The Master ' Filminin Konusu : Magnolia, Boogie Nights / Ateşli Geceler, There Will Be Blood / Kan Dökülecek filmlerinin yönetmeni Paul Thomas Anderson’un son filmi The Master, aslında bir güç, tutku ve bağımlılık filmi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesine dönen amaçsız, vasıfsız ve sorunlu eski donanma askeri Freddie'nin, “The Cause” tarikatı ve (Philip Seymour Hoffman’ın canlandırdığı) karizmatik lideri Lancaster Dodd'la tanışmasıyla değişen yaşamını anlatıyor. Scientology tarikatının kuruluşunu anlattığı iddia edilen filmin başrollerindeki Amy Adams, Philip Seymour Hoffman ve Joaquin Phoenix performanslarıyla Oscar’a aday gösterildiler. The Master filmiyle Anderson, 2. Dünya Savaşı'nın yarattığı toplumsal değişiklikler sonucu ortaya çıkan alternatif ruhani gruplar ve dinlerle ilgilenen yeni bir tür Amerikan ailesinin doğuşunu mercek altına alıyor.
Ödüller :
There Will Be Blood(2008)(8,2-454388)
Magnolia(1999)(8,0-275880)
Her(2014)(8,0-453524)
Boogie Nights(1997)(7,9-242791)
Synecdoche, New York(2009)(7,6-84629)
Inside Llewyn Davis(2013)(7,5-142209)
Doubt(2008)(7,5-113391)
Phantom Thread(2018)(7,5-88054)
Punch-Drunk Love(2002)(7,3-155086)
Sydney(1997)(7,2-35391)
A Serious Man(2009)(7,1-121387)
Inherent Vice(2015)(6,7-81138)
Venedik Film Festivali : "Volpi Cup-Best Actor"
Venedik Film Festivali : "FIPRESCI Prize-Competition"
Venedik Film Festivali : "Silver Lion"
buffy'den çok önce, the master dr. who'nun ezeli düşmanydı. kendisi manyak bir time lord'dur, en az doktor kadar inkarnasyonu vardır, kendisin ilk oynayan aktör 1974'te nevşehir'de film çekerken kazada ölmüştür.
(khuzdul of krsanthi - 24 Temmuz 2009 18:12)
paul thomas anderson 'un yeni projesi. başrole philip seymour hoffman isimli güzel adamı koymuş bu sefer. filmin hikayesi de anderson'a yakışır biçimde enteresan. 1950ler. karizmatik ve dahi bir adam yeni bir din kurar, peşinden kitleleri sürükler. kim bilir nerelere göndermeler gider. şimdilik bize beklemek düşüyor.
(sakallis - 5 Aralık 2009 00:03)
yazı "spoiler" içerebilir. dolayısıyla izlemeyenlerin ihtiyatlı olmasında fayda var.paul thomas anderson' ın altıncı uzun metraj filmi the master. hemen belirteyim, sineması açısından bir geriye gidiş değil, tam aksine daha değişik bir olgunlaşma yapıtı bu. amerika özelinde olan meseleleri, evrensel ve insani bir boyutta aktarması, yönetmenin en büyük özelliklerinden biri. the master, kendi özelinde belli bir dönemde yükselmeye başlayan tarikatlar meselesini hikayenin ana malzemesi gibi gösterse de, aslında iki insan arasındaki psikolojik ve ruhani savaşımı, dolayısıyla tarikat bazında da; ustayla çırağı arasındaki çatışmayı dışa vuruyor.anderson’ un sinemasının anlamlı olmasının sebebi ise, günümüzde de değişen hiçbir şey olmayışı.savaş sonrası amerika' sında, üzerinde savaşın etkileri hala süren bir birey varolmaya çalışıyor. usta (lancester dodd) onu yanına alıyor ve aralarında alışılagelmişin dışında, garip bir ilişki oluşuyor. şimdi bu konuya insanın yalnızlığı ve kendini bir yere aitmiş gibi hissetmemesi açısından da