Süre                : 2 Saat 4 dakika
Çıkış Tarihi     : 02 Ocak 2009 Cuma, Yapım Yılı : 2009
Türü                : Drama,Romantik
Taglar             : savaş suçu,Deneme,gizli,Küçük biriyle seks,Nazi
Ülke                : ABD,Almanya
Yapımcı          :  The Weinstein Company , Mirage Enterprises , Studio Babelsberg
Yönetmen       : Stephen Daldry (IMDB)(ekşi)
Senarist          : David Hare (IMDB)(ekşi),Bernhard Schlink (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Ralph Fiennes (IMDB), Jeanette Hain (IMDB)(ekşi), David Kross (IMDB)(ekşi), Kate Winslet (IMDB)(ekşi), Susanne Lothar (IMDB)(ekşi), Alissa Wilms (IMDB), Florian Bartholomäi (IMDB), Friederike Becht (IMDB), Matthias Habich (IMDB), Frieder Venus (IMDB), Marie-Anne Fliegel (IMDB), Hendrik Arnst (IMDB), Rainer Sellien (IMDB), Torsten Michaelis (IMDB), Moritz Grove (IMDB), Joachim Tomaschewsky (IMDB), Barbara Philipp (IMDB), Hans Hohlbein (IMDB), Jürgen Tarrach (IMDB), Kirsten Block (IMDB), Vijessna Ferkic (IMDB), Vanessa Berthold (IMDB), Benjamin Trinks (IMDB), Fritz Roth (IMDB), Hannah Herzsprung (IMDB), Jacqueline Macaulay (IMDB), Volker Bruch (IMDB), Bruno Ganz (IMDB), Karoline Herfurth (IMDB), Max Mauff (IMDB), Ludwig Blochberger (IMDB), Jonas Jägermeyr (IMDB), Alexander Kasprik (IMDB), Burghart Klaußner (IMDB), Sylvester Groth (IMDB), Fabian Busch (IMDB), Margarita Broich (IMDB), Marie Gruber (IMDB), Lena Lessing (IMDB), Merelina Kendall (IMDB) >>devamı>>

The Reader ' Filminin Konusu :
2.Dünya Savaşı bitmiştir. Yaralarını sarmaya çalışan Almanya’da Michael adlı genç çocuk tesadüfen tanıştığı, kendisinden yaşça büyük Hanna Schmitz’e aşık olmuştur. Michael’ın bu isteği karşılıksız kalmaz. Gizlilik çerçevesinde yürütülen bu ilişki, Schmitz’in bir anda, ortadan kaybolmasıyla biter. Aradan 8 yıl geçmiştir. Michael çalışkan bir avukat olmuştur. Nazi suçlularının yargılandığı mahkemelerde yolu bir kez daha Hanna ile kesişecektir.

Ödüller      :

Academy Awards - Oscar:En İyi Kadın Oyuncu
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Leading Actress


  • "her konuda yahudi bir örgüt bulunur. ancak cehalet yahudiler için bir sorun olmamıştır."
  • "(bkz: hoşlanılan kızın nazi çıkması)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    ender rastlanabilecek kalitede duygusal motivasyonlara sahip romantik drama. fakir edebiyatı, acındırma veya frapan romantizm gibi saçmalıklara bulaşmadan da bir filmin duygusal olabileceğinin son örneği.

    --- spoiler ---

    hukuk öğrencisi michael yaşadığı ilişkiyi açıklamaktan utandığı için hanna(kate winslet) hakkındaki kararı etkileyecek bilgiyi mahkemeyle paylaşmıyor. michael tanıklık yapmayarak nazi rejimi altındaki hanna'nın ve birçok alman'ın yaptığı şeyin benzerini yapıyor; göz yumuyor. kendisini düşünerek susuyor. michael da tanıklık yapmayışının suçluluğuyla kendisini hanna'nın savaştan sonraki yalnız hayatına benzer izole bir yaşama mahkum ediyor. burada filmin yönü sıradan bir soykırım yapıtı olmaktan çıkıyor ve farklı bir bakış açısına kavuşuyor. michael'ın hanna'dan daha masum olmadığı bir noktaya geliniyor.

