Süre                : 1 Saat 37 dakika
Çıkış Tarihi     : 26 Kasım 2004 Cuma, Yapım Yılı : 2004
Türü                : Komedi,Drama,Aile,Romantik
Taglar             : sinema,oğlan,karpuz,Çocukluk,Çocukluk fantezi
Ülke                : Türkiye
Yapımcı          :  Istisnai Filmler ve Reklamlar (IFR)
Yönetmen       : Ahmet Ulucay (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Ahmet Ulucay (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Fizuli Caferof (IMDB)(ekşi), Gülayse Erkoc (IMDB)(ekşi), Hasbiye Günay (IMDB)(ekşi), Kadir Kaymaz (IMDB)(ekşi), Ismail Hakki Taslak (IMDB)(ekşi), Ahmet Ulucay (IMDB)(ekşi), Boncuk Yilmaz (IMDB)(ekşi), Mustafa Çoban (IMDB)(ekşi)

Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak (~ Boats Out of Watermelon Rinds) ' Filminin Konusu :
Recep ve Mehmet yazları, köylerinin yakınındaki Tavşanlı kasabasında çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur. Recep bir karpuz satıcısının, Mehmet ise bir berberin yanında çalışmaktadır. Her ikisi de sinemaya delicesine tutkundur. Bu tutkunun sonucu olarak geceleri köydeki evlerinin terkedilmiş ahırında bir yandan derme-çatma bir film projeksiyon makinası yapmaya çalışırken, diğer yandan da hayatlarını tümden değiştirecek olan rejisörlük hayalleri kurmaktadırlar. Köyün delisi Deli Ömer de çocukların bu sinema sevdasının tek tanığı ve destekçisidir. Recep bir gün, kasabada oturan ve ineklerine yedirmek için ham karpuzları toplamaya gelen Nezihe adlı, iki kız çocuğu olan dul bir kadınla tanışır. O günden sonra sık sık çay içmek veya kahvaltı etmek için bu kadının evine giden Recep, yaşça ondan büyük olan Nezihe'nin büyük kızı Nihal'e ilgi duymaya başlar. Nihal ise bu yabancı, köylü oğlan çocuğun eve girip çıkmasından bile rahatsız olmakta, ona elinden geldiğince ters davranmaktadır. Küçük kardeşi Güler ise ablasının aksine Recep'e ilgi duymakta, ancak o da bu ilgisine karşılık bulamamaktadır

Ödüller      :

!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali:Best Turkish Film of the Year
San Sebastian International Film Festival:
SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Best Film, Best Screenplay, Best Director, Most Promising Actress


  • "türkiye' de sattığı biletlerden çok avrupa' da ödül almıştır."
  • "filmin yönetmeni ahmet uluçay film hakkında şöyle bir yorum yapmış : "korkuyorum, birisi bir şey derse ölürüm gibi geliyor. ""
  • "kola içip yağlı patlamış mısır yeme alışkanlıkları olanların fazla beğenmeyeceği, seyrederken ince belli bardaktan çay içilesi film."




Facebook Yorumları
  • comment image

    7 haziran 2009 7. sınıf sbs, a kitapçığı, 12. soruda:

    “karpuz kabuğundan gemiler yapmak” yönetmen ahmet uluçay’ın kendi hayatının bazı kesitlerini yansıttığı bir filmidir. film, türkiye’de ve uluslararası film festivallerinde birçok ödül almıştır. konusu şöyledir: recep ve mehmet yazları, köylerinin yakınındaki tavşanlı kasabasında çıraklık yapmakta olan iki çocuktur. recep bir karpuz sergisinde, mehmet ise bir berberin yanında çalışmaktadır. her ikisi de sinemaya tutkundur. geceleri, terk edilmiş bir ahırda, derme çatma bir film makinesi yaparlar ve günün birinde yönetmen olacaklarını hayal ederler. fakat onların bu uğraşlarını ve hayallerini kimse ciddiye almaz. ne kasabadaki fotoğrafçı ne aileleri ne de kasabadaki sinema salonunun sahibi...

    bu metinde tanıtılan filme ahmet uluçay “karpuz kabuğundan gemiler yapmak” ismini verirken hangi düşünceden yola çıkmıştır?

    a) bazen kimse hayallerinizin gerçekleşeceğine inanmaz.
    b) insanoğlu hayal etmeden yaşayamaz.
    c) insanlar boş hayallerle de mutlu olmayı bilirler.
    d) büyük hayaller için küçük adımlar yeterli değildir.


