Süre                : 2 Saat 28 dakika
Çıkış Tarihi     : 09 Ocak 2015 Cuma, Yapım Yılı : 2015
Türü                : Komedi,Cinayet,Drama,Gizemli,Romantik
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Ghoulardi Film Company , Warner Bros. , IAC Films
Yönetmen       : Paul Thomas Anderson (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Paul Thomas Anderson (IMDB)(ekşi),Thomas Pynchon (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Reese Witherspoon (IMDB)(ekşi), Jena Malone (IMDB)(ekşi), Joaquin Phoenix (IMDB)(ekşi), Sasha Pieterse (IMDB)(ekşi), Josh Brolin (IMDB)(ekşi), Katherine Waterston (IMDB), Benicio Del Toro (IMDB)(ekşi), Owen Wilson (IMDB)(ekşi), Jillian Bell (IMDB), Eric Roberts (IMDB), Michael K. Williams (IMDB), Martin Short (IMDB), Maya Rudolph (IMDB), Wilson Bethel (IMDB), Sam Jaeger (IMDB), Anders Holm (IMDB), Joanna Newsom (IMDB), Yvette Yates (IMDB), Serena Scott Thomas (IMDB), Martin Donovan (IMDB), Elaine Tan (IMDB), Emma Dumont (IMDB), Catherine Haena Kim (IMDB), Madison Leisle (IMDB), Timothy Simons (IMDB), Amanda Maddox (IMDB), Keith Jardine (IMDB), Hong Chau (IMDB), Chelsea O'Toole (IMDB), Ellen Ho (IMDB), Chantal Thuy (IMDB), Erin Michelle Conroy (IMDB), Toyia Brown (IMDB), Laura Colquhoun (IMDB), Kirstin Masters (IMDB), Adeana Lane (IMDB), Eric Womack (IMDB), Diana Elizabeth Torres (IMDB), Jeannie Berlin (IMDB), Delaina Mitchell (IMDB) >>devamı>>

Inherent Vice (~ Gizli Kusur) ' Filminin Konusu :
Inherent Vice is a movie starring Joaquin Phoenix, Josh Brolin, and Owen Wilson. In 1970, drug-fueled Los Angeles private investigator Larry "Doc" Sportello investigates the disappearance of a former girlfriend.

Ödüller      :

Independent Spirit Awards:Robert Altman Award


Indiewire 2014 / 10
  • "muhteşem fragmanının teyit ettiği üzere yılın en iyi filmi olması pek muhtemel. güzel afişinin, uyarlandığı kitabın kapağıyla uyumlu olması da ayrı muhteşem. denecek tek söz var: bu adam işi biliyor."
  • "türkçe altyazısı çıkmış. çevirenlerin eline sağlık."




Facebook Yorumları
  • comment image

    kitabın ilk sayfalarının bir zamanlar yapmış olduğum çevirisi de aşağıdadır.

