Süre                : 1 Saat 43 dakika
Çıkış Tarihi     : 17 Kasım 2006 Cuma, Yapım Yılı : 2006
Türü                : Drama
Taglar             : in love,Hapishane,Dükkan,,genç adam
Ülke                : Türkiye,Yunanistan
Yapımcı          :  Eurimages , Greek Film Center , Highway Productions
Yönetmen       : Zeki Demirkubuz (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Zeki Demirkubuz (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Vildan Atasever (IMDB)(ekşi), Ufuk Bayraktar (IMDB)(ekşi), Engin Akyürek (IMDB)(ekşi), Müge Ulusoy (IMDB)(ekşi), Mustafa Uzunyilmaz (IMDB)(ekşi), Erkan Can (IMDB)(ekşi), Ozan Bilen (IMDB)(ekşi), Hikmet Demir (IMDB)(ekşi), Gönül Çalgan (IMDB), Caglar Corumlu (IMDB), Müfit Aytekin (IMDB), Abdullah Demirkubuz (IMDB), Alper Kul (IMDB), Merve Kalafat (IMDB), Rasih Yilmaz (IMDB), Volga Sorgu (IMDB), Zeki Demirkubuz (IMDB), Settar Tanriögen (IMDB), Güzin Alkan (IMDB)

Kader (~ Destin) ' Filminin Konusu :
Bekir Uğura aşıktır. Uğur Zagoru sevmektedir,Zagor ise suç işlemeyi. Zagor hapisten çıkar. Boğucu bir yaz gecesi aksilikler birbirini takip edince mahallede cinayet işlenir. Aynı gece Uğur da kaybolur. Bu cinayet, o güne kadar genç ve zengin Cevatın koruması altında yaşayan Uğurun genç ve güzel annesi, felçli babası ve küçük erkek kardeşi için zor ve karanlık günlerin habercisi olsa da, Uğura delicesine aşık olan Bekirin kurtuluş umudu olur. Ailesinin bulduğu bir kızla evlenip, yeni bir yaşama başlar. Ama aylar sonra, Zagorun İzmir'de iki polisi öldürüp yakalanması ve Uğurun İstanbul'a dönmesiyle yeni bir umut belirince, bu acımasız aşkın peşinde yıllar yılı sürecek amansız bir takip başlar. Bekir, taşra pavyonlarında, üçüncü sınıf otel odalarında, esrar alemlerinde Uğurun izini sürer.

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Best Turkish Director of the Year, FIPRESCI Prize-National Competition
Nuremberg Film Festival "Turkey-Germany:
SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Most Promising Actor


Zor Sindirilen / 10
  • "-- --içinde, devamı olduğu masumiyet filminin seyredildiği otel sahnesi ile zaman kavramımızlada oynamayı başaran şahane film...-- --"
  • "her$eyin belli oldugu belirsizlik."
  • "kadın=kad-ın kelimesinin ilk üç harfi ve erkek=er-kek kelimesinin ilk hecesinin birleşmesinden oluşmuş bir kelime*"
  • "demirkubuz'un filmi üzerine şu yazı da ayrıca okunabilir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    son sahnede, bekir uğur'a " herkesin inandığı bir şey vardır, benim inandığım da sensin bu .mına koduğumun hayatında!" diyerek yürekleri dağlamış, aklımızı almış filmdir. vurucudur. hele özünde böyle bir aşk yaşamış olanlara daha öldürücü gelir. hele hele olaylar izmirde geçmiş, aynı banklarda oturulup ağlanılmış, aynı yollar tepilmişse ikinci defa izlenemez.


    (yevkassim - 23 Kasım 2006 17:30)

  • comment image

    --- spoiler ---
    geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. birden durup dururken içim cız etti. bi baktım gene aynı karın ağrısı. öyle özlemişim ki seni. dönerken bi meyhane gördüm. bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum bi de rakıya yumulduğumu. arkasından en az dört cigaralık…sonra gözümü bir açtım karşıdan karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım başımda bi çocuk: “kalk abi.” diyor “kars’a geldik.”

    otobüsten indim, yürümeye başladım. dedim, allah’ım nerdeyim ben? burası neresi? sonra güç bela burayı buldum. kapının önünde durup düşündüm. dedim bekir, bu kapı ahiret kapısı. burası sırat köprüsü. bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin. iyi düşün dedim. düşündüm, düşündüm…ama olmadı, dönemedim. sonra, bak oğlum dedim kendi kendime. yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.
    ---
    spoiler ---


    (fitter happier - 2 Mayıs 2007 22:13)

  • comment image

    masumiyet'in bir anlamda baş karakteri olan yusuf'a,acaba bu filmde* bir gönderme yok mudur? olmaz mı;

