Sarmasik (~ Ivy) ' Filminin Konusu : Afrika'ya gitmekte olan bir geminin sahibi armatör iflas eder ve o sırada gemisindeki mürettebattan 6 kişi gemide kalmak zorunda kalır. Zira deniz hukuku gereği gemide kalmak zorundadırlar ve hiçbir yere kıpırdayamazlar. 5 gemici ve bir de kaptandan oluşan mürettebat bu huzursuz bekleyişte hiyerarşik güç mücadelesine girecektir. Gişe Memuru filmiyle dikkatleri çeken Tolga Karaçelik'in ikinci bağımsız projesinde senaryo da kendisine ait. Görüntü yönetmenliğini Gökhan Tiryaki üstlenirken, müzikler de Ahmet Kenan Bilgiç imzası var. 2015 yılının en başarılı Türk filmlerinden biri olan Sarmaşık, 52. Uluslararası Antalya Film Festivali'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo ve En İyi Erkek Oyuncu (Nadir Sarıbacak) ödüllerinin sahibi oldu.
Ödüller :
Ahlat Agaci(2018)(8,4-8412)
Masumiyet(1997)(8,3-12114)
Kis Uykusu(2014)(8,2-39912)
Sen Aydinlatirsin Geceyi(2013)(7,9-7538)
Kader(2006)(7,9-9880)
Bir Zamanlar Anadolu'da(2011)(7,9-34494)
Kelebekler(2018)(7,8-4455)
Çogunluk(2010)(7,4-4236)
Abluka(2015)(7,4-2427)
Yeralti(2012)(7,2-8405)
Yozgat Blues(2013)(6,8-2986)
Gise Memuru(2011)(6,4-2123)
SIYAD Turkish Film Critics Association Award : "Best Actor"
SIYAD Turkish Film Critics Association Award : "Best Supporting Actor"
nadir sarıbacak tek başına sırtlamış filmi, oyunculuğu filmin önüne geçmiş.--- spoiler ---"seni sikecem o ayrı mesele."--- spoiler ---
(ar lazi - 18 Eylül 2015 09:23)
abluka ile birlikte bu senenin en iyi yerli filmlerinden biri. tolga karaçelik'in ilk filmi olan gişe memuru'ndan kat kat iyi bir film olmuş. yönetmenle yapılan söyleşiden hatırladığım kadarıyla filmin yapım süreci yaklaşık 5 yıl sürmüş. yönetmen, babasının işi gereği gemilerde çok zaman geçirmiş. filmin ilk hali 150 dakika kadarmış ama fazla uzun olduğunu düşündüğü sahneleri kendisi çıkarmış. 3 bölüme ayrılmış filmin her bölümünün başında samuel taylor coleridge'in yaşlı gemici şiirinden dizeler var. şiir filmin bazı sahnelerinde karşılık buluyor. (sümüklü böcekler gibi)
(shezo - 27 Kasım 2015 10:43)
iktidar ilişkileri üzerine yoğunlaşan iddialı bir tolga karaçelik filmi. özellikle kürt metaforunu çok başarılı buldum. çok ayrıntı vermemek lazım çünkü izlenilmesi gereken bir film diye düşünüyorum. iktidar aygıtları, hiyerarşi ve diyalog üzerine güzel tartışmaların başlamasına da ön ayak olmalı bu film getirdiği bakış açılarıyla. ayrıca tolga karaçelikin belirttiğine göre senaryo yazımı 5 yıllık bir süreci kapsamış ve genel olarak geziden önce oluşturulmuş. ayrıca film bugün gösterime girdi başka sinema kapsamında.son olarak, antalya altın portakal film festivali kapsamındaki film gösteriminden sonra gerçekleştirilen söyleşide bazı emekli teyzeler "niye bu kadar küfür var, biz rahatsız olduk" gibi şeyler ifade ettiler. bana göre dünyanın en saçma soru ve ifadeleridir bunlar. anlamak mümkün değil, belirtmeden geçemedim.
(tezertezer - 4 Aralık 2015 20:27)
tolga karaçelik'in yazıp yönettiği, nadir sarıbacak'ın döktürdüğü, 52. uluslararası antalya film festivali'nde "en iyi film", "en iyi yönetmen", "en iyi senaryo" ve "en iyi erkek oyuncu", 22. uluslararası altın koza film festivali'nde "en iyi yönetmen" ve "en iyi erkek oyuncu" ödüllerini alan film.2015 yılının en iyi filmi denilse abartı olmaz bu film için. açık ara çok iyi bir film.
