çağrıştıran anti-amerikan duruşundan ziyade insanların birer köpekten farksız olarak yaşaması ve yüce idealler peşinde koşmanın sadece bir hayal olarak kalacağını ifade etmesinden anti-idealistliği savunması dikkatimi daha çekti. zaten film anti-amerikandan ziyade anti-hümanist olarak da düşünülmelidir. demokratikmiş gibi gözüken bir toplumun ne kadar kolay antidemokratik davranabileceği, hatta aslında çok da bariz faşist olabileceğini görmemizi sağlıyor bu film (non-spoiler, zira filmin tematik içeriği değil, etiği ele alınmştır).
(spaztica - 24 Eylül 2003 18:25)
7 biblo..rahatsiz edici sahneleri var. ama bu film insanlara cok sey ogretiyor. hayatimda bu kadar ogretici bir film daha izlememistim.bazi insanlari egitemezsiniz, onlari kotuluk etmemeye ikna edemezsiniz. kotuluklerini suratlarina vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. onlari gormezden de gelemezsiniz. cezalarini haketmislerse haketmislerdir.merhamet her zaman en dogrusu degildir, en guzeli ve en ahlaklisi da degildir. size kotuluk edenleri mazur gormek, onlara anlayis gostermek, onlarin icindeki seytani ancak besler, buyutur. affetmek belki de o insana yapabileceginiz en buyuk kotuluktur.size kotuluk edenlere merhamet duyan, onlara anlayisli davranan, ne cektiklerini dusunup onlarin gozunden olaylara bakan biriyseniz, bu filme gidin. gidin ki anlayin, iyilik karsilikli degildir, kotuler cezalandirilmalidir.eger kotuluk ettiyseniz birine, iftira ettiyseniz, fesatca ona yapmadigi, hatta dusunmedigi suclari yakistirdiysaniz, onun namusuna, serefine dil ya da el uzattiysaniz.. o zaman gitmeyin bu filme. bu filmde kendi igrenc yuzunuzu gorup gercekleri yine inkar edeceksiniz.yine kandiracaksiniz kendinizi ve suphesiz size benzeyenleri. o yuzden hic zahmet etmeyin.fakat merhamet eden biriyseniz, gercekten size, sahsiniza korkunc kotulukler yapilmissa, ve siz herseye ragmen icinizde bir yerde o kisiyi kendi hayatindaki acilar ve zorluklar yuzunden mazur goruyorsaniz, gidin bu filme. hemen.zararin neresinden donulurse kardir.
(mylia - 10 Aralık 2003 22:50)
kucuk de olsa bir kasaba dolusu insanin akibetinin, birbirinden farkli sekilde ve derecede davrandiklari halde, ayni olmasi, ve bu akibetin ne olacagina 1 tek kisinin karar vermis olmasi, affetme yuceligini ve kibrini kendinde goren kisinin, bir level atlayip, cezalandirma gucunu ve hakkini da kendinde bulmasini isaret eder. beyaz perdede bunu gorebilenler, oh olsun yerine, yok aslinda birbirinizden farkiniz diyecektir.tokat gibi.
(bigidi - 11 Aralık 2003 10:19)
dogville... yoksa tocqueville mi? (bkz: alexis de tocqueville)grace de, amerikayı ve başta demokrasi anlayışı olmak üzere, tüm amerikan değerlerini tocqueville gibi keşfediyor. tocqueville, hoşuna gitmese de demokrasinin yayılacağını öngörüyordu. grace'in dünya görüşü de daha iyimser sayılmaz; nasıl tocqueville seçimini ait olduğu aristokrasiden yana kullanıyorsa, grace de sahip olduğu gücü kullanmayı tercih ediyor.lars von trier, kör olduğunu kabullenemeyip evine kapananlara gerçekleri gün ışığı gibi gösteriyor... dahası, dekorlar içinde boğularak yabancılaşanın (bkz: alienation) yalnızca insan değil, sinema da olabileceğini kanıtlıyor.
(gandy phoebus - 14 Aralık 2003 02:33)
7 ölümcül günah ile sembolize edilen sebepleri kadar, ayrıca kötülük kavramının kendi içinde ne denli döngüsel, ne denli değişken olabileceğini görüyoruz. tıpkı daha önce seven'da izlediğimiz gibi, son günah öfke, yine adalete hizmet ediyor ve eylem kötülük olmaktan çıkıp zorunluluğa dönüşüyor. adalet duygusu iyinin ve kötünün ötesine geçiyor."intikam soğuk yenen bir yemektir; fakat yine de aç yatmaktan iyidir." benzeri bir özdeşimle izleyici finalde iç huzura kavuşuyor.
