Meet Joe Black (~ Joe Black) ' Filminin Konusu : William Parrish 60'lı yaşlarında bir çok zengin bir adamdır. Çağının en önemli medya patronlarından bir tanesidir. Parrish'in şirketi geleceğiyle ilgili çok önemli bir kararın kıyısındadır. Verilecek karar şirket için bir dönüm noktası olacaktır. Parrish, bir gün bir anda kafasının içinde tuhaf seslerin yankılandığını fark eder. Bu seslerin nereden geldiği, Parrish'e nasıl musallat olduğu tamamen bir muammadır. Kızı, Parrish hiç razı olmamasına rağmen Drew adlı bir şirket çalışanıyla evlenmek üzeredir. Bir gün aniden karşısına çıkan John isimli bir adama aşık olur. Bu adam, ailenin tüm geleceğini değiştirecek bir gizemin de taşıyıcısıdır.
The Curious Case of Benjamin Button(2008)(7,8-529880)
Sleepers(1996)(7,6-172987)
Legends of the Fall(1995)(7,6-149864)
Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles(1994)(7,6-273383)
Babel(2006)(7,5-270215)
Troy(2004)(7,2-450236)
Red Dragon(2002)(7,2-228600)
Spy Game(2001)(7,1-133683)
Seven Years in Tibet(1997)(7,1-112407)
Mr. & Mrs. Smith(2005)(6,5-408519)
The Mexican(2001)(6,1-97075)
The Devil's Own(1997)(6,1-52765)
3 kez izlememe rahmen, yine de izleme istegi duydugum, anthony hopkins ve brad pitt'in birle$imi ile renklenmi$... 167 dakika bikmadan soluksuz izlenebilecegine inandigim bir film.
(chosen - 24 Şubat 2002 17:59)
filmin ortalarındaki seks sahnesiyle çoğu insanın aklında kalsa da bu filmin seks sahnesiyle bende ayrı bir yeri vardır -enterasan bir giriş cümlesi. yıllardan 1998 yada 99. lise hazırlıkta, "lan madem bütün bir yıl sadece ingilizce öğreniyoruz, neden iyi öğrenmiyoruz" deyip alternatif ingilizce öğrenme yöntemleri denenmektedir. sultanahmet'te turistlerle yapılan zoraki konuşmalarla pratik yapılmaya çalışılır: "6 different circles sticks goes to the air", evet minarenin ingilizcesi aklımıza gelmez -ki aradan 10 yıl geçti, üniversitede ingilizce bölümde okuduğum halde şimdi de bilmiyorum- ama biz yine de çabalar dururuz. hatta, sultanahmet'ten taksim'e geçerken galata köprüsünde sadece ingilizce konuşmak gibi saçma adetlerimiz de vardı. tabi o zamanlar, sea, bridge tavsirlerini nasıl yaptığımıza girmiyorum bile.neyse efendim, o yıllarda nurculardan bir arkadaş ingilizce'ye olan bu ilgimizi iyi gözlemlemiş olacak ki bizi 1 yıllığına dilfem'e üye yapmayı teklif etti. üyelik ücreti 2,5 milyondu. o zamanın hesabıyla günde 500bin lira okul harçlığı alıyordum. bu da 1 haftalık harçlık ediyor. neyse bu parayı 2 ayda biriktirip -evet, o zamanlar sürekli sultanahmet gibi turistik mekanlarda gezdiğimizden kolay para biriktiremezdik-, dilfem'e üye olmuştuk. üyelik 1 yıl boyunca dilfem'in kütüphanesinden ücretsiz ingilizce kitap -hani şu penguin yayınevinin serileri vardı ya- ve de uygun zamanlarda dilfem'in sinema odasında film izlemeyi kapsıyordu. bir sınıfı sinema odasına çevirmişler, kapıya kırmızı bir perde, içeriye birkaç sinema