• "iki kaybedenin birbirinde kaybolmasının hikayesi.bileklerini dikine kesip, kalplerini enlemesine bölenlerin hikayesi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    hayatın neye değeceğine kare kare karar verdirip, sonrasında hayal kırıklığına uğratan film.

    --- spoiler ---

    fabrikanın şişelerini toplayan bir ayyaş olayım, en güzeli bu lan, diyorsun, bir kadınla tamamen vazgeçiliyor.
    kariyerkoliklere hakaret edip, kendini sokağa atıyorsun, sonunda bıçaklıyorlar.
    aşkın için adam öldürüyorsun, sonunda aşkın düzeni seçiyor.

    ---
    spoiler ---

    diyeceğim o ki, bir film izledim, ne yapmam lazım bilemedim amına koyayım.
    bu yaşına kadar hala karar veremedin mi lan it derseniz, sigaraları birbirine aşık edip, sonra birini yakarak katilcilik oynayan ben, evet karar veremedim.


    (oksuz sari cicek - 16 Ocak 2010 11:46)

  • comment image

    insanda garip takıntılar oluşturan film. ne zaman masada kendi halinde duran bir bardak görsem, cahit'in yaptığı gibi avuç içlerimle vurarak ezmek istiyorum. henüz sadece doritos'la denedim bu hareketi tabii.


    (let it roll - 22 Ocak 2010 02:14)

  • comment image

    filmdeki sibel karakterinden yola çıkarak şu soruyu sorabiliriz: tutucu ve baskıcı bir ailenin çocuğu olmak mı insanda inadına kudurma isteğini kamçılıyor, yoksa gerçekten ailenin yetiştirmesinden bağımsız olarak kişinin kendi karakteri mi o şekilde? iki faktörün birbiriyle çarpışması sonucu da insanlar bu duruma geliyor olabilir. ailesinin osmanlı usulü baskısından kurtulmak istediği için evden ayrılmak isteyen sibel, bunun tek olaysız ve resmi yolunun evlenmesi olduğunu çok iyi bildiği için kağıt üzerinde bir evlilik peşinde koşan genç bir kız. ailesinin ne kadar katı olduğunu bildiği için de sözde evleneceği kişinin türk ya da en azından türk kökenli olması gerektiğinin farkında. tek amacı ailesinden kurtulmak ve kendisini hayatın rüzgarına bırakmak. eğer istediği hayatı yaşayamayacaksa, hayatına baskı altında devam etmektense ölmeyi tercih ediyor ve bileğini keserek intihar etmeye çalıştıktan sonra kurtarılarak kaldırıldığı psikoloji tedavi merkezinde cahit ile tanışıyor.

    sibel’in yansıması cahit karakteri ise serserinin vücut bulmuş hali. fakat serseriliği tamamen kendine olan, zarar verecekse kendisine veren, sebepsiz yere sağa sola sataşmayan bir karakter. bu davranışlarının sebebi olarak da eski eşi katherine’in yokluğu filmin bize verdiği en büyük ipucu. yönetmenin, seyircinin filme katılımını istediği nokta da burası. katherine’e ne olduğu söylenmiyor. hatta maren ile sibel arasında geçen bir diyalogta katherine’e ne olduğunu tam öğrenecekken diyaloğun seyri aniden değişiyor. yine de filmin başlarında cahit’in, saklamış olduğu katherine’in fotoğraflarına bakıp hislenmesi sebebiyle ölmüş olduğu ihtimali kuvvetleniyor. terk etme veya aldatma gibi bir durum olsaydı cahit karakterinin tepkisi bu şekilde olmazdı çünkü. şeref (güven kıraç) ile birlikte bir konser salonunda temizlikçi olarak çalışıyor. hayatını çekilebilir hale getirmek için kendisini alkole vermiş, alkolik bir karakter. sabah akşam içtiği beck’s filme sponsor olmuş sanki. sigaradan çok beck’s görülüyor. evindeki ipuçlarından da gençliğinde punk’çı olduğunu ve özellikle katherine ile yaşadığı o yıllara çok güçlü bir özlem duyuyor. yaşadığı zamana katlanamayan, geçmişte yaşayan bir kişilik.

    cahit, karakter ve olaylara verdiği tepkiler düşünüldüğünde sibel’e aynadaki yansıması kadar benzer olsa da hayata bakış açısı olarak sibel’le taban tabana zıt bir kişiliğe sahip. ikisi de sözünü sakınmayan, kendisine en ufak bir iğneleme yapıldığını hissettiğinde lafı yapıştıran, aynı şekilde her an şiddete başvurmaktan çekinmeyen, devamlı duvara karşı toslayan, başına buyruk karakterler. fakat sibel hayatı kendi istediği ve bildiği yoldan doyasıya yaşamak isterken, bir bakıma kendisini daha doğmamış gibi hissederken cahit, yaşayan bir ölü gibi. hayattan alacağı hiçbir zevk, mutluluk kalmadığına inanan, yaşadığı her an işkence çeken bu adam, huzura kavuşmaktaki tek çareyi intiharda arıyor. fakat intiharı da kendi bildiği yoldan, tıpkı yaşam tarzı gibi, şiddetli ve sert bir şekilde, duvara karşı son sürat otomobilini sürerek gerçekleştiriyor. olayın ardından kurtarılan cahit, sibel gibi kaldırıldığı psikoloji tedavi merkezinde ise, daha adını bile sormadan cahit’e evlenme teklif eden sibel ile tanışıyor.