    (bir de bana sor - 11 Nisan 2011 15:41)

  • comment image

    tabutla başlamasına rağmen, umut dolu bir film.. film ya dolu dolu.

    izleyince, öleceğim bir gün ve yine böyle güzel filmler çekilecek, izleyemeyeceğim diye inceden kederleniyor insan. neyse ki çok fazla çekmiyorlar diyip, tekrar eski neşenize kavuşabilirsiniz orası ayrı. laz olunca, öyle dengesizlikler görülmüyor değil.

    bir de bu filmde bir kez daha fark ettim ki, karpuzları elden ele atıp, istifleyen insanlar acaip mutlu insanlar bence, kıskanıyorum onları ben. öyle değil mi?


    (sadelisu - 24 Ocak 2012 22:16)

  • comment image

    teknik imkansızlıklar, maddi yetersizlikler vıdı vıdısı yapan genç yönetmen adaylarına defalarca izletilesi film. maharet ne kamerada, ne paranın gücünde; maharet, ufkunun, bakış açının genişliği, maharet, sinema tutkusunun altını doldurmak, maharet, şiirden, romandan, müzikten, resimden, felsefeden beslenmek, maharet, bunları sentezleyebilmek.

    bunlar yoksa sende son teknoloji ürünü kamerayı da verseler, işinde en iyi teknik uzmanlara da sahip olsan boş. gider fetih 1453 filmini çekersin en fazla.


    (kendini begenmis genc soylu - 28 Mayıs 2012 13:17)

  • comment image

    "güzel anılar gibi hüzünlü, hüzünlü şarkılar gibi güzel"* iki küçük çocuğun (mehmet ile recep) bir büyük hikayesi. izlediğim en naif filmlerden biri. ve pek tabii ki beyaz giyme toz olur türküsünü farklı bir yere koyma sebebi.


    (suyunrengi - 26 Temmuz 2012 17:47)

  • comment image

    türk sinemasında daha önce bir benzeriyle karşılaşmadığımız bir dünyası, rengi ve sesi olan, bir tek anında bile içtenliğinden şüphe etmeyeceğiniz bir ahmet uluçay filmi. sinema böyle bir madenden yola çıkmalı.


    (del fuego - 25 Mayıs 2004 14:12)

  • comment image

    kola içip yağlı patlamış mısır yeme alışkanlıkları olanların fazla beğenmeyeceği, seyrederken ince belli bardaktan çay içilesi film.


    (taimsten - 29 Kasım 2004 18:58)

  • comment image

    insana kendini evinde hissettiren, gımıldak recep ve mehmet'iyle, diyaloglarıyla, içimizde "orada" olma arzusu uyandıran ege (kütahya) şivesi, mefta olmuş nuriye'ye hala aşık tatlı delisi, evin içindeki yatır ve köyün hafif cinli-perili atmosferiyle ve de tabii "beyaz giyme toz olur" türküsüyle ustalara dudak ısırttıracak kadar güzel bir film kanımca. başladığı andan itibaren filmin sonuna kadar yüzünüzdeki tebessüm hiç eksilmeyecek emin olun.

    "saniyede 24 kare geçiriyoz ama yine de resimler gımıldamıyo didee" diye evlerinin üst katındaki yatıra her akşam dert yanan recep'i hiç unutmayacam herhalde. son bilmemkaç yıldır beni bu kadar mutlu eden, huzur veren bir film izlemediydim.