koltuğu, beyaz perde koymuşlardı. teknolojik altyapı ise sehpa üzerinde bir projeksiyon cihazı, vcd destekleyen bir cd çalar ve bir kaç araba kolonuydu. neyse efendim, o salonda bir çok film izlemiştik. o yıllarda vcd'lerin çoğu rusya'dan ya da japonya'dan gelirdi. altyazı ya japonca ya da rusçaydı.. hal böyle olunca bütün vcd'ler ingilizceydi -evet türkçe altyazılı vcd bulmak söz konusu bile değildi. hem biz kulağımızı da geliştirmek istediğimizden bu işe hevesliydik. o salonda titanic, ingiliz hasta ve tabi ki "joe black" i bir kaç defa izlemiştik (o zamanki ingilizce'den dolayı böyle kült filmleri çok kötü heba etmiştik).ama öpüşme, sevişme sahnelerini izleyemezdik. tam o sahnelerde, önden birisi çıkar, sehpanın üstündeki projeksiyon cihazının önünü cd kutusuyla kapatırdı -cd ileriye saramazdık çünkü vcd player cd'yi zar zor tanırdı, ufak bir müdahale cdnin başına döndürürdü. bu sorunu nasıl aşarız diye düşünürken birgün benim aklıma cin bir fikir geldi.işte o fikrin geldiği zaman perdede joe black oynuyordu. 2. cd bitmiş, 3.cd'yi takıyorduk. orada bulunan öğretmenlerden biri "arkadaşlar, üçüncü cd'nin başında açık sahneler var o yüzden projektörün önünü kapatalım" deyince hemen cd kutusunu elime alıp projektörün önüne geçtim ve cd kutusunu önüne koydum. her zamanki gibi doksan derecelik açı yerine kutuyu 45-50 derece yapınca görüntü perde yerine tavana yansımıştı. tabi hoca ve öndekiler bu uygunsuz zamanı birbirleriyle sohbet ederek geçirirken, ben ve arkadaki kankim tavandan filmi izliyorduk. hoca olayı anlayıp beni uyarsa da 3 dakikalık sevişme sahnesinin yarısına varabilmiştik. aslında filmin tamamlayıcı unsuru olduğunu düşündüğümüzde filmin tamamını o yıl dilfem'de izleyebilen sadece 2 kişi vardı.tabi aradan bir kaç ay geçince dilfem bir 2,5 milyon verene bu sefer de cd'leri kiralamaya başlamıştı. o zaman da hemen üye olup "joe black" cdsini kiralamıştım ve sadece 3.cd'nin ilk 3 dakikasını izlemiştim.
(sinuk - 6 Şubat 2008 22:09)
uğursuz film...sıcak bir yaz günüydü. zihinlerimiz çocukluktan delikanlılığa geçişin verdiği heyecanla karmakarışık. sınav stresi her bir yandan bastırsa da, bu allahın belası hissi attığımız zamanlar da oluyordu. -genelde korktuğumuz zamanlara denk gelirdi.korku dediysem, metafizik korkular- işte böyle zamanlardan birinde, en iyi arkadaşımla birlikte basket oynamaya gidiyoruz. topu sürekli yere vuruyorum alışkanlık olduğu üzere. git gide daha seri bir şekilde... kalkan toza aldırmadan böyle devam ederken, tedirgin sesiyle "c, bi dursana be olm!" diye seslendi arkadaşım. "iki dakka bişey konuşalım".içimden "sanırım bir kız meselesi" diye geçirdim. 2 hafta önce ona böyle bir itirafda bulunmuş ve onun önerileriyle hareket edip rezil olmuştum. sanırım aynı durumun yaşanmaması için bu sefer benim önerilerimi dinlemek istiyordu. hazırdım.-konuşalım kardeşim. dinliyorum.+nasıl sorsam ki...sana hiç böyle geceleri ölüm korkusu geliyor mu?