(budemu - 6 Aralık 2015 21:56)
yönetmeni tolga karacelik ile yapılan bir röportaj;"“iktidar işlevini kaybettiği zaman hiyerarşiyi ve o statükoyu devam ettirmek için neler yapar?” gemi gitmiyorsa gemi değildir. “o zaman kaptanla ne yapacağız?” benim için esas sorun buydu."http://www.zaman.com.tr/…osteremiyoruz_2330670.html
(bezdim - 6 Aralık 2015 22:30)
filmi epey beğendim, bir önce onu diyeyim. konu kabaca, çeşitli film sitelerinden ya da broşürlerden okuyabileceğiniz üzere, şöyle: bir gemi var, mürettebatı var, ikmalleri yetersiz/ yenilenmiyor ve bu gemi bu haliyle yola çıkıyor. geminin sahibi, gemi denizde iken iflas açıklıyor. bunun üzerine gemide, gemideki iş öğelerinin her birinden bir tane olmak üzere 6 kişinin kalmasına karar veriliyor (daha doğrusu gemide 6 kişinin kalması gerekiyor), konu mürettebata açıklanıyor, kalmak isteyenler kalıyor ve let the game begin. film için bu benim “let the game begin” dediğim şey yine bu açıklamalarda “hiyerarşi mücadelesi” olarak ifade edilse de; zorunlu mürettebat ‘becayişi’ ile katmanların yeniden oluşturulması; hiyerarşi mücadelesinden ziyade önderliğin korunmasını mutlak kılmak hali aslında. o da haliyle sadece önder kişilikte bulunuyor.şimdi aşağıya yazacaklarım kendimce tespitimsi haller ancak eser miktarda spoiler içerebilir, ölümcül doz değil ya, yine de uyarayım. kaptan beybaba haricinde gemiyi terk etmeme, oradakilere ve gemidekilere önderlik etme, gemideki yönetim halini yeniden inşa etme arzusuna sahip kimse yok. işlerin eskiden yürüdüğü gibi yürümesi, sorgulanmaması, tam itaat hali bir tek ona lazım. gemide yiyecek azalıyor, hali hazırda paralarını almamış olanlar alamamaya devam ediyor, yapacak iş de yok. bu şartlar altında otoriteyi koruma hali her zamankinden daha çetrefilli bir hal alıyor. “otoriteyi neden korumak gerekiyor?” sorusu iyi bir soru aslında, o tartışılabilir ama kaptanımızın arzusu bu yönde, yapacak bir şey yok. kaptan, bu ortalıkta görünmeyen ancak varlığı hep hissedilen otorite unsuru olma halini, bilindik yöntemlerle elinde tutmaya çalışıyor: muhbirler, gaz vermece, baskı. neticeden haberdar değiliz ancak süreci seyredebiliyoruz: başarılı olduğu rahatlıkla dile getirilebilir. rahat yatamıyor olsa da, mürettebatı onun hakkında ileri geri konuşsa da kuyruğu dik tuttuğu izlenimini veriyor. mürettebat onun armatör götü yaladığına dair fikir belirtse de bu tam anlamıyla doğru sayılmaz. beybaba karakteri erk götü yalamaktadır ancak kendi iradesine sahip bir karakterdir. gücün yancısı değildir; güçlünün yanındadır, onun çıkarlarını korur ama kendisi de zaten güçlüdür, gücü içselleştirmiştir. karar verme mekanizmasına sahip, bu haklardan uzun zamandır yararlanan bir insan olarak bulunduğu pozisyon; gazlayarak oluşturmaya çalıştığı “sağ kolluk” müessesinin, kendi hiyerarşik katmanında, ta kendisidir. bu aslında filmin daha başlarında kendisini belli ediyor: mahallesi yıkıldığı için işi bırakmak isteyen nadir, pek razı olmasa da, beybaba’nın telkinleriyle bundan vazgeçiyor.ismail karakterinin hiyerarşi savaşına girişi bir nebze doğru bir yorum olarak kabul edilse de ismail’in yaptığı sadece emirlere itaattir. ismail mevcut otoritenin sorgulanarak değiştirilmesi fikrinden hoşlanmamaktadır, sistemin “gönüllü askeridir”, onu savunacaktır, gücünü kaybetmesine elinden geldiğince karşı koyacaktır. ismail inancı gereği bunu yapmaktadır zaten. ismail gaza gelen, çabuk ve kendi isteğiyle çözülen ilk ve tek karakter. elimizde daha fazla kişi olsa çözülmenin kademelerine daha net vakıf olacağız bencileyin, o sebeple çözünürlüğünün “tek” oluşuna o kadar da takılmamak gerektiği görüşündeyim. yine de bu konuyla ya da aşağıda yazacaklarımla ilgili “buna da şükür” ve/veya “mukadderat” halinin direniş kırıcılığına katkısının, inançlı karakter ismail üzerinden geliştirilmesinin sessiz ama etkili bir bakış olduğunu belirtmek gerekir. ay hadi ulusalcı olayım burada: “anlayana!!!” meh meh, ıyy kendimden tiksindim. ismail, filmde pek göremediğimiz, yalnızca bir telefon konuşmasıyla fikir edinmeye çalıştığımız özel hayatında da benzer bir kabulleniş, doğrudan emredilmediği durumlarda sorumluluğu yüklenememe, karar verme hali kendisindeyken bir tökezleme/ emin olamama/ sudan çıkmış balık olma hali göstermektedir. mürettebatın dağılışından sonra beybaba ile olan görüşmelerinde –zaten (yaşam tarzlarından/ ciddiye almadıklarından ötürü diye yorumluyorum) uyuz olduğu- cenk ve alper’i, özellikle cenk’i derhal ispilemiştir. üzerine yüklenen “kulak olma” sorumluluğunu derhal kabul etmiş ve sonuna kadar da görevine en iyi şekilde itaat etmiştir, beybaba’nın kendisini sattığı zamanlarda da kaderine boyun eğmiştir. ismail karakteri, beybaba’nın adını kullanmadan emir-komuta zincirini koruyamamaktadır, alttan aniden yükselişi ya da yükselmiş görünme halleri, kısıtlı mürettebatta “kraldan çok kralcı olma” görüntüsünden başka bir iz bırakmamaktadır. ismail, kendisine verilen sorumluluk neticesinde gaza da gelmiştir açıkçası: daha önceleri tasvip etmese de ufak kapris katkılı idare edici (işçisin sen işçi kal) üslubu; “kulaklık” otoritesinin açıkça reddi (kafası güzel cenk ve alper’in odada kahkahalar atması ve kapıya gelen ismail’i bir türlü ciddiye alamamaları) sonucu normundan daha gerici ve gerginliği uzatıcı bir tavra evrilmiştir.