    benzer koşullarda, savaş suçları ve topluluk psikolojisi gibi şartlarda yaşamamış olan bizler nazi rejimi altında farklı davranacağımıza inanarak acaba doğru mu düşünüyoruz? ii. dünya savaşı alman neslinin, her nasılsa, psikolojik olarak zayıf ve ahlaki yönden sorunlu olduğuna fakat daha genç nesillerin asla öyle hareket etmeyeceğine dair dile getirilmemiş bir inanış var. alman michael'ın verdiği karar ise sadece ahlaki yönden zayıf bir alman neslinin suçluluğunu değil, bütün bir insanlığın o durumda olsalar ne yapacaklarına dair soru işareti düşüyor. hanna'nın mahkemede hakime sorduğu gibi: "yerimde olsaydınız siz ne yapardınız?"

    michael, abd'de yahudi kadınla olan görüşmesinde sadece hanna için değil kendi adına da bir bağışlanma arıyor. çünkü kendisinin de benzer bir günah işlediğini ve temelde hanna'dan o kadar da farklı olmadığını biliyor. michael karakterini canlandıran ralph fiennes'in paranın yahudi bir edebiyat derneğine bağışlanmasını istediği andaki göz yaşları ve oyunculuğu ise her izleyenin yüreğine dokunacak cinsten. kate winslet bence revulotionary road'da daha iyi bir oyunculuk çıkartmış olsa da oscar'a bu film ile aday olabildi ve yine ödülü sonuna kadar hak ediyor. film soykırım kamplarına girip melankoliye bulaşmasa daha iyi olacaktı. ama buna da şükür.

    how far would you go to protect a secret? ise filmin çok yüzeysel okumalarına hitap eden bir tagline olmuş.

    ---
    spoiler ---


    (hiko seijuro - 26 Ocak 2009 20:19)

  • comment image

    içine hüzün sinmiş olan film.

    --- spoiler ---

    filmi tam anlamamış olanlar ya da film okumayı bilmeyenler sevişme sahnelerini gereksiz görebilirler, ama hepsi gerçekten gerekliydi. ayrıca sevişme sahneleri göze batacak kadar çok değildi. başta kate winslet olmak üzere bütün oyuncular mükemmel iş çıkarmış. sadece peter berg'ün üniversitedeki hocası hariç. o karakter biraz karikatürize geldi bana. bunun dışında görüntü yönetmenliği çok iyiydi. senaryo da geyet iyi. açıkçası, kate winslet kariyerinin en iyi performansını çıkarmış bana göre. dikkatli izlenirse, her kaş oynatışının bile bir anlamı var. ayrıca david kross'la aralarındaki kimya çok iyi.

    ---
    spoiler ---

    bence gerçekten izlenmesi gereken film. hollywood'un son dönem popüler konularından 'kim iyi kim kötü belli olmaz' kavramını gayet iyi yansıtmış. tek kötü yan (hatta berbat yan) filmin ingilizce olması. keşke almanca çekilseymiş.


    (apple of discord - 3 Şubat 2009 14:29)

  • comment image

    --- spoiler ---

    şunu söylemek isterim ki; eğer bu film yahudi propagandası yapmaya çalıştıysa bu propaganda hiçbir boka yaramamıştır. çünkü biz izleyiciler, götü kalkık yahudi yazarı ve mahkeme salonunda hindi sürüsü gibi ''nazi'' diye bağırıp çağıran yahudileri değil bizzat o nazinin kendisini yani kate'i daha çok sevdik. bağrımıza bastık. yine ağzıma sıçtın kate, yine paramparça ettin beni. bu oyunculukla tüm ödüllere layıksın, helal-i hoş olsun.

    makyaj tam bir rezaletti ama kabul.

    ---
    spoiler ---


    (m4rilyn - 4 Şubat 2009 10:32)

  • comment image

    filmden ıvır zıvırlar
    * yönetmen stephen daldry başrol için ilk başta kate winslet'i düşünmüş. fakat winslet revolutionary road filmi ile çakıştığı için teklifi geri çevirmiş. nicole kidman rolü kabul edince yapımcılar kidman'ın australia filmini tamamlaması için beklemeye karar vermişler. tam filme hazır hale geldiğinde de kidman hamile olduğu için filmdeki rolünden vazgeçmiş. rol yine boşaldı derken kate winslet filmini tamamlamış ve rolü tekrar kabul etmiş.
    * hanna schmitz rolü için juliette binoche de düşünülmüş.
    * yapımcılardan sydney pollack ve anthony minghella'nın ikisi de film tamamlanmadan ölmüş.
    * sevişme sahnelerinden ötürü david kross'un 18 yaşını doldurması için çekimlere bir süre ara verilmiş.


