• "değil türkiye, dünya sinema tarihinin en iyi filmlerinden birisi.edit: ironi mironi değil, düz hakikat."
  • "nuri bilge ceylan'dan recep ivedik otopsisi."
  • "hıncal uluç'un yerdiği film. bu da demek oluyor ki bu filmde iş var hacı."
  • "şahan gökbakar recep ivedik'te nbc'nin uzun planlarıyla dalga geçmişti. nbc de bu filminde, maktule giydirdiği gömlek ile recep ivedik'e cevap vermiş gibi olmuş sanki. (bkz: recep ivedik gömleği)"
  • "elma metaforunu şeftali olarak algılayanların hakkında "elle tutulur hiçbir yanı yok" dediği nbc filmi. siz doğru filmi izlediğinizden emin misiniz kuzum?"
  • "filmin oryantalizm ile bağlantısını kuran eleştirel bir bakış için sanatlog'daki şu yazı okunabilir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    kesinlikle nbc sinemasının biz olumlulere karakterleriyle, diyaloglariyla, hikayesiyle en yakin duran filmi olmus.

    tabi boyle olmasinin bir baska nedeni de zeki dumurkubuz'un kapilarini saymazsak daha once turk auteurlerinin hic bir filminde insanlarin bu kadar gulmemis olmasinda aramak lazim.

    tipki bir anadolu kilimi gibi icinde binlerce motif var ve bu durum filmi bir sinifa sokmamizi zorlastiriyor. sinematografik acidan yine nbc'dan beklenen titizlik ve fotografci ustaligi yakalanmis ve hatta cita daha da yukselmis. sahneler arasi gecislerde, tek planlarin kusursuza yakin kompozisyonlanmasinda ve oyunculari yine sirat koprusunde yuruten yakin plan cekimlerde bir auteur sinemasina girdiginizi duyumsatan her oge var. hikayede nbc

    kendi hesabima en begendigim ve dunya sinema tarihinin de en onemli sahneler silsilesinden oldugunu iddia edecegim kisim:

    --- spoiler ---
    muhtar'ın evinde elektrik kesildikten sonra herkes yemegini bitirince odaya elinde gaz lambasi ile giren muhtarın duru guzellikteki masum kizinin cay servisi yaptıgı sahneydi. aman allahim sanki nbc peri masali anlattigi bir filmi cekmeye girismisti. kendi hikayeleri ile yaralanmis erkek yureklerinin, kizin gelisiyle ruhlarindakinin disa cikmasi, rahatlamlari, belki sukun bulmalari ve tum bunlarin yuzlerine yansimasi... bunu hissettirmek icin nbc'nin gaz lambasindan yayilan sari, sicak isigi nasil guzel kullandigi, kizin yuzune dogru giristigi yakin planlar ve bunu erkeklerin suratlarindaki ifadelerle harmanlamasi, erkek oyuncularin oyunlarindaki samimiyet bir sinema soleni. hele zekasi geri cocuk caya uzanmisken kizin kola uzatmasi dilekleri gerceklesitren peri masalini tamamlayan sihirli bir dokunus.
    hele bu sahnelerin sonuna bir kurgu sahikasi gibi ustalikla eklenen olmus adamin odanin icinde zanliya gorunusu, oraya kadarki ustalikla mest olmus biz olumlulere yonetmenden bir dis kirasi adeta.

    ---
    spoiler ---

    nbc senaryonun ilk taslağında kızın yüzünü hiç göstermemeye niyetlenir, tüm düzen, ışık, kamera vs. buna göre ayarlanır. ancak kader bir ışık yakar senaryoda ve köyün elektrikleri gerçekten kesilir. nbc o dakika bu sahneyi elektrikler kesilmiş halde titrek gaz lambası ve mum ışığında çekmesi gerektiğine, bunun yaratmak istediği atmosferi, anlamı ve etkiyi daha güçlendireceğine ikna olur. nbc sineması bunun gibi daha nice "tanrının eline" şahittir.


    (leopold kessler - 24 Eylül 2011 08:19)

  • comment image

    --- spoiler ---
    güzelliğiyle karakterleri büyüleyen muhtarın kızı cemile'nin sahneye çıkışı öykünün kırılma noktasını oluşturmaktadır. böyle saf bir güzellikle karşılaşmak karakterlerin maskelerini düşürmüştür. en önemlisi katil kenan'ın cemile'yi gördükten sonra, kurban yaşar'ın sanrısı ile yüzleşmesi, polis naci'ye yaşar'ın çocuğunun babası olduğunu söylemesi ve sonunda cesedi gömdükleri yeri itiraf etmesidir. bu haliyle cemile karakteri, yalnızca fiziksel güzellikle eşit değildir, bilakis filmin mistik öğesidir. elindeki gaz lambası ile karakterlerin iç dünyalarını aydınlatmış, sartrekötü niyetin (kendine yalan söyleme) otantik varoluşa dönüşmesine yol açmıştır.

    ---
    spoiler ---


    (pate - 24 Eylül 2011 11:41)

  • comment image

    başyapıt.
    nuri bilge ceylan filmleri içinde, en iyisi.
    türk sinemasının zirve noktası.
    bu film, kesinlikle çok iyi bir sinema salonunda izlenmeli. büyük perde, yüksek ses kalitesi şart. film 157 dakika, ve her dakikasında, bir fotoğraf önünde dinlenen insan hikayeleri. gerçekliğinden bir saniye bile şüphe duymadığınız bu hikayelerin ipuçları bile, kahramanların bozkır ayazında derinleşmiş yüz kırışıklıklarını anlatır gibi. nbc filmlerinden alışık olunmadığı kadar hareket ve konuşma içeren film, 3/4'ü dolu olan salonda, bazı anlarda sesli kahkahalara, zaman zaman da, çıt çıkmayan sessizliğe neden oldu. bir sahnede, yanımdaki beyfendinin elleriyle yüzünü kapattığını gördüm. oyunculuklar, şimdiye kadar gördüklerimin en benzersiz olanı.

    buradan sonrası çok ağır spoiler içeriyor.

