Into the Wild (~ Özgürlük Yolu) ' Filminin Konusu : Okulunun gözde öğrencisi Christopher McCandless, 1990 yılında mezun olduktan sonra biriktirdiği 24.000 doları bir vakfa bağışlar ve hayatının seyahatine çıkmaya hazırlanır. Orta gelirli bir ailenin oğlu olan Christopher'ın en büyük amacı Alaska'ya giderek oradaki vahşi doğayla iç içe yaşayabilmektir. Christopher çıktığı yolda hayatını değiştirecek birbirinden ilginç karakterle karşılaşacaktır.
Ödüller :
American Beauty(2000)(8,3-1101128)
Le fabuleux destin d'Amélie Poulain(2001)(8,3-639802)
Eternal Sunshine of the Spotless Mind(2004)(8,3-807086)
Good Will Hunting(1998)(8,3-762303)
A Beautiful Mind(2002)(8,2-864820)
Gran Torino(2009)(8,1-667427)
The Truman Show(1998)(8,1-818726)
Dead Poets Society(1989)(8,1-357794)
Hotel Rwanda(2005)(8,1-308766)
Donnie Darko(2001)(8,1-686587)
Shutter Island(2010)(8,1-981539)
V for Vendetta(2006)(8,1-1063686)
Golden Globes : "Golden Globe-Best Original Song - Motion Picture"
jon krakauer'ın 1996 yılında çok satanlar listesinde yeralan kitabı. kitap christopher mccandless'i anlatıyor, sean penn yönetmenliğinde sinemaya aktarılmıştır ayrıca. http://www.intothewild.com/http://www.apple.com/…aramount_vantage/intothewild/
(schizophrenia13 - 7 Ağustos 2007 18:18)
seneler insani ne cok yipratiyor, eskiden olsa usenmez filmin artisini eksisini yazardim. simdi ise useniyor, ozet geciyorum: eeh iste. sean penn goruntu moruntu, bu islerden anlamiyor. kurgu daginik, hikayenin bir takim noktalari bir yerden sonra kendini tekrar ediyor. oyunculuk iyi, guzel. bunlar teknik kismi. icerik'e gelince, orada az dur. sean penn sosyal bilinc ile guzel bir konuya deginmis, tebrik ediyorum. malumunuz amerika'da sosyal hareketler 60larda sekillenirken cogunluk "toplum baskisindan kacmak, ve kactigi yerde yeni bir toplum yaratmak isteyen birey" hareketi olarak sekilleniyor. malumunuz demisim ama nereden malumunuz olacak, durum oyle. bu hipi denen adamlar da o acidan degerlendirilmesi gerekiyor, bireyci, kacisci, "sistemin disinda kalirsak sistem tarafindan kirletilmeyiz, daga tasa kendimizi vurursak aklaniriz, temize cikariz, sistem cokunce de disaridan durumu organize eder, orgutleriz" kafalarindalar. tabi olay oyle olmuyor, daga da ciksan tasa da ciksan mutlu olacagin bir toplumun insasinda bulunmazsan sirtindaki yuk ile yasamak mecburiyetinde, mccanness orneginde oldugu uzere ac, sefil olmek rezilliginde kaliyorsun. kahramanimiz sona dogru dagin, tasin ortasinda "tek tip olmasi gerektigine inandigi/inandirildigi" toplumdan "aklanirken" hatasini anliyor, ama trajedi boyle ya, cok gec kaliyor. tek mesajla filmi ozetlemek gerekirse, soyle ozetleyebiliriz: "gercek mutluluk sadece paylasilarak yasanir." tabiyet aidiyet ayriminda kalanlarin bunu hatirlamasi, mutsuz oldugu toplumdan kacmak yerine, mutlu olacagi toplumu yaratmak icin hayatin tam ortasinda var olmasi gerekiyor, "abi param olsa guneye kacarim, pasifige karsi bot zimparalarim"ci arkadaslara duyurulur.