(jeordie - 20 Aralık 2003 13:46)
seyirciyi x saat boyunca gerip, finalinde rahatlatmayan; aksine iyice piç eden bir filmdir dogville.tevazünün ne derece büyük bir kibir olduğunu bilen şahsıma*, affetmenin de ne kadar büyük bir kibir aracı olduğunu göstermiş bir filmdir. daha filmden çıkarken başlatmıştır iç çatışmaları.bütün o olayları yaşamış biri olsam ve adım da grace olsa idi, ben ne yapardım?grace, kasabadakilerin yerinde olsa, aynı şekilde davranmayacağını söylüyor anlatıcı. peki ya biz grace'in yerinde olsaydık, nasıl davranırdık? iç ürpertiyor çok garip bir şekilde, gayet hümanist bildiğim bünyemi derinden yalpalatıyor bu soru. evet, ben de o gücü kullanırdım sanırım.sinemadan çıkıp istiklal caddesine bıraktım kendimi bugün. şahsımın abartılmış bir biçimde sergilendiğini sezdiğim grace karakteri, ve akabinde bütün o film içime işlemiş sanki. çok alakasız bir şeye sinirleniyorum yürürken, yanımdakilerden birinin söylediğine, ki sinirlendiğim az görülmüştür. bilinçaltımda filmin mesajları yüklü bir şekilde, ancak filmle alakalı hiçbir şey düşünmeksizin yürümeye devam ediyorum. ve hümanist bedenimle gayet istemli bir şekilde önüme gelene omuz atıyorum, anlamsızca. bu film şahsımı piç etmiştir. üzerinde daha uzun süreler düşündüğüm filmler olmuştur ancak bilinçaltımı bu kadar etkileyen bir film olmamıştır. bilmiyorum belki de filmi izleyeli daha 4-5 saat geçtiği için böyle konuşuyorumdur; ama sanmam, açık bir şekilde üstümden geçti bu film benim.
(liquid - 21 Aralık 2003 00:23)
amerika karşıtı gibi görünmesine rağmen derinden derine amerikan ideolojisi propagandası yapan faşizan film.yönetmenin sinemacılık yeteneğine diyeceğim yok. çok cesur bir deneme, çok başarılı bir anlatım, çok iyi bir film. şahsen yönetmenin dalgaları aşmak filmini izlerken de aynı duyguları yaşamıştım. ancak, bir sıradan insanın yaşadığı derin duyguların psikolojisini anlatır gibi görünen o filmin finalinde peydahlanan çanlar aracılığıyla verilen direkt dinsel mesaj dolayısıyla gayet hayal kırıklığına uğramıştım. dogville filmini büyük bir sinema keyfiyle izlerken bir yandan sürekli çanların nereden çıkacağını düşünüp durdum. ne yalan söyliyeyim bu defa çanlar öyle iyi gizlenmiş ki sinemadan çıkıp filmin içimde yarattığı huzursuzluk üzerine saatlerce düşündükten sonra çanları farkedebildim. çanlar, kibir kavramıdır efendim.evvela şurası çok açık ki köy ahalisi ile grace ve onun babası arasında temelde bir ayrım var. köylüler sıradan insanlardır ve yaşantılarını gündelik küçük meseleleri ve hayvani dürtüleri ile zaafları yönlendirmekte ve oluşturmaktadır. grace'in yaşantısı ise bir takım kavramlar, bir felsefi duruş üzerine kuruludur. filmden anladığımz kadarıyla bir köylünün kendince ahlaklı olması kendi küçük amaçlarını gerçekleştirmek için seçtiği hesapçı bir yoldur, yüce bir varoluş biçimi değildir. evet bu tespit insan doğasına dair çok nesnel bir yaklaşım. ancak grace' in kendince ahlaklı olmasının, onun kişisel küçük amaçlarıyla olan, olması beklenen maddi bağlantısı ortada yoktur. o sadece kibirlidir, affedicidir. her ne yapıyorsa bu yüzden yapmaktadır. işte, insanın ve toplumsal ilişkilerin doğasının kibir kavramı üzerine kurulu olması bu filmi spekülatif kılmaktadır. zira insanın gerek birey olarak gerekse toplum dahilinde sergiledeği her türlü davranışın maddi nedenleri vardır. felsefi kavramlar nedenin kendisi değil mevcut olanın sistematize edilerek ifade edilmesinden ibarettir. bir anlatının olup biteni anlatmasını ve izleyende felsefi sonuçlar doğurmasını bekleriz, ama anlatıda anlatılan karakterlerin bir kısmına maddiyatın çıplak gerçekliğini yakıştırıp onları sefilleştirmek, diğer kısmına ise felsefiliğin düşünsel muğlaklığını yakıştırıp onları asilleştirmek, ayrımcılıktır. bu ayrılığın açıkça iddia edilmeyip olağan gerçeklikmiş gibi, zaten böyleymiş gibi anlatılması demagojidir, yalandır. dinlerin yaptıkları her zaman maddi ilişkileri spekülatif ahlaki kavramlarla örtmek olduğundan, bu filmdeki kibir kavramıyla diğer filmdeki çanlar özdeştir.yönetmen öyle iyi bir yönetmen ki kibir tartışmasını nerede ortaya çıkaracağını da çok iyi bilmiş. grace köylülerden feci şekilde eziyet görmüş ve fevkalade perişan duruma düşmüştür. tabi onunla özdeşleşen izleyici de. ve bittabi