Little Children ' Filminin Konusu : Amerika’nın banliyösünde “Madam Bovary” nin yankıları. Sarah, bir reklam müdürü ile yaptığı sevgisiz bir evliliğin içinde savrulurken kızı ile parkta, havuzda uzun saatler geçirerek daha fazlasını elde etmek istemektedir. Brad, bir belgesel yapımcısı ile evli olan olgunlaşmamış bir ev erkeğidir. Ronnie, hapisten henüz çıkmıştır ve yaşlı annesi May ile birlikte yaşamaktadır. Larry emekli bir polistir ve Ronnie’nin kaçmasına engel olmuştur. Sarah ve Brad kesişirler. Ronnie ile Larry’nin şeytanları vardır. Brad’in bar için çalışması gerekir ve Larry işini kaybeder. Ronnie’nin annesi de oğlunun bir kız arkadaşa ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Sarah, daha fazla bu mutsuz hayatın içinde sıkışık yaşamak istememektedir. Film boyunca tüm bu karmaşık hikayelerin, her birini nereye götüreceği merak konusu olur.
The Reader(2009)(7,6-225609)
Notes on a Scandal(2007)(7,4-73791)
In the Bedroom(2001)(7,4-35066)
Revolutionary Road(2009)(7,3-175091)
Heiter bis wolkig(2012)(6,7-1090)
Faithful(1996)(6,0-1846)
Unter deutschen Betten(2017)(3,7-191)
kitabı okumadım ama filmi seyrettim. filmi seyredince de kitabı iyi ki okumamışım dedim. şayet kitabı okumuş olsaydım, filmi seyrederken bu kadar tedirgin ve bu kadar da merakla seyreder miydim bilemiyorum. böyle trenlerin çarpıştığı, şehvetli bir yasak aşk hikayesi ve fonda da günahsız, masum küçük yavrucakların olduğu bir trailer'ı seyrettikten sonra, hele ki kate winslet'ı bu kadar özlemişken, filmin kendisinin de trailer'ın bir kaç adım ötesine geçerek, sağ gösterip sol vurması takdire şayan bir deneyimdi. "şu canımın içi kate böylesine akıllı, böylesine güzel projeler seçen bir kadın mıdır ya rabbim" diyorum mütemadiyen.neredeyse herhangi bir desperate housewives bölümü formatındaki girizgahın ardından, kadraja kate'in sureti girdiği anla senkronize olarak narrator'ın tok sesini duyduğumda irkildim:"smiling politely to mask of familiar feeling of desperation, sarah reminded herself to think like an anthropologist. she was a researcher studying the behavior of typical suburban women. she was not a typical suburban woman herself..." sanırım şimdiye dek hiç bir filmdeki narration, beni little children'daki gibi etkilemedi. kitap mı okuyorum yoksa film mi seyrediyorum, bir an için kararsız kaldım. ve film ilerledikçe gerildim, gerildim, sürekli tansiyon arttı, diken üstünde oturdum. her an bir trajedi yaşanmak üzere. şimdi değilse bile birazdan. ve aynı zamanda komik bu film, yer yer güldüm. sonra feci seksi bir kaç sahne de mevcut, kate'i cesaretinden, patrick wilson'ı da performansından ötürü kutladım. jennifer connelly ise her zaman olduğu gibi nefis bir göz banyosu. ve trailer'da seyrettiğim o oyuncak trenler çarpışmaya yaklaştı çuf çuf çuf. belli, bir climax adım adım geliyor. ve sonrasında, kalakaldım öylece. thomas newman'ın finalde çalan score'una saygısızlık etmek istemem ama, nine inch nails'den right where it belongs çalsın istedim, işte tam o an. "see the animal in it's cage that you builtare you sure what side you're on?better not look him too closely in the eyeare you sure what side of the glass you are on?see the safety of the life you have builteverything where it belongsfeel the hollowness inside of your heartand it's allright where it belongs..."benim gönlüm tabi hep kate'den yana ama mahallemizin sapığı rolündeki jackie earle haley'e de en iyi yardımcı erkek oyuncu adaylığı vermezlerse, allah bu akademi'yi bildiği gibi yapsın. adam, filmin hoş sürprizi jane adams'ın o patlak-sevimli gözleri önünde hayatının performansını sergiliyor. işte o zaman o pervert karaktere acıyorsunuz ama kızamıyorsunuz.
