Süre                : 2 Saat 7 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Aralık 2003 Cuma, Yapım Yılı : 2003
Türü                : Drama,Aile
Ülke                : Türkiye,Hungary
Yapımcı          :  Alfa Film
Yönetmen       : Ömer Kavur (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Ömer Kavur (IMDB)(ekşi),Macit Koper (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Ugur Polat (IMDB)(ekşi), Lale Mansur (IMDB), Çetin Tekindor (IMDB)(ekşi), Ismail Hacioglu (IMDB)(ekşi), Aytaç Arman (IMDB)(ekşi), Berrin Koper (IMDB), Ani Ipekkaya (IMDB)(ekşi), Yüksel Arici (IMDB), Kamran Usluer (IMDB), Tomris Incer (IMDB), Zafer Atli (IMDB), Haluk Ayvazoglu (IMDB), Günay Ibicioglu (IMDB), Can Kolukisa (IMDB), Rafa Radomisli (IMDB), Güzin Usta (IMDB), Muzaffer Çetinyilmaz (IMDB), Süeda Çil (IMDB), Necmettin Çobanoglu (IMDB)

Karsilasma (~ Rencontre) ' Filminin Konusu :
Karsilasma is a movie starring Ugur Polat, Lale Mansur, and Çetin Tekindor. The story of a man who believes he's been presented with a new life where he witnesses his son's resurrection.

Ödüller      :

SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Best Cinematography, Best Film, Best Screenplay, Most Promising Actor, Best Director, Best Supporting Actor


  • "bu filmde uğur polat'ın ismi sinan, mesleği mimardır. mimar sinan diye karizma yapıyor. lale mansur ile uğur polat'ın durduk yere sevişmeleri güzeldi de ne ara o kadar aşk yaşadılar anlamadım."
  • "antalya altın portakal film festivali'nde en iyi film dalında ödül alan, halk jürisi tarafından da en iyi film seçilen ömer kavur filmi"




Facebook Yorumları
  • comment image

    çekimleri istanbul, edremit, çanakkale ve bozcaadada altı haftada tamamlanmış olan, senaryosunu ömer kavur ve macit koperin yazdığı farklı bir film. senaryosu çok farklı gelişmiş olsa da film ilk andan itibaren bana oğul odası filmini çağrıştırdı. ölümle yaşam arasındaki ince çizgi üzerinde yürüyen iki adamın karşılaşması ve suçluluk duygusu, geçmişle hesaplaşma ve mutluluğu sorgulamak üzerine kurulmuş başarılı bir oyuncu kadrosuna sahip bir filmdi. birkaç yerde mantığa aykırı diyaloglar gelişse de bence kesinlikle izlenilmeye değer bir filmdi.


    (henalama - 4 Şubat 2007 22:44)

  • comment image

    markar esayan'in hayy kitaptan cikan yeni romani... su gibi akan bi kitap olmus...

    hrant dink’e adanmış bir “yeniden barışma” romanı:
    karşilaşma

    “aylardan nisan... ülke karışık, memleket huzursuz… ilahlar kurban istiyor. devletin başına üç çılgın geçmiş. pehlivan usta onlara böyle diyor. ‘ağzıma almam onların adını’ diyor. ‘koca bir memleketi mahvettiler. bize de, tüm halka da kıydılar.’ nisan’ın sonlarına doğru sözüm ona memleket aleyhine çalışan ermeni cemiyetlerinin önde gelenlerinin tutuklamak üzere dahiliye nazırı talat paşa imzalı bir tamim yayınlanıyor. istanbul’da ne kadar ermeni aydını varsa tutuklanıyor. güruh istanbul’dan yayılarak mayıs ayı sonlarına doğru tüm anadolu’yu kaplıyor. yüzler binler, binler on binler, on binler yüz binler oluyor ve oburca bir uğursuzlukla artıyor. şer ıspatulasıyla kazıyor ermenileri tüm anadolu’dan. erkeklerden arındırılmış, yaşlı, kadın ve çocuklardan müteşekkil yarı canlı, yarı cansız, isimsiz kafileler yolları dolduruyor. anadolu’nun bu kadim halkı, osmanlı’nın millet–i sadıka’sı, güneye, çöllere, vakitsiz, zalim ölümlere savruluyor.”