    --- spoiler ---
    bekir'in çocuğuna ilaç satın aldığı,sonrasında içtiği ve de kars yollarına çıktığı; kaderinin öyle olduğunu anladığı ve başını eğip usul usul uğur'a yürüdüğü yolda giydiği mont, masumiyet boyunca yusuf'un giydiği,sırtında kuş figürü olan monttur.
    ---
    spoiler ---


    (gioberg - 4 Mayıs 2007 17:45)

  • comment image

    kuantum fizigi gak guk dedigimiz ve klasik determinizmin bolunmez butunlugunun tehlikede oldugu su kritik gunlerde bir agnostigin kaderden bahsetmesi o aralar yapacak isi gucu olmadigina dalalettir. hele hele hristiyanliktan filan dahi once ortalikta dolasan bu kavrami islam doktrinine hapsederek incelemek, kader-ozgur irade paradoksunu teolojik duzlemlerde cozerek diyanet islerinden burs almaya calismak ne kadar akil karidir bilemem. ama guzel bir dusunce pratigi olmasi durumu kurtariyor.

    simdi bu forumda yazilanlarin hepsini okudum ve hepiniz haksizsiniz ibneler.

    "kader varsa ozgur irademizle nasil karar veriyoruz" tepkisine karsi gelisen konsensus anladigim kadariyla, "sen yine yapiyorsun secimini ozgurce de allah neyi sececegini zaten biliyor, o bildigi secimin de kaderin iste" cizgisinde. ulen sorun da o zaten, bu bir celiskidir, paradokstur, paratonerdir. bir varligin senin gecmis ve gelecek kararlarini yuzde yuz dogrulukla bilmesi, o kararlarin belli olmasi demek. ortada sonuclari belli ikilemler varsa da ozgur irade yoktur, ozgur irade yanilsamasi vardir, cunku adil bir yargilamaya izin verecek bir ozgur irade tanim geregi formulize edilemez, indirgenemez, mutlak bir dogrulukla kavranamaz allah tarafindan bile. eger allah ozgur iradenizi de kapsiyorsa, o zaman o kendi kendini yargilamak zorunda kalir bu da doktrine aykiri.

    burada atlanan o kadar cok celiski var ki yavastan almak lazim, yanlis anlasilmasin: ilk sorun, kaderden bagimsiz olarak ozgur iradenin kendisi. senin secimlerin yuzde bir oraninda bile bir etken tarafindan saptiriliyorsa ozgur degilsin. yani yuzde 99 oraninda ozgur irade diye birsey yok, ya herro ya merro. e bakiyorsun aile, genetik, dogdudum ulke, noroloji gibi etmenler birak isin yuzde 1'ini, neredeyse tamamini etkiliyor. yani burada sadece "zengin yerine fakir dogunca daha cok gunah isliyorum" demiyoruz, oyle olsa "allah herkesi sartlarina gore degerlendirir" diye isin icinden siyriliniyor. cunku orada insanin karar mekanizmasina giren inputlar farkli (ornegin birinde adam surekli cinayet goruyor, digerinde sevecen bir aile) dolayisiyla outputlar da farkli olacak (yaptigim secimler) ama allah bir sekilde bunun dengesini tutturacak, artik agirlikli ortalama mi alir ne yaparsa biz bilemeyiz. ama iste durum bu da degil, zira o inputlar bizzat adamin karar mekanizmasini etkiliyor. hatta ortada input filan yokken genetikle belirlenmis bircok sey. ne ozguru, ne iradesi.

    sonucta yargilanabilmecek bir irade oyle birsey olmali ki her turlu etmenden arinmis, uzayin ortasinda bir yerlerde, idealize edilmis iyi-kotu kavramlari arasinda secim yapip duracak. e yok boyle birsey.

    aklima takilan bir nokta da, herkesin ozgur bir iradesi olsa dahi ve genetik ot bok bunlari etkilemese, sahane bir tabula rasa ile basliyorsak hayata, bu sefer "allah herkesi sartlarina gore degerlendirir" onermesi cokuyor cunku insanlar arasinda farki yaratan sadece inputlar oluyor, onlar da allah tarafindan secilmis zaten. eger allah hakikaten herkesi sartlarina gore degerlendiriyorsa o zaman bu inputlarin farkli etkilerini (farkli aile egitimleri gibi) ayiklamak durumunda kalacak ve fakat bunu yaptiginda geriye yargilayacak birsey kalmiyor, bir tabula rasa var, yahut ilk haliyle saf bir karar mekanizmasi var (bilinc mesela).

