Süre                : 58 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Eylül 2010 Pazar, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Drama,Romantik
Taglar             : hizmetçi,Aristokrasi,Kahya,Işveren ilişkileri,Baba kızı ilişkisi
Ülke                : İngiltere,ABD
Yapımcı          :  Carnival Film & Television , Masterpiece Theatre
Yönetmen       : Brian Percival (IMDB)(ekşi), David Evans (IMDB)(ekşi), Philip John (IMDB)(ekşi), Andy Goddard (IMDB)(ekşi), Catherine Morshead (IMDB), Minkie Spiro (IMDB), Brian Kelly (IMDB), Michael Engler (IMDB), Ben Bolt (IMDB), Ashley Pearce (IMDB), James Strong (IMDB), Jeremy Webb (IMDB), Edward Hall (IMDB), Jon East (IMDB)
Senarist          : Julian Fellowes (IMDB)(ekşi),Tina Pepler (IMDB),Shelagh Stephenson (IMDB)
Oyuncular      : Hugh Bonneville (IMDB)(ekşi), Laura Carmichael (IMDB)(ekşi), Jim Carter (IMDB)(ekşi), Brendan Coyle (IMDB)(ekşi), Michelle Dockery (IMDB)(ekşi), Joanne Froggatt (IMDB)(ekşi), Rob James-Collier (IMDB)(ekşi), Phyllis Logan (IMDB)(ekşi), Elizabeth McGovern (IMDB), Sophie McShera (IMDB), Lesley Nicol (IMDB), Maggie Smith (IMDB), Penelope Wilton (IMDB), Kevin Doyle (IMDB), Allen Leech (IMDB), David Robb (IMDB), Siobhan Finneran (IMDB), Dan Stevens (IMDB), Raquel Cassidy (IMDB), Lily James (IMDB), Jessica Brown Findlay (IMDB), Samantha Bond (IMDB), Matt Milne (IMDB), Ed Speleers (IMDB), Amy Nuttall (IMDB), Jeremy Swift (IMDB), Douglas Reith (IMDB), Paul Copley (IMDB), Cara Theobold (IMDB), Thomas Howes (IMDB), Tom Cullen (IMDB), Michael Fox (IMDB), Howard Ward (IMDB), Andrew Scarborough (IMDB), Julian Ovenden (IMDB), Rose Leslie (IMDB), Sue Johnston (IMDB), Daisy Lewis (IMDB), Michael Cochrane (IMDB), Matthew Goode (IMDB) >>devamı>>

Downton Abbey ' Dizisinin Konusu :
Downton Malikanesi'nde yaşayan Crawley Ailesi ve malikanenin çalışanlarının hayatı üzerine kurulu olan dizi, bir dönem dizisi. 1912'den itibaren başlayan hikaye sezonlar içerisinde 20'lere kadar uzanıyor. Grantham Kontu Robert Crawley ailesi ile mutlu bir hayat sürdüğünü düşünürken her şey, 15 Nisan 1912'de Titanik'in buzdağına çarpması ile birlikte bir daha eskisi gibi olmayacak şekilde değişir. Crawley Ailesi iki üyesini çarpışmada kaybetmiştir.

Ödüller      :

Golden Globes:Golden Globe-Best Performance by an Actress in a Supporting Role in a Series, Mini-Series or Motion Picture Made for Television
Primetime Emmy Ödülleri:Outstanding Hairstyling for a Single-Camera Series, Outstanding Production Design for a Narrative Period Program (One Hour or More), Outstanding Supporting Actress in a Drama Series, Primetime Emmy-Outstanding Miniseries or Movie


  • "(bkz: en son lordlar duyar)"
  • "malikanenin nüfus kotası var sanki; bir bebek doğunca bir yetişkin ölüyor."şu lady mary de ne ballıymış" derken ona da vurdu felek.ne bahtsız, ne kadersizmişsiniz be grantham kızları!"
  • "müzikleri ayrı bir güzel olan dizi. violet'te kendi yaşlılığımı görüyorum adeta. "i'm a woman mary. i can be as contrary as i choose.""don't be defeatist, dear, it's very middle class.""
  • "aşk-ı memnu'da süleyman efendi kimse bu dizide de carson benim için o'dur.her ikisinden de her eve bir tane lazımdır."