izleyici aynı zamanda grace'e eziyet eden köylülerle de özdeşleşmiştir çünkü köylüler herkeste bulunan insani özellikler dolayısıyla grace'e eziyet etmişlerdir. bu durum, izleyicinin yaşadığı bir iç çatışmadır. izleyici tam kendi zaaflarından dolayı büyük pişmanlık ve kendi yüce duyguları büyük azap içindeyken, tüm bunların nedeni olarak kibir kavramı ileri sürülür ve grace'e intikam olanağı verilir. ve tabi ki mevcut azabı yok edecek bu olanağa izleyici canı gönülden sarılır. evet kibirsiz olunmalı ve güç kullanılmadır. doğru olan güç kullanmaktır. doğru olan asillerin güç kullanmasıdır. doğru olan, mızmızlanan zayıf ve sefil insanlara karşı kibirden kurtulmuş silah gücüne sahip olanların ceza vermesidir. izleyici içindeki ulviyete azap veren zaafların yok oluşunu izlerken, dışındaki mafyatik işleyişi meşrulaştırmış olur. işte faşizm kendini böyle meşru kılmaktadır.peki film neden amerika'da geçmektedir? yönetmen amerikalı değildir. konu da kesinlikle amerikaya özgü bir konu değildir. aynı konu bir türk köyünde de geçse, bir tibet köyünde de geçse değişen bir şey olmaz. nitekim köye gelen bir yabancının, hatta burdaki gibi güzel bir kadının, köy düzenini alt üst etmesi üzerine türk filmleri de vardır. yönetmen filmi kendi ülkesinde çekerek de pekala aynı "ulvi" mesajı verebilecekken neden böyle yapmamıştır? filmden genellikle amerikan kültürü eleştirisi olarak söz edilmekte. halbuki eleştirilen sıradan insanlar, yüceltilen ve adalet sağlayıcı olarak gösterilen silah gücüdür. benim filmden aldığım mesaj, ya fakir ve günahkar olup cezamı bulacağım, yahut da kibiri bırakıp silah sahipleriyle işbirliği yaparak kendimi kurtaracağımdır. yönetmenin amerika ile kişisel bir ilişkisi var mıdır bilemem. ama filmdeki mevzubahis mesajın, amerika'nın sürdürmekte olduğu mevcut savaş doğrultusunda bize verdiği mesajla birebir örtüşüyor olması ile filmin amerika'da geçerek amerikan silah gücünü meşrulaştırıyor olması malesef es geçemeyeceğim bir durumdur.
(bindokuzyuzseksendort - 23 Aralık 2003 03:24)
filmi izlerken birden sadece insanları anladığı için onları affeden ve kendisine karşı her yapılan haksızlığı ve tecavüzü sineye çeken "grace" karakterinin çok tanıdık geldiğini farkettim: o, bir dişi isa ve bu da hristiyanlıktaki "kibir" kavramı üzerine bir film: "tanrı, mesih'i, kanıyla günahları bağışlatan ve imanla benimsenen kurban olarak sundu. böylece adaletini gösterdi. çünkü sabrederek, daha önce işlenmiş günahları cezasız bıraktı. bunu, adil kalmak ve isa'ya iman edeni aklamak için şimdiki zamanda kendi adaletini göstermek amacıyla yaptı."(romalılar.3:21-31)trier hristiyanlığın kibir kavramına bakışının ardındaki çelişkiyi vurguluyor. kurnaz yönetmen, insanlık adına ceza çekip babaya dönen bir isa yerine dünyaya inen mafya babasıyla ortalığın altını üstüne getiren bir dişi isa koyarak hristiyanlıkla inceden dalgasını geçiyor. ** izleyiciyi kışkırtıyor. sadece hristiyanlığın değil bütün ibrani dinlerin, kibir dediği şey aslında hür iradeden başkası değildir. triers bize bunu hatırlatıyor, "öz irademizin inanmak yada inanmamak arasında tercihte özgür olduğunu" fısıldıyor. grace isa, kendi kibirine boğulmaktan vazgeçtiğinde, içinde biriken öfke dışa vurunca bizi de zincirlerimizden kurtarıp özgür bırakıyor. incil'e bakılırsa bizzat mesih kibiri en önemli günahlar arasında sayıyor (matta.15:20) (mar.7:1-23). oysa isa babasından aldığı yetkiyle şunları derken lanetlediği kibre kapılmış olmuyor mu?:"size doğrusunu söyleyeyim, benim aracılığım olmadan baba'ya kimse gelemez, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır, böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir, bu uçurumu geçen tek bir yol vardır. karşıya atlayarak, tırmanarak ya da zıplayarak geçemezsin. benim köprümden geçmek zorundasın, tek yol, tek gerçek ve tek yaşam benim" bu isa, kim oluyor da bizi koyun gibi (bkz: iyi çoban) güdüyor? kendi tercihimizle günah işlemek özgürlüğümüz olmalı bizim. dinin "kibir" dediği şey aslında sadece hür iradedir. ister incil olsun ister kur'an, tek tanrılı dinin kitapları insan'ın kendi bilinciyle karar verme yetisini mümkün olduğunca baskı altına almaya çalışır ki dogma korunabilsin. (bkz: bakara) (bkz: gözümüzün önüne çekilen perde/@andrew)hristiyan inancına