-nasıl yani? biraz daha açar mısın?+ölüm işte be olm. ölüm korkusu. ölmekten korkuyor musun? daha doğrusu hiç öleceğin hissine kapılıyor musun?çok şaşırmıştım. böyle muhteşem bir gökyüzünün altında, böyle muhteşem bir havada insanın aklına en son gelecek şey ölümdü. masmavi gökyüzü, kızıla karışırken ve yıldızlar yaza özgü huzurlarıya parıldarken, sorulacak soru muydu bu şimdi?-2-3 sene önce oluyordu. geceleri uyuyamazdım. ama geçti zamanla.+ben bir türlü atlatamadım nedense... gecenin bir yarısı uyanıyorum, içimde hep aynı his. ne yaparsam yapayım kendimi rahatlatamıyorum. günün ilk ışıkları, sabah ezanı bir nebze...-ben de dua okuyarak rahatlamaya çalışırdım. ama sabah olmadan her şey nafile olurdu böyle durumlarda.+bişey olmaz yaa! bana da aynıları oldu diyorum ya. her insan bu evrelerden geçiyordur. yakında geçer bu düşünceler. merak etme!-at bakalım topu...takip eden 1 haftada en az 3-4 kez daha aynı şekilde başlayan ve içimiz hepten kararmadan korkuyla karışık "bişey olmaz"larla noktaladığımız sohbetlerimiz oldu. eski günlerime dönmek istemiyordum. ama onun da böyle bir durumda kendisini yalnız hissetmesine gönlüm razı olmazdı.insanlar ergenlik çağlarının ortalarında genel olarak bu korkuyu yaşıyorlar mı bilmiyorum. bize bu korkuyu ortak hissettiren bir güç olması ihtimali düşük olduğuna göre böyle bir korkunun genel olduğu savı daha ağır basıyor.ve bu evrelerde edinilen düşünceler, bu ölüm bunalımına karşı verilen mücadele insanın kişiliğinde önemli bir yer teşkil ediyor. bir deva ararken sizi hiç bir devanın kurtaramaayacağı dertlere düşebilmeniz ihtimali olduğu gibi, müstakbel bir rind olarak cemiyet hayatına hoş bir sada getirme olasılığınız da yüksek. bu iki hissin arasında, hiç'in araf'ında kalmak da kaderin bir cilvesi ve kuvvetle muhtemel. ben bu evreden vurdumduymazlığımla kurtulduğumu hatırlıyorum. aynı şeyi ona da aşılamaya çalışıyordum ama, bu çabam nafileydi.mütemadiyen bu sohbetler devam etti. işte o ara bu film geldi prestij sinemasına. üç bilet aldık. arkadaşımın kız kardeşi de bizimle gelecekti. aynı soruları defalarca kız kardeşinden de işitmiş olmanın yanında, filmin konusunu kulaktan dolma öğrenince biraz çekinmiştim. ölüm korkusu bulutlarda gezinen iki kardeş ve ölüm temalı fantastik bir hikayeye sahip film. film çıkışı ikisi de tebessüm ediyorlardı.böyle hikaye mi olurmuş? gerçekten de böyle hikaye mi olurdu? ölüm dediğinin ismi değil cismi karanlık olurdu bir kere. en azından sızıntı dergisindeki illüstrasyonlarda böyleydi. tesadüf müydü bilmiyorum ama, bu film, rahmetli arkadaşım ve kız kardeşi ile gittiğim son film olmuştu.bir kaç gün sonra, akşam üzeri saat 21 sularında vedalaştık, ertesi gün o sıralar bir gazetenin kuponla verdiği arabayı teslim almaya gidecektik. bir an evvel sabah olsun diye kendimi yoruyordum ki, kesintisiz bir uyku çekip sabahı çabuk getireyim.o gece bir