    --- spoiler ---
    anadolu'nun orta göbeğinde, tek düze sarı bozkırda, ışık, ses ve gölge oyunlarının akıl oyunlarına karıştığı, oya gibi işlenmiş, polisiye içinde polisiye öykü.
    dirinin değil, ölünün değerli olduğu bir kültüre vurgu yapılmış. muhtarın on yirmi haneli köyü için arzuyla talep ettiği, ölülerin kokmaması için bir morg, ve bir de yıkılan mezar duvarının tamiri. morg çalışanı da, saymanın, modern otopsi aletleri için ödenek vermemesinden yakınıyor. üç araba görevli, sabaha kadar, ölü olduklarını bildikleri birinin yerini arıyor. yaşayan biri kaybolsa bu seferberlik ilan edilir miydi bilinmez.
    komiserin, katilin domuz bağıyla bağlandığını görünce verdiği aşırı tepki, ve söylediği, " dininiz, imanınız, allahınız yok mu sizin" sözleri, aşırı dinci hizbullah örgütünün, canice işledikleri cinayetlere gönderme gibiydi.
    her karakterin bir zayıflığı ya da sırrı var. arap, her durumda midesini düşünüyor, elma, peşinde, ölünün yanına bagaja konan kavunda, ekmek evinden aldığı bazlamada. adliye yazıcısı, kocası yeni ölmüş kadına anlamsız fazla ilgi gösteriyor. savcı, karısını aldatmış ve ölümüne neden olmuş. komiser, özürlü ya da sakat çocuğunu görmemek için eve gitmiyor. başına gelenler için, en büyük günahlardan, allaha isyan etme durumuna kadar gelmiş. bir tek doktor bu arazları görüyor, ve bu adamlar arasında temiz kalmış. tek hikayesi eşinden boşanmış olması. masasında tus hazırlık kitabı, duvarında, eski eşiyle tatil fotoğrafları, elinde de, kendisinin deniz kenarında çekilmiş çocukluk fotoğrafları. sıkıştığı anadolu kırsalında gündelik hayatın bayalığından kaçmaya çalışıyor. ama kural değişmiyor, ve doktor da bu ortamın kirinden uzak kalamıyor. otopside, ölenin diri diri gömüldüğünü yazmayarak, katilin çok daha az cezaya çarptırılmasının yolunu açıyor. belki de, katilin yetim kalan çocuğa dönüp, babalık yapacağının hesabında. iyilik peşinde yalana dolanıyor. ama kan ona da sıçrıyor ve yüzündeki kan damlası ile kirlenmiş bir şekilde araziye uyuyor. temiz kalamıyor.

    muhtarın kızı ve getirdiği kola, yalnız ve güzel ülkeye dair, umudu simgeliyor.

    ---
    spoiler ---


    (uyumaz - 25 Eylül 2011 04:51)

  • comment image

    değil türkiye, dünya sinema tarihinin en iyi filmlerinden birisi.

    edit: ironi mironi değil, düz hakikat.


    (otisabi - 25 Eylül 2011 22:48)

  • comment image

    bir kere görsel olarak muhteşem bir filmdi. sevgilim sağolsun sondaki sahnelerde ürktüğü için sonunu izleyemedim.

    --- spoiler ---
    köyde muhtarın evine gittikleri sahneler biraz cenneti andırıyor gibiydi. çünkü her istekleri oluyordu adamların. biri mesela çay istemişti çay geldi, kola isteyene kola geldi, canı bir tepsi et çekene et geldi, ayrıyeten katilin öldürdüğü kişinin şu an canlı olmasını dilemesi ve karşısında görmesi, melek gibi bir kızın ortalıkta salınması falan bunlar bana çok acayip derecede mistik olaylardı.
    ---
    spoiler ---


    (galove - 27 Eylül 2011 09:22)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmden aklıma kazınanlar:

    -> doktorun, savcının, komiserin vs. mesleğiyle çağrıldığı bir yerde, ölüyü topraktan çıkarmaya çalışan iki adamın kazma ve kürek denilerek çağrılması.
    -> yuvarlanıp derede sürüklenen elmanın, anca diğer elmaların gidebildiği yere kadar gidebilmesi.
    -> savcının, karısıyla ilgili hikâyeyi her anlatışında yanağındaki dermatitin belirmesi.
    -> doktorun, "kadınlar öyle kolay affetmez" derken, karısının da onu bu sebepten terk ettiğini hissettirmesi.
    -> elektrikler kesildiğinde çayları getiren kızın, gece ile gündüzü ayıran muhtar evindeki (araf) nurlu bir meleği anımsatması.
    -> muhtarın kızının, savcıyı uyandırıp çay ikram ettiği sırada, savcının bir iki saniye süresince o kızı, karısı sanması.
    -> katilin, öldürdüğü adamı gördüğü sırada "sen ölmedin mi" derken, ölünün birden boğazını tutup nefes alamamasıyla, boğularak öldüğünü anlamamız.
    -> savcının da, komiserin de, doktorun da (filmin üç ana karakteri) bir kadın sorununun olması.
    -> komiserin eski amirinin ağzından söylediği "her olayda kadını ara" sözünün, filmin bütünü içinde bir mizanabim örneği oluşturması.
    -> ölen adamın gömüldüğü yerde köpeğinin nöbet beklemesi.
    -> savcının, ölüyü tanımlarken kullandığı "clark gable görünüşlü" lafını tutanaktan sildirmemesi.
    -> rüzgârda yuvarlanan boş bidonu da, boş torbayı da sadece doktorun izlemesi.
    -> doktor otopsi yaparken, ölünün üzerindeki kıyafeti "tulum benzeri iş pantolonu" ifadesiyle, tıpkı savcınınki gibi betimlemesi.
    -> savcının, muhtar oğullarını anlattıktan hemen sonra ona oğlu olup olmadığını soracak ya da kadınla ilgili hikâyeyi anlattıktan hemen sonra doktorun, kadınla ilgili ona sorduğu soruya "hangi kadın?" diyecek kadar unutkanlaşması.
    -> doktorun, savcının anlattığı kadın hikâyesindeki kadının ölüm nedenini öğrenmeye çalışırken, hep "ölüm sebebi neydi yani doktorlar ölüm sebebi olarak neyi gösterdiler" diyerek ikinci açıklamayı yapmaya zorunlu hissetmesi.
    -> doktorun, otopsi odasına gidişte hastaların arasında geçerken, onlarla muhatap olmamak için cep telefonuyla konuşuyormuş gibi yapması.
    -> katilin neden öldürdüğünü öğrenmememiz.

    ---
    spoiler ---


    (mademli bagnum - 1 Ekim 2011 01:36)

  • comment image

    izlediğim ilk nuri bilge ceylan filmi

    --- spoiler ---
    öncelikle belirteyim herhangi bir sinema filmi ile ilgili kritik yazacak kadar teknik bilgim yok. o yüzden böyle bir film için yüzeysel kalabilecek bir yazı olabilir. uzun zamandır bir şey yazmadığım ekşiye girmeme neden oldu bu film. filmi izlemeden hemen önce bir blogda nuri bilge ceylan' ın 3d efektleri kullanmadan sahnenin gerçekliğini aynı ölçüde yansıttığından bahsediyordu. bu çok iddialı yorumun doğru olabileceği aklımdan geçmezdi.

    ben bir doktorum ve mecburi hizmetimi doğuda yaptım. filmde konu edilen duruma çok benzer durumlar yaşadım. ve filmdeki savcı, polis, katip, şoför ve hatta muhtar karakterleiyle beraber yaşadım bu durumları. "bu detayları nasıl yakaladın be abi? sen de benimle birlikte arabada mıydın?" diye sorasım geldi nuri bilge ceylan'a. insanların sıkılıp, "45 dakika boşluğa bakmak" diye nitelendirdiği şeye 1.5 yıl baktım ben. ve bir kişinin, hatta dünyaca ünlü bir yönetmenin benimle aynı şeyi görmesi salak bir mutluluk verdi bana. mecburi hizmetin tüm yükünü aldı sırtımdan yeminle...

    iki çift lafım da muhammet uzuner denen herife. ne allahsız adamsın içime oturdu lan bakışın. bulunduğu yere ait olmama bakışı... offf. ben konuşarak o kadar zamanda anlatamadım adam sadece bir bakışla özetledi durumu. işte bu yüzden o sanatçı oldu, ben de doktor oldum galiba. ilk defa izledim kendisini ama hayran bıraktı.