    “bir yanda fazla hatıra, bir yanda da fazla unutuş varsa, doğru bir hatırlama siyaseti icat etmenin de vakti gelmiştir” diyor paul ricoeur. ermeni, türk ve kürt ve diğer nice anadolu halklarının başından geçen hazin olaylardan sonra, neredeyse tamamen bir bellek kaybıyla geçirdik son bir yüz yılı. ne zaman kurban, ne zaman haklı veya ne zaman haksız olduğumuzu bilemez bir halde, bizim yerimize konuşanları dinledik hep. işte 1915 ve sonrasında yaşananlar da hep bu kolalı, steril, içinde yaşayan insanların olmadığı resmi söylemlerle ulaştı bize. bugün tamamen siyasi bir konu haline gelen bu trajedi, sadece ermenilerin değil, bizim trajedimiz, bizim hikâyemiz. peki biz nasıl yaşadık o günleri? hâlâ hatırlayabiliyorsak, neler var aklımızda o kara günlere dair? ve belki de en sihirli olanı, gerçek, nasıl oluyor da eninde sonunda bulduruyor, unutturmuyor kendi varlığını bize?

    bu roman, aralarına düşmanlık, kin ve mesafe girmiş sıradan, küçük insanların karşılaşmasını anlatıyor. ödüllü yazar markar esayan, dostu hrant dink’e adadığı karşılaşma’da sadece ermenileri değil, tüm anadolu halklarını derinden sarsan bir trajediyi sıradan insanların ağzından aktarıyor. tarihin büyük anlatılardan değil, sade, sıradan insanların belleğinden yeniden dirilişini konu ediniyor. gerçek, tartışmasız ve doğru olma iddiasında da değil üstelik. belge, kanıt ve sav sunmuyor. hiçbir şeyi kanıtlamak telaşında da değil; çünkü bunu hedeflemiyor. neredeyse bir asır evvel, kardeşliklerini kanlı bir sunağın önünde kurban etmiş halkların yeniden barışmasının, kavuşmasının hikâyesi bu.

    kutsal addedilen o tarihi belgelerde birer sayı ve terimlerden ibaret olan sıradan ve önemsiz insanların hikâyesi.

    hayykitap’tan yayınlanan markar esayan’ın karşılaşma adlı romanı, son dönem türk edebiyatı’nın önemli soluklarından birisi olacak. daha önce yayınlanan ve inkılap roman ödülü alan ‘şimdinin dar odası’ndan sonara bu eseriyle de, edebiyatın büyüleyici anlatısını ustalıkla kullanıyor yazar. kendi hikayelerine sahip çıkan ‘küçük insanların ‘büyük’ siyasetlere nasıl direnebildiklerini masalsı bir dille anlatıyor. çöplük mahallesinde yaşayan bu insanların, sıradan, öylesine akıp giden hayatlarında vicdanın yerini sorgulatıyor okura. iki ayrı ama kadim dost toplumun yaralarını sarmaya çalışıyor. “burada kanımca hepimizi alakadar eden derin bir sır gizli. bir yerlerde, bir vakitler bir terslik olmuş, çok büyük bir hata yapılmış sanki. cam bir bardak içinde hapsolmuş zavallı sinekler gibiyiz.”


    (kediaman - 29 Eylül 2007 20:37)

  • comment image

    aman allahım.

    filmin milimetrekaresi başına 37 tane gizem düşüyor! ne bu ya? zannedersin hepsi evrenin sırrına ermiş de diğerlerine "kafayı oynatırlar zaar" deyip söylemiyor, kasvet film boyunca diz hizasını geçiyor.

    film boyunca birileri birisini yanına takıp onu bilmediği yerlere götürüyor, götürülen de uysal koyun gibi başını öne eğip gidiyor. hele otelin adının deja vu olması, vay anam vay, müthiş bir buluş! kilitlenip kalıyorsunuz.

    gerçi severim ikisini de ama; filmin senaristliğini yapan iki şahsın da * * tüketim alışkanlıklarımızın artık akışkan denebilecek bir düzeyde olduğunu kavrayamamış vaziyette, ağda kıvamında cümleler ile söz konusu akışkanlığın sağlanması tabii ti mümkün değil. rahmetlinin de arkasında konuşuyormuş gibi oluyorum.