(arsonist - 6 Aralık 2006 21:50)
uzun zamandir manolya veya american beauty ayarında bir senaryoyla karşılaşmıyorduk. sanırım bir çogumuz da zaten banliyo insanlari nin orta tabakanın iş güç, ev-aile problemlerine dair hikayelerine aşikarlığımızdan bu minvalde olacak yeni bir yapıtın özgünlüğünden de şüphe duyabilirdik.desperate huosewifes tarzi sunumuyla bizi mevzuya buyur eden little children de park mizanseninde arsız sabah şekerleri tadında laflayan ev hanımlarını desperatemuhabbetiyle beni benzeri bir dünyaya davet edeceği sanrısıyla yakalıyor ilk başta.erken yaşta evlenlmek zorunda kalmış, kariyerleri yüzünden eşleri kendilerine ilgisiz kalmış ve bütün sindirilmişliklerini ve kendi içlerinde bastırmaya çalıştıklarını muhafazakarlık kalkanıyla örtmeye calışan ev kadınları ve tabii alttan alta verilen artık hollywoodda ve tv dizilerinde bile iyice yüzümüze vurulmaya başlayan önyargıcılığın eleştirisi de ardından geliyor.özgün romanın da başarısından emin oldugum yapıtı sinemaya yazarıyla birlikte aktaran yönetmen elini hiç korkak alıştırmamış ve bir banliyo kurgusundan filizlenen yasak aşkı ve ordan ilişkiler, karşılaşmalar örgüsüyle finalize olan öyküsünü yaklaşık ikibuçuk saatte anlatıyor bizlere.tür olarak benzerlerine aşina oldugumuz halde önyargıdan aileye, sapkınlıktan gecim derdine, puritanizmden feminizme gözüğnü budaktan esiggemedigi (kate winsleti de bizlerden) cinsellik asviriyle oldukca basarılı ve etkileyici baska bir yonden gene yakınlarda izledigimiz babil gibi de kurgusunda yükselen son anlardaki gerilimiyle de buı ikibucuk saatin son yarım saatinin nasıl gectigini fark ettirmeyecek kadar bizi gerilimine odaklamayı basaran bir film çıokıyor karşımıza.artık kate winslet oyunculugu yarmış bitirmiş. gercekten birinci kalite aktrislerden biri. gercekten kimi oynuyorsa o oluyor. american beauty nin kevin spacey vardıysa burda da kate winslett ilgi ve tansiyonu sürekli üstümnde tutmayı basarıyor. sadece bu filmle bile ona hayran olmamak elde degil. yerli basın tabiriyle "cüretkar" sahnelerdeki basarısıda oyunculugu gibi güzelliğinin de doğal oluşuyla birleşince filmin içine çeken ayrı bir lezzet.hayatı ayrı bir film olan sapik rolundeki jackie earle haley ve bagimsiz filmlerin domates güzeli jane adams a da birlikte tutan kimyaları nedeniyle ayrıca dikkatinizi cekmek isterim. bu ikili hep bi araya gelsin bişeler çeksinler (yok ronaldın yaptığı değil!) kısa film korku filmi, ne olursa yeterki bir arada oynasınlar ben izlerim. jackie earle haley demişken sanırım kamera önüne çıkmadığı 12 yılın acısını kanırta kanırta çıkartmış, bilmiyorum aklademi ayrıksı karakterlere karşı bazen tutucu olabiliyor ama bu beyfendinin performansını görün, yüceltin canım.todd field gene in the bedroomdaki sogukkanlı duragan analatımmını koruyor fakat sırtını yine aile odaklı ayrıksı bir konuyya dayamasına ragmen romanın donelerinin daha fazla