arkadaşımın evinde kalacaktım.eve vardığımızda saat 02:00 civarıydı. gökyüzüne daldım. muhteşemdi. en ufak bir bulut bile yoktu. nedendir bilmem, benim için çocukluktan beri eşsiz bir keyif kaynağıydı bu manzara. yıldızları seyretmek, ayın yüzünü görmek...her ne kadar karşı evde oturan insan müsveddesi karısını dövse de, o zavallı kadının küfürleri kulağımda yankılansa da...sonra alperen'i düşündüm. acaba şu anda ne düşünüyor diye? ölümü düşünüyor olmamalıydı. bir insan böyle benzersiz bir gökyüzünün altında ölümü nasıl düşünebilir? şuna emindim: dünyadaki tüm insanlar, bir gün ölüm korkusunu aynı anda unuturlarsa ölüm diye bir şey kalmayacaktı. ve böyle geceler kesinlikle bu iş için en uygun zamanlardı.uyandığımda her yer karanlıktı.dokunsalar ağlayacak bir ses tonuna bürünmüş ismim evin içinde gezinip duruyordu. "ne oluyor" dememle ses artık ağlamaya başlamıştı. deprem olduğunu anladığımda kapıldığım dehşeti hatırladıkça irkiliyorum. sokağa çıktığımızda her yer toz bulutuydu. hemen eve gitmeliydim. yürüme yarım saatlik yolu 3 saatte gidebildik. evlerinin önüne geldiğimizde babası, o vakur insan, ağlamaya başlar başlamaz bağırarak:-sakın! bana sakın alperen'in öldüğünü söyleme! diye çıkıştım.bu bir rüya olmalıydı ve bir an evvel uyanmalıydım. bir anda gözümün önündeki her şey kayboldu. tam da tüm bu saçmalığı bir rüyaya çevireceğime inanırken annesinin yürek parçalayan sesini duydum.babasıyla tekrar göz göze geldik.çareyi bana sarılmakta ve susmakta buldu. 5 katlı bina o ve kardeşinin kaldığı odanın üzerine çökmüştü. evin arka tarafına dolanıp 1 saatten daha fazla bağırıp durdum. sesimi duyacaktı. oradaydı, yaşıyordu ve o enkazın altından çıkacaktı. menekşe'yle birlikte...inanmak istemiyordum. ve sanki ben inanmazsam ona hiç bir şey olmayacaktı. ben inanmazsam her şey en başa dönecek ve kaldığımız yerden yaşamaya devam edecektik.babam meraktan çıldırmış bir vaziyette alperen'lerin evinin oraya geldi. onu görünce kendimi kaybetmişim. sonraki günü hatırlamıyorum. ne olmuştu ki? yoksa benim o çocukluk aklıyla felsefi sandığım aptal düşünce gerçeğe dönüşmüştü de ters mi tepmişti? o muhteşem gecede herkes ölümü bir an unutmuştu da, bu bir hatırlatma mıydı? ben yazı ölüme yakıştıramazken, ve bunun fıtratımdan gelen kutsal bir hissiyat olduğunu düşünürken, ağustos bize bunu nasıl yapmıştı? bilmiyorum doğrusu. ve artık bilmek de istemiyorum. sadece şunu söyleyebilirim ki ölüm, saçma sapan bir filmin senaryosundan daha güzel olmalıydı hiç değilse...dört gün sonra israilli ekipler cesedini çıkardılar. sapsarı saçları toza bulanmıştı.kelimeler ve rüyalar ve yaz, o gün bu gündür benim için yalnızca hiçe tekabül ediyor.hep senin yüzünden joe black... keşke hiç tanışmasaydık.
(crembears - 25 Nisan 2008 02:42)
yıkıcı bir film. fantastik bir kurgu.
(mbaran - 26 Haziran 2010 12:14)
brad pitt bu filme 35 yaşındadır ama 28'den fazla göstermiyor, gör de inanma.