    “arkadaş olalım, aynı evde yaşayalım ama bu arkadaşlığı duygusal bir ilişkiye taşımayalım” konusu hollywood tarafından defalarca işlenmiş bir konu. cahit sibel’in evlenme teklifine ilk başlarda delice baksa da sibel’in yoğun ısrarları ve kendi çıkarları sonucunda evliliği kabul eder. sibel’in evlilikten olan çıkarı, aile baskısından kurtulması, hayatı istediği şekilde yaşaması iken, karşılığında cahit’in evini temizlemesi, yemek yapması, alışveriş yapması, çamaşır ve bulaşığı üstlenmesi de cahit’in çıkarına olan şeyler. hiç konuşmamalarına rağmen kendiliğinden konan kural ise ilişkilerini duygusal boyuta taşımayacakları. anlaşma iyi gider. cahit “evde sanki kadın patlaması olmuş” diye tasvir ettiği temiz ve bakımlı evinin, sibel’in yaptığı yemeklerin keyfini sürerken bir yandan da gün aşırı olarak görüştüğü ve tam anlamıyla sadece ihtiyacını gidermek için takıldığı maren ile gecelerken; sibel de hayalini kurduğu piercing, dövme, barlar, kulüpler, erkekler ve gece hayatına balıklama atlamış, istediği hayatı yaşamaya başlamıştır. fakat bir noktadan sonra hayatları ve ilişkileri problemli bir rotaya doğru sapmaya başlıyor.

    kamera arkasını veya çekim hatalarını izlediyseniz birol ünel’in gerçek hayatta da çok normal bir kişilik olmadığını görebilirsiniz. oynadığı karakter ile parallellik gösteren unsurlar sebebiyle çok güzel ve inandırıcı bir performans sergilediğini düşünüyorum. aynı şekilde sibel kekilli’nin de. filmde yan karakterlerin de en az başroldeki sibel ve cahit kadar harika bir gerçekçiliği var. bir tek sibel’in annesi rolündeki teyzenin konuştuğu sahnelerde filmdeki gerçekçilik düşüyor ve sanki “gerçek kesit” izliyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. onun dışında şeref, sibel’in babası, abisi, maren ve nico çok gerçekçi yan karakterler olmuş. özellikle güven kıraç’a olan antipatim bu filmle birlikte kırıldı, meltem cumbul’a olan ise katlanarak arttı. meltem cumbul maalesef her filmde olduğu gibi bu filmde de film setine aniden gökten düşmüş gibi rol yapıyor ve oynadığı sahnelerde itinayla hiçbir şey hissettiremiyor.

    filmdeki bazı sahnelerin, özellikle de fatih akın’ın yaptığı bazı tespitlerin de filmin gerçekçiliğine ve doğallığına çok büyük katkısı olmuş. cahit’in, sibel’in abisi ve arkadaşlarıyla okey oynadığı sahnedeki genelev konuşması üzerine yaşanan tatsızlık tam olarak türk erkeğinin özeti gibi olmuş. etrafa ana bacı söverken, sokakta kadınlara laf atarken, kadınları taciz ederken her şey normal, ama işin ucu azıcık bile olsa bizim karımıza kızımıza, anamıza bacımıza dokununca bir anda her şey nasıl da değişiyor değil mi. cinayet işleyecek sinire kapılıyor herkes birden. gerçekten de çok güzel ve işin özünü kısa ve net bir şekilde anlatan bir sahneydi.

    ayrıca etkileyici sokak sahnesinde de üç erkeğinin nasıl da bir ödlek gibi silahsız bir insana bıçak çektiğine tanık oluyoruz. bir insanın haklı yere küfretmesini orantısız güç kullanarak cezalandırmaya kalkmak ancak bir korkağın ve şerefsizin yapabileceği bir davranıştır. bu sahneden yola çıkarak yapılacak genellemede silahsız kişilerle yapılan tartışmalarda silahını çeken ödleklere, kendilerine gerçekten bu kadar güveniyorlarsa silahlarını yere bırakıp teke tek ve silahsız bir şekilde davranmaları tavsiye edilir.
    diğer bir günümüz gerçeği de cahit’in almancı taksi şoförüyle yaşadığı diyalogdu. senelerdir türkiye’ye adım atmamış cahit’in türkiye’de ilk konuştuğu kişinin almancı bir türk olması tesadüf olamazdı. çünkü türkler almanya’da, almancı türkler de türkiye’de her yerde. o kadar fazla türk göçü olmuş ki almanya’ya...

    sanırım fatih akın’ın seyirciyi şaşırtmadaki başarısı aşırı gerçekçi kurgusu. gerçek hayatta, senaryodaki bir olayı yaşasaydınız ya da o olay başınıza gelseydi, vereceğiniz veya vermek istediğiniz tepkileri filmde veren karakterler yaratıyor. buna en net örnek olarak da filmin sonunu gösterebiliriz. senaryo gerçekten yaşansaydı filmin sonu çok yüksek ihtimalle böyle biterdi. bunun dışında, sibel’in bir anda kızıp bira şişesini cahit’in oturduğu koltuğun kenarında patlatması, kız isteme sahnesinde sibel’in abisinin “türkçen bok gibi. türkçene ne yaptın?” sataşmasına verdiği “çöpe attım” cevabı, cahit ve sibel’in ilk dansa çağrıldığı düğün sahnesinde “böyle bir şey mümkün değil. kesinlikle dans etmem” diyen cahit’in her ne kadar kokainin etkisiyle de olsa ilerleyen sahnelerde en çok dans edenlerden biri olması, cahit’in çalıştığı yerde “aşik!” diye bağırarak iki bardağı da avuç içleriyle tuzla buz etmesi, barda yaşanan kıskançlık ve cam kültablası sahnesi... gibi sahnelerde karakterler tam olarak gerçek hayatta herkesin aklından geçirdiği ama yapmadığı hareketleri gerçekleştiriyor. filmde bir de beni gerçekten tiksindiren ve hala unutamadığım, otobüsteki türk şoförün cahit ve sibel’i azarladığı sahne var ki... cahit bu sahnede çok istediğim ve içimden geçirdiğim tepkiyi verecekmiş gibi yapıp vermiyor ona üzüldüm. çekim hatalarında bu türk şoförü oynayan adamın, yönetmenin “kestik, çok güzeldi” demesine rağmen içindeki kini ve nefreti atamamış olması ne kadar iyi rol yaptığının değil, yaptığı rolü ne kadar yaşayarak o rolde kendisini ne kadar hissettiğinin kanıtıdır.