Facebook Yorumları
  • comment image

    birinci dünya savaşı eşiğindeki ingilitere'de soylu bir ailenin evi üzerinden aristokrat ailenin ve hizmetçilerinin hayatını anlatan güzel bir dönem dizisi. dönem 19. yüzyıl sonrası 20.yüzyyıl başı gibi ilginç bir dönem olduğundan hem eski kafalı aristokrat anlayışı hem de elektriğin ve telefonun gelişi gibi gelişmelerin 19. yüzyıl kafasındaki ingilizlerde etkisini görebiliyorsunuz. dizide hem jane austen romanlarının hissiyatı hem de agatha christie romanlarındaki savaş dönemindeki ingilitere görüntüsü var ki iki dönemin ortalarında kalıyor yaklaşık olarak. eskiyle yeni arasında kalmış hal ingiliz karakteriyle birleşince oldukça ilginç bir dizi olmuş. şimdilik yedi bölümlük ilk sezonu bitmiş durumda ikinci sezonu heyecanla bekliyoruz.

    --- spoiler ---
    dizi de ayrıca fazlasıyla yakışıklı ve hafiften piç karakterli bir türk diplomat da var ki bu dönem dizisinde türk beklerken karşılaşmayı beklemiyorduk böylesiyle. yanlız adı kemal pamuk ki soyadı kanunun 1934 çıktığını düşünürsek 1912'de osmanlı da kişilerin soyadı olmasının ihtimalini pek görmüyorum doğrusu. bilmem kim oğlu kemal gibi bir tanımdan soyadı uyarlaması belki yapılabilir yabancı ülke içerisinde ama doğrudan pamuk diye bir soyadı edinmek pek olası değil gibi. ama tarihimin çok kötü olduğunu düşünürsek belki yanılıyorumdur.

    ---
    spoiler ---


    (amarie - 26 Mart 2011 18:43)

  • comment image

    yıllar önce gosford park'ı izleyip bayılmış ve "bunun bir dizisi olmalı, yoksa yapılmalı" demiş şahsıma çok hoş bir sürpriz olmuş dizidir.
    izledikçe hakkında çok daha fazla şey yazasım var; yakında.

    --- spoiler ---

    o değil de, kemal pamuk karakteri mary'e halleneceğine thomas'a karşılık vermiş olsaydı burda yazılan entrylerin içeriği nasıl olurdu merak etmekteyim. dizi türk televizyonlarında gösteriliyor olsa (ki gösteriliyor olabilir, haberim yok) kuvvetle muhtemel yayından kaldırılırdı. ahahahahah.

    ---
    spoiler ---


    (bozuk sut - 13 Kasım 2011 22:20)

  • comment image

    yeni keşfettiğim ve iki günde bitirdiğim mükemmel yapım. ingilizler bu işi gerçekten biliyor, senede 7-8 bölüm yapıyorlar gerçi ama işin sırrı da burada sanırım. karakterlerin hepsi ayrı ayrı harika işlenmiş, sahne görünümleri enfes, kıyafetler müthiş, aksan desen yeme de yanında yat.

    carson ve violet favorilerim. maggie smith, minerva mcgonagall'dan sonra yine kendine hayran bıraktırıyor.

    --- spoiler ---

    christmas special bölümüyle izleyenlerine yeni yıl hediyesi de verdi sanırım ayrıca, mutlu etti gece gece. matthew ve mary'nin birlikteliklerini görmek için 3. sezonu beklemek zorunda olmamız biraz acı tabi.

