• "başrollerini defne halman ve hakan çimenser'in oynadığı izlemek için sabırsızlandığım film."
  • "köprüdekiler gibi çok iyi bir film çekmiş olan aslı özge'ye yakışmayan film."
  • "(bkz: hayatboyu öğrenme programı)"
  • "istanbul uluslararası film festivalinde bir jüri üyesi tarafından "so still and lifeless" olarak nitelendirilmiş film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    biraz önce izlediğim ve izlerken kendimi aptal yerine konmuş hissettiğim film.
    gerçekten kimseye haksızlık etmek istemiyorum. özellikle emeğe saygım büyük. belli yani büyük emek var. harika oyunculuklar var. ama artık bomboş filmlerin sanat filmi diye kakalanmasına sinirlerim bozuluyor.

    sinema icat olunduğundan beri işlenen konuyu sen al, üzerine özgün gram bir şey koyma sonra uzun o bitmek bilmeyen anlamsız sekanslarla sanat filmi kisvesinde insanlara izletmeye çalış. artık ayıp gelmeye başladı. ben kıllı genitaller görmekten, ezan sesi önünde sigara içişlerden, upuzun anlamsız ve bir estetiği olmayan görüntülerden, yakın plan yüz ifadelerinden ve doğal yapayım diye iyice yapmacıklaştırılan senaryolardan bıktım. bu yaşıma dek kaç dakikalık sigara içişler izledim, kaç dakika su damlalarına baktım haddi hesabı yok, üstelik bundan keyif de aldım. ama artık üzerine bir şeyler konulsun istiyorum.

    bu filmi kime yaptılar ya? sanat denilen şey bu mu yani? hiçbir anlamı olmayan karelere uzun süre bakınca sanattan anlıyor mu oluyorum ne oluyorum? hem türk sinemasından hem de türk yönetmenlerden soğuttu film. bir sanat öğrencisinin bitirme projesi niteliğinde kesinlikle daha fazlası değil. ama şansı yaver gitmiş, geniş bir kitleye sunabilmiş.

    film bomboş ya. bomboş bir film. yazık onca emeğe, onca güzel oyunculuklara... senaryodaki birkaç hoşluğa. kemiksiz on dakikalık bir filmdi işte ondan kendimi aptal yerine konmuş hissettim.


    (odetojoy - 9 Nisan 2013 22:10)

  • comment image

    istanbul uluslararası film festivalinde bir jüri üyesi tarafından "so still and lifeless" olarak nitelendirilmiş film.


    (pelikur - 27 Haziran 2013 23:11)

  • comment image

    köprüdekiler'de anlatılan sınıfların ötesinde, tam bir burjuva hikayesi. köprüdekiler gibi dökümanter olmaya aday bir filmle kıyaslanması aslı özge'nin ilk uzun metrajında ne kadar başarılı bir iş ortaya koyduğunu gösterdiği gibi, iki filmi izleyen izleyicilerin yorum yaparken daha acımasız olmasına da yol açıyor.

    genel olarak uzun sekanslarından yakınılmış olsa da, bu konudaki eşiğimin çok yüksek olduğunu da göz önünde bulundurarak, sıkıcı ve anlamsız sekanslar olduğu yorumuna katılamıyorum. en azından sinema salonuna göz gezdirtecek, başka şeyleri düşünmenize yol açacak kadar uzun bir sekansa rastladığımı ansımıyorum.

    taşra hikayelerinden sıkılmaya başlamış biri olarak, modern şehirlerde yaşayan, eğitimli ve sosyoekonomik olarak "üst sınıf" içindeki insanların ufak(!) sıkıntılarını konu alan başarılı bulduğum bir film.

    sevişme, giyinme, soyunma, işeme gibi "festival filmlerinin" olmazsa olmazı ögelerin, adet yerini bulsun diye değil de üzerinden karakter hakkında birtakım çözümlemelere gidebileceğiniz, karakterleri ( filmde geçmişlerine dair detaylara yer de verilmediğinden ) daha gerçekçi yapacak detaylar olarak verilmesi benim kanaatimce filmin olumlu yönlerinden.

    kasım ayında vizyona girecekmiş, olumlu ya da olumsuz bu sene üzerinde konuşulacak ve hatırlanacak bir aslı özge filmi.


    (zahmet - 4 Ekim 2013 00:58)

  • comment image

    --- spoiler ---

    filmde geçen, galerinin cam yapısının üzerine konan kaya bana çehov'un "bir öyküde duvara asılmış bir tüfekten bahsediliyorsa, öykü bitene dek o tüfek patlamalıdır" sözünü anımsatmıştır. lakin filmdeki tüfek patlamamıştır, ya da patlatılması unutulmuştur.
    ---
    spoiler ---
    fazlasıyla özensizce kurgulanmış izlenimi bırakan film.