    (tenar - 11 Aralık 2004 15:56)

  • comment image

    samimiyet şaheseri bir film; yılmaz erdoğan gibi uçan kameralar, şunlar bunlar kullanmalarına rağmen ufacık bir samimiyet pırıltısı yakalayamayıp en fazla yönetmencilik oynayanlara izletilmeli en çok. "daha ne yapacağıdın anasını ağlattın saçların..." diyordu ya recep filmin bir yerinde "daha ne yapacağıdın anasını ağlatmışssın sinemanın" demek gerek ahmet uluçay'a. aslında en önemlisi filme girerken karşılaştığımız hikayeci mustafa kutlu'nun da dediği gibi şu aralar ağır bir hastalık geçiren ahmet uluçay'ın bu hayalinin gerçekleştiğini dünya gözüyle görmesi; kaçımız çocukluk hayallerine bu kadar yaklaşabiliyor ki. ne mutlu ona ve ne mutlu türk sinemasına; böyle bir yetenekten en azından bir uzun metrajı tarihine ekleyebildiği için.

    edit: yılmaz erdoğan'ın son olarak filmini eleştirenlere 5 milyon teklif etmesinden sonra, daha fazlasını ahmet uluçay'a vermek geliyor insanın içinden, zira bay yılmaz erdoğan'ın zorlama filmleri 5 milyon ediyorsa kafadan 25 milyon eder bu film.


    (ama arkadaslar iyidir - 13 Aralık 2004 16:10)

  • comment image

    yönetmeninin bütçe kısıtı altında sanatsallığı ve gerçekliği maksimize ettiği yapıt. insana insan olduğunu hatırlatan, hayatta karşılaşılabilecek unsurların kişiyi her zaman iyiye ya da kötüye götürmeyeceğini gösterip mutlaklığı terk eden bir konu anlatımını benimseyen, köylerde yaşayan insanların da insan olduğu gerçeğini şehir insanına anımsatan, herşey bir yana umudu ve inancı taşımamıza yardım eden son yıllarda vizyona girmiş en başarılı türk filmi.


    (sersailles - 13 Aralık 2004 20:38)

  • comment image

    hiçbir tempo sorunu olmayan, tam tersine inişli çıkışlı temposu anlattığı öyküye çok uyan bir film. filmin kimi anlarında kamera açılarının kullanımı ve kurgu insanda hayranlık uyandırmaktadır. yani, yalnız anlattıkları ve konusuna yaklaşımındaki samimiyetiyle değil sinematografik olarak da son derece başarılı bir filmdir. filmin tek sorunu sinemamızın baş belası olan ses problemidir ki, gora gibi bir kaç milyon dolar harcanmış filmlerimizde bile bu sorunla karşılaşırken bu filmde ses problemini problem etmek abesle iştigal etmek değil de nedir?

    şu dillere pelesenk olmuş, film çeken köylü meselesinin, konuşan kedi yada tezahürat yapan muhabbet kuşu gibisinden bir magazin meselesi olarak ele alınması ve filmin bu "ilginçlikten" dolayı beğenilmesi benim kendimi çok uzak hissettiğim bir tavır. karpuz kabuğundan gemiler yapmak film olarak iyi bir filmdir. kimin çektiği kaça mal edildiği benim için son tahlilde hiçbir şey ifade etmez, bu filmi iyi film olduğu için beğeniyorum, tıpkı gorayı hakkında sansasyonlar koparıldığı yada çok pahalıya mal olması dolayısıyla değil, tek sebepten: 'kötü bir film olduğu için' beğenmemem gibi.

    bu film, tüm gerçek sanat eserlerinin sahip olduğu o müthiş özelliğe sahiptir insanı biraz olsun değiştirme biraz olsun başka bir insan yapabilme özelliğine. yani adam gibi film olduğu için takdiri hak eden bir filmdir "ah yazık köylücük film yapmış" duyarlılığına da hiç mi hiç ihtiyacı yoktur.