(otisabi - 12 Ekim 2007 06:45)
cok ciddi beklentilerim oldu filmle ilgili. time dergisinde okumus oldugum soyleyisiden anladigim kadari ile sean penn'i cok ciddi bir sekilde sarsan gercek bir oyku. soundtrackinin de eddie vedder tarafindan yapilmis olmasi beni daha da heyecanlandirmisti. olay 4-5 degisik kisa hikayeden kurulmus gibi. bu hikayeler birbirine cok iyi baglanmasa da kendisini izletiyor. oyunculuk ust duzeyde. filmi izledigim gunun hava sartindan dolayi mi, icinde bulundugum psikolojik durumdan mi bilemiyorum, film bitti bir 2-3 saat kendime gelemedim.--- spoiler ---basrol oyuncusu emile hirsch sirf bu film icin inanilmaz kilo vermis. son 20 dakikalik bolumdeki hali icler acisi. sanmiyorum ki cok fazla makyaj kullanilmis olsun. ayrica filmdeki ayi sahnesinin tamamen kurgu disi oldugu da soyleniyor. tevekkeli cocukcagiz altina sicacak gibi duruyor.filmin sonundaki cumle cok ama cok guzel. "happiness is real when it's shared"...--- spoiler ---
(le gazetta della tosun - 5 Kasım 2007 16:28)
son zamanlarda en cok izlemeyi istedigim flimlerin basinda geliyordu. belki de kendi capinda amator bir dagci olmam sebebiyle bir insanin kendini bulmak icin dogaya basvurmasi fikri cekici gelmisti. aslinda cogu dagcinin ve uzak dogu felsefesine inananlarin dagi ve dogayi sevmesinin en buyuk sebebi de dogadaki yalnizligin insanin kendini dinlemesine firsat birakmasidir. meditasyonda dag tepelerinin onemli bir sembol olmasinin nedeni de mccanness’ in de kullandigi gibi bir arinma araci olarak gorulmeleridir. iste burada otisabi’nin belirttigi gibi hippilerin manasizligina inanmam ragmen, kendini daga tasa vurmanin insani bir nebze aritip kendini bulmasina yardimci olduguna inanmaktayim.diger yandan otisabi’ye katilacagim digger bir husus da sean penn’i cekimlerde basarili bulmamam. cok onemli bir sinema elestirmeni olmasam da, belki de beklentilerimin de yuksek olmasi sebebiyle, cekimleri boyle bir konu ve cografya icin zayif buldum. fakat filmin muziklerinin dort dortluk oldugunu dusunuyorum. eddie vedder’in “dead man walking” deki efsane kadronun ortaya cikardigi albumden sonraki belki de en iyi soundtracklerden birine imza atmis olabilecegine inaniyorum.filmde aklimda kalan iki nokta oldu. ilk olarak, kendini dogaya vurma olayi amerika’nin ortasindaki bu sacma duzluge gelmeden once yilda 10-15 gununu daglarda geciren biri icin uzak ama tanidik bi duygu. bu yuzden en sevdigim sahne de uzun sure sonra mccanness sehre geldiginde herseyin bulaniklasarak bir tek kendisinin net oldugu sahnedir. bu 4-5 gununu medeniyetten uzak geciren her insanin hissettigi bir duygudur. sehre indiginizde tek algilayabildiginiz anlamsiz bir telas ve kosusturmacadir. hatta o kadar ilginctir ki nigde de butun kafileyi karsidan karsiya gecmekte zorlanirken buluverirsiniz. aslinda kahramanizimizi tekrar dogaya iten duygu da tam olarak budur. uzun sure sonra los angelassa gelmistir ve hayatin kosusturmacasi onu dus bile almadan tekrardan uzaklasmaya itmistir.filmin digger incelenmesi gereken yerinin de sonu oldugunu dusunuyorum. acaba kahramanin sosyal yasama donmeyi istemesine sebep olan neden gercekten de “mutluluklar paylasildikca artar” dusuncesimidir yoksa acilarin, zorluklarin tek basina katlanilmasinin zorlugu mudur. belki de mccanness o bitkiyi yemeseydi, geri donmeyi bu kadar istemeyecekti. sonucta ailesine sarilmayi hayal etmesinin asil sebebi onlarla mutlulugunu paylasmayi istemekten cok, onlari siginilacak bir liman olarak gormesi de olabilir. anladigimiz kadariyla bundan onceki cektigi zorluklarda destekcisi ve sirdasi olarak kardesi yanindaydi, fakat tek basina gecirdigi o son gunler gec de olsa insanlarin neden sosyal bir varlik oldugunun anlamasina yol acmis olabilir. evet herkes bir bireydir ama kimse hayati tek basina karsilayamaz. kahramanimiz da bunu en zor yoldan anlamistir fakat artik cok gectir. benim film bittiginde aklimda kalan ise “mutluluklar paylasilinca gercektir” den cok “felaketler ancak paylasildikca katlanilabilir” olmustur. mccanness’in geri donmeyi bu kadar istemesinin altinda yatan asil gercegin de kendine itiraf edememsine ragmen bu olma olasiligi vardir. kisacasi "into the wild" benim bellegimde her insanin bir kere gormesi ve uzerinde en azindan bir 5 dakika dusunmesi gereken film olarak yerini almistir.
(tleilaxu - 5 Kasım 2007 19:48)
'spoiler. gunlerdir aklimdan cikmayan uzun sure de cikmayacak bir film, kitap ve bir hikaye. kendisine alexander supertramp adini takip, parasini yakip butun hayatindan vazgecen bir gencin gercek hikayesi. emory'den aldigi suslu diplomasindan, zenginliginden, cok sevdigi kardesinden ve cok sevdigi kulustur arabasindan, o yasina kadar hayatinda sahip oldugu herseyden vazgecip yollara dusen, parasini yakan, ac kalan, surunen ve mutlulugu bambaska yerlerde arayan bir insanin hikayesi. sean penn'in senaryoyla ilgili elestirilmesini hic anlamis degilim, kaldi ki adam krakauer'in kitabindan esinlenerek bir film cekmis. krakauer'de aynen bizim supertramp gibi doktor ya da hukukcu olmak yerine kendini daglara vurmus, alaska'larda olumle yuzlesmis, kendisinin belirttigi uzere "sansli" oldugu icin sag salim donebilmis. filmin sonuna gore -gercekte nasil bir duygu icerisinde oldugunu bilmemiz pek mumkun degil- bazilari kendisinin aci icersinde oldugunu ve pisman oldugunu dusunebilir. ama ben sadece kendim oyle yorumlamak istedigim icin, acliktan ve erken ve buyuk ihtimalle yanlislikla bile olmus olsa da, kendisine bir sans daha verilseydi eminim ki oldugu yerde kalmaya ve orda yaslanmaya devam ederdi diye inanmak istiyorum. gene filmin sonunda, sean penn yorumunu incelemek gerekirse, chris mccandless yuzunde bir gulumsemeyle oldu ve yasli arkadasiyla tanik olduklari gokyuzunun aynisindan gorerek gozlerini dunyaya kapadi. bu da benim inanmak istedigim son efenim.