    --- spoiler ---

    bölüm 1

    âdeti olduğu üzere ara sokaktan gelip basamakları çıktı kadın. doc bir yılı aşkın süredir kendisini görmemişti. kimse görmemişti. eskiden ayaklarında terlikler, üzerinde de çiçek resimli bir bikini altı ve rengi solmuş bir country joe & the fish’li tişört olurdu daima. bu akşamsa arazi kıyafetleri içindeydi, saçı doc’ın hatırladığından çok daha kısaydı ve asla bürünmeyeceğine söz verdiği bir tipe bürünmüştü.
    “shasta, bu sen misin?”
    “halüsinasyon gördüğünü sanıyor.”
    “kendini baştan yaratmış gibisin.”
    perde asmaya hiç lüzum görmedikleri ve yokuşun aşağısındaki dalgaların kıyıya vurmasını dinledikleri mutfak penceresinden içeri sızan sokak ışığı altında dikildiler. bazı geceler, rüzgâr uygun olduğu vakit, dalgaların sesini şehrin her yerinden duyabilirdiniz.
    “yardımına ihtiyacım var, doc.”
    “artık bir bürom olduğunun farkındasındır herhalde? düzenli bir işim falan yani?”
    “telefon rehberine baktım, tam da oraya gidiyordum aslında. bunu gizli bir randevu şeklinde halledersek ikimizin de hayrına olur diye düşündüm sonra.”
    n’apalım, bu akşam duygusal yakınlaşmadan umut yok. tüh. ama yine de cebine para girecek türden bir iş çıkabilirdi. “birisini takip ediyor olabilir misin?”
    “durumu çaktırmamak için ara sokaklarda dolaşıp durdum bir saat boyunca.”
    “bira içer miydin?” doc buzdolabının yanına gitti, dolapta tuttuğu bir kasa biradan iki tanesini çıkartıp birini shasta’ya uzattı.
    “bir tane herif var,” diye başladı söze kadın.
    olabilir vardır, da niye duygusallığı tutmuştu ki? söze böyle başladığını duyduğu her müşterisinden beş sent alacak olsa, şu an hawaii’de olur, gece gündüz zilzurna sarhoş halde, waimea’daki dalgaları izler, ya da en olmadı dalgaları izlemesi için birini kiralardı. “namuslu toplum itikadından gelme bir beyefendi,” diyerek sırıttı.
    “orda dur, doc. evli kendisi.”
    “desene... para meselesi.”
    kadın var olmayan sırt kıllarını silkti ve n’olmuş yani dercesine şaşkınlıkla baktı.
    doc’un keyifler yerindeydi. “ya karısı—senden haberi var mı?”
    shasta başıyla onayladı. “ama kadının da görüştüğü biri var. alışıldık bir görüşme değil, orası ayrı—can sıkıcı adi bir dolap çeviriyorlar birlikte.”
    “kocanın servetini alıp kaçacaklar işte, aynen, l.a. taraflarında aynı olayın bir iki kez vuku bulduğunu duymuştum. peki ... ne yapmamı istiyorsun tam olarak?” eve içinde akşam yemeğini getirdiği kâğıt torbayı bulup üzerine bir şeyler karalar gibi yapmaya yoğunlaştı, hetero hatun kıyafetinden dolayı yüzünde makyaj varsa da makyajsızmış gibi görünmesi gerekiyordu, ünlü baş belası yılların shasta’sı er ya da geç de olsa geri dönerdi hep. hiç bitmeyecek mi bu, diye merak etti. tabii ki bitecekti. bitmişti de.
    ön odaya geçtiler ve doc kanepeye uzandı, shasta ise ayakta dikilmeye devam etti ve evi dolaştı.
    “şöyle ki, beni de çevirdikleri dolaba dâhil etmek istiyorlar,” dedi shasta. “savunmasız olduğunda, ya da mümkün olduğunca savunmasız olduğunda falan, kendisine ulaşabilecek yegâne kişi benmişim.”
    “anadan üryan halde uyurken.”
    “anlayacağını biliyordum.”
    “hâlâ yaptığının doğru olup olmadığını mı anlamaya çalışıyorsun, shasta?”
    “daha da kötüsü.” shasta’nın o hiç unutamadığı bakışları adamı delip geçtiler. o bakışları hatırlayınca. “ona ne kadar sadakat borcum var ki?”
    “umarım bana sormuyorsundur.
    “sağ ol ya, dear abby de aynı şeyi söyledi.”
    “fevkalade. o halde duyguları bir kenara bırakıp, paraya odaklanalım. kiranın ne kadarını kendisi alıyor?”
    “hepsini.” bir anlık da olsa, o yüzde kısık-gözlü küstah sırıtışı yakalamıştı.
    “epey de yüksektir kirası?”
    “hancock park’a göre.”
    doc kadının yüzüne bakmaktan kaçınarak, ıslıkla “can’t buy me love”ın nakaratındaki notaları çaldı. “bir şey olsa hemen adama seçose diyo’sundur, eminim.”
    “piç kurusuna bak, hâlâ bu kadar acımasız olduğunu bilseydim—”
    “ben mi? profesyonelliğimi kaybetmemeye çalışıyorum, hepsi bu yani. karıcığı ve e.a.’sı sana ne kadar pay vermeyi teklif ettiler?”
    shasta bir meblağ söyledi. doc zamanında pasadena otoyolunda, sisin içinde yüzle giderek ve kötü tasarlanmış virajlardan geçerek, içerlemiş koko satıcılarıyla dolu modifiye motorlu rolls’ları arkada bırakmış, şalvar pantolonundaki ödünç afro saç tarağı hariç yanında kendini koruyacak hiçbir şey olmaksızın l.a. nehrinin doğusundaki arka sokaklarda yürümüş, üzerinde küçük bir servet değeri olan vietnam esrarıyla emniyet müdürlüğü’ne girip çıkmıştı, ve bu günlerde ise bütün o tedbirsiz dönemin bittiğine kendini neredeyse inandırmışken, şimdi yine yoğun bir gerginlik hissetmeye başlamıştı. “demek...” şimdi dikkatli ol bakalım, “demek bir iki müstehcen şipşak fotodan bahsetmiyoruz. uyuşturucu torpido gözüne yerleştirilmiş, hiç böylesini...”
    o zamanlar, somurtmak dışında herhangi bir karmaşık tepkide bulunmaksızın haftalarca çekip giderdi. şimdiyse hiç anlamlandıramadığı yüz ifadesi bileşenlerinden oluşan bir karışım sunuyordu ona. belki de oyunculuk okulunda kaptığı bir şeydi. “düşündüğün şeyle alakası yok, doc.”
    “merak etme sen, düşünme işini sonra halledeceğiz. başka ne var?”
    “emin değilim ama onu tımarhaneye kapatmak ister gibi bir halleri var.”
    “yasal olarak mı yani? yoksa bir taklaya getirip mi kapatacaklar?”
    “kimse bir şey söylemiyor bana, doc, ben yalnızca yemim.” şöyle bir düşünmüştü de, sesinin bu kadar kederli çıktığını hiç hatırlamıyordu. “şehirden biriyle görüştüğünü duydum?”
    görüşmek. nasıl demeli, “ah, penny’yi mi diyorsun? arazici hoş bir hatun, açıkçası hippi aşklarının gizemli heyecanı peşinde—”
    “bir de evelle younger’ın dükkânında bölge savcısının astı mı neymiş?”
    doc bunu bir düşündü. “oradan birilerinin bunların yaşanmasını engelleyebileceğini mi düşünüyorsun?”
    “bu bildiklerimi götürebileceğim pek yer yok, doc.”
    “tamam, penny’yle konuşurum, ne yapabileceğimize bir bakarız. senin şu mutlu çiftinin—adları, adresleri nedir?”
    kadının yaşlı beyefendisinin ismini duyunca, “gazetelere çıkıp duran mickey wolfmann’la aynı kişi mi bu? hani şu emlak kodamanı?”
    “bundan kimseye bahsetmemelisin, doc.”
    “sağır ve dilsizim, işimin bir parçası. vermek istediğin herhangi bir telefon numarası var mı?”
    kadın omuz silkti, kaşlarını çatarak ona bir telefon numarası verdi. “hiç aramamaya çalış.”
    “fevkalade, ya sana nasıl ulaşacağım?”
    “ulaşmayacaksın. eski yerimden taşındım, neresi müsaitse orada kalıyorum artık, sorma nerdesin diye.”