    (stratosfer - 27 Aralık 2004 00:47)

  • comment image

    şu bir kere önemli, filmi kim yapmış olursa olsun: anadolu'nun herhangi bir kasabasında geçen, sıradan bir hikaye. büyük iddiaları yok, büyük lafları yok, büyük mesajları yok. buna hasretmişiz. türk sineması cin olmadan adam çarpanlar galerisi olduğu için, düz, basit, yalın, sıradan, samimi bir hikaye hemen karşılık buluyor, gişe bulmasa da. ki bu film aslında epey yer buldu basında, bulmadı değil. normalde bu kadar bile bahsedilmezdi, bir momentum yakaladı bir şekilde. filmdeki ses ve kurgu aksaklıkları tabii ki göze batıyor, batmıyor desek yalan olur. ama anlatılan hikayeyi dikkate alarak çok üzerinde durmuyoruz. ama aslında durmak da lazım: bazı sahnelerin bir yere varacağını düşündüm, hiçbir yere varmadı. müzik iyi oturmamıştı, bazı sahnelerde boş yere gerilim müziği dayadı arkadaşlar ama o sahneler öyle havada kaldı, niçin filme konduğu anlaşılamadı. filmin sonu da montaj açısından sorunlu idi. senaryoda da bazı boş noktalar vardı (misal karpuzcu çırağının kardeşlerini niye hiç görmedik?) her neyse, sonuçta ahmet uluçay, çok iyi numaralar da bulmuş, sinematografik açıdan, takdir etmemek mümkün değil (çöpe giden filmlerin kapıyı takıldığı ve kendine kendine "gösterim" haline geldiği sahne misal) uluçay'ın bir sinema anlayışı var, bir anlatımı var. 2004'ün nadir iyi şeylerinden.


    (nazmiye demirel - 11 Ocak 2005 10:50)

  • comment image

    bunu defalarca anlattık (kime?), belirttik, belirtegeldik. filmin her $eyden öte belli bir samimiyet duygusunu, hatta hepsinden önemlisi sinemanın dünyevi güzelliklerini yansıttığını vurguladık. artılarının, teknik cenahtan yükselen eksilerinden katbekat daha fazla olduğunu belirttik. ancak yine de, bu filme olan sempatinin "popüler sinema dü$manlığından" ve dahi saçmalamaktan geri durmayı kimsenin kendini alamadığı sanat sepet sinemasına, memlekette olan tuhaf açlık, entellik üzerine dantellikten kaynaklandığı algılanır oldu. yücelmesi garipsendi, yılınmadı acınır halde ele güne el açtığı gibi kimin götünden duyulduğunu anlayamadığımız iddialar dile getirildi.

    her $eyden önce filmin, popüler dramatik yapıya ve anlatım tarzına yakın, son derece anla$ılır, muazzam derecede ölçülü bir sıcaklığı olduğu göz önüne alındığında, neyin popüler kültür dü$manlığı, neyin gi$esi neyin dalyaraklığı diye sorarım elbet. sanırsın kar$ımızda yenilir yutulur cinsten olmayan, yedi sekiz kere analize tabi tutulması gereken bir yapıt var. halbuki filmin varolma sebebi, zaten yönetmeninin hayran olduğu popüler sinemanın, gerçek popüler sinemayken geldiği ve mazide kalan yol...

    e popüler olana kar$ı olmak beri dursun; popüler olmaması gereken $eylerin popülaritesine, bırak popüler olmayı, saygı görmemesi gereken $eylerin saygı görmesine bir tepkidir bu filme olan sahiplenme duygusu. yoksa gidip g.tünüzü bizontele'lerin milyonlarca biletine silmeyi önermiyor kimse burada...

    ayrıca, filmin ve hele hele ahmet uluçay'ın (hastalık bir yana) böyle bir avunmaya, böyle bir ba$ ok$anması, sırt sıvazlanmasına zerre ihtiyacı olmadığı, fipresci jürisinin verdiği ödüllerle de ortadadır (ha fipresci dediğin de elin entelinin kurumu tabi. sinema yazarı entel olmaktan ba$ka neye yarar değil mi?). uluçay, kısa film arenasında rü$tünü defalarca ispatlamı$, onlarca ödül almı$ bir isim olarak ilk defa ödül almıyor, ilk defa $ahlanıp co$muyor anlayacağınız...