    ne doğma büyüme bir türk, ne de bir alman yönetmen, türk ve alman kültürü ile almancılığı bu kadar iyi anlatabilirdi. hamburg’ta türk bir ailenin çocuğu olarak büyüyen fatih akın bu yüzden iki kültürü de analiz etmede çok başarılı olmuş gerçekten. fatih akın'ın bu filmi duvara karşı, çarpmaktan korkmadan ilerleyenlere adadığını söylemek mümkün ve sizi de "if you can not change the world, change your world" diyerek bu kişilerden biri olmaya açıkça davet ediyor.

    filmle ilgili bazı bilgiler:
    • herkesin bildiği gibi film uluslararası film festivallerinde ödülleri toplamaya başlar başlamaz alman basını sibel kekilli’nin eski bir porno aktristi olduğunu yazmaya başladı. sibel kekilli 2004 bambi ödülleri’nde ödül alırken yaptığı konuşmada basının bu tavrını “medya tacizi” olarak adlandırdı.
    • fatih akın rol için sibel kekilli’yi 350 akrist arasından seçti
    • 17 yıl aranın ardından berlin film festivali’nde altın ayı alan ilk alman filmi oldu.
    • filmin açılışında cahit’in sarhoş olduğu sahnelerde birol ünel rol yapmıyordu. sahne için saatlerce setin hazırlanmasını beklerken durmadan alkol almış ve gerçekten tamamen sarhoş bir hale gelmişti.
    • filmin ilk hali 4 saatti.
    • sibel’in abisi rolündeki kişi yönetmen fatih akın’ın kardeşi cem akın.
    • filmdeki çoğu aktör çekimlerde kendi kıyafetlerini giydi. aktörlerin kendilerini daha rahat hissederek rollerine daha kolay adapet olmaları için düşünülmüş olsa da, daha çok finansal açıdan maliyet artmasın için yapıldı.
    • sibel kekilli filmden kazandığı parayla burun estetiği yaptırdı ve doğal burnuyla oynadığı son film bu oldu.
    • çekimler sırasında doktoru birol ünel’e alkolü bırakması gerektiğini, aksi takdirde ölebileceğini söyledi. alkolü bırakmaya çalışan birol ünel’i filmin ilerleyen kısımlarında gittikçe zayıfladığını, özellikle de sonlara doğru bir deri bir kemik kaldığını görebiliyoruz. bünyenin bu denli zayıflaması yüzünden hastalandı ve çekimlere zorunlu olarak bir süre ara verildi.
    • sibel kekilli ilk olarak köln’de bir alışveriş mağazasında keşfedildi.
    • istanbul sahnelerinden birinde soldan sağa doğru koşan kara kedi kasıtlı olarak filme dahil edilmemişti. sete kendiliğinden girmişti ve sahne de filme o şekilde kondu.
    • birol ünel askerliğini yapmadığı için çok uzun bir süredir yoklama kaçağıydı ve tutuklanmadan türkiye’ye giriş yapması mümkün değildi. türk parlamentosu son anda kendisi için af çıkardı. bu şekilde 10 senenin ardından ilk kez doğduğu ülkeye girebildi ve filmin son sahneleri çekildi.
    • cahit’in elleriyle bar tezhagındaki 2 bardağı paramparça ettiği sahne için birol ünel’in ellerine, plastik bardaklardaki sıvıyla temas ettiğinde kırmızıya dönüşecek bir madde sürüldü.
    • filmde hiç stüdyo sahnesi bulunmuyor. tüm çekimler gerçek alanlarda, uygun ışık sağlanarak yapıldı.
    • cahit’in istanbul’a gelince kaldığı büyük londra oteli, fatih akın’ın the edge of heaven filminde de yer alıyor.
    • istanbul’daki taksi şoförlerinden cahit’i alan bavyeralı almancı taksicinin aslında sibel’i alması, başka bir taksicinin de cahit’i alması düşünülmüştü ama sonradan tersi çekildi.
    • sibel’in abisinin ve arkadaşlarının eşleriyle konuştuğu sahnedeki kadınların üçü de filmdeki sibel rolü için aday olmuş ve düşünülmüş aktristler.

    65/100


    (sweet child o mine - 18 Mart 2012 00:18)

  • comment image

    cehaletim bagislansin, ilk kez az evvel izledigim film. izlerken en cok agladigim filmlerden biri. agdali incelemelere giremeyecegim simdi, takatim kalmadi. aklimda kalanlari not dusup gidecegim:

    --- spoiler ---

    * elbette oncelikle kiz isteme ve alkolsuz cikolata muhabbeti, arkasindan gelen "high" dugun dansi. muazzam.

    * cahit'in "neden karilarinizi sikmiyorsunuz?" diye sormasinin arkasindan akrabalarin aptallasmasi ve saldirmaya calismalari. mukemmel sahne.

    * cahit'in asik oldugunu anladiktan sonra gelip evde yastiklari koklayarak yatmasi.

    * cahit'le sibel'in sevisemedikleri sevisme sahnesi.

    * cahit'in ellerini once cam kiriklarina bastirip kan icinde kaldiktan sonra kalabaligin icine karisip dans etmesi. ask zaten tam da boyle bir sey.

    * asik olduktan ve kocasini kiskandiktan sonra sibel'in lunaparka gidip kalpli kurabiyeler almasi ve bu arada cahit'in herifin tekinin kafasini kirisi. kadin ve erkek rollerine, aski ve kiskancligi tecrube edis hallerine dair cok iyi bir ozet.

    * seref'in turku soyledigi sahne.

    * tabii ki barda tecavuz ve akabindeki kavga sahnesi.

    * cahit'in selma'yla konusamayisi ve turkce'den ingilizce'ye gecmesi. aralarindaki duvar dil bariyeri degil maalesef, fatih akin'in bunu yuzumuze vurmaktaki becerisi inanilmaz.

    ---
    spoiler ---

    bunlarin disinda birol unel mukemmel. bir daha yazmak istiyorum: mu-kem-mel. gozleriyle oynamak boyle olsa gerek. adam asik oldugu anda aglamaya basladim, film sonuna kadar duramadim. cahit ne zaman kafasini kaldirip asik asik baksa icimde bir seyler koptu.

    sibel kekilli'nin ilke kez bir filmini izledim ve hayran kaldim. sayisiz yabanci film ve dizi izledikten sonra filmdeki ciplaklik beni hic rahatsiz etmedi, tersine cok dogal ve akisa uygun buldum. iyi ki kamera karsisinda ciplakligindan utanmayan, bu kadar dogal bir sibel kekilli vardi. o olmasa bu film bu kadar iyi, bu kadar vurucu olamazdi kesinlikle. masumiyetini ve dogalligini muthis yansitmis.