    aldığı kucak dolusu portakal ödülüne bakılırsa; ya bu antalya film festivalinin jürisi bana gıcık ya da ben onlara. o kadar çok portakal ödülü almış ki, sık suyunu iç, marmelat yap, sulu sulu midene indir, kabuğundan reçel yap gene de bitmez allah bitmez.

    ufacık bir diyaloga hayatın anlamını bulma görevi yükleme telaşı bu filmde, neye hizmet ettiği anlaşılmayan karanlık çekimler bu filmde, katil cinayet mahalline dönermiş türü zorlama replikler bu filmde, aytaç arman'ın deneyiminden gerektiği gibi yararlanamama halleri bu filmde, işin içine bir de yağmur erotizmi sokarsam kasvetli havayı dağıtabilirim uğraşı bu filmde, hem o silah nasıl oldu da o kutudan çıkmadı açıklanmaması bu filmde, ismail hacıoğlu'nun boyunu aşan oyunculuğu bu filmde, kupa ası, duvarda şarap şişesi kırma gibi birbirine gönderme yapan zorlama imgeler bu filmde, koş vatandaş, koş ne ararsan bu filmde.

    çetin tekindor'un oyunculuğuna replikleri sinen bütün yapıtları seyretme zorunluluğu hissedecek kadar inanırım, ancak o bile filmi benim gözümde kurtaramadı.

    filmin sonunda "oh be, iki saatim gitti ama, değdi doğrusu" diyemedim.

    bunca altın portakal almasını ilkokul geyiği ile karşılayabilirim ancak, altın portakal değil, altın körtopal...

    düzeltmenin notu: hırs insanın omuriliğini kırarmış, neden öfkelendiysem, yanlış yazılan kelimeler ikinciye düzeltildi *


    (nevtek - 19 Ocak 2009 17:27)

  • comment image

    --- spoiler ---

    bu filmde uğur polat'ın ismi sinan, mesleği mimardır. mimar sinan diye karizma yapıyor.

    lale mansur ile uğur polat'ın durduk yere sevişmeleri güzeldi de ne ara o kadar aşk yaşadılar anlamadım.

    ---
    spoiler ---


    (cella - 12 Ekim 2011 17:33)

  • comment image

    kadın gece heyecandan uyumadan sabahı etti. büyülü bir gün yaşayacağını hissediyordu içi ta en derinden… eski günlerden kalma güzel bir gün…günlerdir beklediği, sabırsızlandığı güne dinlenmiş ve sakin başlamak istedi daha geceden… sabaha doğru uyumayı başardı, iki üç saat uykudan sonra uyandığında daha iyi hissetti kendini, hazırlandı… eski günleri hatırlatacak beyaz gömleğini giydi. eteği yeniydi, ayakkabıları o zamanlardan kalma… aynı ruj, saç idare eder. aynada son haline baktı… ilk karşılaşma anını düşündü, hissetmeye çalıştı… “ortaya karışık” haliyle kendini sokağa attı.

    adam günler önce kadından aldığı haberi hiç unutmadı. buluşacakları günü, saati aklından çıkarmadı. gece uyumadan, neredeyse sabaha kadar içti. hemen sabah olsun istedi… erken kalkmaya alışkın değildi, gece uyumamayı seçti…geceden kalma sabaha hazırlandı. kadının onu en beğendiği, en güzel hatırladığı haliyle, kirli sakalı, en güzel kokusuyla attı kendini dışarıya…

    en kızgın ve en korkak anında, "vazgeçmekten korktukça mutsuzluğun içinde debeleniriz, dibe çökeriz, aldığımız küçücük soluğu mutluluk sanırız; oysa ki vazgeçmek özgürlüktür" diyen kadın koşarak eski güzel günlerinden birini yaşamaya giderken, her şeye rağmen, “ bütün saadetler mümkündür” diyecek kadar güzel hayalleri olan adam ona geliyordu.