(bankoftears - 7 Ocak 2008 04:13)
emile hirsch’in olağanüstü olmasa da başarılı oyunculuğuna karşın, iki saat 20 dakikadan daha uzun süresinin sonlarına doğru insanı biraz yoran ve sıkan sean penn filmi. --- spoiler ---bittiğinde bende yarattığı duygu: “christopher mccandless orda ölürken onun başına gelenlerden bihaber, ben nerelerde, nelerle uğraşıyor, ne boş işlere kafa yoruyordum.” --- spoiler ---
(benbilmiyorumsanki - 3 Mart 2008 15:51)
birkac ayri sey soylemek lazim bu film ve anlattigi hayat hakkinda; 17-18 yaslarinda izlesem "herseyi birakip alaskaya gitmek lazim" diye geyik yapardim ama olayin oyle "kirlenmis dunya - saf insan ruhu mucadelesi" kadar basit olmadigini anlayacak yasa geldik. zaten film de boyle anlasilmamak icin epey ugrasmis: cocugun bencilligine, hayatinda iz biraktigimiz insanlarin uzuntusune, paylasmadan mutluluk olmayacagina, vs isaret etmis. o sonda yasanan aydinlanma da affetmeyle ilgili, yoksa cocugun yaptiklarinin son dakikada dogrulanmasi ve ruhsal tekamule giden yol alaskadan gecer mesaji degil olay. kendini ve ailesini affettigi icin de alexander supertramp olarak degil, kendi olarak oluyor, son mesajini oyle imzaliyor. ote yandan sean penn biraz fazla toz pembe cekmis filmi; bu adamin hikayesini biraz okudum, hic de estetik bir yonu yok, bayagi korkunc bir sekilde olmus. otopsi sonucu bir zehirlenme belirtisi gorulmemis, yani basbayagi acliktan olmus, yavas yavas. nitekim alaskaya gitmeden once mojave colunde kaybolmus ve 30 pound mu ne kaybetmis, yine acliktan olmek uzereyken yolunu bulup cikmis oradan. ve kuvvetini daha kazanmadan o haliyle gitmis alaskaya. deniyor ki asil sasilacak sey o kadar uzun sure dayanabilmis olmasi. yani burada doga/ozgurluk askindan filan once bariz bir hiyarlik goruluyor. daha kotusu adamin gecemedigi irmak hakkinda. o gittigi noktanin yarim mil asagisinda nehir catallastigi icin gecmek kolay. ceyrek mil yukarsinda ise basbayagi teleferik varmis. ceyrek mil lan, adam o irmak kiyisina 20 mil yurumus otobusten, uc adim asagi yukari gitsen bulursun. tabii bunun yaninda park gorevlileri icin erzak dolu kulubeler filan da var etrafta ama onlari haritasiz bulmak zor olur. erzak yoksa buyukbas hayvan avlayacak ama onlarin etini korumayi beceremiyor (ona tavsiye veren adam dakotaliymis, orada dumanliyorlarmus, oysa alaskada eti ince ince kesip acik havada kurutmak lazimmis). o geyikten, bufalodan alamadigin besini cok sayida sincap kurbaga filan avlayarak alamiyorsun. cunku o hayvanlarin vucudu lean, yani sirim gibi. avlarken harcadigin enerji, onu yiyerek kazanacagindan daha fazla. zaten o yuzden de bu tur filmlerde son derece aptalca ve yaniltici bicimde resmedildigi gibi doganin ortasina gidip gunde iki uc saat avlandiktan sonra kitap okumak, gezip tozmak, manzarali yerlerde yoga yapmak diye birsey yok; gunun hemen hepsi yemek aramakla geciyor, gecmezse de boyle kemik torbasi olunuyor.zamaninda bu olay epey yanki buldugundan alaskadaki bushmanlerle roportajlar yapmislar. cocugu pek sevmiyorlar. ayni grizzly mandeki gibi, ustun bir farkindalik duzeyinde oldugunu sanip aslinda ne bok yedigini bilmeyen biri olarak goruyorlar. glorified idiot diye guzel bir laf var, ondan iste. bunun gibi oraya gelip "kendini bulmaya" calisan caylaklari (greenhorn, mesela http://www.salon.com/…5/sneakpeeks/sneakpeeks6.html) dogaya saygili olmadiklari icin, onu ironik bicimde tam da bir kibirli batili modern adam gozunden sakin, bariscil, evcillestirilmis bir yer olarak gordukleri icin sevmiyorlar.bu ruhsal seruven isi bizimkinin bir quoteunda kendini gostermis: "and now after two rambling years comes the final and greatest adventure. the climactic battle to kill the false being within and victoriously conclude the spiritual pilgrimage"buradan da gecelim buyuk resme. insanoglu bu boktan sartlardan cikabilmek icin milyonlarca yil ugras vermis, bir toplum kurmus. bizimki bundan arinip kendini mi bulmak istiyor? kendini bulmak diye bir sey yok; insanin ozu icinde yetistigi toplumdur, bilincin ona gore gelisir. o toplumun icinde gereksiz luks harcamalar da var, jack london kitaplari da. yani biri "society maaan" de oteki senin ozun filan degil. ha, insanin