şimdi intihara meyilli nadir karakterine gelelim. nadir, evlerinin yıkılması ihtimaline karşı bir direnişe geçme haline ahlaken meyilli iken gidemeyişi üzerine gönülsüz rızayı da oluşturabildi. içinde bulunduğu bu duruma “şartlar” diyebiliriz esasen. neticede paraya ihtiyacı vardı, zaten parasını uzun zamandır alamamaktaydı ve kaptan’ın ona “senin paranı yatırsın, diyeyim de” söylemi vardı. beybaba’nın baskıcı hallerini onaylamasa ona saygıda kusur etmediğini de görmek lazım. buna rağmen, beybaba’nın kendisini gazlama halinden rahatsız olmuş; “kulağım sensin”i garipsemiş; milleti dinleyip beybaba’ya olanları anlatmak yerine, beybaba’yı dinleyip gemi “avam”ına onun konuştuklarını aktarmayı tercih etmiştir. nadir karakterinin; rahatsızlık duyan ancak ne yapacağına dair bir fikri olmayan/ yöntem bilmeyen kesimin iyi bir tasviri olduğunu düşünüyorum. insanların içinde bulundukları umutsuzluk anları ile ilgili kendilerince çözümleri var, nadir’in kendisine zarar verme halleri de onun kendince çözümü. bu çözüm de “abi boş ver hayatta hiçbir şeyi takmayacaksın” diyen hedonistimsi yavşağınkinden daha iyi ya da daha kötü değil. gerçi iyi bir karşılaştırma olmadı. hedonistimsi bir yavşak; yaşama dair herhangi bir gailesi olmamış, buna rağmen geçmişte çok sıkıntı etmiş de artık siklemiyormuş izlenimini veren, gerçek olarak hayatı boyunca hiçbir düzleme kafasında 3 boyut getirememiş kişi ya da kişilerdir ve bu yavşaklar hayata dair aldıkları bu ‘yeni’ duruşlarını, aynen bu cümlelerle, bu cümlelere ek bir şey eklemeden, hayattaki bütün dertleri çözücü bir irade biçimi olarak pazarlamaktan asla vazgeçmezler. evet, yanlış bir karşılaştırma oldu ama bu yavşaklara bu kadar kızmışken silmeyeyim şimdi, sinirim boşa gitmesin. nadir’e tekrar dönersek, tam da dün bir araştırma yayınlandı, buna göre türkiye örgütsüz, güvensiz ve asosyal. http://www.radikal.com.tr/…uvensiz-asosyal-1488743/ 1984 kitabında da sözlük muhabbeti var benzer esasen, yeni sözlükler çıkarılır, tepeden bu yeni dili benimseyenler yayınlar aracılığıyla civara iletilir, yeni nesil her seferinde daha az kelime bilerek büyür. az bilen sıkıntılarını ifade de edemez çünkü.hep sessiz “kürt” karakteri. kürt olaylara genelde uzak, zaten ses çıkarmıyor, yüzünden ne düşündüğünü anlamak neredeyse imkânsız, çoğunlukla sert. konuşmuyor. kendisine verilen işleri yapıyor ancak cenk ve alper’in yardım isteğine, onlarınki daha ziyade bir kaytarmak hali olduğundan, yanıt vermiyor. bir tartışma esnasında ise güçlü beybaba’yı koruyor. korumaktan kastım ona destek vermek değil, bildiğin zarar görmesini engellemek. bildiğin hakiki bir bodyguard yani. parası olan bodyguard tutabildiğinden parası olanı ve kendisini tutanı korumuş kişilik. kendi kimliğine dair oluşturduğu bir duruş yok. gerçi gemide ırkçı bir tutuma da maruz kalmıyor, cenk’in “yahu bu hiç konuşmuyor, açılım mı yapsak?” zevzeklikleri elemanın sessizliğine dair sataşmalar, ben de epey güldüm. kürt orada kürt olarak yok yani, hatta belki karakter kürt bile değil. snatch filminde de var ya, jason statham, turkish karakteri ile. demeye çalıştığım şey “kardeşim bir kişi kürt gibi davranmıyorsa o kürt olmayabilir, öyle de bakmak lazım” değil. kürtlerin gücün yanında olduğu da vakidir, hem de “kardeşim ben de kürdüm” tadında bunu eyler, hem de nasıl. dileyen misal ibrahim tatlıses’e bakabilir. benim demeye çalıştığım şey, kürt karakteri bu filmde “kürt” değildir.alper karakterine gelelim. şimdi alper gemideki delirme hallerinin en sonunda bile en aklı başında, kafasını koruyan karakter. çünkü, dikkat, açıklıyorum: alper bir sinsi. evet canlar. kötü yürekli bir insan demiyore, kendisi, kendi hayatıyla ilgili küçük hesapçı ama ufak tefek çıkarlar haricinde kişileri emmeyen cinsten biri. gemideki ilk yemeklerinde cenk’in uyumsuzluğu aşikar iken alper, ‘yukarıdan’ gelen talebe “abi” çekerek yanıt vermiş, ‘saygılı bir çocuk’ izlenimini uyandırmıştır. cenk’le olan ilişkilerinde de ilk sigara süreci başladığında cenk’e “abi” çekilirken, cenk alper nezdinde giderek daha samimi olunan ama öyle “abi” de çekilmeyen, abi çekilmesine gerek olmayan kişi seviyesine inmiştir. ismail’in delirdiği noktada attığı kahkahalarda alper hiçbir şeyi umursamayan kişi değildir, cenk’in hiçbir şeyi umursamaz halinin arkasında duran kişidir, bunun cefasını cenk çekecek, alper’e sıra gelmeyecektir. beybaya kürt ve sucukla ilgili geriye kalan kuş kadar mürettebata fırça kayarken misal, sadece alper’in gerçek anlamda herhangi bir kızgınlığa hedef olmadığı görülecektir: alper genel gerginlikten nasibini almıştır sadece, özelden bir sataşmaya maruz kalmamıştır. alper gerekli şartlar oluşmadığında “nutellllllllalalala” demez, demeyecektir, o onun gemide oluşturduğu karakterin bir parçasıdır. alper tam bir survivor arkadaşlar ancak hiçbir zaman bir iz bırakan da olmayacak, olsun, hiç sivrilmeyecek de. onun arka koltukta hep yeri var. aklını