göre, seytani dark side'a geçiren seyin de, onun kibiri oldugunu düsünürsek, kibir, işlenmiş ilk günahtir. benzer şekilde kur'an'a göre kibir, insanı allah korkusundan uzaklaştıran, günah işlemesini kolaylaştıran, vicdan hassasiyetini zayıflatan bir beladır. (bakara / 206) burada yapılan bir saptama isa'yı da kibirin kurbanı olup başlı başına günaha girmekte gösteriyor. tabii elbette o tanrı'dır ve kibirlenmesi doğaldır. yoksa değil midir? bize yasakladığı şeyleri tanrı bizzat yapabilir mi? başka değişle senaryonun hınzırca bir ustalıkla yakaladığı şudur: dünyaya insanlığa örnek olarak yolladığı kusursuz yaratık maddesel olanla birleştiğinde tanrının onurlu yüceliği onda kibire dönüşmektedir. ve insan cismine bürünmüş tanrı bizzat şeytanın en sevdiği günahı işlemek çelişkisine düşmektedir. öyle ya hür irade salt tanrı katındadır. insanınsa ona ibadet etmekten başka tercihi olamaz. peki ya tanri bizzat insan kılığında aramızda dolaşıyorsa. bu onun kendi yasaklarına aykırı davranmasını sağlayabilir mi? ** grace=isa dipnotlar: 1) başlı başına kahramanına taktığı ad "grace" bu okuyuşa açıklık getirmeye yeter görünüyor. yuhanna incili'nin ingilizce metninin girişine bakalım:"and the word became flesh and dwelt among us, and we beheld his glory, the glory as of the only begotten of the father, full of grace and truth… and of his fullness we have all received, and grace for grace… for the law was given through moses, but grace and truth came through jesus christ. (john/yunanna 1:14, 16&17)" http://acharlie.tripod.com/…ible_study/john1_1.html ve türkçe meali: söz insan olup aramızda yaşadı. biz de o'nun yüceliğini, baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu olan biricik oğul'un yüceliğini gördük..... nitekim hepimiz o'nun doluluğundan lütuf üzerine lütuf aldık...kutsal yasa musa aracılığıyla verildi, ama lütuf ve gerçek isa mesih aracılığıyla geldi. http://www.incil.com/doc/incil_html/joh.1.html2) ve aynı isa gibi grace için de olacaklar günün sabahından bellidir. özürlü zenci kızın yatağını yaparken "burada kimse yatmayacak" diye söylenir kendi kendine. 3) dikkate değer başka gördermeler:- köpeğin adının "moses" oluşu, - zincire vurulma (çarmıha gerilme)- zinciri sürükleme (çarmıhı taşıma ) - herkese yardım eli uzatma, - tüm zulmü insanlık adına sineye çekme, - tom'un (yoksa yahuda'mı) ihaneti - babayla otomobildeki diyaloğu.diğer linkler ve kaynakça:http://www.judeministries.org/grace/6.htmhttp://www.livingcovenant.com/…ons/graceorjesus.htmhttp://www.google.com.tr/...p;q=jesus grace&meta=bu enrtye gelen katkı ve eleştiriler:pati- isa göndermesi bence de açık. ne olursa olsun bağışlama, anlama, insanı sevme nin karşısına konulan bir de diğeri var: adalet. burada babayı tanrı olarak düşünürsek: isa çuvallamıştır çünkü tanrı değil insandır ve kibirlidir, bağışlamakla da olsa kibire sahiptir. kibir isaya diil ama tanrıya atfedilebilecek bir kavramdır oysa. ki tanrının bütün gücü elinde bulundurduğu da düşünülürse.. bu gücü paylaşmamayı, yani insanı seçen isa'nın gerçeği anlaması olabilir filmin yorumu. yani işte en basit haliyle: diğer yanağı uzatmak yerine tokat atmak. isa’nın da herşeyi bağışlayarak insani zaafını ortaya koyduğunu ve kibirli davrandığı mesajını verir, oysa tanrı ilahi adaleti sağlayandır, zaafsızdır. insani özelliklerden sıyrıldığında -kibir gibi- insan da –tanrı gibi- adaleti sağlayabilir. ki “hatalarının doğalarından gelmesi hataların affedilmesi gerektiği anlamına gelmez” psikanalize kadar giden bir eleştiri. ki o da yine her batılı kavram gibi isa'ya gider ve benzeri. yani filmin arabadaki sahnesi çok ama çok dolu. gücü elinde bulunduran kibirle eleştirilip terk edilmiş ve insanlara sığınılmıştır. insanların, basit insanların, şartlar dahilinde ne kadar kötü olabileceği görülüp bütün suç şartlara bağlanmış ve bu insanlar affedilmiştir. tanrı yeniden bu sefer insanların kötülüğünden kurtarmak için geldiğinde bağışlayandır. tanrının çocuğunu bağışlaması kibirli diildir, sevgisindendir. ve gücünü bölüşmeyi önerir, adaletin sağlanması için. üstelik de der ki “kibirli olan sensin, dünyanın düzelmesini ayırd etmeksizin herkesi ve sürekli bağışlamanla engelliyorsun”. o noktada intikam için diil ama aynı şeyin yeniden olmaması için ağlayarak da olsa