    ---
    spoiler ---


    (bukethasal - 26 Aralık 2011 01:20)

  • comment image

    christmas special bölümüyle gönüllerimizi şenlendiren dizi, üçüncü sezonu nasıl bekliycez bilmiyorum. mary ve matthew'un o kadar güzel bir kimyaları var ki mürüvvetlerini görmeden rahat edemeyeceğim. ama kardeşlerden en çok sybill favorim. onun dışında o'brian'dan bile daha çok uyuz olduğum bir karakter var ki o da mıyır mıyır konuşan daisy. kafasından tutup duvarlara vurasım var. en sevdiğim karakterse violet. maggie smith mükemmelsin. özellikle ser jorah'a, ay pardon, sir richard'a ağzının payını verdiği sahnelerde.

    --- spoiler ---

    şen ola düğün şen ola. ama bak ilk sezon da mutlu bitmişti, üçüncü sezonda evlendirmezlerse, gene bir şey bulup ayırırlarsa mary ve matthew'u, basarım o stüdyoyu. yeter ya, bir downton abbey bir de böyle mi olacaktı. başa dizide böylesine çile çekilmedi, valla bak.

    şu sahneyiyse anmak farz:

    carlisle: i'm leaving in the morning, lady grantham. i doubt we'll meet again.
    violet: do you promise?

    ---
    spoiler ---


    (the girl who wanted to be god - 9 Ocak 2012 20:43)

  • comment image

    aslında birinci sezonu gayet iyiydi. ikinci sezonda epey bir sıçışa geçti, ama olsun yine izleniyor. her türlü gideri olan bir dizi, çünkü dönem, kostüm, aristokrasinin o "what is weekend?" snobluğu romantik geliyor insana.

    buradan sonrası spoiler:

    ikinci sezonda gerçekten akıl almaz hatalar vardı. gelişme üzerine gelişme, ama hepsini bir bölüm içine sığdırıp çoğu zaman aynı bölüm içinde, taş çatlasa ertesi bölümün ortasında çözdüler. matthew olayı örneğin. tam adamın varis olmasını kabullenip ve mary'nin gönlünün de ona doğru kaymasına sevinirlerken pat diye kötürüm oldu herif. sonra vah vah, tam da mary'i ikna etmiştik, şimdi çocuk olmayacak ne bok yiyeceğiz diye ağladılar. hemen ertesi bölümde ömür boyu tekerlekli sandayeye mahkum dedikleri adam ayağa kalktı, ama bu sefer lavinia apar topar öldürüldü vs vs. ve hepsi iki bölüm içinde. bu arada titanic'te öldü sanılan yeğen çıktı meydana, yine bir mal mülk ona mı kalacak gerginliği. bunu da bir bölümde harcadılar.

    oysa bunlar, tek başına bile tek sezonu götürecek dramalar. ama maşallah krizler yaratmada ve çözmede türk filmi ekolünü benimsemiş senaristler ve yapımcı. dizinin en büyük zayıflığını bunlar oluşturuyor. en çok da bu yüzden guardian'da filan günaşırı downton abbey'la taşak geçen review'lar çıkıyor. ama ne hikmetse çoğunluk ne kadar klişe ve kurgusal açıdan zayıf da olsa downton abbey izlemekten delicesine keyif alıyor. bu açıdan enteresan bir yapım. gün geçtikçe artan downton abbey çılgınlığı sayesinde üçüncü sezonda daha da toparlayacaklarını düşünüyorum. ve şahsen, dowager countess (maggie smith)'e daha bir eğilirlerse kazanırlar diyorum. dizinin bütün keyfi bu kadının ölümüne aristokratik, ölümüne snob ve iğneleğici tavırlarında çünkü.