bulacagi bir oz varsa o da ilkel ve temel duygulardir, en basta da korku. heart of darknessin (halk arasindaapocalypse now diye bilinir) sonundaki gibi fear fear diyorum. [edit: the horror the horror tabii o; a lifetime of type ii errors nicki kisaymis gibi davranip editlere meze olmak istedi]senin arkaik maymunun ustune kurguladigin, insa ettigin hersey "false being" ise birader, balik ol o zaman, sudan geldin nasil olsa. karmasik bir sosyal hiyerarsi icinde yasayan maymunlar da false being, hatta call of the wild demisken kurtlar da oyle.bir de su var: "alaskaya gidiyorum, ne yemek, ne harita, ne arkadas, sadece doga ve ben" diye interrail magduru gencleri ozendiriyor arkadasimiz. lakin yanina durbunlu tufek aliyor. harita almamak serefliyse niye sadece ok ve yayla gitmiyorsun. doga guzelse niye terkedilmis otobuste kaliyorsun. niye kendine bir dus yaptin, etrafi arastirdin, kendine ufak ufak bir uygarlik kurdun? cizgiyi bir yerde cekeceksin ve o yuzden de bu yeni bir farkindalik duzlemi degil, tekerlegi yeniden kesfetmek. o adamin torunlari otobusun etrafina bir cingene sehri kurar, para icin materyal icin kavga ederler 50 seneye kalmaz. konudan konuya atliyoruz, ilgili iki buyuk klise daha var, sean penn ikisini de yapmis. ilkin zitti anlatirken, bu ornekte cocugun ailesini ve biraktigi yasami gosterirken yani, asiriya kacmalari. materyalist, kavgaci, iskolik, hayatin basit zevklerini bilmeyen standart amerikan ailesi. abi ben de standart amerikan ailesiyim (vergi iadesinde head of householdu isaretliyorum ulen kac yildir, tek basima aileyim) yok oyle bir durum. var ya gelseniz buralara domuz gibi yedip iciririm sizi, tek kurus istemem. milyon dolar kazandigi halde dir dir dir kavga eden insanlarin orani azdir muhtemelen. ama oyle bir klise dogmus, cocugun kacisini daha hakli gostermek icin.ikincisi de su: tamam kac o kapitalik materyalik tuketik toplumdan da niye illa doganin ortasi? bu aykiri eylem sanki bir either or fallacynin zorlamasiyla yuceltiliyor, yani "ya bu igren duzen ya da bu cesur davranis". bas koluna eroini bambaska boyutlara gecersin. ya da sherlock holmes gibi imana gelip onu birak, al eline viyolenseli rahatla. yazar ol. essogluesek jack london tasi taragi toplayip mi kendini buldu, adam gold rusha da katildi, isci partisine de uye oldu. bu isler boyle. insanlar bireysel "kacislarini", daha dogrusu daha iyi bir toplum arayisini o toplum icinde yaratirlar. eskiden, 16.yyda falan bu utopya romanlari modayken yine isin biraz mantigi vardi, kesfedilmemis uzak yerler, bambaska yeni toplumlar ve ahlak sistemleri, vs. yani mevcudun daha iyisi yapilmis, izole bicimde gelismis, ve kopya edilmek icin bekliyor. artik boyle bir durum yok. jules verne bile kendi ufak utopik gorusu icin denizler altini secmisti, bir orasi kalmistir muhtemelen diye ve orada bile rahat birakmadilar nemoyu.baska baska. filme doneyim. kizkardesin voice over'i cogunlukla gereksiz, bazen de dupeduz rahatsiz edici olmus. neymis, esas oglan alti yasinda sokaga cikmis da tek basina 10 blok yurumus. lan dumbuk ben alti yasimdan beri esprileri yaptirma simdi, ben zaten goruyorum adamin evcimen olmadigini. voice over boyle kullanildigi zaman aptal muamelesi yapiliyormus gibi geliyor. ben alti yasimdan beri aptal degilim.
(immanuel tolstoyevski - 2 Nisan 2008 09:34)
--- spoiler ---ben bu filmi izlerken gerçek hayat hikayesi olduğunu bilmiyordum, o yüzden filmin sonunda gerçek christopher mccandlessin otobüsün önünde otururken çekilmiş fotosunu görünce beynimden vurulmuşa döndüm, bi de film boyunca çocuğa o kadar güzel mekana gidip fotograf çekmedi diye küfretmiştim pişmanım. ama christe salakmış biraz kusura bakmayın!! ulan o nehirde karşı tarafa geçmek için tek 1 nokta mı var allahın aptalı chris?? nehrin yukarısına doğru yürüseydin biraz kurtulucaktın be güzelim!! ki terkedilmiş otobüsün bulunduğu yer uğrak bir avlanma bölgesi bu yüzden 5 mil cvarda 3-4 tane malzeme dolu kulübe olduğundan bahsediyorlar. filmde ilgili forumlarda herkesin birleştiği tek bir nokta var o da chris'in "ben herşeyi bilirim ben herşeyi beceririm" havalarında olmasından dolayı vahşi doğaya son derece hazırlıksız çıkması ve bu yüzden de boku bokuna öldüğüdür. ne demişler, kendimize en güvendiğimiz an en çok hata yaptığımız andır. yani siz siz olun doğa anayı küçümsemeyin, doğaya çıkıcaksanız hazırlık yapın, sonra mefta olursunuz mazallah chris gibi.