    bununla birlikte, sevinilen ve evet göz ya$artan $udur ki, memlekette uzun zamandır ilk kez hak yerini buluyor. gi$enin film olabilmek manasına gelmediğini, anlaması gereken insanlar, yani filmlerin birinci derece yaratıcıları anlamaya ba$lıyor. eli yüzü düzgün film izlemek istemeyen kimselere inat, ne entel ne de dantel olana; sadece film olabilmeyi ba$arana yüz veriliyor çünkü artık "ciddiye alınması gereken alanlardan" .

    beri yandan $u da var;
    filmi izleyip $a$ırmak da tuhaf bir tepki. yani ahmet uluçay sanki yeteneksiz bir eblehmi$, bu memlekette milyon dolar harcamadan hiç film çekilemiyormu$casına filme hayranlık duymak "hayda.. nasıl da yapmı$?" kabilinden $a$ırmalara gark olmak, ku$kusuz filmin aslında yer almadığı bir pozisyonda kalmasını sağlamaktır. uluçay'a onyedilik bebe muamelesi yapmaktır, ayıptır ve de günahtır. dört ba$ı mamur bir sinema filmi izlemenin bu yolunun da olduğuna $a$ırmak, iki kere ikinin dört ettiğine $a$ırmaktan ba$ka bir $ey değildir.

    ama filme olan samimi sevgisini ve beğenisini, ahmet uluçay'a olan güveninin sarsılmayı$ını kutlayan kimselere madik atmak da, bundan a$ağı kalır ahmaklık değildir...

    bir kez daha yineliyorum;
    allah a$kına sinemayı bu kadar sevmeyin!


    (lem - 22 Ocak 2005 06:12)

  • comment image

    film hakkında olumlu olumsuz bir çok görüş bildirilmiş, eleştirenler özellikle teknik yönünün aksaklığı üzerine dem vurmuş ama el insaf diyor ve bu arkadaşlara başka bir filmin bir sahnesini hatırlatıyorum. film: istanbul kanatlarımın altında. sahne: başlangıçtaki hamam sahnesi. o sahnede konuşulanları anlayabilip de, bu filmdekileri anlayamayanlar, iki film arasındaki zaman sürecinde işitme yitimi yaşamışlardır diye düşünüyorum. benim filmde tam duyamadığım iki ya da üç replik vardı. üstelik kütahya şivesine de aşina değilim.

    ceviz kırma ve yeme sahnesi izlediğim en incelikli erotik sahnelerden biriydi. işte tam burada teknikdir, dijitaldir arka planda kalıp yönetmenin anlatım tercihi ön plana çıkıyor. karpuz çağrışımıyla vizontele 1 filmini hatırlayalım. oradaki karpuzcunun*ilgisizliğinden bıkan karısı*, gece tezgaha gelmiş ve yeni sutyenini göstermişti karpuzcuya. ve piyasa koşullarının doğal sonucu olarak film fragmanında da yer almıştı bu sahne. ya da yataktaki yalnız kadın imgesinden hemen berlin in berlin i hatırlayalım. aklımızda ne kaldı? masturbasyon yapan hülya avşardeğil mi. yanlış anlaşılmasın "filmlere aileler gidiyor ayıp değil mi" yaklaşımında değilim. örnekteki üç filmde yönetmenlerin farklı tercihleridir dikkat çekmek istediğim. mutlaka hepsi de filme kendilerince en yakışanını yapmışlardır. ama köyde ceviz yerine patlıcan, hıyargibi lümpen cinsel kültür zerzevatları yetişseydi, fragmanda böyle bir sahne yeralsaydı film elbette medyada daha fazla yer bulur, şimdikinden çok fazla seyirci çekerdi. ama o zaman film hakkında olumlu düşünenlerden hiçbirimiz samimi argümanını kullanamazdık.


    (bazarov - 13 Şubat 2005 02:09)

  • comment image

    ne o temmuz ayının ikindi sessizliği, ne de o çatırdayan kör kuraklığı. akılda kalan silik bir kaç çocukluk sanrısı bu filmin anlattığı.