bakabiliriz. nitekim toplumların ve dolayısıyla ülkelerin gerek yönetim biçimlerinden kaynaklanan, gerek kültürlerinden kaynaklanan çeşitli zorlamaları, hatta bunun da ötesinde evrensel düzeyde varolma çabasının maddeye bağımlılığı, bazı insanlar üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. freddie de tam bu baskıyı reddeden bir yapıya sahip. usta onu yanına aldığında, kendini bir süre iyi hissedip duruma ayak uydursa da, sonunda tutunamıyor ve gene bildiği ölçüde hayatına devam etmeye çalışıyor. fakat, freddie' nin tek aşkı olan doris, bir başkasıyla evleniyor. bu ona toplumun, ülkenin vurduğu bir başka darbe. hayır freddie senin istediğin gibi değil bizim istediğimiz gibi demek. usta ise, toplumda varolabilmeyi başarmış, çarkın bir yerinde durarak hayatına devam edebilmiş ve bunun da ötesinde çarkı yönlendirmeye başlamış bir birey. bu gidişata eleştirel bir bakış atan insanlara da tamamen sert ve agresif bir yapıda duruyor ayrıca. filmin sonunda, freddi' ye bile onu reddederse, bir daha görüşmeyeceklerini söylüyor...freddie ingiltere'ye gittiğinde, usta’ nın oğlu val ile karşılıyor. ona ne kadar iyi göründüğünü söylüyor. val, eskiden ezik bir karakter gibi dururken, şimdi ise gayet şık duruyor. burada bile toplumda varolan bireyin, toplum tarafından ödüllendirildiğini görüyoruz. freddie, usta’ nın odasına gittiğinde ise, şu cümleyle karşılaşıyor: "hiç kimseye bağlı kalmadan mı yaşayacaksın?" . freddie evet yanıtını veriyor ve "dünyada tek başınasın cevabını alıyor.". usta’ ya göre; topraksız ve efendisiz bir hayat, asla olamaz ve freddie de böyle bir hayata kavuşamayacaktır. freddie' ye, eğer öyle bir hayat bulursa kendisine de söylemesi gerektiğini belrtiyor. freddie de kendi bildikleri doğrultusunda usta’yı reddediyor. filmin sonunda da, kendi yarattığı kumdan bir kadın vücudunun yanında kendi dünyasıyla başbaşa kalıyor. varolup olamayacağı sorusu ise akıllarda yer ediyor.the master oldukça kişisel ve akıllardan uzun süre çıkmayacak bir sinemasl deneyim. bana göre there will be blood’ dan daha iyi bir film değil. ancak daha farklı tatlar sunduğu da bir gerçek. görsellik gene müthiş ve benim kendi şahsi kanaatimce kubrick ve malick etkisi hat safhada. kubrick için; freddi’ nin herkesi çıplak gördüğü sahneyi, freddi’ nin usta’ nın ofisine giriş yaptığı sahneyi ve kayalıkların olduğu sahneyi örnek olarak gösterebilirim. çekim tekniği açısından sırasıyla “eyes wide shut”, “paths of glory” ve “2001*” çağrışımı yapmıştır bendenizde. malick için ise, filmin başındaki pasifik sahnesi uygun kaçacaktır.edit: -under rug swept- düzeltti. beşinci değil, altıncı uzun metraj olacak.
(xcays - 10 Kasım 2012 14:15)
bugün ankamall afm'de, sadece 4 izleyici bilet aldığı için 50 kişilik cep salonuna atılan paul thomas anderson filmi. ankara izleyicisinin ne kadar boktan olduğunu film festivallerinden bilirim. bugün bir ankaralı olarak şehrin insanlarının sanat anlayışından bir kez daha utandım.görevliye "350 kişilik salonda hangi film oynuyor" dedim. "özcan deniz'in filmi; evim sensin" dedi. en çok talep bu filmeymiş...