    --- spoiler ---

    sibel karakterinin intihara meyilli olusunun arka planinda eksiklikler oldugunu soyleyenler olmus. bence zaten sokakta dovustugu sahneye kadar hic olmek istemedi ki sibel. kendi de filmin baslarinda "burnuma dokun, goguslerime dokun" derken anlatmisti zaten. bileklerini de o yuzden dikey kesiyor. sadece ailesinin baskisini hafifletmeye, kendine yasayacak alan yaratmaya calisiyor intihar girisimleriyle. bir sure sonra da her sorunun cozumunu bir cesit uyusturucu gibi intiharda ariyor. yani bileklerini kesmek, bir yasam sekli sibel icin. bu celiskiyi de muhtesem anlatmis fatih akin.

    ---
    spoiler ---

    benim gibi filmi izlemekte gecikenler varsa, daha fazla beklemesinler. cok sey kaciriyorlar.


    (sepsiloniki - 5 Eylül 2012 06:03)

  • comment image

    hassiktir be. tam bir liseli gibi düşünüp, seks odaklı 'ezber bozucaz almancı türk kızı sevişiyor!!' modunda bi film olduğunu düşünmüştüm, allah da benim belamı versin.

    çok iyi film, cidden. izleyin. özellikle de 'almancı' kimselerin arasında, o ortamda bulunmuş insanlar mutlaka izlesin. hani olur da, bu kadar anlatılır o 'arada kalmışlık', daha gerçekçi de olamaz artık.

    bundan iyisi de olmaz yani.


    (roket adam - 30 Ekim 2012 02:00)

  • comment image

    çevremdeki insanlardan duyduğum tek şey genelde yatak sahneleriydi. anladım ki filmden anlamayan ne çok arkadaşım varmış filmin konusunun ve gerçekliğinin yanında söz konusu olmaması gereken sahnelermiş kesinlikle. izlemekte çok geç kalmışım.müthiş bir film.


    (cizbiz kofte - 10 Ağustos 2013 22:30)

  • comment image

    cahit'in engeli aşma hikayesini anlatan film.

    --- spoiler ---

    cahit, eski karısını ve sibel'i atlatarak hayatına devam etti çünkü onu otobüsün içinde gördük, dışında değil. otobüse binmeyip otogarda sibel'i bekliyor da olabilirdi ama o beklemedi ve hayatına devam etti.

    filmde sibel'in yaşadığı baskı inanılmaz güzel anlatılmış. sibel bileklerini kestikten sonra, hastanede ailecek masada otururken sadece önüne bakıyor. abisi ona tehditler savuruyor, o çıtını çıkarmıyor. sessiz sessiz oturuyor. saçları toplu. abisiyle babası masadan kalktıktan sonra bacak bacak üstüne atıyor, saçlarını açıyor ve bir sigara yakıyor. 'beni rahat bırakırlar sandım' diyor. bu sahneye bayıldım. daha iyi anlatılamazdı herhalde. gayet basit. fatih akın, kızın yaşadığı baskıyı birkaç saniyede anlatmış. zaman israfı yapmamış. filmde gereksiz bir sahne bile yok.

    ---
    spoiler ---

    normalde düğün, mutlu son anlamına gelirken bu filmde mutsuzluğun başlangıcı. izlemeyen varsa mutlaka izlesin.


    (littletingoddess - 20 Ekim 2013 00:03)

  • comment image

    bilen bilir, ben bir filmi övdüm mü çok övüyorum. ama bazı film olur, ne denli överseniz övün o övgüyü kaldırır, kopartmada silkmede anadan üryan ba$arılar elde eder, alçak gönüllülüğünü elden bırakmaz. gegen die wand da böyle bir film tahmin edileceği üzre. özellikle son 20 dakikaya kadar, film durdurak bilmeyen inanılmaz bir tempoda ve rahatlıkla "oha.. oha.." nidalarıyla takip edilebilecek bir akıcılıkta ilerliyor. sondaki bağlama faslında i$ler biraz duruluyor, hatta biraz fazla duruluyor ama göze batmıyor, çöp olmuyor. bununla beraber akın'ın gerek kurguyu gerek müziği (gerçi bazen temptrack hikayesi göze batıyor), gerekse anlık depresif patlamaları muhte$em bir dozda kullandığı bir film bu. gerçekten de izlerken fatih efendi yanınızda olsa da, adamı her seferinde alnından öpüp tebrik etseniz, kimse yadırgamaz. ancak film gücünü büyük ölçüde $ahane anlar barındıran senaryosundan, bununla beraber akın'ın bu sefer çok iyi yaptığı oyuncu dramaturjisinden alıyor. sibel kekilli'sinden, güven kıraç'ına, özellikle birol ünel'e de birer ödül gideymi$ hiç fazla kaçmazmı$. gerek karakterler gerekse casting ba$arısı dünyalar güzeli ama fazlasıyla sert, fazlasıyla gerçek, fazlasıyla yoğun anları pe$inden sürüklemi$.

    son kertede ufak tefek detaylar verilebilir. fimin soundtrack'inde ve beni benden eden kısımlarının en beni benden edeninde; ağır roman'daki ağla sevdam adlı parça yer alıyor. hatta ağır roman'ın film müziği albümünü, cd çalara konarken bile görüyoruz filmde. akın o kadar samimi bir i$ ortaya koyuyor ki bunu gözler önünde sergilemekten sakınmıyor bile. "filmin burasında ölünüyor i$te, ey seyirci yıkıl salonda! yer ile yeksan ol!" diye bağırıyor. bu davete icabet etmemek olur mu allaisen!.. ayrıca filmdeki bir karakter istanbul'da grand londra oteli'nde kalıyor. geçtiğimiz yaz filmi temmuzda için ülkemizde olan akın'ın, o dönem londra oteli'nde kalmı$ olduğunu da belirtelim, böyle de ki$isel bir film i$te bu bir yerde.


