La pianiste (~ Piyanist) ' Filminin Konusu : Michael Haneke, Avusturyalı yönetmen.
Ödüller :
La montaña sagrada(1974)(7,9-30596)
Amour(2012)(7,9-83482)
Das weiße Band - Eine deutsche Kindergeschichte(2010)(7,8-71046)
Der siebente Kontinent(1992)(7,7-14124)
Funny Games(1997)(7,6-57320)
Caché(2005)(7,3-65212)
71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls(1995)(7,3-5701)
Benny's Video(1993)(7,2-12137)
Code inconnu: Récit incomplet de divers voyages(2000)(7,2-10493)
Happy End(2017)(6,8-9570)
Funny Games(2008)(6,6-88350)
Le temps du loup(2003)(6,6-8683)
Cannes Film Festivali : "Grand Prize of the Jury"
Cannes Film Festivali : "Best Actress"
bu akşam 21.30'da business channel'da.*"ben maç izleyecem" diyenler için muhtemelen yarın 23.30'da aynı kanalda. "yarın da maç izleyecem" diyenler için yine muhtemelen hafta sonu bir zaman yine aynı kanalda. "hafta sonu da maça gidecem" diyenler için... yeter ulan maç izlediğiniz, oturun da bu filmi izleyin.
(geven - 31 Ekim 2006 17:45)
son sahnede pencerelerdeki ışıkla hanekenin pianonun siyah beyaz tuşlarını yarattıgını görebilirsiniz.detaylarda böyle de matematiksel kompozisyonlar yapan hasta ruhlu bir adamdır haneke. *
(rebel - 10 Aralık 2006 17:38)
kadının sondaki beklentisini ve davranışını izlemek için bile gidilebilecek bir film.
(barbar - 7 Eylül 2002 18:31)
müzikleri konusunda şöyle bir kıyak geçebilirim, bu bilgiler la pianiste'in imdb sayfasında yok*:http://i32.tinypic.com/2natan7.jpghttp://i28.tinypic.com/2llc088.jpg
(ventolin - 23 Ağustos 2009 21:38)
filmden çıktığımda kendimi toparlamam için deriiiiin deriiiiiinn nefes almam gerekti. çok başarılı...
(adore - 12 Kasım 2002 14:20)
hikayenin açıkça gösterilmediği, anlatılmadığı, kanı, vahşeti tadında kullanan bir haneke eseri olmuşsa bile beynimin içine yüzlerce cevaplanmamış soru bırakan bir film olmuştur la pianiste. das weisse band' ı iki gün önce izleyip yönetmenin bütün filmlerini izlemeye karar verdim, karar vermez olaydım. --- spoiler ---ilk dakikalarda annesine tokat atan şiddete eğilimli orta yaşlarda hayatı piano olan bir kadınla giriş yapıyoruz. anne kız birbirlerini dövdükten sonra kahve içmeye, olanları unutmaya karar veriyorlar, biz birbirimizi böyle seviyoruz deyip, sarılmalar, öpüşmeler... sapkın erika' nın şiddetten bu denli haz almasını sağlayan olay süreci kayıp. babanın akıl hastası olması genetik faktörleri, annenin baskısı baş kaldırışı işaret etse de erika neden böyle, ne zamandır böyle ve walter isteklerini gerçekleştirme yolundaki ilk adımı mı?jetonla porno izlenen kabinli mağazada (bu hizmeti çok tuttum girişimci bir insan evladı buralara da yapsın) erkeklerin kendisine bakmasından hiç rahatsızlık duymayan, hatta karşılaştığı öğrencisiyle rahatlıkla konuşan erika isteklerini neden walter' ın yüzüne söylemeye cesaret edemiyor?ve walter... mektubu okuduktan sonra kanı donan, erika' nın hasta olduğuna karar veren walter ne olur da erika' nın istediği bir manyağa dönüşür. ve kendimce en önemli noktaya geldim (schumann'ın "fantasia in c major" ında adorno' yu okudunuz mu? alacakaranlığından bahseder, henüz aklını kaybetmemiştir... tam bir bölüm önce, aklını kaybettiğini farketmiştir. bu ona acı verir ama son bir kez dayanır. tamamen kaybolmadan önce kendini kaybetmenin nasıl birşey olduğunun farkına varmaktadır) erika tecavüze uğrarken nerdedir? aklını kaybetmiş midir, yoksa farkında olduğu noktada mıdır?--- spoiler ---ve çıkardığım sonuç: haneke izliyorsan cevaplanmayacak sorulara hazır ol! kafka uyarlaması şato' yu izleyeceğim şimdi... zaten yarım kalmış bir kitap ama en azından kitap elimde olmadı açar tekrar okurum...