koruması da bu yüzden. gemiden gitmek gerektiğini gemiden gitmek gerektiği için değil, gemidekilerin varlığının artık kendisini aşmasından ötürü dile getiriyor. sigaraya takılması da psikolojik bağımlılık seviyesinde değil, yoksunluktan siniri bozulmuyor. yoksa sen o alper’i kendisi gibilerle oraya at, bir tek “artık balıktan öğğ geldi” seviyesinde filan konuşurlar, tartışmazlar bile. ancak alper kötü bir insan da değil, insanların oraları buraları kanarken siklemez bir halde duramıyor, bunun olmasından rahatsız, elinden geleni de yapıyor.ve cenk. şimdi arkadaşlar, her oyuncu muazzam iyiydi, hatta en kötüsü beybaba diyebilirim, alayı o kadar iyi. her karakter düzgün gözlemlenmiş, çok iyi açıklanmış, çok iyi yorumlanmış. ancak cenk karakteri rolde destan yazmış. nadir sarıbacak’a şapka çıkarıyorum, türkiye’den çıkmış işler içerisinde belki de şimdiye kadar seyrettiğim en iyi oyunculuklardan birini seyrettim, gerçekten hayranlığımı ifade edemiyorum, edebilmem mümkün değil, var olsun. evet. cenk takılan bir insan evladı. gemideki duruma da kendi hayatına müdahale edildiği noktada çıldırıyor zaten. cenk, geri dönerse polisle başı belaya gireceğinden değil (geri dönerse de onlardan kaçmanın bir yolunu bulacaktır) çok uzun sürmeyeceğini tahmin ettiği bir süreçte rahat rahat takılıp, kendi tabiriyle “yat aşağı al paranı” halinden orada bulunmayı tercih ediyor. ancak tahmin ettiği gibi olmuyor, süre uzuyor, ismail’le sıkıntı yaşıyor, artık kafayı kırmaya ihtiyacı var ve malzemesi bitiyor, üstüne beybaba’sal hallerden ötürü rahat da bırakılmıyor. aslında biz filmin başında, cenk’in fikirlerini almaya gerek görmediği (ki bu cenk’in götünün kalkıklığından ziyade, takılma halinden kaynaklanıyor. cenk orada bir başlarına bırakılmalarına ihtimal vermiyor, o ihtimali düşünmüyor bile) kişilerden, geminin uzun süre bağlı kalabileceğini öğreniyoruz. cenk; hiyerarşiyi ele geçirme ya da ona yeni yön verme arzusundan değil, salt gitmek istediğinden konuyu hayat memat haline getiriyor, düzenli arıza veriyor. cenk, yoksunluk çekmediği veya üzerine gelinmediği zaman dilimlerindeki rahat yapısıyla gerçekken, birleşen bütün yoksunluklarından ötürü kurulup kurulup aynı noktaya farklı zamanlarda arıza verme potansiyeli ile de gerçek. cenk, salt bu arıza verme sürecinin kontrolsüzlüğünden ötürü insanları da örgütleyemiyor. kürt’ün yokluğunda, yani sayıları beşe düştüğünde sürece karşı duranlar olarak çoğunluğu elde ediyorlar aslında, fakat cenk birlikte hareket etmekten ziyade kendinden yana ve bu da çoğu zaman herkese karşı olduğu anlamına geliyor. yani cenk, kendisiyle aynı fikirdeki insanlarla bile bir birlik oluşturamıyor, çünkü hepsini sürekli kızdırıyor. cenk karada aynı zorlamaya maruz kalsa yine aynı reaksiyonu verecek. yahu o değil de ne başarılı bir gözlem, gerçekten hayranlık duydum. cenk içlerinde en fazla tepki gösteren kişi. buna rağmen yeterince öfkeli bir otoriteyi okuyabiliyor, ona istemsiz de olsa iradesini teslim edebiliyor, sonra onun yanal unsurlarına da sistematik arıza veriyor. cenk durmadan söyleniyor. beybaba’nın kapıya gidip kapısında, onun üzerine alınabileceği şekilde yapmıyor ama bunu, aşağıdan küfrediyor: beybaba’nın görmezden gelebileceği, “kuyruğu dik tutucu” hallerine yardımcı olacak bir tavır izliyor. alper için ifade ettiğim “survivor” hali cenk’te mevcut değil, cenk kendi gibilerle kalamaz, kendi gibi olmayanlarla kalamaz, tek başına da kalamaz. cenk için hayatına dair zevkleri + bazı bazı yalnızlık da ihtiva eden, devir daim halinde insanlık lazım. bu bir noktada bir delirme haline evrilecek. sonra yine sakinleşecek. bir rutin hali mevcut esasen, kendi içinde epey tutarlı.ya bir de, sigara sahneleri ne güzeldi ha, türkiye galiba sigarayı anlatırken de iyileşmeye başladı, tabi gedikliler değil, onlardan bu iş çıkmaz. sigara tribini çok çok iyi anlatmış, acaba onun kalitesine ulaşmış bir film var mı? sigara değil de genel olarak: trainspotting diyen arkadaşları sevgiyle kınarım. belki enter the void ancak gaspar noe’nin, iyi göstermek değil olduğu gibi göstermek hali var, elemanlar hakikaten takıldıkları şekliyle çekiliyor çoğu zaman, onlara orada özel başka bir şey yaptırılmıyor. şimdi cenk’in anlattığı hikâyeyle birleştirdiği trip aklıma geliyor, vay arkadaş. ı-ıh, daha iyisini görmedim.son olarak, filmde bir “erkeklik” eleştirisi bulunmuyor, aynı kürt’ün durumu gibi.yani gidip seyretmenizi tavsiye ederim arkadaşlar. ankara’dakilere daha 24 aralık’a kadar gösterimde olacağını belirteyim. yahu cinemaximum boykot filan takılıyorsunuz, gidin mis gibi büyülü fener’e millet boykot görsün ^_^ ilk olarak da sarmaşık’a gidin. istanbul’a bir şey diyemiyorum, zira trafiğinden ötürü semtler arası ilişkiler bile uzak mesafe ilişkisi kıvamına geliyor. kalkacak da bağımsız filmleri gösteren nadide sinema salonlarından birine gidecek de, piii, yazık lan size.pek de gereksiz yazdım esasen ya, yine de koyacün sözlüğe. neden? yavşaklara sinirlendimdi, hala onun boşa gitmemesi derdindeyim, ondan. pms işte, n’aparsın? varsa bir yazım hatası neyim, kusura bakmayınız, derseniz düzeltirim.