    ---
    spoiler ---


    (the pretender - 2 Ekim 2011 22:37)

  • comment image

    nuri bilge ceylan bu kez bir filmle çıkmıyor karşımıza, çünkü zannımca bu bir destan. tam ifadesi bu olsa gerek; destan...
    tozunu, rüzgarını ve keskin soğuğunu tüm gerçekliği ile hissedebildiğiniz, sonsuzluk hissi veren bozkır...
    tozun toprağın kokusu, şimşekler, soğukta araç camında oluşan buğu, geceyi delen farlar, yorgunluk ve stres... hepsi birer gerçek olarak
    yanıma oturdular ve birlikte dinledik bu destanı...

    --- spoiler ---

    savcıya ''tamamdır o iş'' demiş olduğundan; sorumluluk altında ezilen ve bunu şiddete dökme
    eğiliminde bir polis. çocuk hasta, hanım evde yalnız, çocuğun ilacı bitmiş yani ilaç
    almak unutulmuş, çocuk öyle hasta ki polis evde durmak istemiyor. tipik bir sorumluluktan
    kaçan erkek örneği. sorunlardan kaçarak uzaklaşan model. hep söylerim; bir erkek
    problemleri halletme metodu ile ölçülür. sorunları çözme şekli tüm kişiliğini açığa vurur.
    işte adamımız da çözülüveriyor doktorun odasında ''eve bile gidesim yok'' dediğinde...
    yani mevzu şu ki; o kadar bizden o kadar gerçek bir adam ancak bir destanda izlenir, filmlerde
    olmaz böyle adamlar...

    bitse de gitsek havasında başlayan ama git gide tüm destanı avucuna alıp yeniden yazan bir
    savcı. dermatiti, bıyık altı gülüşü, sükuneti, ''çok şey gördük geçirdik adamım''
    bakışları, tutanak yazdırışı, polisi sakinleştirme metodu doğal ve gerçekliğin
    zirvesinde... daha önemlisi; neden bu konuyu açtığını anlamasak ta doktora anlattığı, ölen
    kadının hikayesi. öylesine, durduk yerde öldüğüne inandırmış kendini, ama inanmamış ta
    aslında. hep aklının köşesine takılmış bir detay yine doktor odasında gün yüzüne kavuşup
    koltuğumuza mıhlıyor bizi; bir insan başka birini cezalandırmak için kendini öldürür mü?
    tüylerimin diken diken olduğu sahnedir burası. aynı sahnede kapıdan çıkarkenki hali,
    yüzünün rengi, sesinin titrekliği, zaten bildiği gerçeğin yüzüne tokat gibi çarpması..
    ayrıca muhtarın evinde uyuklarken, çayın gelişi ile uyanması; bir kaç saniye her şey
    yolundaymış, kendi evindeymiş eski hayatında, karısı çay getirmiş de ona uyanmış
    bakışları... işte böyle bir anlatım filmlerde pek sık gördüğümüz detaylar değiller... bu
    bir film olamaz.

    doktor anadolu kasabasında ötekileşen tayin olmuşlardan yalnızca birisi. yalnızlığı
    gördüğünü duyduğunu anlamasından, septik ve rasyonel duruşundan kaynaklanıyor. anadolu
    insanı, sıradan bir gününe etki eden meseleleri ilahiyata ve eskiden kalma totemleşmiş
    inançlara dayandırır. dünyası küçüktür, yaşadığı kasaba kadardır, büyük şehire gitmek
    gelmek bile büyük iştir. tüm bu küçük, yavaş ve sakin dünyada, algı şekli farklı adam
    yalnızlaşır. doktor böyle yalnız işte, ne kadar da kasaba halkının her türlü derdini
    dinliyor olsa da yalnız... ve kalabalık içinde yalnız hissedenin payına düşen susmaktır
    misali kapanık içine. otopsideki bulguları saklaması belki de bu algı biçiminin sonucu.
    diri diri gömmek kadını suç ortağı haline getirebileceği gibi katilin cezasını da
    arttırabilir. her iki ihtimal de çocuğun hayatını mehvedecek. bu; anadolu kasabasında
    doğmuş büyümüş bir aklın hesap etmekte zorlanacağı bir gerçeklik. yanakta ki kan lekesi ise
    onun yalanının nazar boncuğu... işte bir başka destan kahramanı...

    arap var tabi bir de ceset çıkarılırken kavun çalmayı ihmal etmeyen, ne kadar yuvarlansa da
    kopardığı elma gibi ancak diğer elmaların gidebildiği kadar gidebilecek bir arap bu...
    eşinin köyü ile kavgalı, tok olsa da bazlamanın sıcağını bulunca kaçırmayan, mıhlandığı
    dünyanın öfkesini barut yakarak atan bir adam. o kadar iyi gözlemlenip yazılmış ki, tekrar
    soruyorum kendime; filmlerde olur mu böyle karakterler diye. cevap belli; bu bir film değil ki!

    sahibinin cesedini otuzyedi kilometre mesafeden gelerek bulan bir dost, cesedin başında
    bekleyen, kovulsa da gitmeyen gözlerimizi yaşartan bir detay.

    kazma ve kürek daha çok zamanlar gelecek itilip kakılacaklar.çok çekecekleri var yiyecek
    çok fırçaları var daha.

    çakal katip, dul kalmış kadına asılmaya hazırlanıyor, biz filmlerde ''başka bir ihtiyacın
    olursa çekinme yenge'' diyerek bıyık buran tiplere muhatap edildik sinemamızda. bu ipnetor
    ise bir başka gerçek hakikaten...

    fırsatçı ama misafirperver bir muhtar. misafirperverliği belki zorunluluktan belki içten.
    kuzu eti koyuyor sofraya, onlarda kuzudan başka et yenmez. köyün diğer yolu çok bozukmuş,
    çok ta sorun değil, gasilhaneyle beraber bir morg yaptırmalı önce... projesi hazır zaten
    ama ödenek bir türlü çıkmamış. destansı oyunculuk, son derece rahat ve doğal bir sahne,
    aynı zamanda filmin ortasındaki kopuş noktası. muhtarın kızının, karakterlerimizin tamamını
    kendilerine getirmesi, durumun gerçekliği ve gerçeküstülüğü ile yüzleşmelerini sağlaması,
    yarı tanrı bir dokunuş zannımca.

    manda yoğurdu kadar sıradan bir sohbet içerisinde hayatı da kendisi de kararmış bir surat
    görüyoruz. kendi kalesini kahramanca savunan bu oyuncu, yalnızlar içinde en yalnız olanı ve
    muhtarın kızı ile göz göze gelmeden kavrayamayacak durumun vehametini. anadolu ahlakı
    açısından suç sayılan bir amel işlemiş ardından hukuki bir başka amel. içinde bulunduğu şok
    cesedi gömdüğü yeri hatırlamasını dahi engelliyor. top gibi bir ağaç, tarla ve çeşme tek
    aklında kalanlar. ama katil ya da cinayet; hiç alışık olmadığımız bir biçimde,
    hiç bir zaman ana konu olmuyor bu destanda, o bir aracı, diğerlerini bize getiren bir ulak.

    aşçı, dul kadın, asker, otopsi yaparken testerenin elektriklisini isteyen -ismi lazım değil- adam.....
    bunların hepsi gerçek ama asıl hayatımızda karşımıza çıktıklarında da bu filmdeki kadar gerçekler mi sorarım size...