    (lfobo - 5 Şubat 2009 18:17)

  • comment image

    yahudi soykırımıyla ilgili izlediğim çoğu filmin aksine, yahudilere değil de bir naziye* hüzünlendim.

    --- spoiler ---
    yangından kurtulan kadının evi, yahudilerin çogunun ii. dünya savaşı'ndan sora ne kadar zenginleştiğini göstermesi açısından hoş bir ayrıntıydı.

    ---
    spoiler ---


    (dragon1653 - 7 Şubat 2009 10:03)

  • comment image

    biliyoruz ki orta sınıf amerikalı altyazılı film izlemeyi sevmiyor. yine biliyoruz ki abd sinemalarında abd yapımı bir filmi altyazılı olarak gösterime sokmak büyük risk. ama işte o zaman bu riski göze alamıyorsan sağlam bir potansiyeli olan güzel bir hikayeyi ziyan edebiliyorsun böyle. bu sevimsiz tercih ile yer yer samimiyetsiz bir hava yaratıyor, hele ki böyle bir film için çok elzem olan gerçekle arasında olması gerekli o kuvvetli bağı koparıp atıyorsun. the reader'da en çok eksikliği hissedilen, bize kendimizi ne 1958 almanya’sında ne de sonrasındaki dönemlerde hissettiremeyen, böyle tarihsel bir fona sahip bir film için çok büyük bir eksiklik olan mekansal algılama sorunu. mekanı, mekana dair, ona ait parçaları kafamızda tümlemeye çalıştıkça sürekli sırıtan dil meselesi. filimin genelde iç mekanlar üzerinden ilerlemesi de dahil olduğumuz mekanı hakkıyla kavrayamayışımızın sebeplerinden birisi elbette. zaten çok incelikli kurulmaya çalışılmamış bir almanya resmi var önümüzde. ikinci dünya savaşı’ndan çıkmış almanya'nın daha önceleri defalarca kez resmedilen o umutsuz, puslu, kaotik halinden pek eser yok. bir de kahramanlarımız çatır çatır ingilizce konuşunca iyiden iyiye mekan ve zamandan soyutlanmış bir çerçeveye kayıyor film. neyse ki o çerçevenin içini iyi oyunculuk ve güzel bir hikaye dolduruyor da the reader’ı vasatın sıradanlığının içerisinden çekip alıyor.

    kate winslet’in poposu rahatsız etmiş bir de insanları. henüz hayatı ve kadınları yeni keşfeden 15 yaşında bir çocuğa hem ilk cinsel deneyimini, hem de ilk aşkı ve tutkuyu tattıran orta yaşlı bir kadın ve aralarındaki bu yaşlı kadın-genç adam ilişkisi üzerinden yürüyen bir hikaye var. hikayenin çıkış noktası, onu ivmelerindiren mevzu zaten aralarında hızlıca gelişen ve beraberinde türlü sıkıntıları da getireceği aşikar olan bu ilişki. bir yerde illa ki arıza vermesi beklenen bu gençlik heyecanının resmedilişi çiftin daha birbirlerinin isimlerini bile bilmeden paldır küldür daldıkları cinsellikleri üzerinden verilmiş. haliyle de sevişiyorlar bol bol. yani the reader’da amma da çok sevişiyorlar deyip bunun üzerinen filme vurmak abesle iştigal oluyor, hatta üzgünüm ama filmin rotasını kavrayamamış olmak oluyor.

    hikayenin tam merkezinde konumlanmış olan dava sahneleri herhalde en çiğ yanıydı the reader’ın. hakimin üzerine iki beden bol gelmiş tavırları, konuşmaları, mimikleri, hanna’nın suç ortağı gardiyanların sırasıyla, çocuk gibi ve dramatik bir hissiyat yaratmaktan çok uzak bir yapaylıkla “oydu, evet oydu, o yaptı” diyerek parmaklarıyla ve aksanlı ingilizceleri ile hanna’yı işaret edişleri, göstermelik yapıldığı izlenimi yaratan, mahkeme salonunda cereyan eden tüm o yargılama süreci, tüm hepsi filmin tam göbeğinde fazlasıyla sırıtıyordu. buna yeteri kadar derinleştirilmemiş profesör figürünü de eklersek the reader’ın boşladığı sahanın aslında derdinin soykırım, mazlum-muktedir ilişkisi, savaş psikolojisi gibi şeyler değil de bir kadın ile bir adamın bir ömre yayılmış ilişkinin resmedilmesi olduğu sonucuna varabiliriz. ancak michael’ın auschwitz’ten kurtulan kadın ile filmin sonunda yaptığı sohbet filmin bu mesele ile de bağını sağlam tutmak istediğini gösteriyor.