    bunlar cepte dursun, gelelim isin kader kismina. allah benim yapacagim sonsuz sayidaki secimler silsilesinin sonuclarini coktan biliyor. ben daha hayata gelmeden bir milyon yil oncesinde de biliyordu. bu ne demek? bu demek ki ben ayni hayati bin kez de yasasam, ayni durumlar onume bin kez de gelse, allah ne olacagini biliyor. e eger allah beni ve icimde kaldigim durumlari bu denli kapsiyorsa, gelecegimi tum sonuclari ile kapsiyorsa, kendisi disinda birseyi yargilamasina imkan var mi? yani en azindan bin seferden 999'unda dogruyu bilse birinde de emin olmasa, bu bana yargilanmak icin bir pay birakabilirdi (aslinda bu bile degil, zira emin olamamasi demek o secimimden benim tamamen sorumlu oldugum demek degil).

    simdi isin bu noktasinda yanlis bir analoji veriliyor, deniyor ki astronomi kitaplarinda yaziyor diye gunes dogudan dogmuyor, ama onu biz biliyoruz. yani bizim birseyi bilmemiz, o seyi kendi yolundan saptirmiyor, onu etkilemis olmuyoruz. lan iyi de sen onu bilebiliyorsun cunku newton yasalari var, gorelilik ilkesi var, yoksa gezegenler kafalarina gore hareket etmiyorlar bu bir, ikincisi de burada dandik bir gozlemcisin, gunes sistemini yaratan sen olsaydin ayni kayitsizlikla isin icinden nasil siyrilacaktin? allah etrafta dolanirken bu evrene denk gelip, hadi su mahluklari gozlemleyeyim demedi ki. dogru analoji su olmaliydi: gunes sistemini yaratiyorum, bunlarin sittin sene yapacagi her hareketi daha bastan biliyorum, sonra da sanki bilmiyormusum gibi onlari yargiliyorum "sectikleri" yorungeden dolayi (genetik/kulturu de analojiye oturtsak, yarattigim newton yasalarini sorguluyor olacaktim). o gezegen daha ortalikta yokken bile tum hayati belliyse, ne secimi guzel kardesim, ve dahasi bu paradoksu asssan bile ne yargilamasi.

    limon kimyon zorro da ikinci engele deginmis: "yaradan her şeyi biliyor ise, biz neden test edilmek için dünyaya geliyoruz?.. sen yaratıldığın anda seni cehenneme atan bir yaratıcıya "ben sorumlu tutulduğum bu günahları işlemedim" deme hakkına sahip olurdun ve şüpe yok ki bu konuda haklı kabul edilirdin. biz buraya yapacaklarımızı, bu yaratılmış halimizle görmek için geliyoruz. irademizle yaptıklarımızı kabul etmek için geliyoruz."

    hayatin amaci insanin (zaten allahin bildigi) yapacaklarini ve sonuclarini kabullenmesi olabilir deniyor. tabii buna "onu yapacagina allah bizi sonuclarina kabullenecek sekilde yaratsaydi da bosu bosuna onca insan aci cekmeseydi, 1 milyar kisi sussuz yasiyor dunyada bu adam cicegin bocegin guzelligini mi gorecek, sirf test edilecek diye dahi degil, sirf sonucu belli olan testteki sorumlulugunu sonradan reddetmesin diye istirap cekiyor" diyebiliriz. ama benim asil derdim bunun asil sorunu iska geciyor olmasi: yaradan herseyi biliyor ise, ortada test edilebilecek tek sey kendisidir.

    ya sen tam bir ozgur iradeye sahip olacaksin ve allah bunu kavrayamayacak (dolayisiyla omniscient olmayacak, doktrini yanlisliyor)ve ustune dogdugun yer, genlerin, cevren gibi "inputlar" yuzunden verdigin kararlarda kismen sorumluluk almak zorunda ya da allah insani yarattigi anda onun geleceginde yeralan tum secimlerin sonuclarini bildigi icin, dolayisiyla sadece inputlari degil onlari degerlendirecek olan kisiye ozel karar mekanizmasini bildigi icin ve onu da tamamen kendisi yarattigi icin, tum sonuclarin tamamen sorumlulugunu ustlenecek, bu da adil bir yargilamayi imkansiz kiliyor, daha dogrusu yargilanmasi gereken allahin kendisi oluyor (doktrini oyle bir yanlisliyor ki gokten yildirimlar yagiyor su anda kafama).

    varsa bunlara bir cozum beklerim, yildirimlarin daha ulasmasina 8 dakika var.