    ''bir gün gideceksin, ama buraları hiç unutmayacaksın anadolu’da bir zamanlar bir kasaba vardı diyeceksin… masal gibi''

    ---
    spoiler ---

    işin kurgusuna, kadrajına, ışığına vesairesine takılmaya ya da bunları yüceltmeye hiç mecalim yok. gerek te yok. çünkü bunlar nispeten daha kolay işler, asıl mesele bu masalı bu şekilde anlatmak.algılarımızı açabilmek için zamanı yavaşlatıyor nbc, kendi sükun dünyasında gezdiriyor bizi.aklımızı alıyor hamur gibi yoğurup yerine koyuyor.

    üç günümü aldı filmi sindirmem, koşa koşa gittim ilk günden aldım elime kurgu günlüklerini, bir solukta okudum, öyle dalmışım ki oturduğum yer ıslakmış, ıslak popoyla gezdim bütün gün bu nbc'nin yüzünden, yaşa oturttu beni resmen. becerebilene helal olsun ne diyelim...

    son olarak şunu söylemeli; bu filmi sevenler, işin gişesine takılmamalı. bir çok taşlar vardır dünyada ama elmas bir tanedir. her taş elmas olsaydı, kalır mıydı elmasın kıymeti...

    ...imla...


    (inspectorjavert - 4 Ekim 2011 01:07)

  • comment image

    senin benim gibi adamlar sevmez bu filmi.

    sabahları pencere gagalayan kuş, kafasını siker senin benim gibi adamların. "o mükemmel kuş, bana bir hediye vermişti, bana tanrıyı hatırlatmıştı, sabahın en güzel saatinde ne büyük onur! ne büyük gururdu beni uyandırman..." diye methiye dizer başkası belki. ama senin benim gibi adamlar methiye dizmez o kuşa. düşünmez böyle şeyleri. "kuş uyandırdı sabahın köründe amını siktiğimin yerinde" der, kızar. senin benim gibi adamlar gördüklerini yorumlarlar, görmediklerini, görmeye çalıştıklarını değil.

    senin benim gibi adamları etkilemez bu film. çünkü senin benim gibi adamlar zaten bu filmdeki hayatın bir şekilde içindedir, aynı diyalogları filmde tekrar görmek istemez. senin benim adamın köyünün muhtarı da aynen bu filmdeki gibi konuşur, babası da çocuklarını bu benim 2 numara 3 numara diye tanıtır arkadaşlarına. senin benim gibi adama pek uzak değildir böyle şeyler. böyle şeylerden burnunun dibinde olduğu için etkilenmesi için hiçbir sebep yoktur.

    senin benim gibi adamlar tanıdığı yeni bir araba alınca camından kafayı sokup, "kaç basıyo lan ehe" bu diyen adamlardır. araba kullanırken sokakta arkadaşını görünce arabayı üzerine doğru süren adamlardır. onun için senin benim gibi adamlardan elmanın ağaçtan düşüşüne fantastik yorumlar getirmesini bekleme. senin benim gibi adam biri yanında bundaki mucizevi olayı anlatsa, elini havaya kaldırır "la oğlum hay amına koyayım düştü işte elma ne var lan bunda, ne abarttın" der. belki de senin benim gibi adamlar zaman zaman o kadar düşünmüştür ki bazı şeyleri, elmanın dipdiri olmasına rağmen ağaçta tutunamayıp çürüklerin yanına düşmesini, "hayat ne kadar ani, ölüm ne kadar gerçek" diye yorumlayacak pek hali kalmamıştır.

    elbette bu demek değildir ki senin benim gibi adamlar sinemadan sanattan anlamaz. koy önüne cüneyt arkın filmi bak nasil gözünü kırpmadan izliyor, nasıl şaha kalkıyor bazı sahnelerde nasıl da parlıyor gözleri. senin benim gibi adamlar aslında yorgun adamlar olur. yorgun adamlar bazı şeyleri düşünmek istemez. düşünemediğinden değil lan. düşünmek bir tek sana mı mahsus amına koyayım? tamamen düşünmek istemediğinden. gereksiz bulduğundan. saçma bulduğundan, zaten bokun tam ortasında yaşıyorken, başkasının sik gibi hayatının umrunda olmadığından. bu yüzden sanma ki senin benim adamlar bu filmi oyle sik gibi 2 saat izler bir bok da anlamaz. senin benim gibi adamlar da görür doktorun o içinden çıkılamaz yalnızlığını ama düşünmez işte bunu, senin benim gibi adamlar da görür savcının bahsi geçen kadının kendi karısının olduğunu doktor anlamasın diye bakıp mal mal sırıtımasını. o da onlar gerzek sırıtışta yatan "aman çaktırmayayım eheh eheh" ifadesini. o hilekar, utangaç, sevimsiz duyguyu senin benim gibi adam bilmez mi saniyorsun? hafife alma senin benim gibi adamları. senin benim gibi adam içki içtiği anlaşılmasın diye tuvalete gitmeden hemen babasinin yanına oturan adamdır. babası kokuyu alıp, "lan acabaa??" ikilemine düşmesin “yok canım içki içse dibime kadar sokulmaz herhalde” desin diye. film kültürü olmayan, sanattan, sahneden, duygusallıktan hiç anlamayan hödükler olarak görme senin benim gibi adamları. çünkü senin benim gibi adamlar da filmin başındaki yoğurt muhabbetindeki o samimiyeti hisseder. sadece ifade etmez. çünkü zaten samimiyetsiz ortami zaten sevmez, o samimiyete bir ozlemi yoktur senin benim gibi adamin. tabii ki filmin sonunda çocuğun futbol topuna vurduğu an içinden şeyler kopar, ama bunu görmeye gitmemiştir işte oraya. bundan sayfalarca anlatılacak şeyler çıkarmaz. bunu doğal bulur, bu doğallığın sinemaya yansımasını, harikulade, etkileyici! muazzam! müthiş falan bulmaz. senin benim gibi adamların arkadaşlarıyla gün aşırı mutlaka gittiği fiks bi mekanı vardır ve o mekana böyle kamera sokulmasından haz etmez. hele oradaki tüm o sikten götten muhabbetlerden sanki çok bir bokmuş gibi, keyfi yerinde adamların anlam çıkarıp, methiye dizmesine hiç katlanamaz. insanlar görmedikleri, bilmedikleri, hayal ettikleri, farklı dünyaları görmek isterler sinemada, televizyonda. herkesin en sevdiği film aslinda bir yerde en buyuk özlemidir. ya da yüzleşemediği en buyuk korkusudur. onun için senin benim gibi adamlar, bir filmi beğenmiş olmak adına gördükleri şeylere ekstradan, uyduruk anlam yuklemeye çalışma çabasından hoşlanmazlar.

    nuri bilge ceylan filmleri zaten bu tarz olur diyorlar, senin benim gibi adamlar hangi yönetmenin ne tarz film çektiğini bilmez. onun icin eğer senin benim gibi bir adamsan haybeye izleme bu filmi. sana farklı bir şey anlatmayacak çünkü. sıkılıp duracaksın, rol de kesemeyeceksin çıkışta şöyle filmdi böyle filmdi diye. onun için hiç gitme gel bi clint eastwood filmi takalım, atlarımızı sürelim batıya doğru, ödül avcısı olalım. senin benim gibi adamların içinde bir kovboy vardır.