    ---
    spoiler ---


    (jiyuu - 30 Ağustos 2013 21:12)

  • comment image

    fragmanı da geldiğine göre, ithaki yayınları artık üç maymunu bıraksa da, şu kitabın türkçesini yayınlasa. ben söyleyeyim ocak'ta basarsanız hiç satamazsınız o kitabı. bari kitap fuarına yetiştirin lan, millete her türlü itelersiniz ilk baskıyı.


    (jiyuu - 30 Eylül 2014 12:42)

  • comment image

    harika olan fragmanında özellikle josh brolinin yardırdığı bir sahne var çok güldüm oraya.

    --- spoiler ---

    brolinin canlandırdığı karakterin saçma sapan kötü bir japoncayla japon aşçıya atarlanarak sıpariş vermesi.

    chotto, kinichiro, kinichiro dozo. motto penekeku! motto penekeku! motto penekeku! hai! hai! hai!

    ---
    spoiler ---?

    filmin tamamını izlemek için sabırsızlanıyorum.


    (robertdowneyjr - 1 Ekim 2014 09:46)

  • comment image

    filmin başından sonuna kadar her daim başrolümüz yükseklerde geziyor, çoğu olayı o da bizim kadar anlayamıyor sadece devam ediyor. geçtiği dönemi ve o neslin polis nefretini çok güzel anlatmış. ayrıca çok uzun bir film, sinemanın bu yönüne alışmamış ya da filmin havasına girememiş bünyeyi kanser eder büyük ihtimal.

    benim kanaatim baştan sona tam bir sinefil masturbasyonu. siz ne söylerseniz söyleyin amerikan sinemasının da dikkate almaya değer tadı var, biz de bişeyler yaşıyoruz burda diyor bağıra bağıra. mekanlar, kostümler çok güzel ince ince uğraşılmış çok belli.

    ya bi de son yıllarda çok az filme güldüm, o çok sevilen bütün komedi filmlerini de ısrarla izledim(dandirik gişe filmleri de dahil) en fazla tebessüm edebildim. ben de mi sıkıntı ne oluyor derken anderson abi elimden tuttu. abi sen benim yüzümü güldürdün allah da seni güldürsün.