    (fapple - 2 Şubat 2012 20:37)

  • comment image

    ikinci sezonunu taze bitirdiğim dizi. işte size izlenimler:

    --- spoiler ---

    -ilk sezonu tam bir yıl önce izlemiştim. o yüzden çok da detaylı hatırlamıyorum açıkçası... ama aklımda kaldığı kadarıyla ilk sezon daha güzeldi, daha renkliydi, en basitinden türk diplomatımız kemalimiz pamuğumuz vardı (kendisi son derece taş bi' elemandı ayrıca!... theo james, türkleri böyle güzel bir biçimde temsil ettiğin için seni yürekten tebrik ediyorum). sonra mary-matthew aşkının gelişmesi vardı, vardı da vardı... ama bu sezonda o kadar çarpıcı bir hikâyeye rastlayamadım. gerçi savaş sahneleri çok etkileyiciydi, anna-mr. bates aşkı her zamanki gibi çok tatlıydı, mary-matthew ilişkisi uzaktan uzağa, imalarla da yaşansa güzeldi...

    -ilk sezonda nefret ettiğim edith karakteri bu sezon favorilerimden biri oldu. yıllar geçtikçe olgunlaştı mı noolduysa bir önceki sezonun kıskanç hatunu birdenbire iyilik meleğine dönüştü, vay be! en küçük kızımız sybil'se her daim favorim olmasına rağmen yazık ki şoför aşkıyla arasındaki elektriği seyirciye hissettiremedi. oyunculuktan mı, aktörler arasındaki kimyanın tutmaması mı, yoksa senarist hatası mı bilemedim, ama durum bu... bir de şu "denizin buz gibi sularından çıkıp gelen vâris" konusunu pek bi çabuk geçtiler, oysa ordan daha çoook ekmek çıkardı gibime geliyor. bir sonraki sezonda revisit edilmesini istiyorum.

    ---
    spoiler ---

    kısacası downton abbey güzel dizi. insanda bir süreliğine ingiliz asilzadeleri gibi "i gather this show is quite exquisite" şeklinde konuşma isteği yaratıyor, bu da seyircisini ne kadar içine çektiğinin bir kanıtı olsa gerek! bir de bu dizinin en güzel yanı her şeyin çok çabuk ilerlemesi: ben mesela bayık türk dizileri izlerken tam yirmi dakika süren sahnelerden, dizinin yarısının tek bir planda geçmesinden falan fena halde sıkılırım. o yüzden dizi izlerken bir yandan da internette takılırım, pilates yaparım falan... ama bu diziyi izlerken sıkılmayı bırak, bir dakika bile gözümü ekrandan ayıramıyorum. çünkü dizinin akış hızı bizim dizilerin özet diye gösterilen kısımlarından bile daha hızlı! tek bir bölümde o kadar çok olay olabiliyor ki, bir bölümünü kaçırırsanız sonraki bölümde sudan çıkmış balığa dönebilirsiniz. bu durum da diziyi gayet dinamik ve tahmin edilemez kılıyor.

    öle yani. izleyin işte nebilym.


    (sarmasik gozlu kiz - 8 Mart 2012 02:47)

  • comment image

    olaylarin gectigi malikenenin adi downton abbey olsa da net bir sekilde goruldugu uzere orasi bir abbey* degildir. bu nasil bir celiskidir diyen sevgili izleyicilere, bir baska guzel dizimiz olan the tudors'u seyretmeyi ya da entrimizin devamini okumayi tavsiye ediyorum. malumunuz uzere yarim akli uckurunda olan bilmemkacinci henry*, anne boleyn kevasesinin yuzundeki koca ben hatrina, papa'ya postayı koymus, kendini ingiltere kilisesinin basi ilan etmistir. ingiltere'nin ve de bir bakima dunyanin saftini kaydiran bu karardan sonra yaptigi icraatlardan biri de, o zamana kadar beles beles sefa suren manastirlari kapatip, el koyup, zenginlere satmak olmustur. bu mulklerin yeni sahipleri de cogunlukla, bilindik eski isimleri degistirmeyip oldugu gibi kullanmaya devam etmistir. iste malikanenin adinin abbey olmasinin hikayesi boyleyken boyledir.