herkes öldürülür. bir zaman o kadar sevilmiş olan insanlar yakılır. adalet üstündür. bir tek musa bırakılır cezalandırılmadan çünkü o haklıdır, kemiği çalındığı için hırlamaktadır. haklı olana kılıcını kaldırmaz güç, kötülüğedir kılıcı. haklı olana aynı şefkatle bakmayı sürdürür.kötülüğe kötülükle cevap bile diildir. grace hala adil bir şey yapmaya çalışmaktadır. çıkış noktası dünyayı daha iyi bir hale getirmektir. köyün yakılmasının sebebi bir kişiye daha aynı şeyin yapılmasını engellemektir çünkü grace’in ben aynı şeyi yapar mıydım a verdiği cevabı hayır. (burada sosyal psikoloji deneyleri devreye giriyor, yapılan bir deneyde bir insana elektrik vermesi söylenen deneklerin %93ünün sadece elektrik ver denildiği için elektrik verebildiği %7 gibi bir oranınsa hayır demeyi ne olursa olsun başardığı görülür. grace bu kasabada o %7nin olmadığını ve olamayacağını görür.) öğrenmenin mümkün olmadığı yerde başvurulan çare öldürmek. bu da gözyaşları içinde izleyerek yapılıyor sapık bir intikam keyfiyle diil. adalet sağlanıyor. kemiği çalınan köpek anlaşılmaya devam ediyor çünkü haklıdır öfkesinde, oysa yakılan insanlar haklı diillerdir.burası muhteşem işte. herkesi affetmekten, hak edenleri affetmek aşamasına gelinmiştir. dolayısıyla adil olunmaya başlanmıştır. herkesi affetmek çünkü adaleti kaldırır ortadan. kötülüğe de prim verir. bir tür kendini adama ve bilinçli seçim var bu durumda ama. isa'dan farkı bu: isa daha doğmadan seçilmiş olanken burada grace kendisi ve gayet çocukça bir inatçılıkla ve stoacılık -tanımını basitçe acılara dayanmayı bilmek, herşeyi olduğu gibi kabullenmek (hatta yaratılanı severiz yaradandan ötürüye düşerek), karşı çıkmamak olarak yaparsak- gibi bir felsefeyle ve bir amaçla yola çıkar. kibri burdadır.isa’ya ise kibirli demek fazla olabilir. çünkü onun tanrının oğlu olması gereği insanla kıyaslandığı anda doğası alçakgönüllüdür. bir diğer önemli nokta asıl ihaneti edeni –tom- bizzat kendisi vurmasıdır. o noktada aşkını da, merhametini de, yani insan olarak bütün zaaflarını yener. yaptırmaz bunu, kendi yapar.ama insan olarak bütün zaaflarını yenmiştir ve kendisine hırlayan köpeği bağışlamaz artık. sadece sever. kibirsiz, şefkatle sever, şefkati hak ettiğinden köpek. çünkü insanların aksine hayvanların nedenleri doğaldır. kemiği alındığı için hırlayan köpek öldürülmez. tek kötü olmayan odur. insan bütün eylemlerinden sorumlu olduğu için kötülüklerinin bedelini ödemelidir.kesinlikle tanrısal evet. adalet insandan sıyrılınca mümkün. ki bu da suç ve cezaya falan gider...derin hakikaten..-------------------------------------------------------------------------------------------------------------asklepios- burda bi yanlışlık yok mu , filmde çizilen kasaba insanları oldukça puriten, neredeyse mayflowerden yeni inmişler gibi. lars belirtmese ben kasabanın konumunu new england diye okuyabilirdim. grace'nin kibirinden çok önce tom'un kibiri var aslında. yuhanna ve markos yorumunu daha çok beğenirim incil'in, daha çok akdenizli, buralardan . -------------------------------------------------------------------------------------------------------------benzin- bu bi kibir midir emin degilim çünkü dinlerle pek alakalı degilimdir...ama grace gerçekte kibirinden böle davranmış olsaydı sonunda da dişi isa rolünde devam etmez miydi hayatına? -------------------------------------------------------------------------------------------------------------gandy phoebus- guzel, cok guzel, cok dogru. grace - isa baglantisi cok mantikli. isa'nin kibirli oldugu dogru. ancak! bu okuma, dogville'i belki de fazla filmin sonundaki grace'in (carmihtaki pisman/supheli/kizgin isa?) gozlerinden izlemek olmuyor mu? yani kibiri reddedip oc almayi tercih eden grace... carmihta tanri'yi sorgulayan isa... veya en azindan "goze goz, dise dis" diyen bir bakis. film, veya dogrudan von trier bunu mu savunuyor? yani dancer in the dark'i izlediysen, "zavalli selma" dedigimiz gibi "zavalli grace" deyip, "oh olsun dogville'e" dememizi mi istiyor? yoksa, grace dogville'i atese verdirdiginde, sinema salonunda alkislayan insanlari mi gostermeye calisiyor? insanoglunun tum kotu yonlerini, gerek dogville'in curumuslugunu, gerek gangster kizi grace'in kalpsizligini... ve salondakileri. sonucta grace-isa