(sbkyi - 9 Aralık 2015 13:00)
son yıllarda izlediğim en başarılı türk filmlerinden biri. nadir sarıbacak ismine baktığımda ise şu 'son yıllarda izlediğim' dediğim filmlerin hepsinde de oynuyor. yalnız bu filmde uçmuş, aşmış...öyle anlatılır, yazılır gibi değil...herhangi bir filmi andırmak veya benzeşmek kısmını geçiyorum. film net bir şekilde günümüz türkiye'sini, savaş çığlıkları atılan siyasi hayatımızı, dünya ülkelerinin geldiği durumu öyle üstü kapalı ve güzel anlatıyor ki...ruhunuz duyuyor da gözünüz de görüyor o çok fena...iktidar, güç, din, özgürlükler, para, ahlak, sınıfsal farklılıklar ve ırkçılık...kim aç kalmalı? kimler yaşamalı? o kürt var ya kürt...bana göre filmi tek başına tek kelime etmeden sürüyüp süpüren adamı. cenk rolündeki nadir sarıbacak için zaten yazacak cümlem yok. çok ağır sahneler var nefesiniz kesiliyor. tek tek dokunulacak sahneler var tekrar izlemek bile gerekiyor. hele kürt'ü aradıkları geminin ambar sahnesi...çok şık duran başka bir ayrıntı da deniz üstü köpürü... ve benim de bu dünyadan gidişim...çok iyi işte pek bir iyi...salyangozlar öpsün sizi hocam. sevgiler...
(felis margarita - 11 Aralık 2015 20:18)
bu satırları gözlerim dolu dolu yazıyorum. çünkü sinemanın kapısına dakikalar dakikalar önce varmama rağmen, gitmek istediğim seansın tüm biletleri tükenmişti. ben bu cevabı, izlemek istediğim bir türk filmi için almayalı çok zaman olmuş. "ee, biz şimdi bu bilgiyle ne yapalım?" diye sorarsanız eğer, beraber sevinebiliriz? ben öyle yapıyorum.
(dolls - 12 Aralık 2015 16:58)
the shining filmindeki jack nicholson su filmi izleyip nadir saribacak'in performansini gorse emin olun kokaini, kovayi, guru guru gubara vurmayi birakip yasar alptekin hoca gibi televizyonda bal satar.ayna karsisinda you talkin' to me diyen taksici robert de niro, cenk'in ayna karsisinda saclari icin yaptiklarini gorse taksiciligi birakip cicek taksi'deki manolya gibi debriyaj fm'de dj olur.siz seyircilere gelince, sizler de filmin basindaki diyaloglari duyabilmek icin bir kurt kopegi gibi kulaklarinizi sivriltip duymaya calisacaksiniz. oyle ki filmin basindaki cenk-alper diyaloglari boomcu onur'un monologlarindan daha anlasilmazdi. ve sanirim tek kusuru buydu filmin, ozel bir sebebi yoksa. ama her seye ragmen kadi kizinin azicik kusurundan daha az kusuru olan bir filmdi. helal olsun aldigi oduller ve henuz almadigi oduller. yaziyorum suraya, sanirim leonardo di caprio bu sene de oscar'i alamayacak cunku zarftaki isim nadir saribacak olacak.
(entarisialabenziyorseftalisibalabenziyor - 19 Aralık 2015 16:47)
“direkler eğik, burnumuz batmış suya insan düşmanının sillesinden kaçar ya soluğunu ensesinde duya duya ve koşar başını hiç kaldırmadan gemi öyle koştu, rüzgâr öyle coştukaçtık güneye hiç durmadan”samuel taylor coleridge’e ait "yaşlı gemici" şiirinin dizeleriyle açılıyor sarmaşık ve üç evreden oluşuyor.bölüm bir:karakterlere birer bakış atıp (daha doğrusu, onlar bize bakıyorlar), bundan böyle üzerinde yaşayacakları “ana vatana” alıyoruz onları sırayla. tamamen sebepli sebepsizliklerle içine düştüktükleri devasa gemi’ye adımlarını atıyorlar birer birer. onlar daha güverteye çıkmadan var olan, onlardan önce onları hazır bekleyen, ve varlığının sorgulanması dahi düşünülemeyen otorite tüm heybetiyle geminin içinde kök salmış olarak karşılıyor yeni mürettebatını. kimse emir komuta zincirini yadırgamadığı gibi, herkes kendince bu düzene hemen uyum sağlıyor. çünkü, “başka türlü nasıl olurdu?” sorusunu sormaya sıra gelmemiş daha...bölüm iki:gelecekleriyle ilgili kaygılandıran gelişmelere maruz kaldıktan sonra; “olmaz olsun böyle vatan, ben başka limanlara yelken açarım, insan gibi yaşarım” diyenler gemiden ayrılıyorlar (burada, türkiye’den siktir olup gitmek başlığına selam duralım biraz). peki geride kalanlar, gemi’yi çok sevdikleri için mi kalıyorlar? asla. hiçbirinin kalmak için sebebi yok belki, ama gidememek için en az bir sebepleri var. biz gidenlere değil de, kalanlara bakalım mı o zaman?madde bağımlısı, her türlü düzene de kurallara da aykırı, bir adet cenk ademi (nadir sarıbacak). zirzop, toy ve yoldan çıkmaya müsait bir adet alper ademi (özgür emre yıldırım). devletin yıkması sebebiyle geriye sığınacak bir “evi” kalmayan, silik ve sinik, sulukule’li bir adet nadir ademi (hakan karsak). dini bütün, içkisi, kumarı olmayan, iktidarın peşinde koşmaya hazır bir adet ismail ademi (kadir çermik). cüssesiyle, varlığıyla, delip geçen bakışlarıyla, “istediğiniz kadar görmezden gelin, ama ben buradayım işte” diyen sessiz çığlığıyla bir adet kürt ademi (seyithan özdemir). hiç göremediğimiz, duyamadığımız, dokunamadığımız büyük otorite armatürün sesi, nefesi, temsili olan küçük otoritemiz, padişahımız, kaptanımız, bir adet “beybaba” ademi (osman alkaş). birinci bölümde, birbirilerine dokunmayan sınırlar çizen, görmezden gelen, yukarıdakinin dediklerini harfi harfine uygulayan ve böylece sonsuza dek mutlu yaşayacağını sanan bu altı kişi; zaman geçtikçe, belirsizlik koşulları arttıkça, erzak azaldıkça, dışarıdan haber