    (fake plastic free - 20 Nisan 2015 16:15)

  • comment image

    çok iyi bir film ama herkese göre değil.

    film bizim de türk izleyicisi olarak o dönemde çekilmiş filmlerden ve modern dönem filmlerinden aşina olduğumuz 60'ların sonundaki amerika'nın politik havasının koyuca bir fonunu oluşturduğu detaylı, satirik ironik ve komik bir dedektiflik öyküsü.

    inherent vice bir roman uyarlaması. haliyle roman uyarlamalarına dair olumlu ve olumsuz yönleri barındırıyor. ancak paul thomas anderson'ın dahi uyarlama işinin altından ancak yeterli düzeyde kalkabilmiş olması bu işin oldukça zor olduğunu ıspatlıyor sanırım. film, yönetmenin kendi fırçasına ait kalıntılar ve filme romandan farklı numaralarla yaptığı tamamen subjektif katkı ile karakteristik bir film olmayı başarmış. iyi de olmuş.

    gelgelelim izlemesi zor bir film olmuş. neden?
    1- gidişatının başroldeki karakter gibi kafası dumanlı olması.
    2- karakterlerin çokluğu, ve yine bir çoğunun derinleştirilememesi
    3- roman olay örgüsündeki karmaşanın iki buçuk saate sığdırılması gayreti

    bu handikaplara rağmen teşbihte hata olmasın senaryo çok nazlı çok kaprisli ama çok da güzel bir sevgili gibi oldukça başarılı.

    ışık tutması açısından filmdeki takibi zor ilişkileri ve sistemi anladığım kadarıyla biraz aydınlatmak isterim.

    --- spoiler ---
    ---
    spoiler ---

    adamımız doc sportello yarı ayık gezen tıp doktorluğu kimliğinden ziyade özel dedektiflik yapan birisi. eski sevgilisi shasta fay hepworth uzun bir aradan sonra bir gece gizlice doc'ın yanına gelip doc'tan halihazırdaki aşkı emlak zengini michael z. wolfmann'ın, karısı sloane ve karısının sevgilisi riggs warbling tarafından tımarhaneye kapatılması ve variyetine el konulması kumpasının olduğundan bahisle yardım ister. bunun üzerine doc araştırmalara başlar.

    bu arada anlatıcımız sortilege film boyunca olmadık yerlerde çıkıvermesiyle ve ortaya çıkıvermesinin yadırganmamasıyla gerçekliği sorgulanan ve doc'ın sağduyusuymuş gibi hareket eden bir ablamız.

    araştırma sırasında doc ilk aunt reed'i arar ve ona bu wolfmann'ın ne ayak olduğunu sorar. o da yahudi olmasına rağmen aryanmış, naziymiş gibi takılan birisi olduğunu söyler.

    sonra daha aksiyona geçmemişken doc'ı tarık halil diye bir siyahi arkadaş ziyaret eder ve ona wolfmann'ın yakın koruması glenn charlock adında birini bulmasını zira bu şahsın kendisine borçlu olduğunu söyler. bir de doğup büyüdüğü kasabanın bir anda wolfmann'ın bir emlak projesi nedeniyle tahliye edildiğini söyler.

    doc olay yerine gider orada bir genel ev tarzı mekanda araştırma yaparken kafasına yediği bir darbeyle bayılır. ayıldığında glenn charlock'ın cesedinin yanında uzanmaktadır ve polis bu cinayetten onu suçlar. eskiden doc ile epeyce bir hukuku bulunan christian bigfoot bjornsen adlı bir polis adını temize çıkarması için onu salıverir. shasta ve wolfmann'ın da kayıp olduğunu söyler. bu arada bigfoot'un doc'a yaptığı muhbirlik teklifini de doc reddeder.