    edit: allah her kararini7mumkun olabilecek her acilimini bilip de bunlardan hicbir sorumluluk duymayacagi kadar ozgur bir irade yaratabilir mi? bu isin teorik sorusuydu. pratikte ise gozlemlerimizin bizi supheye dusurmesi yeterli:

    norofizyoloji: karar verme yetisi beynin gelisimine endeksli oldugu icin bir otistigi hangi seciminden dolayi yargiliyoruz. kisinin sızofenisi, otistikligi kaderse bu sefer kaderin tanimi "ozgur bir iradenin allah tarafından onceden bilinen secimler silsilesi" olmaktan cikiyor. ayni soru anne karnında/dogum esnasında/6 aylikken/6 yasindayken olen insanlar icin de sorulabilir ve cevaplanmasi degisen oranlarda zorlasacaktir.

    genetik: bir geni bozuk diye frontal cortex'i hasar goren ve surekli kufurlu konusan, bencil ve agresif olan bir insanin dogruyu yanlisi secmesi ve bu secimlerinin uzerinden yargilanacagi kaderi olmasi iyice kotu

    kulturel, birinci seviye: aileden aldigin egitime gore bir psikopat olabilirsin
    kulturel, ikinci seviye: sosyoekonomik kosullarina gore iyi/kotu anlayisin degisik olabilir.
    kulturel, ucuncu seviye: gunah/suc kavramlarinin kendisi toplumun tamami icin degisik olabilir, romada pedofili, musluman sistemlerde kolelik serbestti.

    sonuc: fizik-biyoloji kurallarina direkt bagli olan ozgur iradem, hangi uzay-zamana hakim ahlak sistemini baz alarak serbest bir secim yapabilecek de, o sartlardan sorumlu olan allah, bu sorumlulugunu bir sekilde kendi de bildigi kaderimin sorumlulugundan ayirabilecek, ayirmakla da kalmayip onu tamamen benim ustume yikacak (zira adil yargilama bunun gerektirir, irademin kaderimden yuzde 99.999 sorumlu olmasi yetmez) bir de ustune bu sinirli hayatimda yaptigim sinirli secimler icin beni sonsuza kadar surecek (sinirsiz) bir odule/cezaya layik gorecek?


    (immanuel tolstoyevski - 19 Ağustos 2007 12:34)

  • comment image

    --- spoiler ---
    bekir abimin esas manitası; ama süper kızdır uğur abla, siz bakmayın evli barklı olduğuna abimin esas hikayesi uğur abladır. kerem ile aslının hikayesinden daha büyüktür allahıma eşsizdir, benzeri yoktur. bekir abim kurşunlar yemiştir bu yolda, kaç defa ölümlerden dönmüştür, bilekler kesilmiş aylarca hastanelerde yıllarca akıl hastanelerinde kalmıştır. uğur ablanın peşinden gezmediği şehir, yürümediği yol, görmediği diyar kalmamıştır memlekette...

    ---
    spoiler ---


    (fezader - 18 Haziran 2008 22:19)

  • comment image

    eski zamanlarda bir türlü kabullenemediğim gizemdi kader. varoluşla ilgili sonu olmayan sorular sorar, daha yaşamadığım şeylerin zaten yazılmış olduğunu anlamsız bulurdum. kaderim yolun sonuna kadar yürümek derken, birden koşmaya başlar ve yoruluncaya kadar koşardım. kaderimi değiştirdiğimi düşünürken, asıl kaderimin, yolun yarısındayken deli sikmiş gibi koşmaya başlamak olduğunu anlamak da uzun sürmezdi. koşmak yerine yürümeye devam etseydim, yazılmış olanın dışına çıkacaktım. zamanla, yürürken çömelmek, birdenbire garip sesler çıkartmak, yanımdaki kardeşime şimşek gibi tokat atmak gibi huylar geliştirdim. tek amacım, tanrının bana yazmış olduğu vasat hayatı anlık tepkilerle değiştirmek ve özgür olmaktı. ama günün sonunda, yine başladığım noktaya geri dönüyordum. "kardeşime anlık tokat, çok uzun zaman önce yazılmış" diyordum. ben sadece bu denyoca senaryoya boyun eğdim, boş yere vurdum çocuğa diyerek üzülüyordum.

    sonra kadere farklı açılardan yaklaşmaya başladım. biz olmadan önce yazıldığı küçük bir yalandı. kader önümüzde uzayan sarı bir tarla değildi. hayat adlı uyduruk teknenin denizde çıkardığı izdi. hemen arkamızdan, birkaç saniye gerimizden geliyordu. bütün seçimleri kendimiz yaparken, kader sadece .txt dosyasıydı. klavyenin tuşlarına basan bizdik, hangi tuşları basmamızı söyleyen ise kutsal kaos. küçük kelebeklerin, hayatımız üzerindeki büyük etkileriydi.