(h2o - 8 Aralık 2010 02:56)
bir kere şunu söylemek istiyorum ki, brad pitt bu filmle bile oscar'a en azından aday gösterilemediyse, ağzıyla kuş tutma eğitimine başlamasını tavsiye etmekten başka bir şey gelmez elimizden. gerçi the curious case of benjamin button ile oscar'a aday olmayı başardı ancak o yılda sean penn ve mickey rourke'un mükemmel performansları yine onu gölgede bıraktı.yani diyeceğim o ki, filmin ilk dakikalarından itibaren duruşu ve insan yaşamından bir haber hareketleriyle inanılmaz etkiliyor izleyiciyi. claire forlani'yle mükemmel uyumları var fakat buna rağmen ilgiyi yine kendi üstünde tutmayı başarıyor. karakterin vermek istediği duyguyu çok başarılı bir şekilde verdiğini söylemek gerek.claire forlani'nin oyunculuğu yer yer inanılmaz başarılı, utangaç hallerini harika mimikleriyle besliyor ama bir zaman sonra aslında suratının hep aynı ifadelere sahip olduğunu farkediyorsunuz. yani ağlarken de, gülerken de; kızarken de, sevinirken de hep gözlerini kıstığını, orasını burasını büzüştürdüğünü görüyoruz. bir zaman sonra bu sevimlilik insanın sinirini bozuyor, en azından benim bozdu.anthony hopkins hakkında fazla konuşmaya gerek yok çünkü karaktere cuk oturmuş ve yine oyunculuğunu konuşturmuş.filmin en dikkat çekici yanlarından biri de inanılmaz bir gösterişe ve ihtişama sahip mekanlarla bezeli olması. zaten bir malikane ve holding binası arasında mekik dokuyoruz. hastane sahneleri ise filmin biraz olsun nefes aldığı sahneler gibi.karşılıklı konuşma sahneleri edebi açıdan acayip zengin sahneler, senaryonun bütününde sahip olamadığı zengin anlatımı bu diyolog sahnelerinde görüyoruz ve filmi üst seviyelere taşımayı başarıyor kanımca.sonuç olarak, filmin oyunculuklarıyla ve mekanların iyi kullanımıyla öne çıktığını görüyoruz. sanat yönetmenini ayrıca bir tebrik ediyoruz. yönetmenlik açısından falsoların pek olmadığını belirtirken, senaryonun derinliği konusunda yaşanılan sıkıntıların, diyologların gücüyle giderilmeye çalışıldığını naçizane farkediyoruz.benden yüksek puan alan bir filmdir, herkes için böyle olmuş mudur/olacak mıdır bilemiyorum.
(sammy davis jr jr - 1 Mart 2011 00:26)
geçen akşam afiş ödevi için film araştıran kardeşime canım annemin tavsiye ettiği filmlerden biri. ama esas hikaye filmi tavsiye etmesi değil, tavsiyenin yanında " o film nasıldı " diyen kardeşime annemin film hakkındaki kısa özeti.--- spoiler olabilir ---adamın eceli geliyor. sonra onun kızına aşık oluyor.--- spoiler olabilir ---canım annem benim seni seviyorum :)
(neistediginibilmeyenadam - 19 Nisan 2011 18:29)
"cenabı allah herkese böyle bir ölüm nasip etsin"-new york times-
(sitki siyril - 17 Nisan 2003 00:43)
kendi kendime evde izlerken fast forward butonunu sıklıkla kullanmama rağmen yine de içime sıkıntılar veren, söyleyecek hiçbir şeyi olmayan bir film. iyi oyuncularının tehdit yolu ile oynatıldığına inanıyorum. filmin bize anlattığı şeyler bradd pitt'e fönlü ve röfleli saçların çok yakıştığı, brad pitt'in güzellik açısından karşısındaki kadın oyuncuyu her zaman ezebileceği, brad pitt'in rolü uğruna kaşık kaşık fıstık ezmesi yalayabileceği, aşkın her zorluğu yeneceği, ölümün gerçekten de terry pratchett romanlarındaki mort gibi bir karakter olduğu, havai fişek gösterisi ile şahane etkileyici bir son yaratabileceğini sanan bir yönetmenin de yanılabileceği.konuya gelince, trilyoner hans amca bir gün ansızın gaipten sesler duymaya başlar, sesler ona "yesssssss..yesssss" demektedir. ne olacaktır? olaylar dandirik bir şekilde gelişir.
(eowyn - 13 Mart 2001 16:27)
alla alla 10 dakka ara vermediler diye düşündüğüm filmlerden. brad pitt e robert redford luk pek yakışmıştı. claire forliani de film boyunca gözleni titreterek ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu cümle aileme kanıtlamıştı.
(amandine - 15 Mart 2001 23:25)
maliye/olum iliskisi sebebiyle beni derinlerden bir yerden yakalamis sonunda el cirpip agladigim nese doldugum bir film.bana uzun gelmemisti, nese icinde izlemistim.claire in gozleri de guzel titriyordu ayrica, ilahe gibi kadindi.brad pitt olum rolunde basarili idi, anthony hopkins sakip sabanci rolunde siritmiyordu, claire guzel kadin.jonlu guzel kadinli ask filmleri pizza gibidir kotuyken bile guzeldir.