    doc'ın yeni müşterisi hope harlingen onu, öldü olarak bildiği eşi saksafoncu coy harlingen'i bulması için tutar.

    sonra wolfmann'ın evine gider ve ardından arada bir takıldıkları avukat penny'nin yanına gider. penny onun güzel kafayla glenn charlock cinayetinden ve shasta-wolfmann çiftinin kayıplık durumundan sorumlu olabileceğini düşündüğünü itiraf eder ve bir şekilde durumu soruşturan fbi'ın eline teslim eder. sorgudan bir şey çıkmaz.

    sonra kafasına vurulan genel evde çalışan jade özür babından doc'ı bir yere çağırıp konuşur ve onu aranan koca coy harlingen ile görüştürür. coy doc'a "golden fang" denilen ve ülkenin büyük montanlı uyuşturucu nakliyatının yapıldığı gemiyi ve aynı adlı çeteyi anlatır. coy kendinin polisin de içinde bulunduğu bu ekip adına çalıştığını ve ailesini görmesinin yasak olduğunu söyler. ailesi konusunda da doc'tan bilgi talebinde bulunur. metaforik olarak sahne dumanlıdır. doc yolunu bulamaz.

    sonra doc avukatı sauncho ile mevzuyu konuşur. sauncho, golden fang organizasyonuna paravan patron olarak yıllar önce bir aktörün tutulduğunu şimdi de mickey wolfmann'ın paravan patron olduğunu belirtir. bu patronların ortak özellikleri beyinlerinin yıkanması ve kuzeyli beyaz amerikanlardan oluşmasıdır. bununla birlikte bir süredir kayıp olan shasta-wolfmann çiftinin de gemide olabileceğini söyler.

    doc sonra tv izlerken haberde coy harlingen'ı nixon'ın konuşmasını provoke ederken görür. sonra onunla gizli bir görüşme yapar ve coy'dan hükümetin ve çetenin kendisini her türlü işte kullandığını, tamamen tutsak ettiğini öğrenir. bir şekilde kurallarına uymaz ise polisin pis işlerini yapan vigilante california adlı çetenin kendisini temizleyeceğini de ilave eder. doc, bu durumu bigfoot'a söyler ve ondan bizzat konu ile ilgileneceği sözünü alır.

    sonraki sahnelerde doc kendisinin de cinayetiyle suçlandığı mefta glenn charlock'un kardeşinden kendisinin diğer bir badigard olan puck beaverton ile öldüğü gün vardiyaları değiştirdiğini öğrenir ve bu işte bir bit yeniği olduğunu düşünür.

    doc gece eve dönerken kapısında shasta ile yaşadığı muhteşem bir günü anımsatan bir kartpostal bulur. bu anıyı yaşadığı yere gidince de o günlerden farklı olarak oraya bir gökdelen yapıldığını görür. golden fang'in karargahını bulduğu düşüncesiyle içeri girdiğinde buranın bir diş hastanesi olduğunu öğrenir. burada edindiği hayati bilgi güneyde bir yerde, eski bir müşterisinin kızı japonica fenway'in de bir dönem kaldığı ve wolfmann'in orada tutulduğunu düşündüğü chryscylodon adlı bir tımarhanenin olduğudur.

    doc, anti komünist aryan propagandanın kalesi haline gelmiş bu tımarhaneye gider. burada mickey wolfmann'ı kafası tamamen gitmiş, pişman olmuş bir "mutlu üye" olarak görür. işler hakikaten medyaya onun kontrolündeymiş gibi yansımakta olmasına rağmen kendisi artık bir yönetilen haline gelmiştir.

    sonraki sahnede shasta hiçbir şey olmamış gibi doc'a geri döner. bu çok basit bir sahneymiş gibi görünse de çok hüzünlü bir sahne diye düşünüyorum. filme de adını veren deniz sigortacılığı terimi "inherent vice" ya da fıtri kusur shasta'dır. aşkına karşılık masumiyetini kaybetmiş ve illa ki hasar göreceği için sigortalanamayan bir durumda hasarını görmüş ve geri dönmüştür. bu hal doc'un da yüreğini sızlatır en azından başka bir yaşamı renklendirmek ister kendince.