(creepandcreep - 1 Temmuz 2010 00:28)
--- entel kuntel filmleri tanıyoruz serisi no.2 ---viyana'da fransızca konuşan avusturyalıların var olduğu bir sürreal gerçeklikte geçen haneke filmi. (çok büyük mantık hatası abi; adamı topa tutarlar viyana'da.)anlatayım:--- spoiler ---bir acayip manyak kadının teki konu burada. erika. daha filmin başında, dakika bir gol bir hesabı, annesine haldır huldur giydiriyor. annesi az kırık değil aslında : o yaşa gelmiş hatuna hala böyle baskı yaparsan, gece yanında yatarsan olacağı bu. erika kendini müziğe kültüre vermiş; vermiş vermiş de biraz fazla verip kafayı çizmiş: kah yetenekli öğrencilerini aşağılar, kah gider kız oğlan kız porno dükkanında milletin atmığını koklar, kah kıskançlığından öğrencisinin elini kessin diye sinsilik eder vs... vs... hayır, tam arıza olduğunu şeyde anladım ben: bu böyle başını örtüp çıktı dışarı tek başına gitti bir açıkhava sinemasına; orada iş üzerindeki bir çifti ronta başladı da sonra zevke gelip orta yere şarrrrrr diye işedi! ulan ne pis edepsizmişsin be! zaten daha sonra o mühendis bebeye yazdığı liste okununca anlıyoruz erika’nın tam işemeli sıçmalı ayin kafasında olduğunu. karı “vur bana!” diyor, “annemi kilitle!” diyor, “ağzımı burnumu kır!” diyor. mühendis zaten iptal orada; bir dakikalık dumur duruşlarında “şaka mısın erika sen?” diyor. belli, elemanın kültürlü milf fantazisi var ama bir “ağzıma yüzüme zıç!” demediği kaldı hatunun. irkiliyor tiksiniyor oracıkta haklı olarak. ayrıca kadın hem şirret hem yalaka hem sülük: bunu hokey kulübünün oraya kadar izliyor. depoda yerlere yatmalar etmeler, vs... “bu mudur lan kültürün?” diye sorarlar hanfendi! sen ne acayipmişsin be? şunun şurasında bir film seyrettim de klasik müzikten soğuyordum az daha! bana bile “piyanosu batsın!” dedirtebildin ya helal olsun!--- spoiler ------ entel kuntel filmleri tanıyoruz serisi no.2 ---
(yuzuklerin beyefendisi - 30 Ağustos 2010 18:46)
yarısında bırakıp çıkmak istemeye yol açan ama yapılamayan rahatsızlık verici sinir bozucu film..(bkz: jiletle masturbasyon yapmak)
(hala pek bi superkahraman - 20 Aralık 2002 23:40)
delinin zoru varmış tutmuş film yapmışı. haneke harikası
(shalala - 25 Şubat 2003 13:27)
insanın içini acıtan bir michael haneke filmi. --- spoiler ---hani erika walter'a o mektubu okutuyor da sonra adam ayar olup yağıyor ya kadının üstüne; daha sonra erika adamdan defalarca özür diliyor o mektubu yazdığı için. hah işte bana kalırsa filmin en hüzünlü anlarından biriydi lan orası. yani bir insan, öyle ya da böyle, olduğu şey için bir başkasından özür diliyorsa bence orada insanın kalbini oyan bir şey var. --- spoiler ---
(onytl - 2 Temmuz 2011 17:28)
yıl 2001. haneke ile ilk karşılaşmam. filmi bilen bilir, her sahnenin gerilim dozu bir öncekinden daha yüksek. sinemada çıt yok. herkes gergin. en azından ben gerginim.ve yanımdaki koltukta oturan adam, patlamış mısır yedi film boyunca. hiç durmadan. iştahla.dünyaya bakışımın şekillenmesinde çok önemli bi rolü var o arkadaşın.