--- spoiler ---film 2 saat 28 dakika sürmesine rağmen insanı sıkmıyor. konu ilginç, insan acaba bunun sonu nereye varacak diye merak ediyor. müzikleri eddie vedder yapmış, film daha da etkileyici hale gelmiş onun parçalarıyla. emile hirsch süper bi oyunculuk çıkarmış, 20 kilo zayıflamış rolü için. sean penn filmi çekebilmek için, tam 10 sene christopher mccandless'in ailesinin onayını beklemiş.benim için filmde, "mutluluk ancak paylaşılınca gerçek olur"dan daha güzel bir düşünce vardı,"but you're wrong if you think that the joy of life comes principally from human relationships. god's placed it all around us. it's in everything.it's in anything we can experience.people just need to change the way they look at those things" demişti chris, yaşlı arkadaşı ron'a. bence de önemli olan bu. eğer mutlu olmak istiyorsak sadece yapmamız gereken olaylara bakış açımızı değiştirerek, en ufak yaşadığımız deneyimden bile zevk almayı ögrenmek. zaten aydınlanma felsefesinin de temelinde yatan budur. tabi bununla beraber mutlu oldukça etrafımızdakileri de mutlu etmek boynumuzun borcudur, diğer türlüsü bencilliğe girer kimseye bir faydası olmaz.sonuç olarak diyeceğim şudur ki, izlenmeye değer bir film. edinin bi yerden izleyin.http://www.flickr.com/photos/chriso2000/ (christopher mccandless'ın gerçek resimleri)
(venus - 3 Nisan 2008 00:55)
--- spoiler ---cristopher mccandless, yozlaşmış olduğunu düşündüğü toplumdan kaçıyor. ancak, kaçtığı toplumun neden yozlaştığı konusunda hiçbir fikri yok. toplumsal düzeni tümden karalıyor ve nedenleri, sonuçları görmekte başarısız kalıyor. uygarlıktan kaçıyor ama daha sonra bir otobüsün içinde yaşamaya karar veriyor; aletler icat ediyor; köprüler inşa ediyor; tüfekle hayvan avlıyor. modern düzenin dayattığı bencil insan tipinden nefret ediyor, ancak tüm sevdiklerini arkada bırakarak, yalnızca kendisine ait bir yerde yaşamaya karar vererek bencillikte zirve yapıyor. belki sonradan bunu görebiliyor ama artık çok geç oluyor.aslında hikayenin özeti, cristopher'ın yavrusu var diye geyiği vuramadığı sahnede gizli: o, tam olarak işte bu sebepten öldü. çünkü bizler yavrusu olan bir hayvanı öyle sıradan bir işmiş gibi vuramayız, duraksarız. biz o dünyaya ait değiliz. çünkü bilincimiz var. duygularımız var. umudumuz var.--- spoiler ---
(vicdani redci padawan - 15 Nisan 2008 00:08)
kafasına sıkarak ya da köprülerden hoplayarak ya da trenlerle sevgili olarak yok olan müntehirleri kıskandığımız gibi, istifa edip güneye yerleşenlere imrendiğimiz gibi, tüm leş ruhlu insancıkların suratına hak ettiği cümleleri savuran dobralara öykündüğümüz gibi öykünüyoruz alexander süperberduş'a. ve bu beni fazlasıyla sinir ediyor artık. hanımlar beyler, artistliğe gerek yok. gerçekten yok. götü yiyen her şeyi bırakır, alır bir sırt çantası ve otostopla galaksiyi gezer. son durak neresiyse nalları diker orada. bundan daha ulvi bir ölüm düşünebiliyor musun? hadi o zaman. var mı cesaretin? kim tutuyor seni? seni tutmalarına neden izin verdin ki? bana hikaye anlatma ve hikayelerinde kendini avutma insan. yemezler. benim götüm yemiyor ve gidemiyorum. şu an arjantin'de rom içip tango yapıyor olmalıydım mesela. güney afrikalı bir fahişeye aşk şiiri yazmalıydım. orta asya'nın sonsuz bozkırında vahşi bir atın sırtında rüzgarla yarışmalıydım. kolombiya'da ot kafası, tibet'te huşunun zirvesini, venedik'te orta çağ anılarını yaşamalıydım. yaşamıyorum. ve sırf bu yüzden, süperberduş gibi cesaretli olamayıp bu güvenli ve boktan limana demir attığım için kendime lanet ediyorum. bence sen de et. “ya var ya aslında her şeyi bırakıp kaccan abi buralardan yeeaa" deme. adamı hasta etme. neyse. şimdi en sahte gülüşlerimizi yanımıza alarak öğle yemeğine çıkalım. biraz bizınısvumın keseriz, biraz döner yeriz. üstüne bir kahve rica edeyim usta. teşekkürler. hadi hep beraber haykırıyoruz. biz maçası yemediği için buralardan ayrılamayanlardanız. yazık lan bize. dahası ayıp lan bize. utanalım. sustum.