    (god loves ugly - 5 Ekim 2011 02:02)

  • comment image

    bulanıklıktan söz edince buraya geldim. nuri bilge ceylan'ın sinemasıyla ilişki kurmaya çalışmak da büyük ölçüde bir insanla ilişki kurmaya benziyor. nuri bilge ceylan sinemasının herhangi bir filmini izledikten sonra oluşan bulanıklığın da zihinsel olarak aşılması, çözülmesi ve hemen her zaman filmin yeniden düşünülmesi gerekiyor. nitekim herkes nbc sinemasiyla kendisi arasında özel bir ilişki kurmaya, onu görmeye ve anlamaya çalışıyor. bunu bizzat film zorluyor. özellikle iklimlerden bu yana tekniğe daha fazla hakim olan ve izleyiciyle yeni bir ilişki dili arayan nbc sineması, artık izleyiciyi de giderek artan oranda filmle ilişki kurmaya, filmle konuşmaya zorluyor.

    iklimler, uzak ve üç maymundan itibaren giderek belirginleşen bu zorlama bir zamanlar anadoluda deyim yerindeyse iyice belirginleşiyor; filmle konuşamayan izleyiciler koltuğunda büzülüyor, sıkılıyor, yarısında çıkıyor, filmin bir hikayesi, konusu, aksiyonu, hatta sonu olmadığını, bunun sıkıcı bir "sanat filmi" olduğunu düşünen tembel ya da herhangi bir sanat dalıyla ilişki kurmayı bilmeyen, ihtiyaç duymayan, öğrenmeyi de umursamayan izleyici kaçıp gidiyor. ama kalanlar ve çaba harcayanlar da var. bu, yani izleyiciyi filmle konuşmaya zorlama ve sinemanın bambaşka bir sanat olabileceğini gösterme başarısı bergman'dan, kieslowski'den bu yana çok az yönetmenin başarabildiği büyük bir iş..

    ama elbette bu başarının handikapları var. en büyük handikapı zaten söyledik. aksiyon ve stüdyo sinemacılığı alışkanlıklarıyla sinema kültürü oluşmuş çok büyük bir kitle nbc sinemasında izlenecek bir şey bulamıyor. çünkü bu sinemayla ilişki kurabilmek, nbc'nin daha eski filmlerini izlemenin getirdiği bir tanişıklık, kamera hareketlerinden, senaryo ve anlatım tekniklerine uzanan asgari bir sinema bilgisi, tarih ve psikoloji ilgisi olmadan pek mümkün değil. bir zamanlar anadolu'da sözkonusu olduğunda bu neredeyse imkansız.

    burada bza'yi izleyen ve beğenen, onu bir "kasaba filmi", "anadolu sıkıntısı" filmi olarak düşünenlere değinmek gerek. nbc filmografisi açısından, atmosfer sineması yapiyor denilebilecek dönemin çoktan geride kaldiğini, çeylan'ın iklimler'den sonra içine bakan ve izleyiciyi de kendi içine ve ilişkilerine bakmaya zorlayan karakterler üzerinden yürüyen filmler çektiğini biliyoruz. bir zamanlar anadoluda'ya övgü ya da yergi niteliğinde yapılacak her "anadolu sıkıntısı filmi" yorumu bu bakımdan büyük bir haksızlık ve yüzeysellik taşıyor. çünkü bir orta anadolu sahnesi önünde bütünüyle ve baskın bir şekilde karakterler üzerinden yürüyen ve anadolu'nun değişik yönlerinin birbiriyle karakterler aracılığıyla kurduğu ilişkiyi tartışan, "taşra sıkıntısı" meselesini aşan bir film izliyoruz.

    ama bu noktada nuri bilge'nin anadolu'yla kurduğu ilişkinin halen "yalnız ve güzel ülkem" retoriğinin peşinden gittiğini, hatta bu filmin cannes ödül töreninde yaptığı konuşmaya selam çaktığını, izleyicide yarattığı ilk izlenimin de "sıkıntısına rağmen güzel anadolu" olmasının şaşırtıcı olmadığını söylemek gerek. bunun ise nuri bilge ceylan sinemasının kasıtlı bir tercihi olduğunu düşünüyorum.

    az rastlanır başarısına ve büyülü gerçekçiliğine rağmen, neredeyse bütün karakterleriyle ve yaşadıklarıyla gerçek bir hikayenin (senaristler arasında yeralan erdal kesal'ın 20 yıl önce bir taşar kasabasına doktor olarak atanması sonrasında yaşadıkları) taşra sıkıntısı ve çaresizliğinden ibaret olarak algılanmasına yol açan bir sinema dili ve dünya görüşü çalışıyor nbc sinemasında.

    en kaba biçimiyle bir cinayet hikayesi zemininde karakterlerin cesetle, katille, devletle, yaşadıkları kasabayla ve birbirleriyle kurdukları ilişkileri düşünen ve didikleyen bir film olarak bza, cinayetin ve kasaba çaresizliğinin "suçunu" filmin sonunda yanağında bir kan damlasıyla kalakalan okumuş, eğitimli, şüpheci, büyük kentli, "yabancı" doktora yükleyerek kapanıyor.

    tek tek cesetle ve cinayetle ilişkilerini "benim işim bitti, bundan sonrasi sizin işiniz" diye kopararak sahneyi terkeden katilin, polisin, savcının ardından otopsi masasında cesetle yardımcısıyla birlikte başbaşa kalan doktorun da hastane sabahında kendisiyle yüzleştiği sahnenin ardından cinayete, gerçeklerine ve kendisine sırtını dönerek görmezden gelmesi, yanağına sıçrayan kanı farketmemesi büyük bir sinemasal anlatım başarısı olmasına rağmen, nbc'nin dünya görüşünün nasıl çalıştığını da gösteriyor.
    bza'da ancak adliye şoförünün, muhtarın, savcının, otopsideki hademenin talepkar ve kişisel ilişkileri çerçevesinde, işbilir memurlar aracılığıyla görünür olabilen ve işe yarayabilen devlet, ne taşra hayatının boğuculuğunda, ne kasabanın yoksunluğunda, ne cinayette ne de doktorun "gidilecek başka neresi var ki?" sözlerine yansıyan umarsızlığında herhangi bir pay sahibi değil. üç maymun'da zaman zaman televizyondan sesi duyulan ya da belli belirsiz "yatar çıkarsın, çıkınca toplu paran olur" kolaycılığında cinayet işini kolaylayan devlet, bir zamanlar anadoluda neredeyse hiç görünmüyor.