    hanna schmizt çok kuvvetli, çok kusursuz bir kadın imgeydi michael’ın zihninde. genç ve tecrübesiz michael, başına buyruk, fevri ve gizemli hanna’yı idealize ederek, erişilecek nihai noktadaki kadın figürü belleyerek ömrü boyunca söküp atamayacağı bir tutkuya sahip oldu. öğrendiği onca şeyden sonra dahi içinden atamadığı, haliyle başarısız bi evliliğe imza atttığı, nihayetinde tek gecelik ilişkilerin adamı olup çıktığı güne dek ilk aşkı ve muhtemelen de tek tuttkulu aşkıydı hanna michael’ın. michael beklentilerin aksine yaşıtı ve genelgeçer normlara göre denki olan sınıf arkadaşı ile o yüzme muhabbetleri esnasında ne kadar yakınlaşırsa yaklaşsın, karşı taraf ne kadar yeşil ışık yakarsa yaksın tahminlerimizi her defasında tersyüz etti ve hanna’sına ihanet etmedi. michael’ın bu saplantılı ve sadakatli tutkusu yıllar sonra hanna ömür boyu hapse mahkum olurken gerçeği herkesten sakladığında çift taraflı bir zihin karışıklığına sebep oldu. michael “hayır yapamam” derken hanna’nın bunu bilerek sakladığını, sonuçlarını göze aldığını söylerken ona ihanete etmek istemiyor-bir bakıma tekrar hanna’nın, o kuvvetli, anaç kadın figürünün altında eziliyor- ve kararına saygı mı duyuyordu, yoksa mahkeme salonundaki şokun ardından ahlaki bir tercih yapıp sınıf arkadaşının sert çıkışının da etkisiyle ilk ve tek aşkının hakettiği cezayı almasını mı istiyordu. belki de michael kimselere söylemediği ve muhtemelen utanç duyduğu bu ilişkisinden bir ömür boyunca kurtulmak, onu zihninden ve gözünün önünden uzak tutmak için kolay olan yolu seçmişti ya da o kusursuz olarak zihnine işlediği figürün bu büyük kusurunu ortaya dökmeyerek hanna'nın zihninde denk düştüğü o idealize edilmiş sahanın zarar görmemesini istemişti. the reader buna çok keskin bir yanıt vermekten kaçınıyor. hanna tüm o yaşananlar için "yerimde olsaydınız siz ne yapardınız" derken film de seyirciyi michael'ın yerinde olsaydınız ne yapardınız noktasına getirip bırakıyor.