    (lem - 9 Mart 2004 10:31)

  • comment image

    alman-türk yönetmen fatih akın'ın yeni filmi. önceden ne yazık ki sadece im juli'sini görebilmiş olduğum fatih akın'ın temmuzlarda geçen yengeç burcundan bu filmini, tesadüflerle yürüyen öykülerden pek tat alamadığım ve filmin masalsı havasına giremediğim için -tamamen benim suçum- çok sevmemiştim. yalnız, filmdeki "yol" hikayesinin "aşk" hikayesine fark attığını düşünmüştüm. alkazardan çıkınca, hava çok sıcaktı, yemekten pek tat alamadığım halde dondurma almıştım, çünkü keyfim yerine gelmişti.

    reddedemeyeceğim bir teklif yapılınca biraz da tepeden inme bir biçimde görme şansını bulduğum duvara karşı ise, im juli'nin masumiyetini öyküsünde olup biten her şeye rağmen taşısa da, bambaşka bir filmdi. bir filmi övmek yermekten çok daha zor olduğu için, yazmakta zorlanıyorum aslında, ama düşününce, filmin bana en etkileyici gelen yönü, onu su gibi, kan gibi besleyen arada kalmışlık 'kültürü'nü, bu unique varoluşu, hani bir zamanlar "ne olacak bu alamancı çocukların hali" diye kulağımıza çalınan alamancı çocukların halini, hem ince, zarif hem de sert ve "gözüne parmağı kırarım" tavrını başarıyla hiç yitirmeyen gerçekçi bir biçimde aktarabilmesiydi. bu sağlam arkaplanı, perdede ne olursa olsun, filmin ayaklarının yerden kesilmesine engel oldu.

    sibel ve cahit'in, bir zamanlar biraz benzerini les amants du pont neuf'de gördüğüm ve tiksinerek hayran olduğum (en şiddetli beğenme biçimi olarak anlayın) aşk öyküsü, beğenilenler listemde, küçüklü büyüklü dünyaların ve kültürlerin çatışmasından hemen sonra geliyor. iyilik ve kötülük, sibel ve cahit dışında tüm karakterlere abaküsle hesaplanmış gibi eşit olarak dağıtılmıştı, bu da filmin her şeye rağmen yitirmediği 'masumiyet' duygusunun altını çiziyordu. sibel ve cahit ise, iyilik ve kötülüğün dışındaydılar, elbette öyle olacaklardı, çünkü onlar aşıktılar. sözü geçen beğeni listesi, şiddetin estetiği, şiddetin dayanılmaz ama katlanılmaz estetiği, başarılı oyunculuk, ince espiriler (keddi gibi!), mükemmel diyaloglar (sibel'in, aksanı kimselere benzemeyen, her ağzını açtığında "robotum ben rob rob rob robotum" diye şarkılar söylemesini beklediğim annesinin tuhaflığını es geçemeyeceğim), unutulmayacak -zaten niçin unutmak isteyesin ki?- sahneler (mesela bana göre kokain çekip düğünde göbek atma anı, düğünün ertesi günü cahit'in evine dönen sibel'in beyaz gelinliği ve beyaz montu içinde gülümseyerek yürümesi), renkler, olaylar, anlar, incelikli detaylar diye uzayıp gitmekte. bu paylaşma açlığını ancak izleyen biriyle konuşarak gidermem mümkün olacağından, şimdilik sadece oyunculara değinip bitireyim. ama müzik seçimi de mükemmeldi, ona göre.

    birol ünel, herhalde oyuncu olmak ve bu rolü oynamak için doğmuş olacak ki, kendisini başka bir rolde, başka bir filmde görsem, angels of america'da 80 yaşında hahamı canlandıran meryl steep'i görmüş kadar şaşıracağım. hikaye, zaten aslında cahit'in hikayesi, onunla başlıyor, onunla bitiyor, ama, sibel kekilli, filmi sürükleyen güç olmuş, o kadar ışıltılı ve naif bir oyunculuğu var ki! her haliyle, belirdiği her sahnede gözlerinizi üzerinden alamıyorsunuz. hatta, olaylar istanbul'a taşındıktan sonra, sibel'in hikayesine ara verilince, film bariz bir biçimde düşüyor, insan filmin sibel kekilli'yi bir daha göremeden bitmesinden korkuyor. sibel, 'yaşamak istemek, yaşayamayacaksa ölmek'ten 'ne için ve neyin içinde yok olmak'a doğru ilerlerken, sinema salonundaki herkesi kendisine öyle bir bağladı ki, sibel karateri her yaptığını kabul ettirdi seyirciye. filmdeki tüm karakterlerin dünyalarının kesiştiği yerler öyle doğru ve gerçekti ki, ağzınızı açık bırakıyordu.

    meltem cumbul'u da ilk defa -aslında kimsenin pek yemediği- "sevimli, süper seksi, güzeller güzeli aşık olma objesi" bir karakterden epey uzak bir rolde görüyoruz, her ne kadar "şu söylediklerin bitsin de sana tokat atayım, rol icabı hani, bak bak elim aşağı doğru kayıyor, birazdan vurucam" tavrıyla yaptıysa da oyunculuğunu, oynadığı ve benim gördüğüm karakterler arasında en özgünü, gerçekçisi ve çok boyutlusu bu selma rolü olsa gerek. güven kıraç da masumiyet'teki yusuf'a ne oldu sorusunun cevabını vermiş bu vesileyle. "abi çocuğu verdi yurda, alamanyaya gitti, hiç evlenmedi falan yani, ağzı da bozulmuş yahu..." tabii bu hiç evlenmemenin altındaki homoseksüel ima, sadece bana ima olarak görünmüş olabilir. yine de, hapishaneden çıkan cahit'e para verdiği sahnede arkada çalan şarkıya dikkat! mehmet kurtuluş da, kısacık görünse de her zamanki gibi büyüleyiciydi. kendisini daha çok filmde göremezsek, kasırga insanları'nı izlemek zorunda kalacağız yarabii!

    sonuç olarak, tam da neredesin firuze'nin türk sinemasının kurtuluşu olduğunu, oyunculuğunun en olması gerektiği gibi, başarısının en kalıcı, anlatımının en bize uygun film olduğunu sıkça, hem de beklemediğim yerlerde duyduğum ve telaşa kapıldığım zamanlarda, duvara karşı cevap gibi, hızır gibi, şeker gibi, hadi ulan aşk gibi yetişti imdada. iki filmi karşılaştırıp cephe savaşına katılmak tabii ki saçma, ama yukarıda lem de aynısını söylemiş, demek ki böyle bir karşılaştırmayı ister istemez yapıyor insan. o zaman da, duvara karşı'yı, 'işte film' diye kucağınıza alıp kem gözlerden kaçırmak isteğiyle yanıp tutuşuyorsunuz.

    sonuç olarak: biber dolması, hayatta bana hiç bu kadar güzel görünmemişti.