    kuşkusuz bir şey "niye görünmüyor" diyerek bir filmi eleştirmek akılcı değil, ama bütün suçun, taşra gerçekliğinin ve cinayetin sormluluğunun ona sırtını dönen, görmezden gelen ve bu durumu sessizce kabullenmeyi seçen okumuşların, eğitimlilerin ve kentli olanların sırtına yüklendiği, anadolu'nun hikayesinin kentin taşraya yönelik umarsız ve kabullenici tavrı olarak da okunabileceğini söyleyerek kapanan bir film çeken yönetmenin dünya görüşü eleştiriden muaf değil. orada bütün bir bizans'ın, osmanlı istanbulu'nun ve cumhuriyetin, ankara caddelerini "köyden gelen çarıklılara kapatan" devletin, yani merkezin taşrayla kurduğu ilişkiyi eleştiren, kurcalayan, didikleyen ama merkezi devlet söz konusu olduğunda sessizce susan bir dünya görüşü el sallamaktadır..

    sürekli kendi içine dönen ve yaşadıkları kasaba gibi kendi hayatlarına kapanan polis, savcı, muhtar gibi kahramanlara doktorun da eklenmesi; bir güzellik vaadi olarak, bir ışık halesi içinde dolaşan muhtarın küçük kızında gördükleri değişim umudunu (katilde olduğu gibi) kişiliklerinin çözülmesi kaygısıyla görmezden gelmeleri tabloyu tamamlayan diğer parçalar olarak iş görüyor. uzak'ta ve üç maymunda olduğu gibi bir zamanalar anadoluda da kahramanların kendi dışlarına, bir başka hayata, diğer insanlara doğru atacakları her adımın bir kişilik ve durum çözülmesi kaygısı yaratması nbc sinemasinda hemen her zaman görülen estetik örüntü altındaki gizli sinizmin, umutsuzluk ve çaresizlikle kolkola yürüdüğü bir tutuma ve dünya görüşüne işaret ediyor.

    neyse, sonsuz bir uzatma arzusu içinde ama fazla uzatmamaya çalışarak bir iki şey daha söylemek gerek. filmin çok katmanlı, belirsiz, bazı sekanslarda netleyen, hatta patlayan yapısına ayrica işaret etmek gerek. öncelikle senaryonun ve senaryoyla büyük bir uyum içinde kotarılan görüntü yönetiminin bu kadar başarılı, çok katmanlı bir film ortaya çıkarması nbc'nin ulaştığı teknik ustalığı gösteriyor. nbc'nin üç maymun ve son olarak bza'da daha önceki filmlerini aşan bir beceri sonucunda senaryo, görüntü ve oyunculuk trikleriyle kurduğu atmosferlerin büyük bir işçiliğe, detaylı plan-mekan çalışmasına dayandığı muhakkak. otopsi sahnesinde sesler aracığıyla yaratılan atmosferin, yıldırım ışığında parlayan fresklerin, akıntıya ayak uyduramadığı için kenarda kalarak çürüyen elmaların simgesel anlam dünyası ve bunlar gibi birçok harikulade sekans ayrica sabaha kadar övülebilir. tüm bunların rijit bir oyuncu yönetimine dayandığını da görmemek ayıp olur. yilmaz erdoğan'ın zaman zaman aksayan oyunculuğu ve abartılı dramatik oyunculuk alışkanlıklarına mağlup olarak nbc disiplini dışına çıkması (belki yerli star sineması alışkanlığı, belki nbc'nin ona tanıdığı özgürlük, bilemiyoruz) dışında not edilecek bir kusur bulmak neredeyse imkansız.

    bizim kendisini entellektüel zanneden sinema yazarlarının biraz da oryantalist diyebileceğimiz bir büyük şehirli kibiri ve yüzeyselliğiyle pompaladığı bza'nın bir "taşra sıkıntısı filmi" olduğu fikrine ise sabaha kadar taş atabilir, neşemiz yerindeyse film hakkında iki gün iki gece konuşabilir, uzattikça uzatabiliriz. allahtan film uzun, her tür uzatmayı kaldırıyor..


    (ged - 20 Ekim 2011 03:31)

  • comment image

    kirlenmenin sanatsal diile anlatıldığı çok başarılı bir film. sinemaya fazlasıyla ilgi duyan; hatta o yönde ilerlemeyi düşünüp sonra malak gibi hiçbir şey yapmadan günlerini geçiren bendenizi tekrar dürten nbc eseri. ayrıca; ben hayatımda hiçbir filmde bu kadar doğal işlenen sahne ve diyaloglar görmedim, bu konuda da çok iddialıyım.
    -spoiler-
    ana karakterimiz doktor,buna şüphe yok. filmde asıl işlenen şey ise insanların bozuk giden bir düzene ayak uydurup, fazla sorgulamaması ve ölenin öldüğüyle kalması. bir elmayla sembolleştiriyor her şeyi usta aslında. 3 çürük elma vardı, yeni biri ağaçtan düştü süzüle süzüle onların yanına geldi.savcı çürüktü; çünkü eşinin ölümüne sebep olmuştu. polis çürüktü; çünkü hasta olan oğlunu görmemek için evine bile zor uğruyordu ve ona ilaç yazdırmayı bile utana sıkıla yapıyordu. arap çürüktü; çünkü aç gözlüydü. her şartta boğazını düşünüyor,ölmüş adamın yanına bile tarladan aldığı kavunları yerleştirebiliyor, aç olmamasına rağmen bazlamaya sulanıyordu. doktor eşinden boşanan iyi ve idealist biriydi; fakat otopside ölünün sağ bir şekilde gömüldüğünü bildiği halde -dışarda yetim kalan çocuğa, katilin babalık yapabileceğini varsayarak- raporunda bunu belirtmiyor ve burada bir sembolle daha nbc kalbimizi fethediyor. kan artık doktora da bulaşıyor ve bozuk elmaların yanında o da yerini alıyor.
    -spoiler-


    (bandh - 24 Mayıs 2012 02:59)

  • comment image

    0- benim diyen sözlük okuru, filmi izlemeden aşağıdakileri okumaz. yani s-p-o-l-i-e-r dibine kadar.