(atmosphere - 11 Kasım 2012 23:07)
en sevdiğim yönetmen paul thomas anderson'ın yeni filmi. benim için magnolia-punch drunk love muhteşemliğini geçen bir iş çıkarmamış olsa da there will be blood ile girdiği bu "büyük yazar/yönetmen" yolunda attığı emin adımları müthiş bir hayranlıkla izliyorum. "the master", bir önceki filme nazaran daha çok ilgimi çeken bir hikayeydi. müzikleri, harika çekimleri ve elbette ki muhteşem oyunculuklarıyla da benim için çok güzel bir deneyim oldu. arada laura dern'i görmek, çılgın adam joaquin phoenix'in gerçekten oyunculuğu bırakmamasına şükretmek ve film ilerledikçe "bu sene oscar'lar buna gitmesin de neye gitsin?!" sevinci filmi daha da güzel kıldı. bir hayvan ve sahibi arasındaki ilişkinin anlatıldığı filmde verilen alt metinler, cinselliğin kullanımı, daima göz önündeki o muhteşem yerli malı afiş ve her muhteşem planda "bir insan bu kadar yetenekli olmamalı. biz ne yapacağız!" serzenişi... konuyu ya da abartalım, filmi beğenmeyebilirsiniz... ama önünde saygıyla eğilesi bir çalışma olduğu gerçeğinin göz ardı edilemeyeceğini düşünüyorum. tehlikeli ve rahatsız edici bir hikaye, nefret edilesi karakterler ve nefes aldırmayan müziklerle seyircisini zorlamaktan kaçmayan, ama aynı zamanda onlara nerelerde nefes aldırması gerektiğini de gayet iyi bilen; lafını sakınmadan söyleyen ancak dikkatli kulaklara başka sırlar da fısıldayan bir film "the master". finaliyle de insana kendi hayatını dibine kadar sorgulatmıyor değil. "ben özgürüm, sadece özgürüm..." ya...?!
(under rug swept - 11 Kasım 2012 23:26)
türkiye'deki sinemalarda nedense en küçük salonlara atılmış, max. 2 seans verilen film.a doğru ya bu hafta twilight gelecekti...
(cabin5 - 16 Kasım 2012 14:12)
muhteşem yüzyıl gibi büyük prodüksiyonlarda oynayıp, paranın verdiği şımarıklıkla ortada oyuncuyum diye gezenlerin joaquin phoenix'i defalarca izlemesi gereken filmdir. birbirinden bağımsız karmaşık duyguyu ifadesine yansıtmayı ve her birini ayrı tondan seyirciye aktarmayı acaba hanginiz layığıyla becerebilir? tabi şunu da sormak lazım, acaba filmde yaratılan sarhoş,kimsesiz ve kendinden nefret eden karakterin karşısındaki narsist karakterle uyumunu hangi yönetmen ekrana yansıtabilir? yönetmen diyince aklına mahsun kırmızıgül'ü, sinan çetin'i getiren yalnız ve güzel ülkemden bu filme bir haftadan fazla dayanabilmesini ve tabiki de dev salonlarını tahsis etmesini beklemiyorduk.edit: imla
(cabin5 - 20 Kasım 2012 11:03)
adam başrol, adam yardımcı, hatun yardımcı'da oscara adaylığı bulunmaktadır. adam başrol'u almalı. diğer adayları da izledim onlardan bi sik olmaz. verin oscarı phoenix'e lan.