    (eowyn - 9 Mart 2004 15:36)

  • comment image

    david bowie'yle dave gahan'ın çocuğu kıvamındaki cahit tomruk karakteri o kadar gerçekçi ki, filmi seyredeli 24 saat kadar oldu, cahit benim için hala bir merak konusu. yolculuğu nasıl geçti, gideceği yere sağ salim vardı mı, ileride kaş - kalkan gibi bir yerde yuva kurup mutlu olur inşallah diye düşünüp duruyorum.


    (ventolin - 16 Mart 2004 14:14)

  • comment image

    simdi ben bu filmin analizini yapmaya kalksam, oturur benim ve burdaki arkadaslarin yasamlarini anlatirim.. o kadar gercekci ki bu film, film de degil aslinda almanyayla yolu kesismislerin biyografisi.. bana, esmaya, handeye, gokhana, dilsada saygi durusu..

    almanyaya geldik hepimiz iyi liselerden mezunuz boyle, filinta gibiyiz.. o dandik almancilar tirnagimiz olamaz lan bizim.. biz bi kere egitime ogretime mastera phdye gelmisiz.. etrafimizda lise mezunu yok.. filmi izlerken bu bilincle izliyo insan almanyaya ilk hey dediginde..

    sonra sonra bi gun bi donerciye gidiyosun, seneler seni sike sike gecmis.. turkiye sana uzak artik.. don deseler burun kivirirsin, burda senin almanliginla ovunen ve seni bu yuzden tebrik eden almanlara ise, dunyaya en uzak gezegen kadar uzaksin.. donercide, boyle kafa hafif iyiyken, artik seni hic bisi yikmaz sanirken, alman agir sanayisi gibi stabil ve guclu oldugunu dusunurken, ne aglarsin benim zulfu siyahim caliyo sonra.. ya da tam en janti kiyafetlerine lab.ina girecekken, bi isci turk ailesi goruyosun adam kadinin alnini operek yerleri paspaslamaya gidiyo, hard rock kafeden gecerken ki orasi senin ne cilginliklarina sahit olmus, sabah fonda batsin bu dunya caliyo..

    bunlar da yetmiyo asik oluyosun.. aslinda cvne baksalar tas gibi zehir gibi adamsin ama iste, aynen bu sibelle cahit gibi karsindakinin hayatini sikmeye yeminli gibi daliyosun olaylara.. kizim sen benim hayatimi siktin.. siktim dogrudur.. tek degilim, benim sucum da degil..

    kati ve profesyonel alman ekolu, baslarda saldim cayira mevlam kayira turkiyesinden sonra ilac gibi geliyo.. ertesi gun hapi gibi boyle, icinin yaglari eriyo.. nefes aliyosun adam oldum diyosun.. sonradan sonradan koyuyo ama iste be.. sonradan sonradan butun o elit cevrendekilere turkiyede kucuk bi sehre siktir olup gitmenin hayalini anlatiyosun.. onlardan, lan bi kiz olsa da okumasa ama saclarimi oksasa teranelerini duyuyosun..

    nerede hata yaptik biz.. biz sibelle cahit gibi entegre sorunu olan, penner degiliz ki guzelim.. heh ama iste ne var biliyo musun, zerre sikim fark etmiyo.. ister bogazicinden gel, ister burda dog buyu, ister 5000 euro al her ay, ister 400 euro basisle calis, bu almanyanin duzeni , turklerin duzensizlik arayan genlerine ters..

    ondandir, her almanin biraz hmmm sikici, biraz tahmin edilebilir olmasi.. ondan cahitin, siktir git ne aski amk diyen bi adamken, sibelle yine de evlenmesi.. cunku ne yapacaksin ki ne yapacaksin yani.. ekg cizgilerin isoelektrik cizgiye yaklasirken insana bi huzur geliyo ya.. heh iste o huzurun adi olum..

    o yuzden sonunu bile bile, cahit barda izliyo sibeli.. orda ole cilginca dans edip gordugu en super tiple sikismeye giderken cahite haber veren sibeli izliyo sanki orospu cok bi sikimmis gibi.. sibel, cahite sikisme bile olmadan o yuzden sevgili kocacim diye mektuplar dosuyo.. ki sen bi sor sibele ve onun gibilere, zamaninda kocacim lafini kendilerine nasi bi hakaret olarak almislardir..

    her sey gunun sonunda tek yere cikiyo.. siktigimin kalp atisina.. mutlak duzen ve tikir tikir isleyen sistemin, bi insanla konusmadan bile postani otomattan aldigin ulkenin, icindeki anarsiyi dogurmasi iste.. her olani bilecegin, her gununun hesaplayabilecegin bu almanyada, cahit gibiler sibel gibilerle karsilasmasalar, sonbahar agaclari gibi solacaklar..

    bana sorarsaniz, film aglamali bi film degil.. ders almalik film de degil.. hayatimiz bu.. almanyadan yolu gecenlerin, almanlara degenlerin, arada kalip kendini ben daha iyiyim diye eyleyenlerin hayati..

    selam olsun hepsine.. butun sibellere ve cahitlere..


    (semrin - 11 Şubat 2014 06:04)

  • comment image

    bir nevi biber dolması tutorial. ben bu filmden öğrendim biber dolması yapmayı ciddiyim. aradan seneler geçti, her biber dolması yaparken sibel gibi biberlere çizik atmayı unutmam ve her seferinde hatırlar, hüzünlenirim..