(ya iste boyle senden naber - 24 Kasım 2011 13:33)
anlamadıysanız, anlayamazsınız. bu kadar net.bu film 'insan' özüne uygun bir biçimde yaşamaya çalışan ve bu uğurda toplumdan kendini soyutlamayı göze alan birinin bunalımını anlatıyor. ve eğer bunları hiç düşünmediyseniz, düşünecek vaktiniz olmadıysa, düşünemeyecek kadar üşengeçseniz, bu adamın derdini anlayamazsınız.eğer özgürlük sizin için 12 taksitle yeni bir ayakkabı almaksa, özgürlük 360 gün çalışılan bir senenin kalan beş gününde elinizde pranga blackberry'si ile tatil yapılacak 'otel'i seçmek ise, eğer özgürlük işten dönünce beyoğlu'nda bir biraya 3 kat fazla ücret ödeyeceğiniz barı seçme şansınız ise, anlayamazsınız, gayet doğal.akvaryumda yaşayan biri gölü, gölde yaşayan bir balık denizi, denizde yaşayan canlılar okyanusu idrak edemez. fanusta yaşıyorsunuz, bu adamı anlayamazsınız.yapmak zorunda olduğunuz şeylerden, sizin seçiminiz olmayan, toplumun size dayattığı şeylerden şimdiye kadar ne kadar uzaklaşabildiniz ki. evinizden ne kadar kaçabildiniz? kime rest çekebildiniz? toplumdan ne derece kopacak gücünüz oldu ki zaten. neyi kaybetmeyi göze alabildiniz?en ufak bunalımınızda saati yüz dolarlık psikologlara kaçıp mavi hapları birer birer yutan korkaklar için değil bu film. toplum normlarını hiçe sayıp, gerektiğinde kendi yolunu çizebilecek cesareti olanlar için. ---spoiler---filme gelince. fena değildi. mutsuz sonla bitmesi gerçekten üzücüydü ve en sona kadar hiç tahmin etmiyordum. denildiği gibi, bu 'planlı bir kaçış'tan ziyade, çoğu değişkeni hesaplayamayacak kadar yorulmuş bir bünyenin bağımsızlık hezeyanları gibi bir psikolojik problem sezdim ben. dolayısıyla yukarıda yazdığım işin psikolojik boyutunu çok irdelememiş, ya da o kadar çok irdelemiş ki ne olursa olsun artık deyip kendini atmış yollara. bu görüşümde filmin görece yüzeysel anlatımı ve yapmacık başrol oyuncusu da etkili olmuş olabilir, bilemiyorum. ayrıca kızla yatmaması da bu görüşümü doğrular gibiydi açıkçası, orada da kimseyi kendine bağlamak/kimseye bağlanmak istemeyecek kadar özgürlüğüne düşkün mesajı verilmeye çalışılmadıysa eğer bu abimiz bayaa bayaa kafayı yemiş gibi geldi bana. ---spoiler---son olarak, en son ne zaman kumsala oturup güneşin batışını izlediniz? olm hadi onu da geçtim, en son ne zaman gökyüzüne baktınız? kalbi beyni katılaşmış plaza hırslılarına anlatamazsın, anlatamam. bu böyle bi film işte. eskisi kadar özgür ol'a'mayan bana, neler kaçırdığımı tekrar hatırlatan bir hikaye. tekrar planlar yapmama yol açan tatlı bir film.
(roket adam - 19 Şubat 2012 13:32)
matrix izleyip varoluşu sorgulayanların,amelie izleyip ''aslında hayat çok güzel aga yaa, her şeyde bişey vardır yani'' diyenlerin,fight club izleyip kapitalist düşmanı olanların,v for vendetta izleyip anarşizme gönül verenlerin,eternal sunshine of the spotless mind izleyip ''eski sevgili unutulmaz be moruk''çuların gözdesi film.-özgürlük falan süper yaa, aslında alıcan çantayı çıkıcan yaylaya bu havada.siktirin gidin lan dalyaraklar.
(greyback - 25 Ağustos 2012 18:30)
dinlediğim en güzel filmlerden biri.
(24th fret - 25 Ağustos 2012 18:57)
--- spoiler ---en basitinden, götünün dibinde nehir olmasına rağmen, ron amcanın özellikle balık tutması için hediye ettiği olta takımını kullanmayıp açlıktan ölen bir dangalağı konu alan güzel film.--- spoiler ---
(halictegordumdenizkizininiskeletini - 31 Ocak 2013 12:51)
filmi izledikten sonra sirt cantanizi toplayip soyle bi' metrobuse binip git gel yapin da gazinizi alsin
(aziztrompet - 11 Ağustos 2013 02:32)
--- spoiler ---chris'in annesi billie ve babası walt:http://www.backtothewildbook.org/…ndless-camera.jpgchris'in kız kardeşi carine :http://static.oprah.com/…0/20070920_109_350x263.jpgsoldaki patronu wayne, ortadaki kendisi, sağdaki patronunun barmen sevgilisi :http://preib10.wikispaces.com/…s_and_westerberg.jpgjan ve rainey : (adamın gerçek adı bob'mış.)http://media.outsideonline.com/…burres_06132011.jpgron fratz : (gerçek adı russell fritz, 90'lı yılların ortalarında ölmüş.)http://media.outsideonline.com/…ealaska153retrg.jpgchris'i alaska'ya götürüp, botlarını veren jim gallien : (kendisini oynamış filmde.)http://how-its-gotta-be.c.blog.so-net.ne.jp/…g?c=a0chris ile tracy'nin gittikleri tepede karşılaştıkları amca, leonard knight : (o da kendisini oynamış.)http://24.media.tumblr.com/…3fa3gn1rhnnblo1_500.jpgüzerine yolculuğunu işlediği kemer :http://www.christophermccandless.info/…ideshow2.jpgalaska'dayken