    (tequila - 6 Ekim 2012 09:56)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bu dizi hakkında yazılıp çizilenler hep zenginlerin aşkı hakkında. mary koca bulabilecek mi ekseninde dönüyor. arada mr bates ve anna da anılıyor. ama o kadar. asıl saf aşkı kimse yakalamamış mı bilmiyorum.

    bi daisy var aşçı yamağı kız. mal biraz. ama uşak william ona aşık. savaşa gitmeden önce evlenme teklif edince, aşçı kadın daisy'ye diyor ki, çocuk savaşa gidecek. ne olur umutla göndersen? kalbi kırılmasın, ölüm var kalım var. eğer sağ dönerse, ayrılırsın. saf daisy de kabul ediyor. aslında, daisy dallaması da aşık bence william'a ama, naza mı çekiyor bilmiyorum. bi insan böyle öküz olamaz. sonra, william savaştan ağır yaralı olarak dönüyor. ölecek. ölmeden, daisy ile evlenmek istiyor. ama daisy gönülsüz. hayır demeye getiriyor, diyemiyor. ve william içimi acıtan o sözleri söylüyor "daisy, fazla vaktim yok. ölmek üzereyim. askerlerin dullarına maaş bağlanıyor. eğer benimle evlenirsen, sana bir şeylerin kalacağını bileceğim. az bir şey, ama güvencede olacaksın."

    oturdum hüngür hüngür ağladım lan. bi insan ölüm döşeğinde nasıl bunu düşünebilir? nasıl bir sevgi bu? mal daisy hiç mi vicdanın yoktu senin? aşçı kadın zorlamasa hayır diyecekti evlenmeye. evlendiklerinin akşamına öldü zaten william. dizideki favori karakterimdi. annesine babasına düşkün, sevgilisini deli gibi seven, iyi yürekli william. daisy senin kıymetini bilemedi. aptal daisy.

    sevmek için, sevişmek için fırsatımız varsa, bunu kaçırmamalıyız bunu bir kez daha anladım. gereksiz kaprisle sevdiğimizi üzmeyelim. ona sımsıkı sarılalım. öpelim. bir de pms iken böyle duygusallı diziler izlemeyelim.

    ---
    spoiler ---


    (zipirinsan - 2 Ocak 2013 07:10)

  • comment image

    --- spoiler ---

    malikanenin nüfus kotası var sanki; bir bebek doğunca bir yetişkin ölüyor.
    "şu lady mary de ne ballıymış" derken ona da vurdu felek.
    ne bahtsız, ne kadersizmişsiniz be grantham kızları!

    ---
    spoiler ---


    (bozuk sut - 18 Ocak 2013 03:31)

  • comment image

    müzikleri ayrı bir güzel olan dizi. violet'te kendi yaşlılığımı görüyorum adeta.

    --- spoiler ---

    "i'm a woman mary. i can be as contrary as i choose."

    "don't be defeatist, dear, it's very middle class."

    ---
    spoiler ---


    (bakbirvarmisbiryokmus - 17 Mart 2013 18:12)

  • comment image

    4. sezonun ilk bölümüyle gelmiş dizi.

    --- spoiler s04e01 ---

    matthew ile sybill en sevdiğim iki karakterdi violet dışında, ikisinin ölümü de diziyi çok yavan bırakmış, ilk bölüm için çok kederliydi.

    bu dizinin ana konusu matthew ile mary'nin aşkıydı, ne olursa olsun, onların bir bakışı bir teması için öldük öldük dirildik, şimdi o aşkın bir parçası eksik ve sanki bir şeyler bir türlü yerine oturmayacak gibi.
    --- spoiler s04e01 ---

    yine de ingiliz aksanı ve violet uğruna izlenecek olan dizidir tabi.

    ah maggie smith nam-ı diğer violet, seni nası özlemişim, hala şirin, hala fındık kurdu.