(kirkbir - 6 Şubat 2013 23:53)
bir "bizim kesinlikle bir tane süpervizörümüz olmalı" filmidir. yönlendirilmemiz , manipüle edilmemiz , sömürülmemiz lazım. herkese bir sahip lazım.filmin ana teması ,olay örgüsü bunun üzerinden gitmiş. ama üzülerek çeşitli yorumlar duyuyor, görüyor şahit oluyorum ki , yazık. holywood ending bekleyenler mi dersin , uslubü yetersiz anlatım biçimine yoranlar mı.the master filmine şöyle uzaktan çekilip bakmak lazım.benim takıldığım nokta "anlaşılmaz kısmı" tamamen yorum açık filmlerin başına gelen en bayağı sorunlarından biri ; "ne oldu şimdi?". film, filmin teması gereği işlenmesi gereken şekilde işlendiği için kesinlikle kendine değer katıyor en başta. zaten bizim için karar verenler , bizim yapmamız gerekenleri söyleyenlere alıştığımız için , filmlerden beklentimiz bize tam olarak olayın ne olduğunu ve nasıl bittiğini söylemesi gereği varmış gibi hissediyoruz. eğer izlediğimiz film bu kısmı bize bırakırsa yadırgıyor , kızıyor, üzülüyoruz . the master'da bahsettiğim yansımaları rahatlıkla görebiliriz. eğer yönetmen filmi standart bir şekilde üretir , geliştirir ve bitirse üzerine ona bir etiket çekip - iyi , güzel, sıkıcı - köşeye atabiliriz. ama bu tip filmlerde bunu yapmak zor . o yüzdendir ki bu tip filmler popüler kültürden istediğini alamaz belli kitlelere hitap eder.
(camera lucida - 16 Şubat 2013 00:23)
iyi filmdi. paul thomas anderson gibi genç sayılabilecek (1970 doğumlu) bir yönetmenin, bir hayli ustalık isteyen böylesi bir filmin altından kalkması ayrıca taktire şayan.film cemaat olgusunu analiz ediyor. ama filmin salt şeyh uçmaz müritleri uçurur gibi bir dedi yok. daha çok bir insan neden böylesi bir yapı içine girer/girmek ister. sadece tek tek insanlar değil kuşkusuz, genel olarak toplum böylesi bir yapının içine neden girer. her zaman bir cemaate katılımı vaaz eden şarlantanlar varken neden bazı zamanlarda, insan(lar) buna kapılır. bu da psiko-sosyal olduğu kadar dönemsel de bir durumdur. film tüm bunların etkisini çok iyi anlatmış.yani hem bireysel, hem toplumsal hem de dönemsel faktörlerin bu tarz cemaatsel yapıların ortaya çıkmasını, yayılımını ve devamını mümkün kılışını vermiş/tartışmış adeta.
(parrhesiaturkiye - 18 Şubat 2013 18:08)
sadece joaquin phoenix'in gösterisi için bile izlenmeli. böyle bir şey yok.filmse bence cok da iyi dikl. ama phoenix... hayret bi olay.
(guzelcehulis - 25 Şubat 2013 00:56)
türkçe altyazısının dağıtımcı firmanın ilgili sitelere uyarısı sonucu bulunmadığı film. yalnız dağıtımcı firmaların unuttuğu bir şey var. bu yasağı sadece divxplanet.com veya türkçealtyazı.com gibi sitelere uygulayabilirler. uluslararası boyutta altyazı bulunduran siteler bu tür salak uyarılara kulak asmaz. zaten kıçı kırık iki salonda gösterime sokuyorsun utanmadan bir de altyazısını yasaklıyorsun. her neyse türkçe altyazısını aşağıdaki "tüm dünyaya açık siteden" herkes indirebilir. i have no master bitches!http://www.opensubtitles.org/…4815839/the-master-tr
(ya birak ya - 27 Şubat 2013 18:09)
özellikle giriş ve final sahneleri üslup açısından there will be blood ile paralellik gösteren pta filmi. ancak içerik daha derin, anlatım başarısı finale kadar soru işareti, final ise 10 numero. ayrıca filmin tarikatler karşısındaki konumu there will be blood'a oranla çok daha silik, dikkati freddie quell'in varoluş mücadelesinden başka yere dağıtmamak için olabilir belki.