alamadıkça, aslında kimsenin onları umursamadığını farkettikçe... birbirlerine dokunmaya başlıyorlar. dokunmak dediysek, yaşananlar o kadar da naif değil elbette. dokunmak gittikçe sert çarpışmalara dönüşüyor; sınırlar yıkılıyor, günlerdir içerilerde bir yerlerde biriktirilenler kusuluyor, fırsatını bulan diğerine dişini geçirmeye çalışıyor, ve güç savaşı başlıyor. bir süre bu kaos ortamını sessizce besleyen, hiçbir şekilde müdahale etmeyen kaptanımız bile artık konuşamıyor. ve yaşasın! çıkan isyanla beraber, iktidarın varlığı ve kendini sürdürme biçimi sorgulanmaya başlıyor. bölüm üç: sıkışmışlığın, kendini bir türlü diğerlerinin üstüne koyamamanın, paranoyanın, gerçek üstü inançların, geçmişin hatalarının, hayaletlerin, hayallerin, kabusların, “bunca şey gerçek olamaz, böyle bir dünyada yaşıyor olamayız” sanrılarının etkisiyle, fantastik bir dünya örülüyor geminin içinde. ve herkes, yine kendince, delirmeye başlıyor. ancak onları, bu delilik hali, bu isyan duygusu, bu köşeye sıkışmışlık hissi, uyandırıyor. çünkü bu beş ademoğlu, bu gemide beraber olduklarını, kaderlerinin aslında “ortak” yazıldığını, rotalarının aynı yöne olduğunu; kayıplar vererek, yas tutarak, delice şüphe ederek, korkarak, tehdit ederek ve edilerek öğreniyorlar. günler sonra ilk defa; konuşmaya, birbirini dinlemeye, birbirinin gözlerine bakmaya müsait bir halde bırakıyoruz onları, o güvertede. biliyorlar ki ve biliyoruz ki; batacaklarsa da, yine beraber batacaklar. ve "bu filmi mutlaka görün" diyen bölüm:filmin yazarı ve yönetmeni tolga karaçelik'in bir röportajında dediği gibi; "zamansızlığını seviyorum denizin. öyle olunca olaylara daha fazla odaklanabiliyorsun". onca olaydan sonra, “insanoğlunu biraz delirmek kurtaracak” inancım öyle güzel tazeleniyor ki benim de. üstüm başım sarmaşıklarla kaplı, yerdeki salyangozlara basmamaya çalışarak, biraz pas, biraz tuz ama en çok da deniz kokarak çıkıyorum sinema salonundan.şüphesiz, içimden cenk’e eşlik etmeyi de ihmal etmiyorum; “tıssss, tıssss...” https://www.youtube.com/watch?v=gkvsi9t8_ge
(dolls - 20 Aralık 2015 18:12)
bir yığın geri zekalıyla izledim bu filmi. yukarıda bir yığın övgü yazılmış film hakkında, hepsine katılıyorum, benim de son yıllarda izlediğim en sağlam filmdi. böyle psikolojik konuları izlemeye bayılırım.ancak filmin ortalarında sinirden çıldırma noktasına da gelmedim değil. benim için filmin en can alıcı noktalarından biri, gemideki dörtlünün toplantı odasında toplanıp konuşmaya çalıştıkları sahneydi. psikolojinin tavan yaptığı sahne. uzun zamandır gemide olan dört ayrı karakter, açlık ve sigarasızlık beyne vurmuş, hiçbiri kendinde değil, herkes bir şey anlatıyor ama kimse kimseyi duyamıyor bile. ama ne oldu biliyor musunuz? bu harika sahnede sinema salonundaki bir yığın geri zekalı katıla katıla güldü. neden? çünkü cenk küfrediyordu. bir anda kafam dağıldı kahkahaları duyunca. filmi bıraktım, o anda düşündüğüm tek şey recep ivedik tiplemesiyle milyonlarca lira kıran şahan gökbakar'dı. inanılmaz saygı duydum bu şişman adama. gördüğünüz gibi aptal türk insanının gönlünü çalmak için küfür etmek yetiyor. sen mükemmel bir senaryoyla mükemmel oyunculukları birleştirip ortaya mükemmel bir psikolojik film çıkarsan da insanların tek yaptığı küfür eden karaktere gülmek. üstelik bunlar üniversite öğrencisi.
(soz gelimi - 24 Aralık 2015 15:56)
filmin ana karakterleri türkiye'deki toplumları betimlemektedir.----spoiler içerir----beybaba: iktidar (otoriter kişiliği, acımasızlığı, agresif tavırları, bağırmaları, çağırmaları)cenk: muhalif kesim. (başından beri beybaba'ya diklenen tek karakterdir filmde.)ismail: iktidar ne yaparsa yapsın yanında olan dindar kesim. (hem bolca küfür eder dindar olmasına rağmen hem de beybaba'nın gizlice konuşup gemiyi emanet ettiği 2 karakterden biridir.)alper: apolitikler. (muhalif görünmesine rağmen sesini beybaba'ya yükseltemez ve beybaba'nın bağırışları karşısında en çok bu korkar.)nadir: ülkücüler. (muhalif olmak istese de beybaba'nın sözlerine aldanır. bu yüzden sesini çıkarmaz. ayrıca beybaba'nın gizlice konuşup gemiyi emanet ettiği diğer karakterdir.) kürt: adı üstünde kürtleri temsil ediyor. (muhalif olan cenk ne yaparsa yapsın kürt ile samimiyeti kuramıyor. kürt buz gibi adam, tebessüm bile etmiyor. bu durum kürtlerin muhaliflere bakış açısını çok güzel tarifliyor. olaylar gelişiyor ve cenk tam beybaba'yı dövüp öldürecekken kürt cüssesinden dolayı araya girip cenk'i dışarı çıkarıyor. cenk bu duruma inanılmaz derecede sinirleniyor ve kürt'ü denize düşürüyor. muhalif olan cenk'in kürt'ü denize düşürmesi günümüzde güneydoğu bölgesinde yaşanmakta olan olaylarda iktidar güçleriyle terör örgütü arasındaki çatışmaların arasında kalıp bu iki tarafın da hedefi olan insanların neden muhalif kesim tarafından görmezden gelindiğini çok güzel tarif ediyor. kürtlerin muhaliflerin yanında yer almayıp ayrı bir muhalif kesim gibi davranmalarıdır bunun sebebi)sarmaşık: filmin sonunda otorite'ye yeterince karşı koyulmadığı için her yeri saran ve filme adını verendir. iyi seyirler.