    (princess sparkle - 24 Eylül 2013 00:37)

  • comment image

    izledikten sonra kendimi öyle sefil ve öyle yanlış zamanda doğmuş hissediyorum ki, bunu anlatamam burda.. yeni yeni bi trend çıktı, tırnakları kırmızı / bordo oje sürmekten sararmış, saçları boyalardan tel tel olmuş karılar, içki masalarında audrey hepburncülük oynayıp, çalıkuşunda gördükleri canım eski zaman kıyafetlerine meylediyolar.. lan kızım, sen shotını bitir de eve git, oyshodan aldığın benekli pijamalarını giy.. prensesleri, audreyleri amelileri de sahiplerine bırak!

    downtown abbey, bana retro gelmiyo.. tarih dizisi değil.. aristokrasi dersi.. küçücük çocuktum titanic çıktığında, duvarlarıma leo posterleri yapıştırır, rose'un kıyafetlerini giyeceğimi hayal ederdim.. sonra sonra biz büyüdük, devir değişti.. misal, en afilli kaşar manken, bir moda çekimi için audrey hepburn'ın mini siyah elbisesini giydi.. kim kardashian denen göt büyüteci, sırf o hafta reality showuna konsept olsun diye, gitti bi fransız designerdan oldies koleksiyonu aldı..

    işte o zamanlarda aymaya başladım.. olay kıyafet, gözlere vurulmuş sürme ya da türkan şoray bakışı değil.. olay, duruş.. kapalıçarşıda dünya starlarının bile gerçeğinden ayırt edemeyeceği taklit çantaların ya da mücevherlerin yapıldığı türkiyede, gençlerin birbirinin aynısı ve hep de bişilerin taklidi olmasına şaşmalalı.. kaybolan ruhlar değil söz konusu.. kimse bilmiyo ki amk gerçek ruhunu da kaybolsun o.. etrafınızdaki kızları düşünün misal.. hangi birinin kendi özgü bi tarzı var, her yeni sezonla değişmeyen?

    neyse.. işte bu iç sıkıntısı ve basitlik, parası olanın burjuva olarak kalmayıp, kendini 'elitize' etme telaşı (bkz: mahsun kırmızıgül), zamanında dansözlükle seks kasetleriyle pavyonlardan şimdilerin anası kıvamına bürünmüş sibel canların fransada ev yaptırması ve oturaklı olmak için götlerini yırtmaları bundan.. çocuklarını bi telaş abdye yollamaları, paso eğitimlerinden bahsetmeleri de bundan..

    çünkü biliyoruz ki hepimiz, taklit en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş olsa bile bi koku verir insana.. bilirsin içte içe bi riyarkarlık var ortada.. kapitalizmi sadece, burjuvayı bu kadar yücelttiği için suçlucam.. yoksa, milletten daha çok para kazanacağım gerçeği beni hiç üzmüyo ne yalan söliyim.. ama işte, aristokrasi denen şey o kadar değersizleşti ki.. o kadar az kaldılar ki o 'eski zaman aileleri'.. o kadar taklitleri yapıldı kı aristokrasinin..

    misal aşkı memnunda, sırf kahvaltıda portakal suyu içiyolar ve marka giyiniyolar diye çok 'üst düzey' olduğunu sanan aileye salyalarımız aktı bizim.. oysa, bir 'derneğe' üye olmayı social networkten sayacak kadar basitlerdi onlar da.. ama türk halkı ve hatta dünya çoğunluğu ne yapsın? ne yapsın lan bu insanlar? tek bildikleri aristokrasi, jane austen romanlarındakiler.. onları da, sırf mark darcy gele de, bunları kurtara diye seviyolar..

    ellerine bi kahve alıp, bi de fosilden kullanılmış görünümlü deri iş çantası alınca olduk sanıyolar.. inanıyo insan bunlara.. günlük telaşın içinde, bunları izleye izleye kanıyo.. lan diyo, bunlar da fena değil.. illa kraliyet soyundan mı olmalı amk insan?