    hanna’nın mahkeme salonunda emre itaat konusundan gösterdiği kararlılık, aldığı sorumluluğun, otoritenin ona yüklediği görev bilincinin yıllar sonra bile aynı sertlikte başgösteren yansımaları, tüm insanlık dışı neticelerine rağmen hala yaptıklarını emir komuta zinciri ve sorumluluk ilkesi gereği savunabiliyor oluşu, hanna gibi gündelik hayatta son derece normal, aşık olabilen, seven, sevişen, sıradan bir insanın kendisine erk bahşedildiğinde nasıl bir canavara dönüşebildiği gibi onlarca şey milgram deneyi ile ortaya serilmiş itaat meselesinin birebir yansıması. bu sosyal psikoloji deneyinin somut bir olay ile test edilmiş ve pek çokları gibi sınıfta kalmış deneği olup çıkıyor hanna schimitz. sıradan bir insanın, hiç ummadığınız, asla konduramadığınız birisinin, dahası çehov’u, homeros’u sevebilen bir insanın kendisine güç ve güce giden enstürmanlar verildiğinde, kendisine eylemlerinin neticelerinden sorumlu tutulamayacağı bu eylemlerin ulvi bir amacı olduğu telkin edilerek tebliğ edildiğinde, dahası bu eylemlerinin sorumluluğu tepedeki kurtarıcı figüre ihale edildiğinde, böylece sırtlarını sağlam bir kapıya yasladıklarında ve nihayetinde otoritenin o çelikten zırh kuşanmış tok sesi yapması için örtülü bir emir gönderdiğinde insanın tahminlerimizin çok ötesinde vahşileşebildiğini gösteriyor hanna schmitz. başka şartlar altında çok sevebileceğimiz, aşık olabileceğimiz, beraber bisiklet sürüp eğlenebileceğimiz bir kadın o. ancak otoritenin ve adeta ona itaat etmek için hazır kıta bekleyen o gücetapınmacı ruhların dört yanımızı sarmış benzerlerinden sadece bir tanesi. belli şartlar sağlandığı anda vahşette sınır tanımayacak, tüm o acımasızlıkları, insan aklını zorlayan tüm o eylemleri rasyonalize edebilecek argümanları bulup çıkaracak, yeteri kadar geliştiremediği egosunun, birey/insan olma bilincinin, hür iradesinin, onun kendisine yüklediği sorumlulukların, kuramadığı değerler sistemin altında ezilecek ve insanlık adına bir kez daha kayıplar hanesine yazılacak birer canavar olup çıkabiliyor hanna schmitzler. ayrıca milgram deneyinin yüzde 65 gibi bir otoriteye itaat neticesi verdiğini hatırlamak benzer koşullar sağlandığında etrafmızıda ne kadar çok hanna schmitz olabileceğini gösteriyor. dönemin almanyası adeta büyük ve kusursuz bir milgram deneyine tabi tutulmuş ve sınıfta kalmış. ancak hanna’nın cezasını çekmeyi kabullenişi, belki de yaptığı vicdan muhasebesi sonusunda ondan kurtulmak için çok fazla çaba da sarfetmeyişi, itirafları ve en nihayetinde –belki ümitsizlik belki yine vicdanı yüzünden- bu defa kendisini cezalandırışı onun en azından kendine ait bir değerler sistemini geç de olsa kurduğunu gösteriyor. oysa diğer hanna schimitzler ellerinde örgüleri, son derece mutedil tavırları ve rahat halleri ile insanları onar onar ölüme gönderdikleri yerden hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorlar hayata. ve çehov’u dinlemek yerine okuyabilseydi, aynı las leben der anderen'de "bir müziği bir kereliğine bile bütün kalbiyle dinleyen birisi artık kötü bir insan olamaz" diyen adam gibi, kötü bir insan olmazdı belki hanna schmitz.


    (coffee and cigarettes - 12 Şubat 2009 10:08)

  • comment image

    haklı olarak bahsedilmiş tüm eleştirileri bir kenara bırakalım, filmde dikkat çeken iki nokta var.

    --- spoiler ---

    birincisi cehalet. ismiyle müsemma filmde en çok öne çıkan okuyup 'bilmenin' aksine cehaletin insan kavrayışını, algısını, muhakemesini nasıl zayıflattığı. dolayısıyla hanna'nın mahkemedeki şaşkın halleri, saflığı daha da anlamlı oluyor. özellikle dünya edebiyat ve felsefe tarihinin en önemli ülkelerinden almanya'da yaşanmış soykırımın yarattığı ironi biraz eşelediğinde daha net gözüküyor, ki cahil hanna da o dönem olanlara ses çıkaramayan alman halkını çok güzel sembolize ediyor, o sessizlik cahilliğe paralelleniyor. sonrasındaysa hanna kendisiyle bir hesaplaşma içine giriyor, okuyup öğrenmeye başlıyor. çıplak masanın üzerine kitapları teker teker koydukça yaptığının farkına daha iyi varıyor ve nihayet birikimi 'yeterli' yüksekliğe eriştiğinde o basamaktan yukarı çıkabiliyor, farkında vardıkça yaptıklarıyla başa çıkamıyor. sonrası malum.

    ikinci olarak yasa kavramı, hocasının çocuğa söylediği kavramlarla duyguların karışmaması gerekliliği. eylemin ahlaken yanlış olup olmadığından ziyade yasayı çiğneyip çiğnemediği üzerine yapılan konuşma vera drake'i hatırlatıyor. aslında toplama kamplarında çalışan insanların yasadışı bir şey yapmadığı, ahlaki açıdan yapılan yanlışlara da ses çıkarmamanın suç olmadığına getiriliyor sanki. hemen sonrasındaysa diğer öğrenci topluluğu ayara doyuruyor, filmin meramına paralel olaylardan bahsediyor. aslında bu anlamda (ralph fiennes'in oynadığı) çocuğun da yaşadığı vicdan azabıyla da almanların sessiz kalmaları muştulanıyor.

    özetle olanlara ses çıkaramamış almanlar günah çıkarıyor, e bu da haliyle akademinin hoşuna gidiyor. buradan bakıldığında ise ortalama bir dram gibi gözüküyor.

    ---
    spoiler ---


    (shocktheworld - 14 Şubat 2009 20:22)

  • comment image

    filmin en iyi güçlü yanı psikolojik derinliği idi.