    1- benim diyen sinema yönetmeni, muhtarın evindeki yemek sahnesini çekemez.
    2- benim diyen çevirmen bu filmin %40'ını başarı ile çeviremez
    3- benim diyen yönetmen otopsi sırasındaki durumu böyle betimleyemez. (konuşurken şıpır şıpır kan damlama sesleri filan)
    4- benim diyen oyuncu, savcıya artistik çekip gömü yerinin mevkii sorulduğunda saçmalayacak kadar iyi jandarma rolü yapamaz.
    5- benim diyen oyuncu, hem clark gable gibi olmayı arzulayan bıyığını devamlı düzelten saçını öyle tarayan bir savcıyı oynayamaz.
    6- benim diyen makyöz savcının yanaklarına siyah noktalar koyup onu kasaba savcısı haline getiremez. (savcıyı oynayan aktör oldukça yakışıklı uzun boylu bir adamdır * hayranıyız *)
    7- benim diyen oyuncu, enişteis olduğu halde gitmek istemediği köy için yalan uyduran "arap" * kadar iyi rol yapamaz.
    8- benim diyen yönetmen elmayı suya düşüremez, onu suda ilerletip bir yere kadar gitmesini sağlayamaz. elmalar çürür diyemez. yuh.
    9- benim diyen senarist ceset torbası ve ambulans yokluğunu betimleyemez.
    10- benim diyen senarist köyün muhtarının para yediğini bu kadar iyi ima edemez.
    11- benim diyen oyuncu köy muhtarının * konuya girdiği gibi konuya giremez, durumu idare edemez.
    12- benim diyen yönetmen filmde iki kez "morg yaptırma" konusu geçirdiği halde seyircinin ikisinin ilişkisini kuramamasını ayaralayamaz. sanki ikisi farklı konu.
    13- benim diyen yönetmen, çay dağıtma sahnesini kurgulayamaz.
    14- benim diyen yönetmen, çay alan adamın katil ile aynı odada ölmeye yakın hareketlerle izleyicinin beynini karman çorman etmeyi ve sonra unutturmayı başaramaz
    15- benim diyen oyuncu katil olup, bu kadar haklı gibi bakamaz ve bu kadar öfkeyle bakamaz, bu kadar çirkin olduğu halde delinin ağlamasına laf edemez ve o kadar dayak yediği halde linç esnasında çocuğundan yediği taşla yıkılamaz.
    16- benim diyen oyuncu popüler işler yapıp, bazen sinirlerimize tepemize çıkardığı halde bu filmde kadar iyi polis oyunculuğu yapamaz. *
    17- benim diyen fotoğrafçı sahnelerdeki kareleri tek kare ile bile çekemez.
    18- benim diyen senarist aslında en çaresiz ve bir yere kıpırdayamayan orada sıkışıp kalanın doktor olduğunu bu kadar güzel anlatamaz.
    19- benim diye senarist savcıya aslında kendisinin intihar eden sayesinde ceza yediğini bu kadar iyi anlatamaz.
    20- benim diyen yönetmen bu filmin öncekilerden çok çok farklı olduğunu bir çırpıda anlatamaz.
    21- benim diyen kurgu otopside maktülün kanını doktora sıçratamaz ve doktorun yanağındayken filmi bitiremez.
    22- benim diyen senarist doktorun, katilin yarı yarıya ceza almasını sağlamasını akıl edemez.
    23- benim diyen oyuncu otopsici şakir kadar yavşak ve alıngan olacak şekilde rol yapamaz. manyak lan herif. morga özeniyor. dağda bayırda şarzlı testere ile kesersin diyor. tesis olsa dexter olacak vesselam.
    24- benim diyen senarist hayatın devam ettiğini, doktor çocukla annesinin öylesine uzaklaşırken çocuğun okuldan gelen topu geri verişiyle betimleyemez.

    veeeeeee

    25- benim diyen senarist "bir arkadaşın derdi" gibi anlatılan tüm olguyu savcının başında geçtiğini bu kadar iyi anlatamaz.

    helal olsun be. uzun zamandır izlediğim en iyi filmdi. hem de türkçe olması, hem de türk olması.

    ohh beeeee sonunda böyle mutlu olmak da varmış.


    (ucurulmusayasofya - 26 Haziran 2012 02:47)

  • comment image

    elma metaforunu şeftali olarak algılayanların hakkında "elle tutulur hiçbir yanı yok" dediği nbc filmi. siz doğru filmi izlediğinizden emin misiniz kuzum?


    (arsiz padawan - 17 Temmuz 2013 11:56)

  • comment image

    nuri bilge ceylan’ın (#32800515) tutunamayan yalnızları bir zamanlar anadolu'da da karşımıza çıkıyor. temelde birbirlerine ulaşamayanların trajik öyküsüdür önümüzdeki. trajiğin örgenleştirilmesinde film noir anlatı strüktürü salt başlangıç noktasını ifade eder. mayıs sıkıntısı, uzak, iklimler, üç maymun'daki (#36670047) gibi burada da insan yüzlerine doğallığın gerisinden bakılır.

    sergio leone, ispanya’da çektiği ama amerikan taşrasında geçen spaghetti westernlerinde anti-kahramanlarının yüzünü birer harita, birer coğrafi manzara gibi kullanmaya özen gösteriyordu. dolar üçlemesi’ndeki yakın-planlar (close up) yüzleri yaşadıkları tekinsiz ve cılız coğrafyaya benzeyen korkusuz ve leone’nin de deyişiyle “ölü olduklarının bilincindeki” kanunsuzların portre çekimlerini içerir. ceylan'ın leone ile bağlantısı salt bu yöndedir. portre çekimleri aynı zamanda sinema tarihinin muhtelif figürlerine (clark gable, clint eastwood, charles bronson vb.) göndermelerde bulunur.

    bıkkınlığın, içe dönüklüğün, hüznün tarihini yazan kıraç toprakların aynası niteliğindeki insan yüzleri, ceset ararken kazma vurulan bozkır toprakları gibi kırışıktır, lekelidir.

    yakın tarihle sıkı sıkıya ilişki kuran filmin ergenekon ve çevresinde gelişen esrarengiz olayların bir alegorisi olduğunu düşünüyorum. kadınlara yönelik şiddetin giderek artışı, bütün olumsuzlukların kadınların omzuna yüklenişi ve erkek bencilliği, aşk üçgeni ve toplumsal linç duygusunun tırmanması, yoksulluk ve köy katmanının içine kapanık dünyası, aydın-halk uçurumu gibi temalar ise filmin ilgilendiği diğer meseleler arasındadır.

    film üzerine eleştirel bir bakış için de şu yazı okunabilir.

    edit: link eklendi


    (hanging rock - 5 Eylül 2013 21:16)

  • comment image

    "bize ne başkasının ölümünden demeyiz
    çünkü başka insanların ölümü
    en gizli mesleğidir hepimizin" der şair.

    --- spoiler ---

    film karanlıkta başladı. araba farlarıyla devam etti. gün aydınlasın istedim. yüzdeki perdeler insin. daha da karanlık oldu her yan. muhtarın kızı tanrısal bir ışıkla aydınlattı geceyi. kalplerdeki karartı kalktı. sonra gün doğdu ama devam etti karanlık.

    bir elma yuvarlandı yokuştan. paldır küldür aktı su yatağına kadar. elma da elmaydı ha. diri, mermiden bir elma. anadolu gibi, kaya gibi sert. suya kadar yuvarlandı elma. sonra suyla yaren oldu. gidip gideceği yer, kendisinden önceki elmaların durduğu viraj oldu. orda bir ömür kaldı muhtemelen. savcı da, komiser de, doktor da, şoför de aslında o elma gibiydi biraz. büyük bir arzuyla yola çıkmış ve hep bir şeylere takılıp kalmış, akıp gidememişlerdi. ayaklarına dolanan kader miydi? yoksa yol mu? bilemedim. bilemedi kimse.

    savcı devlet ciddiyetiyle özlüyordu ölmüş karısını. gecenin katranı arttıkça savcının da çözüldü içinde bir bazı şeyler elbet. doktor yüzüne yüzüne vurdu o yüzleşmek istemediği gerçeği. "yok canım insan bir başkasını cezalandırmak için kendisini öldürür müydü ki?"