    (aptallarin pin kodu - 8 Haziran 2014 13:11)

  • comment image

    * birol ünel ile sibel kekilli hayvanlar gibi oynamış (iyi yani)

    * meltem cumbul'un ne kadar kolpa bir oyuncu olduğu iyice ortaya çıkmış.

    * kısa ve acısız ile bunu peşpeşe seyredince almanya'daki türkler konusunda binlerce belgesel ve binlerce kitap okumuş gibi oldum. nefis anlatmış fatih akın.

    * fatih akın iyi bir yönetmen, iyi bir senarist ve iyi senaryolar buluyor.

    *fatih akın'ın söylecek bir sözü var, boş yere film çeken dingillerden değil.

    * fatih akın söyleyeceği sözü çok usturuplu anlatıyor, çok ustalık gerektiren bir iş, boru değil.

    * çok iyi oyuncular buluyor ve onlardan vazgeçmiyor (mehmet kurtuluş gibi) bu iyi. üstelik başka oyuncular da bulup çıkarıyor iki tipe takılıp kalmıyor aha birol ünel aha sibel kekilli. bizim dingiller olsa böyle bir risk almaz yine fikret kuşkan ile nilüfer açıkalın'ı oynatırlardı, kuşkan kötü demiyorum haşa ama yeni oyuncu da iyi oluyor işte, bak ne güzel.

    * fatih akın sapıtmasın, biz çok çekiyoruz iki iyi iş yapanın sonra amı götü dağıtmasından. yapmasın böyle bir şey.

    * fatih akın'ın kardeşi de harbi harbi oyuncu oldu.

    * daha ne diyim, mis gibi film işte.


    (nazmiye demirel - 19 Temmuz 2004 17:25)

  • comment image

    filmin yarisi barlarda geciyor, bizde en yakin arkadasimiz gormeye bara gidiyoruz. cuma veya cumartesi aksami evde oturmak zorunda kalırsak bunalıma giriyoruz. alkole ve cinsellik ihtimaline boyanmayan yalnızlığımız yalnızlık değil. eski kusaklarin alip onumuze serdiği, "birbirimiz sevmeyiz oturup çekyatta birgun bile olsun sevişmeyiz, eşimizi birgun olsun biryere goturmeyiz, hediyeyi sadece misafirlige giderken alırız" yaşayışları hepsini reddetmeyi getirdi.

    ama bir barda özgürlük adına yanınızdaki kız arkadaşınıza asılınmasını ve hatta onun geceyi başkasıyla geçirmesine ses etmeyip, aynı intikamcılıka her yere/kıza saldırdık. "ben ne kadar çok birileriyle birlikte olursam bu acıyı daha az hissederim" sendromu yaşadığımız. cahit, marina ile o yuzden daha iyi ve sık sevişir hale geldi. ilk aşık olduğunuz kız size ilk yatışınızdan sonra "sakın bana aşık olmaya kalkma, sen benim yattığım 52. adamsın" dendiğinde kopuyor zaten herşey, siz de o sayıya ulaşana kadar huzur yok size.

    hiç mi kurtuluş yok, duygusallığımızın groteskliği (ich liebe yazılı kalp şeklindeki çikolata) özgürlüğümüzün acıtıcı gerçekliğinden acaba daha mı anlamlı yoksa
    film bir melodram, hemde birçok türk filminde görebileceğiniz cinsten ama hiçbiri bu kadar, iyi kurgulanmamisti. bizim kusagin yonetmeni, bizim kusagin sevdigi filmleri severek yonetmen olmus. bir yandan trainspotting bir yandan kırık bir aşk hikayesi,
    "sevişirsek karı koca oluruz" diyor sibel, "beni sevdiğini söyleme kendimi iyi hissetmiyorum" der bazı sevgililerimiz. bağlılık, sahiplenme, aidiyet karşıtlığı derken, postmodern ahlakın çıkmazlarına hep beraber giriyoruz. tamam son otuz yılı seks yapmadan geçen 40 yıllık evliliklerimiz olmasın, ama...

    birilerini sevebilme ve aşık olabilme ve paylaşmak istememe halini yaşayalım en az birkez...
    bu film güzeldi, bu film, film hakkında birşeyler yazdırmayıp yukarıdaki satırları yazdırdığı için güzeldi. bu film, film içinde sürekli şaşkınlığa düşürdüğü için güzeldi. ve sizi en alışılmadık sonuçlara ısındırıp dururken, mersin otobusunde doğduğu yere giden "punk ölmedi" cahit'i izleyerek bitirdiği için güzeldi.
    punk ölmedi, ölmesin de, "buralar benden sorulacak" ölsün ama "sevişirsek karı koca oluruz da ölsün"

    haaa bu filmde hiçmi boşluklar, havada asılı diyaloglar yok muydu ? hem de fazlasıyla vardı, ama şimdi adını hatırlayamadığım bir yönetmenin dediği gibi, "seyirciye herşeyin nasılda mantıklı dizildiğini gösterebilmek için bazen filmlerin içine sıçıyoruz." fatih akın bunu yerine bizim ağzımıza sıçtı, tutup sibel'in babasının aslında muhafazakar olduğunu gösterebilmek için birde namaz kılma sahnesi falan eklemedi filme ama ne zaman sakinleşsek, camlar, şişeler, bardaklar kırıldı, kültablasıyla adam öldürüldü.
    şiddetinde masumiyetinde nasıl aynı insanda toplanabileceğini gösterdi, sibel'i öldüresiye döven adamın suratı bile acıma ve panik duygusuna büründü "anaaa öldürdük kızı", bu film dokundu her tarafımıza şu tip insan yoktur, ne yapacağını bilmeyen insan vardır" diyerek...


    (haslama cay - 20 Temmuz 2004 14:40)

  • comment image

    sibel'in istanbuldaki akrabasi selma profili de oldukca basariliydi bence...büyük bir televizyon ve karsisinda duran esek kadar vücut gelistirme aleti kapitalist hirslari, kücük burjuva hayalleri cok guzel anlatiyor...hele hele 40 yildir almanyada yasayip da evde seda sayan seyreden öküz imaji süperdi...cok basarili gozlemlerle her karesinden binbir sonuc cikarilacak hikaye...