    önceden kalan yaralarını birbirleriyle iyileştiren, kurutan kadınların ve adamların ayrılıkları ölüm acısı gibidir. birbirlerinde kalan yaralar eskisinden daha beter acıtır, üst üste kabuk bağlamaya çalışırken ufacık bir sürtünmede, darbede yeniden kanar, yara genişler. bunu adam da kadın da biliyordu. ama bu karşılaşma kadın için bir nefes alma, haftaların yükünü biraz hafifletme, rüyalarında bile göremediği adama birkaç saatlik kavuşma olacaktı. sonra yeniden ayrılacak olmaları acısını daha da arttıracaktı ama olsun, değerdi…

    adam için de çok farklı değildi. aynı kalp aynı insan için atıyordu hala…

    buluşacakları yere önce kadın gitti, biraz doğallaşabilmek için, karşılaşmayı doğallaştırabilmek için yiyecek bir şeyler söyledi, hiç aç değildi… yüzü kapıya dönük oturdu, gazete okuyarak beklemeyi denedi, başaramadı. gözü hep kapıdaydı. gazeteyi bıraktı. bir şeyler yemeye çalıştı. gözü yine kapıya takıldı. adamın geldiğini gördü, adam gülümseyerek yaklaştı. kadın ayakta karşıladı, yanakları birbirine değdi. adam güzel koktu, bildik kokusu… taze sıkılmış parfümünün kokusu… kadının içi rahatladı, adam bilirdi kadının bu kokuyu ne çok sevdiğini ve bir tek ona yakıştırdığını… adam da kadına baktı, kadın da aynıydı, değişmediğini gördü…

    çok sıradan görünen bir büyülü karşılaşmanın ardından birlikte oldukları birkaç saat boyunca işlerinden, ortak tanıdıklarından, gündelik hayatlarından söz ettiler. yaralarına hiç dokunmadan sadece bir kez “ seni özledim” dedi adam… kadın dudaklarının titremesini saklayamadan adama baktı yalnızca… acılarını hissettiler…

    birbirlerine ayrılan sürenin ardından birlikte yürüyerek, kolları birbirine sürtünerek meydana geldiler, durdular… sarılıp “ tekrar görüşürüz” dediler…
    adam biraz ilerledi, durdu. uzaklaşan kadının arkasından baktı. kadın da durdu, adama baktı. bugünün koyu gölgesinde yaşadıkları eskiden kalma güzel bir günün sonunda birbirlerine el sallayarak yeniden ayrıldılar…


    (dancemetotheandoflove - 26 Ağustos 2013 23:09)

  • comment image

    tempo, anlatım ve diyaloglardaki sorunlardan iyi oyunculuklarla bir nebze sıyrılabilse de ilk karşılaşmanın çıkış noktasında kocaman bir yanlış bulunduran film. sorun şudur ki kemoterapi gören hastalar, hele ki tedaviden sonraki ilk bir hafta içinde kendilerini kolay kolay toparlayamazlar. ne doğru dürüst yemek yiyebilirler ne de iş yapmaya halleri olur. sürekli ölüm korkusuyla yaşadığı söylenen hasta o ağır ilaçlarla ilk gecede içki içmek şöyle dursun istifra etmekten kendine gelemez. kemoterapi gören hastaların çoğunda öyle gür saç olmaz. aksiyondan aksiyona da koşamazlar, zira akyuvar oranı çok düştüğü için kolayca hasta olabilirler.

    senaryoya bu ayrıntıyı katmadan önce biraz düşünüp birilerine sorsalarmış keşke.


    (mortello - 27 Eylül 2004 18:29)

  • comment image

    ömer kavur'un macit koper'le birlikte yazdığı karşılaşma yaşam ve ölüm diyalektiği üstüne kuruludur ve daha ilk sahnelerde yönetmenin saat fetişizmini yansıtır. film boyunca cep saatleri, duvar saatleri, kol saatleri çerçeve içinde görünür. aynı zamanda kavur'un son uzun metrajlı filmidir. bunun ardından televizyon için birkaç film çekmiştir sadece.

    kumarhane işleten mafyatik mahmut saygıner (çetin tekindor) bir sahnede, oscar wilde'a atıfla şöyle der:

    "herkes sevdiğini öldürür. ben kendimi sevmem ki öldüreyim."