(yatamayanadam - 27 Aralık 2015 20:40)
--- spoiler ---nutellalar nerde nuteeeelllaalaaarrr--- spoiler ---
(hayallerinin pesinden gidemeyen cocuk - 2 Ocak 2016 20:59)
ıdirekler eğik, burnumuz batmış suyainsan düşmanın sillesinden kaçar yasoluğunu ensesinde duya duyave koşar başını hiç kaldırmadangemi öyle koştu, rüzgar öyle coştukaçtık güneye hiç durmadanııbirden rüzgar dindi, tüm yelkenler indiyoğun bir hüzün çöktü her şeyeağırlığı hissettik, rastgele sözler ettiksırf denizin sessizliği bozulsun diyeııınasıl ıssız bir yolda yürürken birisiadımlarını korku ve dehşetle atarve dönüp ardına baktıktan sonraçevirip de başını bakmazsa tekrarçünkü bilirse bir adım gerisindekendisini izleyen bir şeytan var
(cikletsakiz - 21 Nisan 2016 00:15)
süper film. son zamanlarda izlediğim en iyi politik göndermeleri olan filmdir. --- spoiler ---beybaba: otoriteismail: otoriteyi koruyup kollayan dindar sağ kol. cenk: tam bir solcu. adana demirspor taraftarı zaten. beybaba için bir tehdit.nadir-alper: birbirlerine düşürülmeye müsait, otoriteye baş kaldırmayan kişiler. hele bi tanesi tam sistem içi bir tip. kürt: adı yok, kimliği yok, konuşmuyor. gemide hep gündem kendisi. ama filmin çoğunda görünse de sonradan bulunamıyor.salyangozlar: kabuklarından kafalarını dışarı çıkarmayan, çıkardığında da tepkisiz kalan halksarmaşıklar: otorite dışında birbirini yiyen kitlelerin üzerini saran dev sarmaşıklar--- spoiler ---
(laz che - 25 Nisan 2016 10:00)
--- spoiler ---ismail'in kürt'ü ararken bir aralık geminin boş deposuna indiği bölüm, eğer gemi türkiye'nin alegorisi mahiyetinde düşünülürse, ülkenin bilinçaltına inildiği bölümdür ve filmin afişlerinden biri de bu sahneden yola çıkılarak yapılmıştır aslında.kürt'ün sadece ırksal düzlemde algılanışı (bir sahnede açılım sözcüğü telaffuz edilir), sözüm ona bir devi andıran fiziği haricinde ayırt edici bir özelliği olmayan bu suskun karakterin bir isminin dahi olmayışı filmi politik zemine çeken unsurlardan biri ve belki de en önemlisi.ülkenin bilinçaltı aynı zamanda primitif dürtülerin uyuduğu, aslında id'in şiddetten örülü alanına açılıyor. kürt eğer bilinçaltı bir korkuyu temsil ediyorsa onun depoda, yani geminin en karanlık yerinde aranması boşuna değil. bulunamıyor, çünkü kürt'ün varlığını kabul eden kimse yok. onun sadece ırkı var, kendisi değil. nitekim sonunda bir hayalete dönüşmesi de bu yüzden gerçek olmadığı kadar inandırıcı, çünkü onun varlığı, temsil ettiği ırk bir hayalet gibi musallat oluyor milliyetçisinden ırkçısına kadar.bir gemideki gibi her şey: alt-üst ilişkisi, sınıf çelişkisi, rekabet, erkeksi kaygılar, baba-oğul çatışması. gemi ise anaç formda, çünkü karakterleri koruyor, güvenliklerini sağlıyor. bir anne gibi besliyor ve sarmalıyor çocuklarını. nitekim bir erkeğin sarmaşık doğurmasını bekleyemezsiniz. anaç olduğu için kavgaya neden olan bir gemi aynı zamanda. mesele ona (anneye) kimin sahip olacağı ile ilgili. bütün kavganın sebeplerinden biri de bu. erkeksi kaygıların olduğu her yerde yaşanabilecek bir olaylar zinciri. her şey iyice raydan çıktığında gemi de soluk alıp vermeye başlıyor. sarmaşık görüntüsü bu yüzden.sarmaşığın sadece nadir ve bizim tarafımızdan görülmesi? hatta onun yer almadığı birkaç sekansta sarmaşığı görmeye devam edişimiz? yönetmen izleyicisini uyarıyor ve tepkileriyle ilişkii kuruyor. klostrofobik bir ortam içinde sıkışan, sanrılar gören, kabuslardan uyanan, deliliğe teğet geçen sinirli kahramanlar gibi biz de köşeye sıkışıyoruz ve gerçek mi yoksa hayal mi diye soruyoruz kendimize: sarmaşık var mı, yoksa onu nadir mi görüyor, diye. ama dediğim gibi hakiki sinefiller, o yer almadığı halde sarmaşığı görmeye devam edişimiz, hatta bir sekansta, başı önünde, yalnız başına oturan kürt'ü gördüğümüz gibi biz de artık oyunun içindeyiz ve gerçeklik algımız tümüyle altüst olmuş durumda. artık ontolojik gerçeklikten bahsetmenin yararı yok, dediğimiz yerdeyiz.bu yüzden düşler, hayaller, sanrılar her daim daha iyi bir zemin, çünkü onlara bakarak gerçekliği yakalayabileceğiz; ama sanmayın ki her şeyi elle tutabileceğiz, hayır, sadece bir kısmını.geminin bir tüneli (aslında sembolik biçimde göbek kordonu) anımsatan boş koridorları zihnin boşluğu, statikliği, hiçbir şey üretemeyen pasif doğası ile ilgili. sık sık duyulan, kaynağı belirsiz tuhaf sesler; ana rahminde hariçten ses duyan embriyonun varlığına bir yollama.gemiyi terk edemez bunlar. neden? çünkü ana rahmindedirler.--- spoiler ---teşekkürler tolga karaçelik. nuri bilge ceylan (bkz: kış uykusu /@hanging rock) ve emin alper (bkz: abluka /@hanging rock) gibi mutlu ettin bizi.