benzerligi varsa bu, grace'i yuceltmek icin degil isa'yi kotulemek icindir ve bunda sonuna kadar varim ve de ahlakci, mesaj kaygisi icinde olmayip, "tokat atana diger yanagini don" ogretisi icinde olmadigi da acik. bence karari izleyiciye birakiyor. ben yine de kibirli olmayi tercih ederdim sanirim. passion sonrasi bir "what if..?" muzur da olsa von trier'in ilgilenecegi bir tema degil sanki. isa'nin elimizden aldigi gunah isleme zevkini grace geri verebilir mi peki? sanirim neyin dogru neyin yanlis oldugu bilgisi o kadar icime yerlestirilmis ki, grace'in bizim alternatif kurtaricimiz olabilecegini, veya af-kibir iliskisini kabullenmekte zorluk cekiyorum. en azindan bunu bana gosterebildigi icin von trier'e tesekkur borcluyuz sanirim.---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------spoiler-----------------question mark- jesus sonunda delirip bütün kasabayı öldürmüyor... --------spoiler------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------benyazdim- bu mantığın kendi içinde bir doğruluğu bulunabilir, fakat ben böylesi benzetmelerin taraftarı bir kişi değilim. yani elmayı görür görmez yasak elmaya atıfta bulunuluyor demek istemeyeceğim gibi böylesi bir olayı çarmıhı taşıyan isa'ya (her ne kadar alakadar da olsa) yormak istemem tamamen kendi sinema görüşümden mütevellit tabi, yapana saygı duyarım yani burada çıkıp da lars von trier "evet nicole'ü isa ile özdeşleştirdim ben bu filmimde" dese dahi filmlerdeki kimi simgesel şeyleri böylesine direkt olarak açıklamaktan hoşlanmıyorum. yani ne olursa olsun, böylesine direkt ilişkilendirmeler hoşuma gitmiyor . sonuç itibariyle ben dogville'in referanslarından çok yönetmeninin yapmak istediği şey ve bunda başarılı olup olmadığı ile ilgilenirim. bilirim ki lars von trier senaryolarını bir matematikçi üslubuyla yazar, filmlerini ise bir mimar üslubuyla çeker. izleyicisinin psikolojisiyle oynamayı sever, duyguları manipüle etmeyi iyi bilir. ben bunanla ilgilenirim. dediklerinde doğruluk payı olduğuna da eminim, kanıtların hiç de yabana atılacak cinsten değil. amma velakin böyle eğretilemeler maalesef ilgimi çekmiyor, doğru da olsa yanlış da olsa böyle. ben o sahneyi çok sevdiğimi söylemiştim, herhangi bir gönderme olduğundan elbet ki şüphelendim ama ilgilenmedim. benim için sinemasal güzelliğinin olması önemliydi. gene de ilgine alakana teşekkür ederim, boşuna ofansif anlayışa bürünecek bir durum yok anladığın üzere-------------------------------------------------------------------------------------------------------------malice- isa alegorisini ben de fark etmiştim; özellikle grace'in şu bir yanağına vuran kişiye diğer yanağını çevir benzeri yaklaşımları fazlasıyla elevericiydi. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------bee- senin gibi bakmamıştım ben olaya filmi izlerken, ama okuyunca gerçekten mantıklı geldi. yakın zamanda okudugum the da vinci code'da da seninkine yakın sayılabilecek çıkarımlar var, yani hayatta çok çeşitli sanat eserlerinin gizliden gizliye isa'yı ve bir zamanlar onun karısı olmuş/oldugu sanılan kutsal meryem'i anlattıgını savunuyor. en iyi bildigimiz eski püskü masallarda; sindrella'da, uyuyan güzel'de, mozart'ın sihirli flütünde, disney'in mini-mickey mouse'unda, victor hugo'nun notr dame kamburunda filan hep bunları anlattıgını iddia ediyor. benim aklıma yatıyor. lars von trier böyle bir misyon yüklenmek istemiş midir, yüklendiginin farkında mıdır, ya da biz mi tamamen uyduruyoruz bilmiyorum ama dedigim gibi. neden olmasın. birebir örtüşüyo diye yazmadım ben tabi onları, hristiyanlıktan gizli gizli refer etme durumu buradaki de bir şekilde. ama dedigin gibi lars von trier kısmı daha mantıklı olacak bu şekilde. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------henryleyden- yani filmde kendi sordugu sorunun cevabini mı verdi? alternatif bir isa yaratarak isa'nin varliginin yarattigi soruna cozum getiriyor. ki bence tiers buna curet edemez, neden dersen, isa'nin yarattigi kibir dalgasin br anti isa yahut bambaska bir isa ile yaklasarak sorunu cikilmaz hale getirirsin. cunku soyle bir tehlike vardir, isa'nin antisini ya da dogrusunu yaratarak eski "sorunlu" isa'yi gerceklemis olursun. onun da dogru olabilecegi ihtimali ortaya cikar. cunku iki kutplu bir sorunda bi kutpun dogru oldugunu ileri surmek karsi tarafin da dogrulugunu kanitlar. sanmam ki lars von trier boyle bir sonuca ulasmaya calissin. bence onun yarattigi bu figur isa'nin alternatifi degil de yeniden bir isa yaratmak. yani isa'nin yasam cizgisinde farkli bir yol cizmek. isa'yi degistiriyor, ondan yeni bir sey yaratiyor. grace'in degisimi buna ornektir. yani isa'ya bir "yol gosteren" olsaydi, bir akil veren durum cok farkli olurdu. o insanligin icinde kendi kibirinde boguldu kaldi.