    şoför arap, kavgalıydı herşeyle, diğer şoförle, karısının köyüyle, arabısını tekmeleyenle. -ve dünyanın bütün nimetleri çok güzeldi lan allahıma! elması, kavunu, bazlaması derken doyulmazdı dünyanın güzelliğine. doyamadı da. şair "bize ne demeyiz başkasının ölümünden" dese de arap umursamıyordu bunu, cesedin yanında tarladan arakladığı kavunu taşıyordu. zanlının linç edilmesi de umrunda değildi, hem linçse linç, "arabaya ne vuruyorsunuz orospu çocukları?"

    "et" dedin miydi "kuzudur" buralarda savcı bey! kuzudan başka et bilmeyiz biz. "hem doktorum o balı ekmeğine sür ye, vitamindir." "ahh bir de şu mezarlık, morg işini bi halletsek."

    otopsici memur da başka dalgada; "süper otopsi aletleri varmış, şarjı iki saat şarjı varmış, ovada bayırda kes babam kes, ahh bir de şu şerefsiz sayman yardımcı olsa.."

    doktor neden sakladı maktülün diri diri gömüldüğünü? bir cinayetle hepimize sirayet etmiş evrensel acıyı hafifletmek mi istedi? maktülün karısı, çocuğu daha az acı çeksin diye mi? yoksa bütün gece kendisine minnet dolu bakan katili daha az yatırmak için mi? ona küçük de olsa bir jest mi yapmak istedi... hem katile gece verdiği sigarayı komiser katilin elinden almış, içmesine izin vermemişti. ancak, olan oldu ve günah (kan) onun da yüzüne sıçradı. o da kirliydi artık. savcı gibi karısına ihanet etmekle kalmamış, mesleğine de ihanet etmişti.

    komiser. çocuğu rahatsız. kötü adam değil lan komiser. yalnızca çok sıkılmış. başkası için anadolu sadece "bir zamanlar görev yaptık" denilecek bir yerken saplanıp kalmış bozkırın ortasına. evde çocuk rahatsız. netsek neylesek zahit. cesedi bulamadı diye sinirleniyor. bulsan ne olacak? daha erken eve gideceksin. eve gitmek istemiyor ki.. senin dinin imanın allahın yok mu lan "domuz bağı" yapmışsın maktülü. bir yanda görev aşkı. bir yanda savcının baskısı. evde hanım dırdırı, çocuğun ilacı. insafın yok mu be hayat!

    iki şoförün küçük dünyası ve çekişmesi, haseti, herkesin birbirinin arkasından sallaması, kazmayla kürek işini yapanların adam yerine konmaması, memurların ceset torbası unutunca birbirilerine suç atmaları, savcının tutanak başında ciddileşmesi, doktorun odası önünde bekleyen hastanın içeriye girip ortalığı kolaçan etmesi, komutanın şaşmaz görev ve rakam aşkı, yazıcının dul kalan eşe ufaktan yazmaya başlaması, çocuğun okul bahçesine topu degaj yapması, sonra şapşal şapşal düşmesi, doktorun odasındaki eşine ait fotoğraflar ve tus'a hazırlık kitabı, gecenin bi körü kola içmek isteyen adam, eşek muhabbeti, gibi yüzlerce mükemmel detay vardı.

    gelelim mantık hatasına; normalde anadolu'da bir erkek (yani muhtar) kızını o kadar adamın içerisine çay servisi yapmaya göndermez. evde erkek yoksa bile kız çayı kapıya kadar getirir, gerekirse ordaki polislerden ya da görevlilerden biri çay servisini yapar. bunu tam anlayamadım. yine de filmin en güzel sahneleriydi, ışıkla aydınlanan yüzler, bakışlar, çizgiler. belki de muhtar bekar olduğunu bildiği/düşündüğü doktorun ya da savcının kızın görmesini istedi. kızını kamuya gelin etmek, kuzudan başka et bilmeyen muhtar için mükemmel bir seçim.

    neticede "seken bir kurşun kadar
    kurşuni bir kış denizi kadar bile
    taraf tutmayan ölüm" karşısında "bize ne demeyiz" diyordu şair. ölüm taraf tutmamıştı ve biz de bu cinayetin gizli ya da açık zanlıları olarak ekranın başından kalktık. tıpkı filmdeki savcı, doktor, komiser ve diğerleri gibi. sonuçta mesleğimizi icra ediyorduk sadece.

    ---
    spoiler ---

    anadolu insanını, bizim insanımızı hücrelerine kadar tahlil etmiş nuri bilge ceylan. bu memleketin hikayesini yazıyor her filminde. hala bu adamı, entel dantel, sanat filmi yapıyor, halka inemiyor vs diye eleştiriyorlar ya.. lan adam 3 saat seni anlatıyor işte; eşek siktiğini, amirinin önünde köpek olup arkasından dedikodu yaptığını, sadece çıkarına baktığını, bazen bazı şeylerden ötürü manevi hislerinin kabardığını, hislendiğini, küçük hesaplarını, mideni düşündüğünü, yüzsüzlüğünü, küçük hesaplarını, arada kalmışlığını, özlemlerini, manda yoğurdunu, doktora ilaç yazdırdığını, fakirliğini, yalnızlığını anlatıyor.

    ha yok, dersen ki bu film beni/bizi yansıtmıyor, beni akşam izlediğim diziler yansıtıyor; mesela amcasının karısını siken sarışın yeğenler, aşk ve entrikalar, bol aldatmalı ikili üçlü ilişkiler, yalılar, köşkler, uşaklar, pırlantalar, ağa kızları, ağalar/beyler/bey çocukları, ağırlığınca altınlar, bir ay geçindiğin parayı boğazda yediği yemeğe bahşiş olarak ödeyen ya da bütün biirikiminle arabasının tekerini alamayacağın adamların olduğu diziler beni/bizi anlatıyor, buna saygım sonsuz.


    (ankaragucume gidiyor boyle yasamak - 9 Temmuz 2014 15:14)

  • comment image

    yazdıklarım spoiler olabilir de olmayabilir de baştan söyleyeyim.

    devlette çalışmayanların o ince göndermeleri asla tam anlamıyla anlayamayacağı film.

    nuri bilge ceylan bu filmde devletin polisindeki, adliyesindeki, jandarmasındaki hatta doktorundaki kokuşmuşluğu ve umursamazlığı anlatıyor. (hatta muhtarındaki)

    devlet memurları böyledir işte, bir şekilde o görevlere atanırlar ve ondan sonra tek dertleri mücavir alan mı değil mi o olur. gerisi kremalı bisküvidir. dünya batsa umursamazlar.

    savcı karakteri ile nuri bilge ceylan bu gözlemin bir aşama derinine inmiş, bir nevi inception gibi. diğer tüm memurların kendi özel yaşamları var, manda yoğurtları, ayrıldıkları karıları var. ama savcı kendi özel yaşamında bile devlet'ti. karısının onun yüzünden intihar ettiğini biliyordu ama bilmiyormuş gibi yapıyordu. devlet gibi düşünüyordu. pişkindi. yüzündeki lekeler de bu devletin lekelerini temsil ediyordu.

    nuri bilge ceylan'ın bu gözlemleri nasıl yaptığını bilmiyorum. saygı duyulası bir film.


    (nuri - 26 Ağustos 2014 01:04)

Yorum Kaynak Link : bir zamanlar anadolu'da