    sonra bi muhteşem yüzyıl çıkıyo.. allahım ne basit karakterler.. nasıl osmanlı denen koskoca soya ihanetler?!!!
    stanford j. shaw bileydi bunları, hayatını nerdeyse verme pahasına savunduğu osmanlının 2-3 orospunun sikişine kurban gittiğini bilseydi ,yine de gemileri yakıp gelir miydi bilkente?

    bütün bu düşünceleri tekrar tekrar dile getirip, tekrar tekrar kabullenmekten bitap düştüğüm için, downtown abbey'i izlemek benim için öldürücü bi kahır oluyo.. bütün o kültür, bütün geleneklerle örülü zamanlar, parayla değil ünvanla yürüyen ilişkiler, basit ve yüzeysel olmayan kurallar..

    yani downtown abbey bir aristokrasi dizisidir.. amerikaya inceden inceye giydiren, neoliberal düzende bok gibi parası ve gücü olan ama esasında hiç bi derinliği olmayan, bütün kültürü hemen bi ülke kurmak üzerine dayalı abdye, en esaslı veren dizidir esasında..

    taa ilk bölümde, sen amerikalısın anlamazsın bunu dediydi mary anasına.. o kadar haklı ki.. ingilizleri sevmem, seveni de sevmem.. sömürgeciliğe de karşıyım.. zira biliyorum, biz de kıl payı kurtardık kendimizi o yollardan.. fakat, bu adamalra saygı duyuyorum ben.. hobisi olmayanı ezen çocuk yetiştirme adaplarına, kadınlarının en basitinin, en kezbanının bile utanma ve ar duygusu sahibi olmasına, ajitasyondan uzak edebiyatlarına, drama queenlik yapmadan, bir i love you lafından sonra holivud filmlerindeki gibi 5 dakka donup kalmadan, taşaklı bi gerçeklikle hislerini yansıtmalarına, her şeye rağmen ayakta durmalarına hayranım..

    bu dizi, beni varı yoğu sattırıp ingiltereye götürecek korkarım.. eğitimi meğitimi siktir edip, tarih okutacak sanırım.. öyle de dolu bi dizi işte.. aklımızdaki, o şarap içkisinin elitlik göstergesi olmasının, fondünün bizim için çok bi afilli olmasının ve bunlar gibi on binlerce örneğin, parayla pulla taklitle, plazalarla geçiştirilemeyecek kadar derin sosyolojik açıklamalarının olduğunun kanıtı..

    şimdi sevgili kızlar, gidin kırmızı ojeler sürünüp, üstünüze zaranın bu sene moda tiril tiril gömleklerini giyinip mark darcy bekleyin.. bekleyin nah gelecek..


    (semrin - 16 Aralık 2013 09:11)

  • comment image

    4-5 bölüm art arda -ki bölümler 45-60 dk arası- izledikten sonraki gün kendimi mary aksanıyla papa, should, certainly falan demeye çalışırken mırıl mırıl yakaladığım dizi (delirdi). evet, canım mary'nin ingiliz aksanından öte bir aksanı var.

    bir de frasier izlediğim zamanlarda hep birileriyle karşı karşıya oturup fincanda kahve içmek ister, kendimi kafede frasierla takılan niles* sanırdım.

    içimdeki ben pokemon'um deyip camdan atlayan çocuk sundu.


    (as royal as a queen - 20 Mayıs 2014 14:35)

  • comment image

    benden başka ağzının suyu akan var mıdır bilmiyorum ama, beşinci sezon itibariyle sene 1924 olduğu için kostümlerin insana kafayı yedirtecek kadar güzel olduğu dizidir.

    bu arada yirminci yüzyılın ilk çeyreği bitmiş olmasına rağmen gelenekçi ve inatçı dowager'ın* hala ondokuzuncu yüzyıl sonu tadında giyinmesi de kanımca muhteşem bir detaydır.

    izlerken zevkten ağlıyorum evet.