    ortaokuldayken, dayım queen'in innuendo kasetini hediye ettiğinde ingilizce bilmiyordum ama freddie'nin sesini ilk duyduğumda etkilendiğimi şimdi bile anımsıyorum. defalarca dinlemek, zamanla alışmak ve sözlerini türkçeye çevirmek yeni bir kapı açmıştı. queen'den sonra, the beatles albümlerini elde ettim. baştan sona dinleyip anlamaya çalıştım. para biriktirip scorpions kasetini aldığımda lise 1'e de başlamıştım. dayımın hediye ettiği kaset, küçük bir patika açmıştı. o patikayı takip ederken, beraber okuduğum arkadaşlarım ana yoldan devam ediyorlardı. televizyonda deli yürek izleyip ertesi gün okulda aynı sahneleri anlaşılmaz bir ısrarla birbirlerine anlatırken, ben eve gidip nirvana dinlemeyi istiyordum. zamanla yazmaya başladım. şarkı sözlerinden anladıklarımı kendi hayatıma katıyor bir şeyler yazıyordum. yazdıklarımı çoğu zaman beğenmiyor ama vazgeçmiyordum. dışarıya karşı yabancılaşma bedenimi ele geçirdiğinde, cep telefonu furyası da başlamıştı küçük ilçemizde. mülkiyetin tutsaklık getirdiğini nevermind'in kapağından öğrenmişken, arkadaşlarım akşamları birbirlerine çağrı atmaya da başlamıştı. innuendo ile açılan patika, gittikçe genişlemeye başlamışken pink floyd duvarları yavaş yavaş örüyordu. dışarıya açılmayan odanın inşaası bittiğinde, müzik vazgeçilmezim olmuştu.

    müzik daha mutlu etmedi. daha mutlu olmaya çalışmanın aptallık olduğunu gösterdiğinde, üniversiteyi kazanmış, kampüsteki kasetçilerden haftada bir kaset almaya başlamıştım. çevremdeki her şey değişirken, kulaklığımda freddie " it's a hard life" söylüyordu. arada kaldığım, devam edemediğim günlerde "don't try so hard", bir kenara geçip insanları büyük merakla izlediğimde ise " these are the days of our lives" çalıyordu beynimin içinde.

    kaderi sorgulamak yerini kaderle karşılıklı kafaları çekmeye bıraktığında, dayımın ortaokulda verdiği küçük kasetin etkileri oldukça büyümüştü. kampüste bir ağacın altında uyuyakaldığımda, scorpions "always somewhere" i söylüyordu. sabaha karşı uyandığımda, pearl jam alive diye başlamıştı. küçük bir kaset, bana bunları yapmış olabilir miydi? aynı liseden mezun olup aynı okulu kazandığım arkadaşım, alabildiğine sıkıcı, planlı bir hayatı her gün yaşamaktan bıkmazken, benim içim daralıyordu. patikayı takip etmemem gerektiğini düşünüp, kendimi suçluyordum. ama müzik olmazsa olmazımdı.

    kız arkadaşımın yanına ankara'ya giderken, kaloriferi bozuk buz gibi otobüste bono vardı. irlandalı, hafif hafif söylüyordu. herhangi bir şubat akşamı, biten aşkın ardından "ben ne halt edeceğim şimdi" diyerek otobüs durağında dikildiğimde radiohead de sahneye çıkmıştı. "don't leave me high, don't leave me dry". bu yatıştırıcı ses, beni her zamankinden daha fazla büyülüyordu. tedirgin edici bir sakinlik vardı. son insan öldükten sonra açık kalan müzik setinden çıkacak olan bir şarkı varsa, muhtemelen radiohead'in olacak. sadece tanrıya çalacaklar. everything in its right place, neden olmasın?

    kader var mı bilmiyorum. önümde mi seriliyor, arkamdan mı geliyor, yanımda mı yürüyor görmüyorum. pazar günü, bilgisayarın karşısında anlamsızca zaman mı öldüreceğim, cumartesi gecesi çıldırıp, cunda'ya mı gideceğim onu da bilmiyorum. elimde kalem, yazmaya çalışıyorum. "nereye gidersem gideyim, bu kaderimde vardı zaten, ne artistlik yapıyorsun" da diyebilirim, "bu daha önce yazılmamıştı" diyerek rakımdan bir yudum alırken güneşin batışını da izleyebilirim.

    herşey kaosa verilen anlık tepkilerle belirleniyorken, bohemian rhapsody çalıyor:

    i don't want to die,
    i sometimes wish i'd never been born at all.