olmasından dolayı sizi daha enteresan bir evren bekliyor bu seferkinde.hemen aklımda kaldığı kadarıyla filmin başından bir iki enstantane anlatayım da tam olsun.hatunlar parkta oturmaktadır.biri: " gecen gün seks yaparken uyuya kaldım, çok utandım. "diğeri: "oh tatlım üzülme her zaman olabilir bu"yine biri: ama kocama anlattğımda farkına varmadığını söyledi"öteki: "biz bu soruna çözüm bulduk. artık salıları saat 21,00 de sex yapıyoruz"gene parkta gecen bir diger enstattanede; balo kralı gibi garip bir isim taktıkları sarah in müstakbel metresi, işsiz oldugu için çocuğuyla ilgilenmek durumunda olan brad hakkında şöyle derler:" off bu adam yüzünden her gün kılığımıza makyajımıza dikkat etmek zorunda kalıyoruz. yorucu olmaya basladi"
(coldplay - 24 Aralık 2006 05:55)
--- spoiler ---cinsellik, aldatma, sapkınlık, aile, tutuculuk, önyargılar... derken karakterlere deniz kabugu gibi kulağınızı dayadığınızda şunu duyacaksınız.bu film yalnız olma hakkında, yalnız olduğunu bilip birilerine tutunmak hakkında...--- spoiler ---
(coldplay - 24 Aralık 2006 05:59)
bir cafede oturmuş sevdiceğinizi beklediğinizi düşünün. geciken sevgili cafenin kalabalığına inat bitmek bilmeyen bir yalnızlıkla başbaşa bırakır ya sizi.. elinizi kolunuzu ne yana koyacağınızı, insanlardan gözlerinizi nasıl kaçıracağınızı, hangi dergiyi karıştıracağınızı, kazağınızın kim bilir neresinden sarkmış hangi ipliği nasıl amaçsızca çekiştireceğinizi bilemezsiniz hani.. herkes birbiriyle konuşup gülüşürken siz bunca gürültünün içinde yapayalnız kalmışsınızdır, göze batmamaya çalışırsınız. işte aynen böyle yalnızlığın ortasında mutsuzluğunu örtbas etmek için kendilerine tuhaf tuhaf meşgâleler yaratan, bir yandan büyümeye bir yandan da çocuk büyütmeye çalışan yetişkin çocukların filmi 'lost children'.öyküyü büyüklere masallar tadında, bir anlatıcı seslendirmiş; son derece ruhsuz, kahramanlarımızı hafife alan bir üslûp tutturmuş. hani "siz o yollardan giderken ben dönüyordum bre zevzekler" tonlamasıyla, bizim yetişkin sandıklarımızı yerin dibine sokmuş. anlatıcı amacına ulaşmış ama bu adama bu kadar söz hakkı tanıyan film, tam da bu nedenle ara ara biraz kan kaybına uğramış. bunun dışında ne öyküye, ne kurguya, ne oyunculuğa, hatta hatta her ne kadar kıskançlıktan çatlasam da -böyle güzellik mi olur yarabbi- ne de jennifer connelly'ye zerre lâfım olursa taş olurum.parlak, mutlu aile fotoğraflarına aldananlar.. kendilerinden, yalnızlıklarından, hayatlarından kaçmak için kendilerini ateşe atanlar.. kalabalığın içinde kendilerine şuncacık yer açmak için başkalarının hayatlarıyla oynayanlar.. hepsi var bu filmde. tıpkı sarah'nın* kızı lucy'nin* gözünü alan pervane gibi göz kamaştıran ışığa kanmışlar. "aşk için söylenen her söze kandımpervane misâli ateşe yandım"ha unutmadan, kate winslet artık bu sene almalı şu oscar'ı.. en azından ben altın küre'ye garanti gözüyle bakıyorum.bir de şu sapık ronnie* ara ara ilyas salman'a mı benzemiş ne..bunu alan bunları bayıla bayıla aldı (bkz: korkuyorum anne) (bkz: voksne mennesker)