    sonrasında doc, penny'nin yanına gider ona wolfmann'ı gördüğünü ve şahitlik yapabileceğini belirtir bir de ondan vigilante california'nın belalı herifleri tefeci adrian prussia ve onun adamı puck beaverton'ın dosyalarını ister. araştırması bu çetenin bigfoot'un ortağının cinayeti de dahil her türlü pis işe bulaştığını göstermektedir. prussia'nın mekanına yaptığı ziyarette çete tarafından zehirlenir ve kelepçelenir. tam kendisine eroin zerk edilecekken kurtulmayı başarır ve adrian'ı da puck'ı da öldürür. adrian'ın bodrumunda kendi arabasına kilolarca uyuşturucuyu yüklerken bigfoot'u görür ve bu tezgaha çok sinirlenmiş halde eve giderler. kısa bir süre sonra japonica'nın babası crocker fenway "golden fang" adına uyuşturucuyu doc'tan geri ister. doc'ta bunu kabul eder ancak karşılığında coy harlingen'in azledilmesini ister. bu çete için kolay bir taleptir ve yerine getirilir. coy eşine ve kızına kavuşur.

    son olarak saucho ve doc'ta sahilde golden fang gemisinin el değiştirmesini izlerler

    doc ile shasta da zor ve unutulmayacak bir süreç sonrası huzurlu günlerine kavuşmuştur.

    --- spoiler ---
    ---
    spoiler ---

    netice olarak kendinizi sinemasever olarak tanımlıyorsanız bu güzel esere bir şans tanıyın derim efendim.


    (istanbul beyefendisi - 4 Mayıs 2015 17:32)

  • comment image

    there will be blood'a zirve deyip, the master zirvenin hak olduğunu gösterdi diye sağda solda baş sallayan bana, zirve köpeğin olsun lan it dedirtmiş filmdir. sinematografisine, oyuncu seçimine, uyarlama senaryosuna vb. laf etmek hiç haddime değil zira yukarıdaki cümlelerim hissiyatımı beyan etmiştir. ama gelelim öyküye (kitabın türkçe versiyonu olmadığı için okuyamayan arkadaşlar, özellikle seyredin). bu kadar politik bir eser (sabrı olanlar için sebepler aşağıda) bu kadar mı güzel apolitik bir yaklaşımla, hiç göze sokmadan, esere bu kadar bağlı kalınarak anlatılabilir? anderson'ın ellerinden gözlerinden öperim, şahsi oscar'larımın tamamını veririm.
    dönem 70'lerin başı, abd vietnam'da boğulmuş, hem savaştan dönenleri yatıştıracak, hem de ortada dolananı şuursuzlaştıracak devlet politikalarıyla uyuşturucu meydanda kol geziyoruz. kafası hep çıkışta olan karakterimiz doc, hikayenin sonunda, sistemin en masum kurbanlarını kurtarmaya kalkışacak kadar cesurken, kafası normallere dönemediği için sistemin geldiği vaziyete de bir o kadar duyarsız. polis fbı'a takık, savcı fbı'ın peşinde, fbı'ın da dünya mikine minare dötüne.. ortam nefis, sistem kusursuz. devlet uyuşturucuyu salıyor, millete dişleri kaybettirip (şimdi başlı başına bir kolu ve fatura bedeli olan diş sigortasına yol açmıştır ki; bizim memlekette de tartışılıyor şu anda aynı sistem - tabi ki gelsin diye) avuç dolu parasıyla dişlerini geri veren hekimler türettiriyor. fbı uyuşturucuyu dayadığı mafya babasını koruma altına alıp delirdiğine inandırıyor; paraları yiyen hatun mutlu, çarkı çeviren devlet mutlu. neyse, harp oluyor darp oluyor.. anderson bunların hepsini depresif aşk hikayesi anlatır gibi anlatıyor. enfes..


    (akiaki - 4 Haziran 2015 23:59)

  • comment image

    cismini görmediğimiz halde diyaloglarda çok fazla karakter adı geçmesi nedeniyle takip etmesi zor ama bir o kadar güzel film. bu açıdan okunması zor kitaplara benziyor ve yüksek konsantrasyonda izlemek gerekiyor. en iyi uyarlama senaryo dalında oscar adayı olduğuna göre yönetmenin tercihi olduğunu düşünüyorum. film geçtiği dönemi ve çok fazla derine girmeden dönemin politik durumunu da güzel aktarmış. film bana benzer dönemi anlatan aquarius dizisini merak ettirdi.


    (fuzzy logic - 21 Haziran 2015 20:48)

Yorum Kaynak Link : inherent vice