    (mies - 15 Ocak 2009 00:00)

  • comment image

    '' bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bir adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bir şeyler. bir de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filmciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bir dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bir gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bir etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bir bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabi taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bir soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor’a kesikmiş. zagor’da kaftiden içerde o sıra. bir gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a; benim içimde bir sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’u ziyarete gidiyor. bir tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunlar. altı ay mı bir sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bir daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunlar. bizimki bir gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bir sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyor. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bir surat... ama bu sefer başka güzel orospu. oranın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bir şey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyor hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyor milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. ne yaptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bir keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyor. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bir şey demiyor. sinop’ta oluyo bunlar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyor gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyor tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyor. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyor da şikayet etmiyor. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bir çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bir soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bir şey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte. ''

    (bkz: masumiyet)


    (kapi acik richard gere - 13 Temmuz 2010 03:09)

  • comment image

    --- spoiler ---

    - neden geldin?
    - biliyorsun.
    - ne deyim ben şimdi sana
    - hiç bir şey deme bir tek kalmama izin ver yeter. bak söz veriyorum bu sefer hiç bir şeye karışmıycam.
    - kaç defa denedik biliyorsun. nasıl inanıyım sana?
    - söz veriyorum eğer durmazsam kovarsın.
    - ya bela çıkarırsan?
    - çıkarmam.
    - ya çıkarırsan
    - çıkarmam ya. baktım olmuyor bi kenarda kafama sıkarım.
    - manyak manyak konuşma
    - eğer sıkmazsam siksinler. benim de bi gururum var be.
    - gördük son defasında bütün konya'yı ayağa kaldırıp gittin.
    - sen de aşşağılama bizi o ta ne zamandı.
    - ben dönmenden yanayım. artık iki çocuk babasısın.
    - bunu yapma bana
    - sen de yapma. benim için hava hoş. iyi bile olur. ama insaniyetli olmaz. sana da yazık ailene de.
    - sen de anla artık başka yolu yok bunun. yazıkmış kılmış tüymüş, hepsi hesap edildi bunların ya. her şeye hazırım diyorum sana. herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koduğumun hayatında. benimki de sensin.

    ---
    spoiler ---


    (oem - 21 Mart 2011 03:00)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bekir, uğur'un dükkanda unuttuğu fotoğraflarına evde bakarken, dışarıdan bekir'in bir arkadaşı seslenir:

    - fiyuvvv! bekiiir! fiyuvvv! bekiiir! ...

    bu, dünyadan hızla uzaklaşan bekir'e dünyanın son seslenişidir.

    ---
    spoiler ---


    (8128 - 7 Nisan 2011 11:06)

  • comment image

    --- spoiler ---

    o mobilyacı dükkanı, o çirkin halılar, o fuji film zarfı, o ercan taner'in maç anlatımı, hele de "süleymaanuu" deyişi... her şey bu kadar gerçekken ve her şeyin bu kadar gerçekliği bu derece çirkinken nasıl oldu da hayal oldun kaldın be bekir'im?

    ---
    spoiler ---


    (8128 - 7 Nisan 2011 11:58)

  • comment image

    kader allahın ilmindendir. ilim cinsinden bir şeydir. allah ilmi kuşatmış olduğundan ve zamanı da o yarattığından (zaman değişimin adıdır allah değişmez ve zamanın dışındadır) kaderi de kuşatması mümkün değil şarttır. allah öğrenmez. dolayısıyla olacak bir hadise allahın ilmine bir şey eklemez. zamanın dışında olan bir varlık da olacak bir şeyi öğrenmek için zamanın geçmesini beklemez.

    böyle olunca allah bizi kendi isteğiyle irade sahibi olarak yaratmış ve bizim cüzi irademizi kendi külli iradesine şart ı adi yapmıştır. bunun anlamı şudur. biz isteyeceğiz, o da tasvip etmese bile bizim istediğimiz fiili yaratacaktır. bununla birlikte artmayan ve eksilmeyen ilmiyle zaten neyi seçeceğimizi, neyi yapacağımızı bilecektir. aynı takvimlerde yazan güneş tutulması gibi. güneş takvimde yazıldığı için tutulmaz. insanlar ilimleriyle güneşin tutulacağını bilirler. ama güneşin tutulmasına bu bilginin etkisi yoktur.


    (sinimmar - 27 Şubat 2003 23:25)

  • comment image

    bugün öğleden sonra elektrik parasını yatırmaya gitmiştim. sıramı beklerken, ayakta gömleğinin cebindeki kâğıtları karıştıran bizim kirmizinintekrari yaşlarındaki bir amca, cebindeki gözlüğünü düşürdü. gözlük yere düşer düşmez iki camı birden çat diye kırılıverdi. amca sakince yere eğilip kırılan gözlüğün çerçevesini aldı, sonra acımaklı gözlerle kendisine bakan bizlere gülümseyerek "düşecaaa varımış" dedi.