(pirasa - 14 Kasım 2011 11:03)
elbette black swan'ı anmamıza sebep oluyor film, black swan konuşulurken illa ki söze dahil olan "muholland dr.", "requiem for a dream" gibi filmler var ama anne-kız ilişkisinin benzerlikleri la pianiste'i izlerken black swan'ı aklıma getirdi (bir de henüz izlemesem de anne-kız çatışması içeriğinden autumn sonata'nın olduğunu biliyorum bu temayı içeren), özetle şöyle diyeyim, la pianiste'i önceden izlemiş olsaydım black swan'ı izlediğimde bu kadar fazla beğenmezdim kesinlikle. spoiler var. filmin en dudak uçuklatıcı sahnesi ne kan ne şiddet ne de uçuk fantazilerin açığa çıktığı anlardı. bayan kohut ne kadar sıradışı hareketler sergilerse sergilesin, filmin bana yuh dedirten anı filmin başındaki resital sahnesindeydi. onlarca insanın bir evde bir arada bulunduğu bir ortamda bile kızından bir an uzaklaşıp arka oda da bir kemanı incelemeye giden annenin 30 saniye bile dayanamayıp yaşı ziyadesiyle kemale ermiş kızını kontrol etmek için kemanı falan unutup kızını gözlemeye başlaması sahnesidir beni dehşete düşüren. (bkz: http://i.imgur.com/qh4ba.jpg). dudakları uçuklatma dozunu kat be kat arttıran ise koca profesör kohut'un bu sahnenin bir kaç sahne sonrasında genç walter ile konuşmadan önce annesinin bulunduğu odaya doğru dönüp bakıp ve onu gözlemediğinden emin olmak istemesidir. (bkz: http://i.imgur.com/tppkx.jpg). ruh sağlığı bozuk birey yetiştirme rehberinin ilk maddesi yetiştirilen çocuğu hayatı böylesine tek bir yanından tutabilmiş, o alanda sergilediği tüm yetenek ya da başarısına rağmen boş, bomboş, kontrole ve yönlendirilmeye muhtaç, 30+ yaşında bile ilkokul çocuğu gibi takip edilen ve kısıtlanan bir birey haline getirmek olsa gerek.bayan kohut'un bu sınırlı dünya içinde anormalliğe doğru seyretmesini, daha doğru düzgün bir cinsel hayat yaşamamışken en sıradışı mazoşist fantezilere sahip olmasını normal kabul etmek, üstüne bir de filmin sonlarındaki şiddet sahnelerini "ya kadın mazoşist ama tam da öyle değil, yani genç erkek tecrübesiz anlamadı kadının ne istediğini" diye anlamak ve anlatmak en hafif tabirle naifliktir. the pervert's guide to cinema sebebiyle izlemek istediğim bir filmdi la pianiste, sol framede görünce pazar gününün*filmi oldu. filmi biraz açıklamak adına slavoj zizek'in açıklamalarına yer verelim;"seksüel aktivitemizdeki düşlenebilir boyut ile gerçeklik arasındaki nokta kırılgan bir dengedir. haneke'nin piano teacher'ı, orta yaşlardaki, derin dramatik bir duyguya sahip bir kadınla onun genç öğrencisi arasındaki imkansız bir aşk skandalının hikayesidir. kadın henüz başkaları tarafından seksüel açıdan özne haline getirilmemiş bir insandır. fantazmatik bağlantılarını arzularına bırakır. bu da filmde bir kaç güçlü sahnenin ortaya çıkmasını sağlar. mesela porno dükkanına gittiğinde kapalı küçük odada hard porno filmini izlediğinde. filmi izleme yöntemi, içinde bir şey uyandırmak biçiminde değildir. o filmi bir ilkokul öğrencisi gibi seyreder. bir şeyi arzulamak için o işin nasıl yapıldığını, nasıl heyecan duyulduğu ile ilgili bağlantıları anlamaya çalıştığı basit bir izlemedir.""psikanalizde fantazi düşüncesi son derece belirsizdir. bir yandan fantazinin görünüşünü sakinleştirmeye çalışırız. piyano öğretmeni fantazinin ters yönündeki görünümle oynamaktadır, fantazi, dayanılmaz vahşi arzunun patlamasıdır. filmin sonlarında elde ettiğimiz şey ise, muhtemelen tüm sinema tarihi boyunca en moral bozucu sahnelerden biridir. ona yazdığı mektuptaki