    (kepaze adam - 9 Mart 2005 11:10)

  • comment image

    geçen yıl sinemada izlediğimde salondaki 8-10 kişiyle beraber meltem cumbul haricinde hiçbir yamuğu olmadığına mutabık kaldığımız bir film. bir sahnesi vardır ki, türk kültürüyle batı kültürü arasındaki farkı tokat gibi insanın yüzüne vurur. cahit tomruk, formalite icabı yaptığı evlilik gereği sibel'in evine gider. sibel'in ailesi tipik bir almancı evidir. erkekler okeye oturur ve genelev maceraları anlatılmaya başlanır. yüzler cahit'e döner ve seni de götürelim bir gün denilir; bu hepimizin bildiği enişteyle samimiyet kurma eylem planının ilk adımıdır; lakin cahit enişte, türk gibi yetişmemiştir ve masadakilere sorar: "neden kendi karılarınızı becermiyorsunuz?" tahmin edileceği üzere ufak çaplı bir tartışma yaşanır ve cahit enişte sert bir dille uyarılır "o kelimeyi sakın bir daha bizim karılarımız için kullanma" işte bu pascal nouma'yı tombala çektiği için türkiye'den kovan tipik türk ikiyüzlülüğünün bir başka tezahürüdür. fatih akın da bunu bir sekansta çok didaktik olmadan anlatabilecek kadar iyi bir yönetmendir/senaristtir.


    (ama arkadaslar iyidir - 9 Mart 2005 14:45)

  • comment image

    bu filmde güven kıraç'ın canlandırdığı tipe dikkat çekmek isterim, araya kaynamasın, ki artık zor bulunuyor böyleleri türkiye'de ve dünyada.

    imdi bu adam için, "işte anadolumun saf köylüsü" geyiğine girmeyeceğim, zira oraları aşalı çok oldu, maymunun gözü açıldı diyelim ya da, zaten dedim ya, az bulunuyor diye, ama şurası gerçek ki bu tip adamlar, hala bu memleketten, ya da bu memleket gibi memleketlerden, belki iran, belki latin amerika vb. çıkıyor. zaten güven kıraç'ın bu yardımsever adamı bu kadar başarılı canlandırması da biraz bu yüzden sanki.

    pek tabii, batı ülkelerinde de yardımsever insan boldur, sokakta yol sorduğunuz zaman size bütün içtenliğiyle uzun uzun tarifler yapan, olmadı gideceğiniz yere kadar sizi götüren insan bulmakta sıkıntı çekmezsiniz. ama bu adam tam o değildir, o adam bunu bir görev gibi, ya da ahlaki bir yükümlülük olarak yapar, sizi gideceğiniz yere kadar götürür, sonra da vicdanen rahatlamış olarak geri döner, sizin nasıl bir derdiniz olduğunu, ya da oraya niçin gitmek istediğinizi merak etmez, "benim üzerime vazife değil" diye düşünür.

    bu amca ise öyle değildir, sizin derdinizi kendi derdi kılar, "sen ayrı, ben ayrı" demez, o yüzden bir çok şeyi teklifsiz olarak önünüze koyar. kimileri bunu, "henüz bireyselleşmesini tamamlamamış köylü davranışı" olarak görseler de, köylü olmaları da şart değildir aslında. hasılı, halden anlayan, yoksulluk, yoksunluk, çaresizlik nedir bilen adamlardır, ve işte o yüzden bunları henüz unutmamış toplumlara aittirler.

    insanlık adına gelecek için bir umut varsa eğer, belki de bu adamlardadır diye düşünürüm, günün birinde hapisten çıkınca, ya da başka bir şekilde dımdızlak ortada kaldığımda beni bulacak, iyi bir yerde kebap yedirecek, cebime zorla para koyacak, ya da ben yokken sevgilime yardım edecek, türkü söyleyecek -ve tabii bunları ona hallenmeden yapacak, ki filmde bu olasılığı düşünen tek kişi olmadığıma eminim- insanların varlığıdır umut. filmdeki hapisten çıkma sahnesi bunu anlatıyor gibime gelir: kapı açılır, birol ünel dışarı çıkar, yüzüne ışık vurur, kamera tam karşıyı gösterir, güven kıraç tek başına oradadır, ışığın güneşten mi ondan mı geldiğini anlamayız.


    (geven - 2 Eylül 2005 11:53)

  • comment image

    film üzerine bir çok methiyeler yazılabilir çok başarılı proje olmuş.filmde benim çok beğendiğim şeylerin başında cahit ve sibel'in kişisel yaşam döngülerinin değişmesi olmuştur. cahit herşeyden bağmısız tek başına yaşarken, sibel herşeye istem dışı bağlı ve bunun öfkesiyle doludur. kaderin bir cilvesi olarak evlenmeleri sonucunda sibel özgürlüğünü kazanır ve ait olduğu herşeyi inkar eden ve yıkan bir hayatın içine girer. özellikle yemek yapma sahnesi bunun en güzel örneklerinden biridir. annesinden öğrendiği gelenekler doğrultusunda dolmayı bir ritüel havasında yapar ve sunar, ardından türk adetlerine göre artan yemeğin kaldırılması ve sonraki öğüne saklanması gerekirken, sibel dolmayı tuvalete döküp bir de üstüne sifonu çeker !!!. bu sahne gerçekten çok etkileyiciydi çünkü sibel kenidini sarmalayan ve boğan geleneğe ancak böyle isyan edebilir ve küfredebilirdi ve etmişti de oldu !!!!. sibel evilik sayesinde giderek merkezden uzaklaşırken, cahit de evlilik sayesinde giderek daha merkeze ve birşeylere bir yerlere ait olmayı daha çok ister hale gelir. ve nihayetinde de merkeze yaptığı bu yolculuk sonucunda da mersin'e geri döner. doğduğu ve ait olduğu yere....


    (vanilya - 16 Ocak 2006 13:52)

Yorum Kaynak Link : gegen die wand