(gosalyn mallard - 14 Ocak 2007 20:24)
amerikan banliyö hikayelerinden çok çok sıkıldım. gerek sinemada, gerek kitapta olsun. zaman zaman "elitist" olmakla suçlandım bu sıkılganlık yüzünden, ancak bu ve benzeri filmlerdeki karakterler bana hiçbir şey hissettirmiyor. (happiness'ı da bitirememiştim.) yönetmenlerde, hikayelerindeki karakterlere "insan" değil de "amerikalı" olarak yaklaşma eğilimi çok yorucu. ang lee'nin "the ice storm"undan beri "clint eastwood bakışı" yaptığım bir yaklaşım bu.banliyönun kafası karışmış, hayata karışamamış insanları anlatılıcaksa, bir rus romanı karakteriymişçesine ince ince işlenerek anlatılsın, hikayede örnekten, detaydan geçilemesin istiyorum. çünkü gerçek hayatta, insanların mutsuzluklarının kenar çizgileri, amerikan bağımsızlarındaki kadar belirgin değildir.hep suçlayacak birilerini bulan filmlerden de bıktım. karakterlerin bir şeye tepki olarak değil, insan oldukları için hata yapmalarını istiyorum. bütün hatalı karakterler frankenstein'ın canavarı gibi, sevilmedikleri, dinlenmedikleri, anlaşılmadıkları için değil, canları öyle istediği için, otokontrollerini kaybettikleri için, komplekslerinden, hırslarından, kendilerine yediremedikleri şeyler olduğu için hata yapsınlar.(bkz: little miss sunshine)
(deja - 16 Ocak 2007 18:02)
amerikan "banliyö mutsuzlugunu" bana gore sirasiyla jackie earle haley, phyllis somerville, kate winslet ve noah emmerichin basarili oyunculuklarinin yanisira bu ve benzeri agir tempolu, karakter uzerine kurulu yapimlarda gormeye aliskin olmadigimiz farkli bir narrator teknigi kullanarak surukleyici sekilde anlatabilmis, 2007 ocak ayinda turkiye de vizyona giren kaliteli todd field filmidir. kuzey amerika ve biraz da avustralya disinda, ekonomik, sosyal ve politik anlamda kopuk ve endisesiz bir banliyö hayati tam anlamiyla varolmadigindan filmde ki karakterlerin kendilerini hapsettikleri cikmazlar ve mutsuzluklarin, ulkemiz insaninin anlayacagi duygulara birebir karsililigi yoktur, olmasida beklenemez. bizim puslu havanin icine gomdugumuz, dogusunda savas batisinda maas zorluklari arasina sikistirip dort duvar odalarda bakteri uretir gibi surekli mayaladigimiz dostoyevskilik buhranlarimiz yaninda onlarin sorunlarinin bencil, soguk ve hatta sig gelmesi dogaldir. elbette ki abercrombie brad ile 3 katli bahceli mustakil cillop evde yasayan sarah in yuzeyselliklerine bizim durdugumuz yerden empati gostermemiz zordur - ancak yine de butun bunlarin bu guzel yapimi es gecmek icin sebep olusturmasina, filmde bir eksiklik olarak gorulmesini de bir sinemasever olarak kabullenmem mumkun olamaz. bu da boyle biline.
(ky3 - 17 Ocak 2007 01:50)
türkiye'de sinemalarda tutku oyunları adıyla gösterime girmiş film. evet yaratıcı (!) bir çeviri örneği daha..