-------------------------------------------------------------------------------------------------------------zebellah- abi filmdeki en büyük eleştiri tanrıya bi sefer. güç sahibine yani. adamın kendinden emin tavrı ile "power is not so bad" deyişini hatırlatmak istiyorum. insan, insan işte, her ne yapsa insani olacak, fütursuzca affetse kibir, acımasızca intikam alsa ödeşme güdüsü olacak, yani seyirci oh olsun kasabaya da dese, grace çok ayıbettin de dese önemli değil. zaten bakış açıları muhtelif olduğu için kimi öle dicek kimi böle, trier net bi taraf tutmamış anlatımda. belki bizim bilmediğimiz bi tarafı vardır, ama anlatıma yansıtmamış. neyse. hah, tanrı'ya en çok laf sokmuş diyordum evet, dog burda "kul" demek, ve aşağılayıcı bir anlamda kullanılmış, tanrının bizi bizim köpekleri gördüğümüz şekilde gördüğünü demiş. ve onların karşısında çok güçlü olmanın güzel bişey olduğunu, tanrının bize üstünlük taslamayı sevdiğini söylemiş. yani eğer tanrıya hakaret ettiği için çarpılacaklar varsa, bunu 4 saatlik bir sinema filmi ile yapan trier ilk sırada olsa gerek. question mark'ın dedikleri pek bi olmamış. jesus delirip kasabayı öldürmüyor evet, ama bu kısım bizim bildiğimiz gerçeklikte olmuyor ki zaten, yani babasının o kasaba halkına (yani dünya üzerindeki kullara) ne yaptığını bilmiyoruz... biz burda konuşurken cehennemin kızgın alevlerinde kavruluyor olabilirler. jesus babasının yanına döndüğünde (ki bunun referansı da bizim bildiğimiz dünyada gerçekleşmiyor) pekala grace gibi kibirini görmüş, "baba bunları cehenneminin ateşinde yak" demiş olabilir. demek istediğim grace arabaya bindikten sonra olanların tarihsel karşılığı jesus öldükten sonra olanlara denk geliyor. yani trier, jesus öldükten sonra babası ile arasında olmuş olabilecekleri kurgulamış bi nevi. ben yazdım çok güzel demiş, ben de filmleri film olarak görmeyi, atıfları da dinlere, siyasete, tarihe değil; realiteye, gerçekliğe yapılmış atıflar olarak görmeyi severim. film filmdir. ha ama tesadüfü aşan benzerlikleri yadsıyorum demek değil bu. ben de sana entrynin sonuna ekleyebileceğin bir paragraf vereyim o zaman: zebellah - benyazdım'a katılmamak elde değil. çok güzel ifade etmiş. hatta ben biraz daha ileri gideceğim zira ben fanatik ve bağnaz bi sinema izleyicisiyim, başında "gerçek olaylardan esinlenişmiştir", hatta "gerçek bir hikayeden alınmıştır" yazan filmlere bile en küçük bir gerçeklik kredisi vermem. film filmdir. film, bir yönetmenle bir senaristin kafa kafaya verip oluşturduğu bir kurgu ve sunumdur, ve bu hali güzeldir. bir izleyici olarak beni bağlayan bu kurgunun sunumunun güzelliğidir, başarısıdır. bu başlıktaki kendi entrymde de referanslardan, analojilerden hiç bahsetmeyerek trier'in senaryosu ve anlatım şeklinden bahsettim. zira filmlerdeki referansları tarihi olaylara, dinlere, siyasete değil; genel geçer gerçekliğe, dünyanın genel ve karaktersitik tabiatına bağlamayı tercih ederim. bu bağlamda, bu film benim için insan doğasına derin bir yolculuk, yetkin bir sosyolojik analizdir. ha bu demek değil ki tesadüfü aşan benzerlikleri yadsıyorum, hayır, sadece görmezden geliyorum. öte yandan, bu benzerlikleri yadsımayacaksam şu yorumu da yapmak durumundayım ki grace arabaya bindikten sonra yapılan konuşmanın referansı, jesus öldükten sonra olmuş olabilecekler üzerine bir spekülasyondur. "ama jesus kulları öldürtmedi", üzerinde düşünülmemiş bir söylem. nitekim jesus öldükten sonra filmdeki ile paralel bir şekilde tavır değiştirip "onları cehenneminde yak!" demiş olabilir. bunu bilemeyiz. başka bir deyişle, arabaya binene kadar grace'e olanlar, ölene kadar jesus'a olanlarla paralel gidiyor. trier'e alternatif bir jesus yaratmış demek absürd. trier sadece jesus öldükten sonra olmuş olabilecekleri speküle