(rasseneur - 14 Nisan 2013 02:30)
filmin temel eksikligi konu butunlugundeki tutarsizliklardi. bir kisinin kendini bulmasindan cok buldurmaya calisanin ic celiskileri filmin ana temasi olmaliydi. tabii bu tema problemi filmin butununu sekteye ugratan en onemli acmaz oldu. lancaster dodd ( philip seymour hoffman) karakterinin derinlikli ve temiz oyunculugu, freddie quell ( joaquin phoenix) karakterinin dogal fiziki yapisini biraz daha deforme ederek yaptigi oyunculuga karsi daha nitelikliydi.geride birakilan savasin (dunya savasi) tematik, travmatik sonuclarinin; toplum ve birey ustundeki etkilerinin bu kadar aceleci gecilip bireyleri kendi dertleriyle ugrasmalarini on plana almak garipti. garipti derken bunun metafor olma olasiligi da ortada yoktu.acikcasi konu olarak flu bir sekilde baslayan film, netlestikten sonra butunluk konusunda da fluluk yasadi.bu arada tarikat olaylarina surtunerek gecerken iz birakmaya calismak bir baska acmaz...
(solarise - 21 Nisan 2013 23:28)
başıma bir şey gelmeyecekse; havada kalmış, ya da ne söyleyeceğine tam karar verememiş filmdir.
(cadillac - 28 Nisan 2013 12:11)
joaquin phoenix'in hiç abartısız son dönemde gördüğüm en iyi oyunculuğu gösterdiği film.
(nine hilario - 24 Haziran 2013 12:18)
freddie id, master'ın karısı süperego, the master ego temsilidir (ben öyle hissettim en azından)
(femme noir - 14 Temmuz 2013 22:59)
adama tekme tokat dalan bir film. aklıma murat menteş'in "bir insan kölelikte ne kadar terfi ederse, özgürlükten o kadar uzaklaşır" sözü gelmedi değil. bunun yanı sıra; pta'nın her filmini beğenerek izleyen sadık bir seyircisi olarak,konuyu işleyişini filmografisindekilere nazaran daha vasat buldum ben. izlenimlere geçecek olursak:--- spoiler ----filmde anlatılmak istenen efendi-köle ilişkisi. bunu da "bahçede oynama" ve "ejderha hikayesi" sahneleri ile net bir şekilde sembolleştiriyor usta. -master'ın "herkesin bir sahibi vardır" sözü film boyunca anlatılmak istenen fikrin özeti. "fight club"taki "senin sahibi olduğunu düşündüğün her şey zamanla sana sahip olur" felsefesiyle de bir nevi örtüşen bir mesaj bu; fakat bu noktada bir şeyi eklemekte fayda var. "the master"da efendi-köle ilişkisi eşyalar üzerinden ilerlemiyor.-freddy'nin hayatını ve yaşadığı travmaları iki dakikalık kayıt sırasında öğrenmemiz modern,yeni ve orijinal bir anlatımdı.-gemiye kabul sahnesindeki oyunculuk yarışı ve "anıların geceye dahil değil" sözü ilişkinin başlangıcını ve iplerin kimde olacağının izlenimini veren iyi bir girişti.-en güzel ayar ise,sabırla on defa "affedersiniz" diyen adamın master'a ithafen;"geçmişe yolculuk beni korkutmuyor,beni asıl ürküten kanser olan birinin size tedaviye gelmesi" sözüydü.-tüm bunların yanı sıra; bence, filmdeki en güzel sahne radyoda "siz hayvan değilsiniz" sözleri dönerken,freddy'nin karşısındaki kıza "benimle düzüşür müsün?" yazmasıydı. --- spoiler ---özetlemek gerekirse,"the master" biraz sembollere boğulması ve ağır işleyişi dışında pek kusuru olmayan,mükemmel oyunculuklar ve sinematogtafi barındıran bir film olmuş. bir eserin, ertesi gün hala üzerine konuşuluyorsa, bence o iş tamamdır.