(boo boo - 17 Ocak 2007 02:20)
türkiye'de tutku oyunları adıyla gösterime giren filmdir. daha güzel bir isim bulunabilir miydi bilmiyorum ama, bence gayet yerinde olmuştur. zira filmdeki bütün karakterler, bir şeylere tutkuyla bağlı insanlardır ve başlarına gelen her şeyi, tam da bu yüzden yaşamaktadırlar.itiraf ediyorum ki filme sadece, eternal sunshine spotless midn'dan hastası olduğum kate winslet için gittim ve fakat kate, hikayenin yanında hiçbir şeydi. yine de süperdi tabi.--- spoiler ---oğluna, işine, küçük kızlara, aşka, maceraya, illaki bir şeylere tutkuyla bağlı olan karakterlerin etrafında dönen bu filmde, izleyeni en çok rahatsız eden sahneler, şüphesiz ronnie'nin göründüğü tüm sahneler olmuştur. zira ronnie, pedofilidir. filmin sonunda, ronnie'nin annesinin sözünü dinlemek için yaptığı şey ise, başından beri filmi ''allah belasını versin, pis, sapık herif!'' diyerek izleyen arka koltukta oturan teyzenin ''hiii! ay yazık. ayayay!'' tepkisi vermesine yol açmıştır ki; verilmek istenen mesaj tam olarak buydu sanırım: ''hiçbir insan tamamen kötü değildir.'' ki bu mesaj, film boyunca diğer karakterler için de çaktırmadan verilmiştir.kanımca filmdeki, daha doğrusu hikayedeki en başarılı nokta ise, brad'in karısıyla sarah'ın karakter olarak tamamen zıt olmalarıdır. biri güzeldir, diğeri vasattır. biri kariyer sahibidir, diğeri evde oturmaktadır. biri küçük oğluna ''ne kadar muhteşem değil mi?'' deyip duracak kadar düşkündür, diğeri küçük kızını alenen ihmal etmektedir. biri çocuğuyla uyumayı tercih ederken, diğeri aşık olduğu adamla sevişmek için her şeyi yapabilecek kadar tutkuludur. brad ve sarah, sarah'ın evindeki çamaşır odasında sevişmektedir. sarah'ın kocası işte, küçük kızı ise odada uyumaktadır. brad: kendini kötü hissediyor musun?sarah: hayır.brad: ben hissediyorum.--- spoiler ---
(mavikedi - 20 Ocak 2007 03:29)
kacamayanlarin hikayesi…---spoiler---kirdim diyorsun zincirlerini,evet kopek de ceker koparir zincirini,kacar o da , ama halkalari boynunda tasiyarak / a. persius---spoiler--- ilk bakista iki birbirine benzeyen aile ve is-ev hayatinin monotonlugunun dislileri arasinda sikismis bulunan mutsuz iki cift, bir yere tutunma/siginma ihtiyacindaki iki insanin eslerini aldatarak birbiri ile takilmasi ve bu iliskinin bitmesi var bu filmde…peki gercekten de oyle mi? ya da o derece yuzeysel mi?filmin son cumlesinde verilen mesajla baslayalim:“gecmis gecmistir; degistiremezsiniz. ama gelecegi degistirmek icin birseyler yapabilirsiniz; bir yerden baslamak lazim…”sarah birseyleri degistirmeye calismis hatta bu yonde todd’den daha cesaretli olabilen bir karakter olarak onumuze cikiyor. hayatindan, kocasindan ve banliyo hayatinin rutinlerinden kacmaya calisan feminist bir gecmise sahip bir kisilik…gerci mevcut olani degistirmek yerine kacmaya calismasi aslinda en temel hatasi olsa da pek cogumuzun kacmayi bile deneyecek cesaretinin olmadigini dusundugumuzde cesareti olan bir kadin…ama bir yere kadar: sonucta filmin sonunda todd onu birakir birakmaz koca evine donuyor. zincirini koparsa da boynundaki halkalari tasidigini anlayabiliyoruz.brad icin bir yargiya varmak zor. bir taraftan hayatindaki eksiklikleri yavas yavas gideriyor; futbol takiminin iyi bir parcasi oluyor, aldatmaya baslamasi ile kiymete biniyor ve karisi onu kaybetmemek icin caba sarf etmeye basliyor ve hayali olan kaykay gurubuna katilarak isteklerinin cogunu o an icin gerceklestirmis oluyor. sonucta sarah’ya olan ihtiyaci azaliyor ve kacmak yerine kalmaya karar veriyor. brad bir taraftan sarah kadar cesaretli davranamamis ve kisir dongunun icine geri donmus biri olarak degerlendirilebilecegi gibi hayatta birseylerin degisebilecegini