çektiği bazı resimler :http://static.tumblr.com/…hristopher-mccandless.jpgöldükten sonra otobüsün camında bulunan not :http://img2.mtime.com/…6-4688-b108-919e67e5b7e6.jpgmagic bus'a ailesi tarafından çivilenen plaka :http://static.theroadchoseme.com/…ndless_plaque.jpgve o meşhur fotoğraf :http://www.christophermccandless.info/…lideshow.jpggerçek tracy'le yapıldığı söylenen bir röportaj var ama resmini bulamadım.kanoyla giderken gördüğü danimarkalı çiftin ne isimlerini ne resimlerini bulabildim. kitabı okumadığım için gerçekte varlar mıydı yoksa filme sonradan mı eklendiler fikrim yok.edit: kenjin uyardı. kitapta danimarkalı çift yokmuş ama thomas ve karin adında alman bir çift varmış.--- spoiler ---
(iyotsuz tuz - 11 Ağustos 2013 14:56)
filmi izlemeden önce böyle bir hikayenin varlığından haberim yoktu. izledikten sonra gerçek hikayeyi de araştırıp okudum, videolarını izledim.konunun kahramanına gelince; aile içi kavgalarından dolayı ruhsal durumu bozulmuş, değer yargıları değişmiş, gençliğinin de verdiği heyecanla farklı arayışlar içerisine girişmiş bir gencin öyküsü var. hikayesinin sonunda ise maceraperestliğinin gerçek ile kesişmesi sonucu açlıktan ölmesi sonucu bitiyor.genç, aile içi durumlarından dolayı ruhsal olarak farklılaşıyor ve aile içindeki huzursuzluktan dolayı farklı bir kimlik arayışına giriyor. yaptığı ve ailesinin önem verdiği okul/kariyer/araba vs. hepsine karşı durarak reddediyor. bir nevi ters psikoloji doğuruyor kendisinde.çözümü ise mevcut yaşamın ritminden uzak olarak doğada buluyor. gezmenin, doğaya ait olmanın özgürleşmek olduğunu kafasına yerleştiriyor. bunun sonucu olarak da sahip olduğu ters psikoloji hırsıyla kimseye haber vermeden mevcut kimliğini reddediyor ve alaska'daki sakinliğin huzurun vahşi doğanın büyüsüne kapılıp gelişi güzel yolculuğa çıkıyor. gelişi güzel olmasını istiyor, bundan dolayı hiçbir şeye ihtiyaç duymayacağını düşünüyor ve harita, para, araç gereç hiç birşey almadan yola çıkıyor.yolda farklı insanlarla karşılaşmanın, gezmenin verdiği özgürlük daha da kendisini kamçılıyor.. gündelik işler yapıyor, tanıştığı insanların yanında kalıyor, onlarla vakit geçiriyor. bütün bunları bir sırt çantası ile yürüyerek yapmaya devam ediyor.alaska fairbanks'a vahşi bir ormana geldiğinde onu yerel bir çiftçi kamyoneti ile bırakıyor. maceraperest olduğunu farkediyor ama coğrafyasını/yaşam koşullarını bilmediği bir yerde hayatta kalmasının zorluğunu da biliyor. fakat olayın kahramanı özgürlüğün ve kimsenin sözünü dinlememe psikolojisi ile adamın söylediklerinin hiçbirisini dinlemiyor. tek kabul ettirebildiği bir çift kar çizmesi ve bir kaç paket cipstir. chris 64km ilerliyor ve nehrin karşısında terkedilmiş bir belediye otobüsü buluyor. içerisinde muhtemelen avcıların bıraktığı yatak, mutfak gereçleri, soba buluyor. buraya yerleşiyor. avlanıyor 3 aya yakın orada kalıyor. bu süre içerisinde kitap okuyor ve hayatın anlamlarını kafasında farklılaştırıyor.sonrasında bu mücadelesinden dönmek istiyor fakat dönmek istediğinde geçtiği nehir, baharın gelmesiyle azgınlaşmıştır. nehri geçemediğinden bulunduğu otobüse geri dönüyor. halbuki 400m aşağısında nehir çatallanıp küçülüyor ve aynı zamanda 800m yukarısında bir tren geçidi bulunduğunu bilemiyor. elinde harita da olmadığından çıkış yolu bulamıyor. biraz keşif yapsa bunlardan birisini fark edecektir fakat enerjisinin düşmesi ile aklına bunu da getirmiyor. av sıkıntısı yaşıyor ve açlığın da verdiği zorlukla yabani otları yiyor. sonrasında ile dramatik bir şekilde bünyesinin de zayıf düşmesi ile açlıktan kapana kısıldığı bu otobüste gözlerini hayata kapatıyor.ölü bedenini 2 hafta sonra avcılar raslantısal olarak görüyorlar.son günlerinde ise aldığı not ve gönderdiği s.o.s mesajında ise anladığı bir şey vardır: "mutluluk sadece paylaşılınca gerçektir.". son notlarını ise alex supertramp adını verdiği sahte kimliği ile değil chris adıyla bırakıyor. paronoyaklık derecesine ulaşan yalnızlığının doğru olmadığını görüyor.olayın dramatikliği bu şekilde. chris'in yaptığı bir çok yanlış var. öncelikle ait olmadığı bir ailede olduğunu düşünüyorsa, kendisi ayrı bir evde yaşayıp kendine özel bir hayat kurabilirdi. hayatın elbette ki doğanın içerisinde güzel ama sahip olduğunu yalnızlığı ve psikolojik çöküntüsünü her şeyi reddetmek olarak görmesi diğer bir hata idi. kendi içinde yaşadığı zıtlıkların yanlışlığı bir hayli fazla. hiçbir teknolojik bir şey kullanmama