(bandh - 25 Temmuz 2013 16:51)
on yıl daha genç olsam çok zorlar semboller, temsiller, alt metinler çıkarmak için götümü ölümüne yırtardım. kimsenin dikkate almayacağı "bilinçdışına bir gönderme" benzeri sadece kendimin inandığı tespitler savururdum.ama--- spoiler ---neden gemi? niye bir gazi? master kim? neden onca mürid arasından freddie quell'e taktı master? o saçma sapan terapilerin manası ne? anlatacağı eğer çok büyük bir hikaye idiyse, neden böyle iki tuhaf karakter üzerinden anlattı? kadınların çıplak dans ettiği sahne - freddie'nin gözünden gördüğümüz için öyleydi. eyvallah da ne manaya geliyor? öyle değil mi yoksa?--- spoiler ---netice. p.t.anderson "şu sebepten, çünkü eşşeğin sikinden dolayı" demediği müddetçe benim için kayıp bir filmdir. anlamak istedim , anlayamadım. joaquinn phoenix ve philip seymour hoffman'ın oyunculuğu falan da ne bu? etkilenenler neyinden ölümüne etkilendiler ve analizlerinin akademik, sanatsal dayanağı nedir?
(altlejant - 29 Temmuz 2013 11:27)
gemide, master ile quell arasındaki soru - cevap sahnesi, belli aralıklara yeniden izleyeceğim sahneler arasında yerini almıştır. efendi-köleden ziyade usta-çırak ilişkisindeki ilk ciddi adımdır ikili arasında ki muhteşem joaquin phoenix'in alnında direk gibi beliren uzun damarı, yeteneğinden şüphe edilmeyecek philip seymour hoffman'ın tok sesini bayrak gibi taşıyor. var oluşun master'ın inandığı ve çoğunluğun sahtekarlık olarak görebileceği mistik düzlemde quell bir tür çoban olarak eğitiliyor- anlatımı beğenmeyenlerin 'hiçbir şey şey yoktu" hayıflanmasını geçersiz kılan da tam olarak bu. master'ın "elçisi" (özellikle son sahneye dikkat edilirse) eşyalarla ve insanlarla dolu yoğun sınavdan geçtikten sonra master'ın hem fiziki hem ruhani olarak inandığı gerçeği anlatacak kıvama geliyor. tarikatın tamamlandığı tartışmalı (master'ın karısı quell'e hiç inanmaz) müridi quell, gemide başlayarak motorsikletli sahnede kabuk değiştiren deneyiminin benzerlerini başkaları üzerinde muhakkak uygulamaya çalışacaktır (bu anlamda filmin sonu açık uçlu demek yetersiz olabilir) bu da sanırım dinler nasıl yaratılır, tarikatlar nasıl kurulur ve genişler sorularına dair ipucu olabilir. scientology tarikatı ile olan benzerliklere girmek istemiyorum. master'ın konuşmalarından panteist okumalar yapılacağı gibi bugün özellikle benim "bilboard edebiyat" adını verdiğim alanda yayım yaparak ünlenen onlarca şarlatan/şarlatanlık arasında bağ kurabiliriz -modern (bilimsel) hayata spiritüel yalanlarla yaklaşan kan emiciler-neyse, anderson her yeni filminde beni daha da yoruyor, bu filmi yeniden izlemek de elzem! master ile quell arasındaki aşk ve nefret tadındaki ilişki, muhteşem oyunculuklarla 140 dakika boyunca seyircinin hiçbir müdahalesine izin vermiyor. sanırım insanların filmden hoşlanmama sebeplerinden biri bu.paul thomas anderson sinemanın geleceğidir.
(us and them - 6 Ağustos 2013 14:57)
Yorum Kaynak Link : the master