    (senyazmasanbenyazmasam - 20 Eylül 2013 16:00)

  • comment image

    yengem olacak dingili abim kendisi mi bulduydu, yoğusa tanışmasına annem mi vesile olduydu tam bilmiyorum. bilmek de istemiyom zaten. fakat nişanlılık döneminde bu salak kezban yüzünden annemle sürekli tartıştıklarını hatırlıyorum. hatta bir keresinde anneme o derece sinirlendiydi ki "yettin ulan gayrı, sevenleri niye ayırıyon vicdansız!!? " diye bağırarak eline geçirdiği ekmek bıçağıyla kendisini doğrama blöfü yaptıydı.
    adım gibi eminim ki efeler; abim, o zamana şimdiki aklı ile dönebilse, o pıçağı en az elli kere saplardı kendine.
    işte kader denilen şey böyle bi orusbu çocuğudur.


    (senyazmasanbenyazmasam - 15 Ekim 2013 13:01)

  • comment image

    islamiyetteki en tehlikeli silah... ortadoğu coğrafyasının bu halde olmasını en büyük sebebi...

    evet 'kader' diye birşey vardır. ancak 'kader' inancı sistemli bir şekilde insanlara kasti olarak yanlış öğretilmiştir.

    kader; 'kader' denince insanların aklına gelen alın yazısı gibi birşey değildir. halbuki bize öğretilen, hayatımızın bir tiyatro senaryosu olduğu ve bizim de orada bir başrol olarak ne yazıyorsa onu oynadığımız idi !

    ilk islam devletlerinde halifelik ve taht sahipliğinin 'allah tarafından layık görülüp verildiği' inancıyla birlikte; insanların hayatını, içinde bulunduğu şartlarını sorgulamasını engellemek için; mevcut sistemi, iktidarı ve yönetenlere biat etmesini ve asla değiştirmeye kalkmaması için iktidar sahipleri tarafından bu 'alın yazısı' şekildeki saçma kader inancı uydurulmuştur. bu düşünce ile yüzyıllar boyunca islam coğrafyasında yönetenler ve yönetilenler her zaman aynı olmuş, devrimler bastırılmış, 'herşey allah'tandır' mantığıyla kimse yalnış gidene dur dememiştir.

    hal böyle olunca düşünebilenler bundaki saçmalığı idrak etti. bunun cennet/cehennem inancınyla ters düştüğünü; allah'ın yazdığı şeyleri yapacak olmamız sonucunda cehennem ya da cennete gitmenin haksızlık olacağını iddia ettiler mantıklı olarak.... nice insan ilk bu kader inancının yarattığı soru işareti ile akılda yanan ampül sonucunda tanrı inancını yitirip ateist ya da materyalist oldu. haklılar. büyük saygı duyuyorum...

    ancak iyice araştırınca işin aslı şudur. allah; sıfatları itibariyle zaman ve mekandan münezzehtir. yani gelecekte de bulunabilir geçmişte de... gelecekte de ne olacağını görür geçmişte de.

    kader ise allah'ın sadece senin ne yapacağını bilmesidir. tıpkı çok sevip de ikinci kez izlediğiniz bir filmde bir sahne sonra ne olacağını bilmeniz gibi... evet en sevdiğiniz o karakterin bir kaç sahne sonra başına gelecek herşeyi biliyorsunuz ancak bilmeniz onun kararlarını, filmin gidişatı etkilemiyor. değiştirmiyor.

    kader de budur. allah sadece önceden bilir, o kadar. ha bu noktada diyeceksiniz ki 'peki boşuna mı dua ediyoruz, eski sevgilime ettiğim beddualar boşa mı gidiyor?' bu noktada da aynı durum geçerli . tanrı sizin dua edeceğinizi de biliyor. edeceğiniz duayı kabul etmesi halinde belki size göre hayatınızda bir değişiklik yaşanacak ancak allah tarafından bilinen hayatınında yaşanmayacaktır.

    her neyse işin ramazan programlarında konuşan boş tiplere döndüm, program başına da 80bin lira veren de yok. konu da asıl durmak istediğim nokta kader inancının neden yanlış öğretilmiş olmasıydı....


    (emre islekk - 15 Haziran 2014 10:12)

  • comment image

    bugün bir alabalık çiftliğine gittik babamla. 4 tane balık istedik, recep amca uğraştırmayın beni gidin alın dedi havuzdan. sonra babam kepçeyi daldırdı 2 balık geldi, bu 2 balığı kovaya attı, çırpınışlarına gözüm takıldı.
    sonra 4'e tamamlamak için kepçeyi bir kez daha daldırdı. bu kez 4 tane geldi sonra uğraşmamak için kovadaki 2 taneyi alıp havuza atmamı istedi. bende yaptım.
    babam kepçedeki 4 balığı kovaya koyup ölmelerini bekledi. çırpınan o 2 balık sulara karıştı. babamın tercihi balıkların kaderi miydi?