düşüncesini benimsiyor ama yolda bunları kullanıyor. içinde bulunduğu yüzyılda harita olmadan gezmek nedir bilmiyorum ama harita olmadan neyin macerasını yaşadığına anlam vermek zor. kontrolsüzce ve akılsızca hareket ediyor. mevcut teknolojik imkanların hepsini reddetmesi sonunu hazırlayan etkenlerden birisi.sonuç olarak hikayenin özenilecek bir yanı yok. kontrolsüzlük, akılsızca maceraperestlik özgürlük değildir. bunu yapmak/yaşamak için her şeyi reddetmen gerekmez. psikolojik saplantı düzeyine ulaşmış özgürlük düşüncesi mutlaka gerçeklerle kesişecektir. bunun en acısı ise ölümle sonuçlanarak kesişmesidir.psikoloji de şu vardır: insan; mutsuzluk/depresyon/stres/hedefsizlik/kimlik arayışı içesinde olabilir. psikoloji bilimi bunun en iyi ilaçlarından birisini yeni yerler görmek, gezmek ve yeni birileriyle tanışmak olarak olduğunu belirtir. bu anlamsız şeylere yeni anlamlar vermenizi sağlar. beyin devamlı mutluluk hormonu salgılar.genç olmanın verdiği dinamizm, size yeni keşif ufukları açacaktır. bazı şeyleri sorgulayıp anlamsız olduğunu düşüneceksinizdir. ama size zarar verecek olanların en başındaki şey: "kontrolsüz"lüktür. kendisi ile ilgili gerçek kişilerin yer aldığı görüntüleri buradan izleyebilirsiniz:http://www.youtube.com/watch?v=4zarxpsk_m0ve gerçek yaşam hikayesi:http://en.wikipedia.org/…iki/christopher_mccandlessson olarak filme gelince; doğa görüntüleri mükemmel olmakla beraber mantık hataları da var.çocuğun yanında kimlik yok, kazandığı çekleri tahsil ediyor. bunun yanında, açlıktan dolayı oldukça fazla enerji eksikliği duymasına rağmen; dağ taş tırmanıyor, kitap okuyor, uzun uzun yürüyor. bunlar çok kalori yakan eylemler. o durumda olan birisinin o eylemleri yapması gerçekçi değil.
(sinan e - 7 Eylül 2014 18:00)
kapitalizmin başka bir eseri olan film.adamın yaşadığı karavanı göstermek için paralı turlar düzenliyor kapitalizmin işçileri. özgürlük adı altında insanlığın köleliğini gösteriyor bize aynı zamanda. filmi izleyenlerin yarısının hayali olmuş alaska'ya gitmek. özgürlük hayaliniz bile ikinci el. özgün olmak yaratıcı olmak bir yana boyunduruğunu bağlayacak efendiler aramakta insanoğlu.
(matematik koyu - 11 Kasım 2014 11:38)
--- spoiler ---asi tavırlar, toplumdan bıkma, hatta tiksinme noktasına gelme, çekip gitme arzusu hem de hiç iz bırakmadan..tamam hepsi güzel ve heycanlı şeyler de, ülkemizde üniversiteyi yeni bitirmiş bir birey için düşünüyorum filmde yapılanları; yapamazsın kardeşim. o askerlik var ya gelir peşinden. alaska diye hadi kaçkarlara sığındın diyelim, bulurlar abicim. as. iz.lerden kaçamazsın bulurlar. terkedilmiş bir mercedes o 302 nin üstünde sırt üstü uzanmış bulutları izlerken takılır aklına, "lan acaba askerliği aradan çıkartıp mı kaçsaydım" diye.en beteri ise sırtında tekli kırmalı bir tüfekle ile geyik avına çıktığın günlerin birinde bedelli askerliğin çıkması ve bu fırsatı kaçırman olur. o yasaklı, zehirli bitkiyi yemekten daha beter olursun.--- spoiler ---
(wwwwwsssss - 23 Ocak 2015 16:54)
hikayesine göre yavan kalmış sean penn filmi. ama yine de üstü toz kaplamış bazı hisleri harekete geçiriyor. özel bir takdiri hak eden tek şey müzikler bence.--- spoiler ---filmde/hikayede bir çelişki var. doğaya dönüş/özgürlük yoluna düşen genç, yolda karşılaştığı ve bir şeyler paylaştığı insanlarla geçirdiği kısa zaman dilimlerinde mutluluğu tadıyor. arkadaşlığın, anlaşılmanın, değer vermenin, karşılıksız sevginin ortaya çıktığı etkileşimler onu mutlu ediyor. diğer insanlarla iletişim halindeyken doğayla barışık ve doğaya da insanlara olduğu gibi yakın. ancak ne zaman tamamen insanlardan kopuyor, o zaman insanlığından da çıkıyor. öldürdüğü geyiği yiyemiyor bile, beslenemiyor, ihtiyaçlarını gideremiyor, nehri aşamıyor. insan yokken doğa tek başına onu mutlu etmeye yetmiyor. mutlu etmediği gibi engel oluyor. başka bir insanın yazdığı bitkilerle ilgili kitap olmasa bitkileri tanıyamıyor bile, kitabı dikkatli okumadığı için zehirleniyor. hatta diğer insanlardan kalma bir otobüste konaklıyor.en mutlu olduğu zamanlar, doğayla da insanlarla da barışık olduğu zamanlar. filmin gösterdiği şey sanırım asıl olarak bu. doğadan tamamen koptuğumuz için özgür hissetsek bile aslında önemsiz birçok şeyin kölesi haline gelmiş durumdayız, ama tamamen doğaya ait olmaya çalışmak da bize özgürlüğümüzü vermiyor. bizi özgür kılan, denge.--- spoiler ---
(tehlikeli tutunamayan - 3 Şubat 2015 00:11)
Yorum Kaynak Link : into the wild