    --- spoiler ---
    hanna schimtz karakterinin psikolojisi, yalnızlığı seyirciye birebir geçiyordu. sonuçta, etkilenmemiz gereken romantizm değil; 15 yaşındaki micheal ile ilişkisinde. böyle bir ilişkinin, o yaşta bir insan üzerindeki derin etkisini, yıllar sonrasında çok net görüyoruz. bu netliği seyirciye geçiren unsurlardan birisi de sevişme sahnelerinin varlığı. sadece sahneleri sayan bir gözle bakılırsa, aşırı gelebilir bu insana. onun dışında abartılmış bir şey görmüyorum ben. film çok dokunaklıydı. özellikle mahkeme sahnelerinde; yaşı artık ilerlemiş, avukat adayı micheal'ın hanna ile gerçek anlamda tanıştığı sahneler etkileyiciydi. filmde iki farkıl ağızdan şu gerçeğin sorgulandığını gördük:

    birincisi hanna; bence son derece naif bir bakış açısıyla dile getiriyordu bunu; ona kilisede yanan yahudileri neden kurtarmadığı kapıları neden açmadığı sorulduğu zaman ya da diğer suçlamalar sırasında sorgulanan şey de buydu. hanna ise, işi sorguladı. o işi yapıyordu. siz ne yapardınız dediğinde yargıca, oyunun aldığı şekil; gelinen nokta, son nokta gibiydi. insanlar yaptıkları işlerden sorumludurlar. kanunlar da bize bunu sağlar; bunun yaptırımını sağlar. suç ve ceza bu şekilde belirlenir, kesinleşir. ancak insanları yaptıkları işi yapma noktasına getiren olaylar zinciri kanun önünde belirlenemeyecek kadar raslantısal ve karmaşıktır. vicdanlarımızı acıtır. ikinci bakış açısı, micheal'ın prof'u tarafından zaten bu gerçek çok soğuk ve net bir şekilde dile getirilmiştir. o sahnelerden sonra hanna zaten bir ss'ten çok psikolojik olarak çökmüş; yalnızlıkta dibe vurmuş bir karaktere dönüşüyor.

    okuma yazma bilmemenin utancını yaşama biçimi-öğrenmeye çalışabilirdi oysa- yaptığı insanlık dışı işin hesabını, bu benim işimdi diye vermesi, ürpertici derecede naif geldi bana. üzücü geldi. gerçek hayatta böyle insanlar olduğunu biliyorum ve bunun küçücük bir çocukken başladığını bu yaşımda artık anlayabiliyorum. bu yüzden film, her ne kadar bir ss subayını acınası ve sevimli gösteriyor diye eleştirilibilecek olsa da bu bana göre, filmin bakış açısı ve derinliğine kıyasla çok sığ bir bakış açısı olur ki ben öyle bir işin sorumluluğu altında olmaktansa işkence gören tarafta olmayı tercih ederdim. yani evet acınası; böyle bir durumda kurban olmaktan bile acınası bu kişi olmak.

    micheal karakterinin, o ilişkiden sonra hayatta yaşadığı bocalama; filmin bir diğer ağır top temasıydı. hanna onun için hem nostajik bir unsur hem görmezden gelinemeyecek bir yük, hem paylaşılamayacak bir utanç hem de özlenen bir anı-kadındır. üstelik, cezasını hafifletebilecek okuma yazma bilmediği gerçeğini-sırrını ona saygı duyarak içine atmaya karar verişiyle intiharında da bir parça pay sahibi olmanın yükünü de sırtlamış olur filmin sonunda.

    açıkçası, insani duygularımı fazlasıyla hassas kılmış, insan denen yaratığın karmakarışıklığını bana hatırlatmıştır bu film. beni üzdü, hüzünlendirdi. sözlerin iletişim kurmak için çokca anlamsız olduğu bir dünya'da ortak hiçbir noktası bulumayan iki insan arasında, kurgusal metinlerle kurulmuş bir uçurum bağ; hanna'nın hayatının uçurumunun diğer kıyısına micheal'ı sabit kılması ve o uçurumun hiç kapanmaması; bir ömür boyu, birbirlerine o uçurumun iki kenarından seslenmeleri gibi bir şeydi konusu.
    ---
    spoiler ---

    hiç konuşmadılar sanki. çok hüzünlüydü gerçekten.


    (huthut - 3 Mart 2009 22:51)

Yorum Kaynak Link : the reader