gorup guven tazeliyerek kacmak yerine kalmaya karar vermis biri olarak da degerlendirilebilir. bu konuda kararsizim…filmde daha cesaretli olabilen, risk alabilen kisinin pedofil karakter ronnie oldugu dusunulebilir…ancak her ne kadar oldukca cesaretli gibi gozukse de onunki de bir kacis sonucta…olanla mucadele edip tedavi gormek, savasmak yerine yasamina en problemli yerinden hem de cocuk parkinda son vermeyi secmesi ancak anlik bir cesaret olarak degerlendirilebilir. butun intiharlar kumulatif caresizlikler sonucu gerceklesir ve anlik bir cesaret gerektirir ne de olsa…kimi az kimi daha fazla cesaretli olsa da uc karakterimiz de boyunlarindaki halkalara razi bir sekilde anlik kararlar ve tutkular etrafinda oynanan oyunlari ile kacmayi deniyorlar. ama olani degisterebilecek istege ve cesarete hicbir zaman sahip olamiyorlar, kacmaya calisirken aslinda kendilerinden kacamiyorlar. anlatici her ne kadar “gelecege degistirmek icin birseyler yapmak lazim.” mesajini verse de hikayedeki kisilerin hayatlarini degistirip degistiremedigine dair birsey ogrenemiyoruz. film umut veren sozlerle bitse de sonuc olarak kacamayanlarin hikayesini dramatik ve umut vermeyen bir final ile sonlandiriyor. bu yuzden ne umutlu ne umutsuz, icinizde ortada bir yerlerde cikiyorsunuz salondan…
(segovia - 21 Ocak 2007 23:24)
---spoiler---sanki ipucu verirmişçesine madame bovary diyip durdular, üstelik konu kitaba bazen o kadar yaklaştı ki sonunun da ona benzeyeceğini sandım biran, ama olmadı, süprizlerden biri de bu olsa gerek. sanırım sarah son anda kızına gösterdiği şefkatle aldığı karar sayesinde emma bovary'ye duyulan tiksintiden kurtulmuş oldu, tabi kate winslet'ın sempatikliğinin de etkisi olabilir.brad'in çantasını kapıp da sarah ile buluşmak üzere parka koşarken kaykaycı çocuklara takılması sahnesinde bir arkadaşın sesli bir şekilde "erkekler, hepsi aynı işte!" demesi de sinir bozukluğundan mıdır bilemem kısa süreli bir kopuşa sebep olmuştur.---spoiler---
(chocuk - 23 Ocak 2007 01:16)
--- spoiler ---çocuğunu her ne olursa olsun* ,her ne yapmışsa yapsın seven,kollayan, değer veren, düşünen ve güzel bulan anne* izlenesi karakterdi kanımca.anladım ki annelik dünyanın her yerinde aynıymış ...--- spoiler ---
(urasil - 30 Ocak 2007 02:06)
karakterlerine, izleyicisine fazla mesafeli hatta ikisini de azıcık aşağılıyor, bildiğimiz hikayeyi bildiğimiz sinematografiyi bildiğimiz espri anlayışını mikrodalgalayıp veriyor, narasyon dediğin illa olacaksa tony takitanideki gibi olur hele finali yok mu amaan statükocu didaktizm pisuvarı… hayır yanılıyorsun! 1. postmodern güneşle aydınlanan çağımızda bu söylediklerin abesle iştigal. yeterince baudrillard okumamışsın. okuduğunu anlamamışsın. 1. onların hepsi bilerek akıllım. sen filme değil, filmin içindeki filme bakıyorsun. american gothic'e selam çakan şu ıssız banliyö atmosferine, tıpkı o porselen biblolar gibi yapay karakterlere filmin temsil* becerisine, aynaya ayna tutuşuna çıkar o trilbyni kelin gözüksün. 1. (bak bu önemli) gönül işleri işte bu aynalar üzerinden işler. aşk dediğin nedir? suret yanılsaması. kendimizi işe yaramaz bir aylak değil rus klasiği kahramanı, çaresiz ev kadını değil kırmızı mayolu seks divası, mahallenin sapığı değil anneciğinin birtaneciği olarak olarak görmemizi sağlayana yapışırız gördüğün gibi. 1. medeniyetler mesaj kaygısı üzerinde yükselir. parkta yakışıklı yabancılarla öpüşmemeli, bilgisayar karşısında kafamıza don geçirmemeli, yavrularımızı pışpışlamak yerine çamaşır makinesini spermlememeli, ayak tırnaklarımıza mavi oje sürmemeliyiz (kalın kaş serbest)1. yemeği yaktım, banka hesabımızın tamamını monte carlo’da harcadım, seni aldattım. ama hepsi bilerek. sayılmaz.