etmiş. ayrıca eğer ki trier "doğru jesus" diye bir şey yaratmaya çalıştı ise --ki maksadının bu olamayacağını sanırım netlikle gösterdim-- bu hareketi; sorunlu jesus'ı gerçeklemez. sadece varlığını, vakt-i zamanında öyle birinin yaşadığını gerçekler. ben şahsen trier'in "bir yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak" gibi bir niyeti olduğunu ne gerçekçi buluyor, ne de bunu savunacak yeterli argüman görebiliyorum. gelelim benim şahsi yorumlarıma. dogville başarılı bir psikolojik drama. o kadar. tarihi ve dini referanslar teorisi mantığa çok yatkın, muhtemelen de aslı var. ama bunun bir önemi yok. ama aslı varsa madem; trier'in, grace'in babasını grace'den daha çok yerdiğine dikkat çekiyorum. "i call them dogs", "power is not so bad"...-------------------------------------------------------------------------------------------------------------demlikposet- aslında bunlara pek inanmıyorum,bence bu metnin tabanında öyle oturulmuş uzuuuuun uzun kafa yorulmuşta hadi bi film yapayım içinde isa olsun şöyle inceden kibir koyalım,öyle derine inelimki izleyici kendini karakterin yerine koysun,filmin sonunuda öyle getirelimki seyirci dağıtsın kendini... niyetiyle masaya oturulup yazılmış film olduğuna zerre kadar prim vermiyorum ben,bunu yapan insan olamaz, yada düşünüyorum öyleyse malım ama film yazılıp senaryo ya bakılıp metinler ayarlanırken bazı benzemeler olabilir,hattaaaaa bazı benzerliklerin farkına varıp son anda ayarlama yapıp bir ikide o eklemiş olabilir,matrix bunun en güzel örneği,matrix revolutions da son filmde toplandık bir evde.ilk 2 film izlendi,animatrix izlendi ama izlerken yanımdakiler replikleir ezbere söylüyorlar, aha bak bak burada varya isaya gönderme var,bak burda eşşee şuradada sikine gönderme görüyor musun dimi evet şey yani zart zurt.. aynı anda 3.film senaryoları yapılıyor bak o olcak,bak şöle yapçaklar isa çıkacak,neo değil alter ego o fln ya bir sürü saçmalık.. filme girdik,hepsi göt olsu çıktık yattık... bazı rastlantılar olabilir ama böyle direkt kurma senaryolara ben pek inanmıyorum!! sen bu görüşüme ne dersin?-------------------------------------------------------------------------------------------------------------oz dionysos- evet okudum. mantikli geldi, ama bir yere kadar.. ayni zamanda filmde bazi ogelerin sizin dediginiz tarzda bir sembolizmle anlatilmasi filmin butununun bu sembolizmin ic mantigina bagli kalacagi anlamina gelmiyor. bu bakimdan filmin sonunu hristiyanlikla ince bir alay olarak gormenizi biraz zorlama buldum. neden okuyp okumadigimi soruyorsunuzu; herkese mi soruyorsunuz bunu?-------------------------------------------------------------------------------------------------------------flut- şu anda tekrar okudum. niye böyle bir soru sorduğunuzu ben de merak ettim açıkçası. ama ben grace'in isayla musayla bağlantısı olduğunu düşünmeyenlerdenim. grace'in elinde tuttuğu gücün fazlasıyla dünyevi olduğuna inanıyorum. ayrıca kibirli bir kadından çok patolojik tavırlar sergileyen bir kadın olduğunu da düşünmekteyim, tıpkı diğer von trier kadınları gibi.
(andrew - 8 Ocak 2004 01:47)
hiç sorgulamadan sevdiginiz birini gözleriniz kapali öpmek için egilirken kendisinden çok şiddetli bir tokat yediğinizi düşünün.. ve gözlerinizi açip karşinizdakine bakin.. işte öyle bir film..
(godot - 10 Ocak 2004 10:08)
muhteşemdir.."bazı insanları eğitemezsiniz, onları kötülük etmemeye ikna edemezsiniz. kötülüklerini suratlarına vurunca sadece inkar etmez, sizden daha da nefret ederler. onları görmezden de gelemezsiniz. cezalarini haketmişlerse haketmişlerdir. merhamet her zaman en doğrusu değildir, en güzeli ve en ahlaklısı da degildir. size kötülük edenleri mazur görmek, onlara anlayış göstermek, onların içindeki şeytanı ancak besler, büyütür. affetmek belki de o insana yapabileceğiniz en büyük kötülüktür."dogville
(efendimesoyliim - 27 Kasım 2013 11:18)
- abi sen dedin diye seyrettim old boy'u şahane filmmiş , ama göt etti beni film yaa- bende dogville seyrettim dün , sıçtı ağzıma , her tarafım mesaj doldu- dogville mi- hee dogville...2 gün sonra- allah belanı versin senin , hiç mi neşeli bi film seyretmiyon sen?- dur lan requiem for a dream varmış , evde buldum- o nasıl bişey??
(spark - 12 Ekim 2005 22:43)
Yorum Kaynak Link : dogville