    (bozuk sut - 1 Ekim 2014 16:45)

  • comment image

    her daim geçmişe özlem duyan insanlar vardır, bilirsiniz. eski zamanlarda yaşamış olan kişilerin kıyafetlerine, yaşam tarzlarına, henüz bozulmamış olan bazı değerler ile günlük yaşamlarını şekillendirmelerine gıpta eder durular. hah, işte ben hiçbir zaman onlardan biri olamadım. çünkü diş fırçası ve tuvalet kağıdının yaygın olmadığı bir dönemde yaşamak hiçbir zaman pek cazip görünmedi bana. kendimi zamanın ötesine ait hissettim ve uzak bir gelecekte, evren bana bir kerecik daha var olabilmem için şans tanısın diye dua ettim durdum. tepem attığında ceketimi alıp başka bir gezegene ışınlanmanın tadına bir kez olsun varabilmek istedim. hala istiyorum; lakin bu dizi allak bullak etti beni. hayatımda ilk kez yüz yıl önce doğmadığım için içim sızladı. varsın elimde tabletim, kulağımda ipodum olmasaydı; yalnız üzerimde bir kere dahi olsa o muhteşem elbiseleri taşıyabilseydim. tüm hayatımı zoraki bir nezaket ile idame ettirebilseydim, gereksiz bir bayağılık ve ayarı kaçmış samimiyetin esiri olmuş bir topluluk içinde amaçsızca sürüklenmek yerine. ancak elimizdeki imkanlar belli, eğer evrenin ikinci şans piyangosu bana vurmazsa ne geçmiş ne de gelecek yakın bana. zaman, şimdiki zaman ile idare etme zamanı. bu zorlu süreçte downton malikanesinden birkaç hayali arkadaşı yanımda bulundurmaya, onlarla ara ara belirli bir itina ve adap çerçevesinde sohbet etmeye, zihnimde giyinip süslenip onlarla akşam yemeğine oturmaya, o koskoca yemyeşil vadide yürüyüşe çıkmaya ihtiyacım var. downton abbey her zaman yanımda bulunmasını istediğim var olmayan dostlar kazandırdı bana. ve saniyeler birbirini ebelemeye çalışırken akıl sağlığımı korumak için onlara korkunç derecede ihtiyacım var.


    (orijinalinden iyi olan cover - 8 Ekim 2014 21:50)

  • comment image

    5.sezon ikinci bölümde gerçekleşen radyo sahnesi gece gece beni gülme krizine soktu. özellikle başta violet olmak üzere herkesin ayağa kalkıp saygı duruşunda dinlemesi falan...

    karakterlerden en çok violet ve edith'i seviyorum. cora sürekli ağlak ve iri gözlü kayıp balık nemo modunda dolanıyor, bateslerin hikayesini zorlama buluyorum, sanki hapishane olmazsa olmayacak bunların hayatında, mary denen soğuk nevalede, ne kültür ne güzellik ama niyeyse diva muamelesi görüyor. evlat olsa bağra basılmaz yani o derece itici. ve bütün erkekler etrafında fır dönüyor, inandırıcılığı yok.daisy bir başka sinir bozan. varlığı bile sinir bozan tiplerden. carson'u seviyorum, değişime direnen hallerini de seviyorum. rose ve sybil gibi saf güzellikler ortadayken kaknem mary bu kadar ön planda , o biraz sinir bozucu. bu kadınların içinde en saygı duyulası ise edith. umarım o eve bir daha hiç geri dönmez.


    (patibis - 31 Ekim 2014 16:12)

  • comment image

    aşk-ı memnu'da süleyman efendi kimse bu dizide de carson benim için o'dur.
    her ikisinden de her eve bir tane lazımdır.


    (miniktosh - 3 Kasım 2014 16:25)

Yorum Kaynak Link : downton abbey