(mental - 30 Ocak 2007 10:47)
uzun zamandir amerikan filmlerini izlemekten vazgecmis bir bunyeyi hos kilabilen bir film...little children; oylesine yerlere dokunuyor ki, bir soru sormaya bile firsat birakmiyor. tum deliklerini tikiyor sanki vazonun hic bir yerinden su sizmasina olanak vermiyor. sadece aşk ya da aldatma da degil anlatilanlar, icinde aile, komşu ilişkileri, ebeveyn iliskileri, cocuk sevgisi, cocuklarin dunyasi ve tabii ki yetiskinlerin hayatlari var ve bunları alelen gorebiliyorsunuz ve hatta bazen karsilastirma imkaniniz bile oluyor. yalniz insanlari, iskolik insanlari, eve kapanan kadinlari, calismayan erkekleri, isinden ayrilmis insanlari, anne icgudusunu, cocuklarin saf hallerini, asik insanin yapabileceklerini... hepsini hissettiriyor bir bir. filmde en guzel sey ise cocuklar..tum olaylarin icinde olan kucuk, tatli bedenler ve tabii ki masum kucuk hayatlar. ve filmdeki ic ses benim simdiye kadar sinema filmlerinde gordugum en iyi seslerden, soyle ki; kisinin icinde bulundugu durumu oylesine guzel tarifliyor ki her nekadar siz de ayni seyi dusunuyor olsaniz bile daha da bir kuvvetlendiriyor anlamini. sorgulamaya hazir hayatlar gerek insanliga, farkli taraflarindan bakabilme gucu vermeli hayat.. bazen kendini kaybetmeli, sonrasinda karmasikliklarin icinde kendi kendini sorgulamali tum gercekligiyle...
(senkop - 14 Şubat 2007 16:17)
"hayatta ne önemlidir?" sorusuna "elinizdekiler." yanıtını veren film. geri kalan mutsuzluklar sizin kuruntunuzdur, doyumsuzluğunuz ve tatminsizliğiniz yüzündendir. o kapıdan hiç bir zaman çıkıp gitmeyeceksiniz ama, yine de aralık kalsın istersiniz.seçtiğinden vazgeçme oyunu, sonunda, yeniden onu seçeceğini kendine kanıtlamak içindir.eski tanıdık hikaye yani; başından beri biliyorduk sarah ve brad'in terk edip gidemeyeceklerini. bahaneleri ne denli güçlü olacak'tan ibaretti bütün merak. finalin tüm yaptığı ise öğretilmiş gerçeğe övgü; oysa bunda yüceltilecek ne var ki...lord henry şöyle der: "herkes aşktan ölmekten söz eder ama kimse ölmez. "işte bu yüzden eğer mümkünse, tıpkı dorian gray'in sybil'i gibi ölebilenlerin hikayelerini dinlemek istiyoruz, çünkü biz zaten ölemiyoruz.
(jeordie - 30 Aralık 2007 03:27)
--- spoiler ---kathy'nin kocam bu sene sınavı kazanacak diye düşünüp hayaller kurmasına, evi tek başına geçindirmesine ve bir sürü özveride bulunmasına rağmen brad'in o sınava girmemesi hatta yerine sarah ile kaçamak tatil yapması iç acıtmıştır.--- spoiler ---
(mademoiselle jeilempti - 22 Ekim 2009 11:26)
little children, sonu kotu biten bir filmdir. ve bizler mutlu sonlari sevmez, kotu sonlu film arariz. ama sonra, mutlu sonlarla belirsizlikleri hafizamiza kazir, kotu sonlari uzaklara firlatiriz. cunku onlar uzaklara gitmeyi istetir insana. yaninda hicbir sey olmadan -ama onun elleri belindeyken- cunku onlar, agzina sicar. gozunu bir mutlu sona kapatmayi istedigine dair butun umutlarini elinden alir ve biter. kabullenmek de, ustesinden gelmek de zordur ve kabullenmek ya da ustesinden gelmek yerine cope atariz onlari. umutlarimiz cope gitmesin diye. ask zamansizdir. bir baba cocugunu omzuna alir. ask metrekareye 10 insan dusen bir havuz basinda kirmizi mayoyla guneslenmektir. bir baba camasir makinesinin uzerinde, senin uzerinde gider gelir. en cok, yagmurda sirilsiklam olmayi sectigin anlarda asik olursun. butun sorumluluklardan kacmayi babalar cok sever. dedim ya.. uzaklara gitmeyi ister insan. giderken de asik oldugu adamin kokusu ustune sinsin istemez. burnuna gelsin ister taze bir bicimde. ama ask bicimsizdir. ama ne babalar ogullari olene ne de oglanlar babalari onlari terk edene kadar buyuyebilirler. ask, gelecek diye beklemektir en cok. bir baba, kafasini patlatir bir kaykay ustunde.