(hanging rock - 21 Mayıs 2016 14:44)
iyi film, hoş film, güzel film de, bir noktadan sonra filmden biraz kopar gibi oldum, nadir sarıbacak'ın oyunculuğunu izlemeye başladım sadece, adam filmin önüne geçti benim için. ikinci defayı da sırf onun için izledim. izledikçe bir hoş oldum. filmin politik okuması vs. flulaştı gözümde, istedim ki bu adam bir beş saat daha oynasın ben de izleyeyim. bu hisse en son no country for old men'de javier bardem'i izlerken kapılmıştım. filmin eleştirilebilecek yönleri, örneğin şiir kullanımının lüzumuna pek ikna edememesi, beybaba karakterini oynayan oyuncunun kimi sahnelerde overacting yapması, teatral kaçması vs. gibi sorunları da nadir sarıbacak'ın hatrına hoş gördüm, hoş buldum.uzun zamandır kimseyi böyle övmediydim galiba. pişman değilim, gene olsa gene överim. övünüz, övülünüz, övgüde hayır vardır. (bağlayamadı)
(maarri - 3 Haziran 2016 20:33)
tolga karaçelik koskoca güverteye bir elin parmaklarını geçmeyecek kaliteli oyuncuları koymuş,sonra izleyenleri koca gemide agorafobiye sürüklemiş.ardından almış eline raptiyeyi ıslık çalarak izleyenlerin,beynine beynine- mikron mikron çakmış.- --- spoiler ---herkes nadir sarıbacak'ı övmüş.eyvallah tamam elbet adam iyi özellikle keş ve terelelli rollerde ayrı bir birol ünel kılıfına giriyor.fakat osman alkaş filmdeki beybaba rolüne öyle güzel oturmuş öyle güzel oturmuş ki sanki bir tık öne geçmiş.özellikle güverteye herkesi toplayıp azarladığı o kesintisiz tek kare çekimli sahne inanılmazdı.- --- spoiler ---allah bu denli kaliteli oyuncuları yaz dizilerinde oynamaya muhtaç kılmasın.
(fteotdgs - 4 Temmuz 2016 02:55)
kaptanı tanımaya başladığımız sahnelerde etkili bir metafor var.. beybaba, daha güç elindeyken ya da öyle görülüyorken, ilk sahnelerinde önce televizyonun biten kumanda pilini değiştiriyor. daha sonraki sahnesinde ise saatinin biten pilini değiştiriyor. hem göreceklerimizin hem zamanımızın kontrolü onda. her iktidar, her otorite bunu ister ve gücünü böyle gösterir. ama piller bitmiş. güç sallanmakta..(bkz: pili bitmek)
(kanamayan yara - 25 Haziran 2016 13:25)
neden ahmet, mehmet değil de adı kurd olan bir karakter var sorusu, filmin yalnızca agorafobik bir gerilim filmi değil politik bir film olduğu sonucuna götürüyor. bu yanına açıklayıcı bir yazı ekşisözlük'ten alıntı:"kürt eğer bilinçaltı bir korkuyu temsil ediyorsa onun depoda, yani geminin en karanlık yerinde aranması boşuna değil. bulunamıyor, çünkü kürt'ün varlığını kabul eden kimse yok. onun sadece ırkı var, kendisi değil. nitekim sonunda bir hayalete dönüşmesi de bu yüzden gerçek olmadığı kadar inandırıcı, çünkü onun varlığı, temsil ettiği ırk bir hayalet gibi musallat oluyor milliyetçisinden ırkçısına kadar."film, yalnızca ulusal soruna değinmekle kalmayıp sınıfsal yapıya da değindiği için; içinde biat kültürü, ispiyonculuk, yalancılık, üçkağıtçılık, kraldan fazla kralcılık, otorite, erkin keyfi kullanımı, ekonomik çözümsüzlük, güven, güvensizlik, din, korku gibi fotoğraflarla ülke panoramasını çiziyor.utangaç, kendi halinde ve duyargasız 'çöl salyangozu' kabuğuna çekilerek bir kerede 4 yıl süreyle uyuyabilirmiş...sarmaşık ve salyangoz toplumu saran suskunluğun,tepkisizliğin ifadesi midir bilinmez ama artık cem karaca'nın bu filmde söylediği şarkıyı başka bir kulakla dinleyeceğimiz kesin.erkan can'ın "gemide" filminde söylediği "bir memleket gibidir gemi" sözü bu filmde daha bir anlam kazanırken, nadir sarıbacak biraz da "guguk kuşu"nu çağrıştırarak yerli jack nicholson oluyor.ister dümdüz bir agorafobik gerilim, ister yoğun politik bir film olarak algılansın her iki durumda da çok iyi. tek olumsuzluğu gerilimi yükseltirken biraz aceleci davranmış olması...
(masiva - 28 Temmuz 2016 13:51)
Yorum Kaynak Link : sarmaşık