    (vogojin - 7 Temmuz 2014 02:44)

  • comment image

    üzerinde düşünmekten haz aldığım onlarca konudan biridir. yaptığım çıkarımlardan bahsetmek isterim, zira belki sizin de farklı bir açıdan bakmanıza yardımcı olur. öncelikli olarak kader bence sanıldığı gibi doğduğumuz anda önümüzde çizilmiş bir çizgi değilidr. şimdi ismini hatırlayamadığım bir ilahiyat profesörü bu konuda şu ilgi çekici örneği vermiştir; güneş coğrafya kitaplarında yazdığı için doğudan doğmaz, güneş doğudan doğduğu için kitaplar bunu yazar. yani yapacaklarımız belirli olduğundan değil. biz bunları yapacak olduğumdan kader vardır. hangi yaratıcıya inanıyor olursanız olun, yaradan sizin ne yapacağınızı en başından bilir. sizi siz yapan şeyin, sizin olduğu yanılgısına kapılmak kuşku yok ki bu basit gerçeği örtmektedir. ve işin daha da ilginç olan tarafı ben dediğimiz şey, ne olduğunu bizim bile zor tanımlayabileceğimiz kadar, gizli bir olgudur. bizi bir taştan ayıran o canlılık belirtisi aynı zamanda neyi sevdiğimize, ne yapmak istediğimize karar vermektedir. biraz basitleştirmek gerekirse, bir zeytin ağacına bakarken aslında içimizde "ben" sandığımız şeye ben bu ağacı seviyor muyum diye sormuş bulunuyoruz. o çok basitçe iki ibresi olan bir cevap makinası gibi çalışır. evet ya da hayır der. herkesin sahip olduğu bu seçim şansı karakter dediğimiz o çeşitliliğine hayran olduğumuz farklılıkları yaratır. ve biz bencilliğimizle o "şey"e ben demeye devam ederiz. aslına bakarsanız ilk domino taşını deviren enerji olmasa her birimiz organik bileşikleriz. bu bir açıdan şuna benzetilebilir. bir oyuncak bebeğiniz var. bir gün içine pil koyuyoruz ve konuşmaya yürümeye falan başlıyor. ertesi gün oyuncak pile ben demeye başlıyor.

    şimdi aklınıza gelebilecek o harika soruya eğilmek istiyorum. "eğer kararları biz vermiyorsak, yaptıklarımızdan nasıl sorumlu olabiliriz ?" aslında bunun gözüktüğünden yalın bir cavabı var. kararları gelişi güzel veren o içindeki enerji aslında sensin, ancak senin anladığın anlamda değil. yapılması gereken doğru olanlara yönelmeni sağlayacak ikinci bir mekanizma üretmek. işte seni yaratanın bu evrende karışmak istemediği tek nokta budur. kuşku yoktur ki o istediği her şeye etki edebilir. ama bu iradeye karışmak istemez.

    bu konuyla ilgili herkesin aklına takılması muhtemel başka bir soru ise "yaradan her şeyi biliyor ise, biz neden test edilmek için dünyaya geliyoruz?" ilk bakışta başa çıkması zor bir soru gibi. sonuçta evet, inandığın yaratıcı seni yarattığı gibi cennetine ya da cehennemine atabilir. ama işte o zaman tüm ilahi dinlerin dayandığı temel nokta olan "adalet" sarsılmış olurdu. sen yaratıldığın anda seni cehenneme atan bir yaratıcıya "ben sorumlu tutulduğum bu günahları işlemedim" deme hakkına sahip olurdun ve şüpe yok ki bu konuda haklı kabul edilirdin. işte bu dünyaya gelişimizin nedenlerinin en önemlisi burada ortaya çıkıyor. biz buraya yapacaklarımızı, bu yaratılmış halimizle görmek için geliyoruz. irademizle yaptıklarımızı kabul etmek için geliyoruz.
    özetlemek gerekirse. kader nefsimizin bize söyledikleri arasından seçtiklerimizdir. ve hayat bu seçimleri bize gösteren harika bir dekordur.

    not: bu tanım kimsenin inanışına ters düşmek için yapılmamıştır. tepki göstermeden önce içinizden ona kadar sayın.


    (limon kimyon zorro - 5 Nisan 2006 22:09)

Yorum Kaynak Link : kader