    bu örnekten hareketle denebilir ki karşılaşma, yaşamda kalmayı seçenler ile ölmeyi tercih edenlerin yaşadığı gelgitleri, vicdan muhasebelerini, arafta kalışları, sevgisizlikleri, en sonunda dejenere olan insan ilişkilerini, kusurlu evlilikleri ve yitip giden zamanları anlatan, yanı sıra zaman kavramından kalkarak hayatı ve hayatın anlamını sorgulayan bir filmdir. bu yanıyla tipik ömer kavur temalarını bünyesinde barındırır.

    sinan (uğur polat) ile mahmut'un karşılaşması baba ile oğul döngüsünün, dostluğun, sırdaşlığın ve en önemlisi de yaşamayı öğrenmenin kişisel mücadelesine dönüşür. sinan, mahmut'un ölümünü içselleştirerek yaşamayı, yaşamda kalmayı tercih eder. bazen böyle beklenmedik şoklar gereklidir insana; dönüp aynaya dosdoğru bakabilmesi için. aksi takdirde intihar moda olurdu.

    elbette intihar etmeyi düşünenlerin çoğu ahlaki olarak samimiyetsizdir ya da bunu nasıl göze alabileceklerini bilemedikleri için erteleyip dururlar. sinan intiharı düşünmekle kalırken, aslında intiharı samimiyetsizce sürekli erteleyip dururken mahmut kendi silahıyla kendisini öldürtür; hem de öz oğluna! bu bakımdan en azından dürüst davrandığı, samimi olduğu sonucuna varılabilir. sinan ise samimi değildir onun kadar; olgunlaşabilmesi için biraz daha zaman gereklidir.

    gene de şu notu düşmekte fayda var: ömer kavur'un son iki filmi (melekler evi ile karşılaşma) kimi güzel anlarına rağmen kendisinden bekleneni vermekten uzaktır.


    (hanging rock - 20 Eylül 2016 17:24)

  • comment image

    yora'nın demosuna adına veren şarkısı

    gülüşlerin afyonu tükendiğinde
    yorgunduk hepimiz
    zindanlara kapattığımız hayaleti
    serbest bıraktık

    ruhlarımızın coşkuları renkleriyle ilk kez karşılaşmış gibi

    gözyaşlarımıza verince söz hakkını
    susmadılar hiç
    öldürüp kuyulara attığımız çocuklar
    dirilip oyunlar oynadılar

    ruhlarımızı coşkuları renkleriyle ilk kez karşılaşmış gibi

    kimse utanmadı
    gözyaşlarından ya da insan olmaktan
    bazı bazı hatırlamak gerek diyerek şehirlerimize döndük


    (sebze - 20 Haziran 2005 14:24)

  • comment image

    "skandâl" film. sevgili yazarlar belirtmiş, "dışarda koskocaman bir hayat bizleri bekliyor" diye konuşan uzaydan gelmiş türkler, "biliyorsun katiller cinayet mahallerine geri dönermiş; belki bir tane daha işlemek için ne dersin?" diye "kuşkulu" şahısla diyaloğa giren ekipler amiri vs. vs. filmde tek gerçek replik 2.1 saniye boyunca konuşan, "abi üst katta misafirin var" diyen ve muhtemelen aktörlük filan yapmayan ustabaşı rolündeki kişiye aitti. bu filmin alabileceği tek ödül bu zata verilecek en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülü olabilirdi. lale mansur'un eşsiz türkçe telaffuzlarını da filmdeki rolünün rumca karışmış türkçe aksanlı biri olduğuna yorarak kasıtlı yapılmış bir şey olduğunu varsayıyorum.
    hızımı alamadan devam ederek belirtmek gerekirse, 2001 filan yapımı olduğunu sandığımız filmde müzikler seksenli yılların sosyal içerikli bunaltıcı filmlerinden biriden aynen alınmış havası vermekte, konuşmalar sette kaydedilmemiş, her oyuncu stüdyoda daha sonra kendisini (asenkron şekilde) seslendirmiş, bir de zaten oyuncuların bir kısmı yabancı filmlerin dublajında binlerce kez iş yapmış adamlar olunca film bir sunilik şahikası olmayı kolayca başarmıştır.


    (poturgilinpotur - 24 Haziran 2005 14:20)

Yorum Kaynak Link : karşılaşma