(angelfake - 9 Ocak 2010 03:48)
bu filmde beni benden alan iki sey vardir:1-oyunculuklar2-patrick wilson'in götü. buna popo denmez ya. buna bildigin göt diyeceksin; ancak o zaman bir anlam ifade eder.
(bloody cool - 26 Ekim 2010 06:13)
uzun zamandır hiçbir filmden etkilenemiyorum, eskiden bir film izler, bir ay düşünürdüm diye şikayet eden birilerinin (bkz: krakendim) gece boyunca uykusunu kaçıran filmdir. bunda patrick'in götü umarım küçük bir rol ya da hiç rol oynamamıştır. hem gerildik, hem iğrendik, hem güldük, hem tahrik olduk hem hem hem... ne filmdi yahu!
(matthew mccourt - 26 Aralık 2011 09:54)
filmin en güzel sahnesi bir kaç teyzenin oturup madame bovary tartıştıkları sahnedir. kate ablamız tutkuyla birleşik akademik dili yoğun bir analiz yapınca o dakkaya kadar roman karakterini sorgulayan teyzemiz baktı kaçış yok, hafif bir iç çekmeyle şunları söyler:"maybe i did not understand the book"
(24 saat uyuyan adam - 22 Nisan 2012 21:32)
sen;dünyanın neresinde duruyorsan, merkezi orasıdır, diyen, film.seyredin ve sorun kendinize!... neresindesiniz?dünyanın bir yerinde; gösterişli büyük evler, küçük şirin yatak odaları, sokaklar, parklar, havuzlar... içlerinde; yürüyen, koşan, duran...,sıradan, bezgin, yorgun, aç, çaresiz, tutsak...,acımasız, acınası..., çocuklar, anneler, babalar, sapıklar, katiller, aşıklar...sadece insanlar!hepsinin söylemek istedikleri var.hayatın geçip gitmesini bekleyen ya da geçmeden onu yakalamaya çalışan insanlar.bildiğimiz tanıdığımız,bazen çok sevip , bazen nefret etttiklerimiz.bazen çok yaklaşıp kendimizden parçalar bulduğumuz, bazen de, asla onun yaptığını yapmazdım, diyerek, yargıladıklarımız.içimizden, ama içindekileri bilmediğimiz, insanlar.iyi ve kötü, doğru ve yanlış, arasındaki fark ne kadar kesindir?kötü olduğunu, doğru olmadığını, bildiğimiz şeyler yapmadık mı hiç?iyi olmak, yanlış yapmamak, başkalarını üzmemek için vazgeçtiklerimiz ile mutlu mu yaşarız bir ömür?kimimiz için, cesaret olan; kimimiz için ,korkaklık mıdır?pencerenden baktığında sadece önündeki sokağı görürsün, yüksek bir tepeden baktığında ise koca bir şehri.dedimya; neresinde duruyorsan hayatın, gördüklerin, yaşadıklarındır, seçimini belirleyen.ama, bir başkası da, senin seçtiklerinin tam tersini seçti diye, senden daha az insan değildir.çünkü kimse, yarın nerede olacağını ve neyi seçeceğini bilemez.hayat, bazılarının içinden yürüyüp gider, bazıları ise hayatın içinden...
(inthedwarf - 26 Aralık 2013 02:01)
Yorum Kaynak Link : little children