    çükümüzün kalkmaya başladığı, adam olduğumuzu sandığımız ergenlik sancılarından bir demet gibi. ne giriş, ne gelişme, ne de sonuç. sadece ufak bir kesit. tüm hayatımız gibi masalsı bir kaç anı tazelemesi. içimize ata ata dev yaptığımız o anlamsız iç dünyası ya da karşı cinsle badak, absürt aşk girişimlerimiz. saniyede "24" kare hızla akan o durmak bilmez yaşantılara kendi ufak gözlerimizle anlamaya çalışmamız. ben bu filmde ne recep'le, ne deliyle ne de ustayla özdeşleştirdim kendimi. gemi olmak ya da hayvanlara verilmek için bekleyen işe yaramaz karpuz kabuklarından bir parça olmak bile kafi geldi. en azından sahibime bir umudu yaşattım o paslı teneke kutusunda..

    şimdinin metropol çocukları istedikleri kadar counter strike oynasın.. hiç biri o eski köy çocuklarının kalbinde büyüttüğü çatışmanın hazzını yakalayamaz..


    (sir gawain - 13 Mart 2005 18:20)

  • comment image

    rus bozkırları tolstoy çıkarabilir ama anadolu toprakları haddinden fazlaca büyütülmüş yaşar kemalden öteye geçemez acaba neden?

    çünkü; kendi insanımız bizi rahatsız eder onu çok sıradan ve silik buluruz. mistik gizemli yönleri yoktur buhranlar içinde kıvranamaz. sıkıcıdır tahmammül edilemez insanın ondan kaçası gelir. neden? çünkü bir türk köylüsüdür! bence bu film gösteriyorki...

    anadolu insanları yani biz türkler o gerçekçi ruhlarıyla samimi olan , hissederek yaşayan , sevilesi insanlardır. insan ondan sıkılmaz!
    seni seviyorum demez seni sever.....


    (sokak - 7 Haziran 2005 19:25)

  • comment image

    --- spoiler ---
    recep - al
    mehmet - ne bu
    r - treş*parasi
    m- almam valla hakettin oğlum anasi ağlattın saçların. acemi nalbant gavur eşşeğinde öğrenirmiş. sen de bizim kafada öğrendin valla. ben nihal in yüzüne bir tek daha ne zaman bakacam. bu iş bitti sağdıç.
    r - sen de küçük kizi sev oğlum pittiyse*nasilsa sana yanginmiş al şu paralarini
    m - almam hem ne biçim laf o büyük kız olmazsa küçük kız var mı bizim kitabımızda oyle. ben nihalsiz yaşayamam arkideş * bugun de ceviz veren dedim almadi.
    r- almaz oğlum o kizdan sana hayır gelmez. al şu paralarını.
    m- hem nihalden neden hayır gelmezmiş bana. hem de nasıl gelir. yapamadik anasini sattiğimin sinemasını. şimdi karpuzcu parçasıyız. tabi gelmez. ben bir recisör olen de o zaman gorsun o
    r- recisor olsan ne olcek aslanim. o kızın gözü yükseklerde.
    m- ne yükseği kimmiş yüksek. sinemacı olcez diyom. ne zaman büyür bu saçlar sağdıç ?
    r- iki aya kadar büyür herhalde.
    m- iki ay mi iki aya kadar karpuz mevsimi bitiyor bize de köyün yolu gözüküyor. gabak mevsimi geldi gabak sayende. olcekti bu kızın gönlü. şimdi işin yoksa köyü bekle.
    r - olm sinemaya minemaya gitmek için gelmicez mi kasabaya. aha u zaman görürsün işte. al şu paralarını.
    m - valla mafettin sağdıç. bugun yeni aynayla tarak aldiydim. usta eski beyaz gömleklerinden birini verdiydi onu da giyecektim. anası ne güzel saçların var diyodu. verirdi bu kızı bana. sen benim oğlum ol diyodu. valla mafoludum sağdıç.
    r- yeter gali bea çocuklaştın iyice. al şu paralarını.
    ---
    spoiler ---


    (non person - 25 Eylül 2005 20:12)

Yorum Kaynak Link : karpuz kabuğundan gemiler yapmak