(otisabi - 17 Mart 2001 20:01)
brad pitt'in tanrısal güzelliğini bizlere bir kez daha gösteren peanut butter tadında film.öyle bir masumiyet, öyle bir saflık ki hayretler içinde bırakmıştı beni bu adamdaki yetenek.bir insan seks hakkında en ufak bir fikri bile olmayan bir varlığın *ilk sevişmesini bu kadar mi güzel oynar. belki de çekilmiş en güzel sevişme sahnelerinden biridir..geri kalani da fena değildir hani,suratta bi gülümseme öyle izlenir.
(jezebell - 21 Mayıs 2004 14:12)
joe'nun hastanede ölmekte olan siyahi kadınla güneyli aksanı ile konuşması bir kızılderili inancına göndermedir. kızılderililere göre azrail (ölüm meleği) kime görünüyorsa o kişinin ses tonuyla ve aksanıyla konuşur.film rahmetli israel kamakawiwo'ole'nin somewhere over the rainbow yorumlaması ile sonlanıyor. böyle güzel bir filme başka bir kapanış parçası düşünülemezdi zaten.
(mayko - 11 Eylül 2014 09:10)
dünya filologlarını birbirine düşürmüş film.
(haubitze - 11 Eylül 2014 09:45)
benim izlediğim filmde de joe azerice konuşuyordu. hatta filmdeki bütün karakterlerin sesi aynıydı, sanırım hepsi ayni kişiydi. ya da ben delirdim galiba.
(adams kerler - 11 Eylül 2014 10:04)
claire forlani'nin içeriğe değil pakete verdiği bir film. sen o kadar muhabbet et adamla, etkileyici sözler söylesin, dilin dışarda dinle... sonra gece gördüğün andavalın, sabahki yüce varlık olduğu sanrısına kapıl. e bu herif daha iki kelam edemiyor seninle??efendim bu aşk falan değil, tamamiyle paketin cazibesine kapılıp gitmektir. lütfen kendimizi kandırmayalım.
(deep in dark - 12 Ağustos 2005 12:32)
azrailin bile siniflar arasi ayrimcilik yaptigini gordugumuz filmdir. sen elin garibanlarini kamyon isi gotur, sira bir medya patronuna gelince agirdan al, adama aile ve is iliskilerini düzenleme firsati ver. sonra guzel guzel gotur. adaletin bu mudur yani?brad pitt gelsin istedigi yere gotursun, o degil de, azrailde fani bedeni seciminde isini biliyormus.
(malloryknox - 9 Kasım 2005 10:12)
allahın 4 kez baştan sona izlememe neden olarak beni cezalandırdığını düşündüğüm film. filmin son bi saati aile üyelerinin tekrarlanan ikili kombinasyonları arasındaki vedalaşmalarla geçer.
(birahi - 11 Aralık 2005 16:12)
trt dublajındaki- blöf yapıyorsun çünki yeterli delilin yok.+* hemde büssürü var.!repliğiyle hopkinsin nazarımdaki karizmasını gözden geçirmeme sebep olmuştur.
(beta version - 15 Aralık 2005 19:15)
filmdeki bir sekansı bugün metroda yaşadım resmen..şişliden bindim istiklale gidicem..tam merdivenin sonunda bi kız bi oğlan sarmaş dolaş öpüşüyor..sonra ben taksim tarafına döndüm bi baktım arkadan bi tartışma sesi..döndüm baktım kızla oğlan tartışıyolar falan, sonra kız bi sinirle döndü arkasını levent istikametine giden trene doğru yürümeye başladı..oğlan arkasından baktııı, baktıı durdu..baya bi baktı yani..kızda tık yok..sonra çocuk pes edip tam arkasını döndü , bu sefer de kız döndü birden arkasına..çocuk farkında değil tabi yürümeye devam etti..içimden "aha joe black oldu lan bunlar" dedim..iteleyesim geldi şerefsizim çocuğu metronun önüne..
(ciandio - 9 Mayıs 2006 01:34)
Yorum Kaynak Link : meet joe black