    (karacatak - 5 Aralık 2013 15:05)

  • comment image

    bir aldatılma hikayesi hayatboyu, bunu da defne halman'ın ve hakan çimenser'in iyi oyunculuklarıyla çok başarılı anlatmış.

    --- spoiler ---

    filmi izleyip çiftin depremi yaşadığı gece kadının çözülüvermesini, ama adamın ancak taa van'a kadar gidip kadında yarattığı yıkımı görmesini, onunla özdeşleştirmesini yakalayınca zevke gelen bir ben miyim? herhalde benim. "sen hiç birini kaybettin mi?" diye soruluyor masada. evet, mimar can birini kaybediyor o esnada, üstelik kendi yarattığı yıkımla ve üzerindeki tüm saldırganlığın sebebi bu.

    aldatılan kadın uzaklaşacak elbet, yavaş yavaş kendi olmakta hem ama o son sahne... taşınabildiği en uzak yer yine onu aldatan kocasının evinin karşısı olacak, bu böyledir. gerçektir bu ve böyledir. öyle büyük büyük laflar edip ela'yı derin nefes alarak eşiğini aştığı bir boş dairenin kapısından sokmak yok. yeni tuttuğu daireyi can'la gezecek elbette yine.

    bir diğer sevdiğim detay; ikinci kadının adı sanı yok, sesi bile yok. olmamalıydı ve işte yok.
    ---
    spoiler ---

    açıkçası son ana kadar bekledim şimdi söylediği her şeyi berbat eder herhalde bu filmde diye, daha önce hiç aslı özge filmi izlememiştim ve şimdi diyorum ki ne güzel insanlar var arkadaş. bana televizyondan alıştığım saniyede yirmi entrikayı vermediler diye bok atamam, hakkım yok. bırakın artık güzelim filmleri "ayşe teyze sıkılıyorsa kötüdür, sanatmış!" diye eleştirmeyi, ayıptır.

    edit: ayrıca moda sahnesi'nin sinema salonu ne güzel yer.


    (time traveler bird - 20 Aralık 2013 01:12)

  • comment image

    türk bağımsız sinemasındaki minimalist reflekslerin hepsine sahip olmasına rağmen, filmin o tuhaf soğukluğu, kesinliği, acımasızlığı ayrı bir zevk veriyor. kayanın düşmesine gerek yok yani aslında. sırf başımın üzünde duruyor oluşu bile yeterince eziyor bizi.


    (zaman yolculugunda saatini unutan adam - 31 Aralık 2013 11:16)

  • comment image

    camın önemli bir yer tuttuğu tasarım mekanlarda yaşayan üst gelir grubuna mensup tuzu kuru çiftin evliliği rutine binmiştir. varlığı önemsiz üçüncü kişinin ortaya çıkması kendiliğinden gitmekte olan evliliğin kadın tarafından sorgulanmasına yol açar. bu dönemde yaşanan deprem felaketi adama sevdiğini ya da alışkanlığını kaybetme korkusunu anımsatır. dostoyevski'nin şu sözünü doğrular sanki film "insan bir şeyi elde etmek için çabalar. onu elde edince de bir kenara atar. gerçek değerini ise onu kaybedince anlar".

    oyunculuk, görüntüler ve sade anlatım güzel ama olayın kendi içinde değil de deprem metaforu ile çözümleniyor olması işin kolayına kaçıldığının, boş bir senaryo ile karşı karşıya kaldığımızın göstergesi. duruma neden bulmak adına ela'nın kadınca bir tavırla yaşlanan bedenine anlamlı bakışının güzelliği kadar, koşu bandındaki adamın uzun süren yürüyüşündeki o derin anlamsızlığı çözmek zor. ya da dahiyane bir buluş olan cam terasa konulan kayanın bir işlevi olması gerekmez miydi diye bekledik durduk. olası yanıtlar bu kurgu içinde ne derece tatmin edici?

    bir de afiş olayı var. fotoğrafın yarattığı çağrışım nedeniyle filmin izlenebilirliğini arttırmak amaçlanmışsa yazık. çünkü o amaçla izleyecek kişi başlangıç sekansından sonra filme küfrederek çıkacaktır. biz ne amaçladık siz ne anladınız da denmesin lütfen görünen köy kılavuz istemez.

    neymiş? her son yeni bir başlangıcın kapısını aralarmış...


    (masiva - 23 Nisan 2014 10:45)

Yorum Kaynak Link : hayatboyu