gibi fantaziyi ortaya çıkarmak için kadını cezalandırırcasına fanteziyi adamın kadını sevdiği biçimde gerçekleştirir. bu da tabi ki kadın için fantezinin kaybolması demektir. fantazi parçalandığı zaman, realiteyi elde edemezsiniz. son derece dramatik olan ve sıradan realite gibi anlatılamayan bazı kabusvari gerçekleriniz vardır. bu da kabus için başka bir tanımlama olmalı. cehennem burasıdır. ya da en azından bu baştan çıkarıcı cennet aslında cehennemdir."filmde akılda yer edecek pek çok sahne var ama isabelle huppert'in belli belirsiz gülümsemesi bana tekrar tekrar izletti kendini, beton gibi katı bir suratın yavaş yavaş ama hiç belli etmeden nasıl yumuşadığının görüldüğü bu sahne her filme bir swf kampanyasında yerini alıyor: http://www.swfcabin.com/open/1321195364ek: aylar sonra autumn sonata: (bkz: höstsonaten/#29888731)
(dntpnc - 22 Kasım 2011 02:29)
rahatsız edici bir haneke şahanesi bu film.cinselliğini keşfedememiş bir kadının fantezileri, aşka olan mesafeli duruşu, bir birey olarak hayatta var olamayan hala annesiyle yatan bir kadının zincirlerinden kurtulmak için çeyiz gibi biriktirdiği fetiş objeleri...baştan sona arızalı bir film ve bir baş yapıt görüntüleri, müzikleri, oyunculuklarıyla. sakin bir gece geçirmek niyetiyle izlenmemesi lazım yalnız. allak bullak edebiliyor bünyeyi. büdüt: calismamasasi6 uyardı. müzikleri demişiz, "yarıda kesilen müzikleri" demeliymişiz. "filmde rahatsızlık verebilmek adına tümeserler tamamlanmadan kesilmiştir." diyor kendisi. ben dikkat etmemiştim hiç.
(mavi yaprak - 1 Kasım 2013 22:04)
rahatsız etme, sinir bozma açısından konusunda zirveye oynayan haneke filmidir. bunu belki funny games (almanya versiyonu) geçebilir.huppert'in yüzü suyu hürmetine fransızca çekilmesi saçma olmuştur. bu film almanca olsa kesinlikle daha rahatsız edici olurdu. etkisi 2 kat artardı.gerçi huppert'in piyanoyu bizzat çaldığını, aslen 12 yıl piyano eğitimi almış bir oyuncu olduğunu ve filmde oynayacağı belli olunca 1 sene boyu çalıştığı düşünülünce haneke'nin almanca'yı feda etmesini anlayabiliyorum. ama o mendebur, öğrencilerini ağlatan, abus suratlı hocayı almanca konuşturabilseydi, arızanın boyutunu ikiye katlardı. --- spoiler ---erika'nın anasına yavşadığı an şunu düşündüm: erika avusturya, anası da almanya."ne seninle ne sensiz" bazlı hastalıklı ilişkileri, dövüşüp dövüşüp barışmaları filan. günün sonunda aynı yatağa girmeleri filano sümsük oğlan da esmer olsaydı doğu'yu temsil ediyor diyebilirdim ama bu durumda avrupa'nın kalanı (özellikle eski demir perde) olarak yorumladım. --- spoiler ---
(parlevuereglulu - 7 Kasım 2013 19:15)
bu filmde, isabelle huppert muhteşem. boyun damarları ile bile oynamış kadın. ama altını çizmek isterim ki; bu filmin iyi olması kesinlikle sadece başroldeki iyi oyuncunun götürdüğü tipik "hastalıklı/garip karakter filmi"ne özgü bir iyi olma hali değil. bu kadar zor bir karakterin bu kadar gerçekçi ve doğrudan anlatılması bu filmi iyi yapıyor. şiddet/katılık ile kırılganlık/güçsüzlük arasındaki ani geçişler, bir türlü sınırda tutunamamak ama sınırı da bir türlü terk edememek hali ancak bu kadar çıplak karşımıza konabilirdi herhalde. yani bu sinema dilinin bizzat kendisi, bu sarsıcı anlatım, bu uç karakterin seyirciyi her şaşırttığı sahnenin, karakterle seyirci arasında bir yabancılaşma/bir mesafe açıklığına değil; aksine seyirciye haddinden fazla yaklaşıp matkap gibi seyirciyi delip geçme sahnesine dönüşebilmesi; yani haneke muhteşem.
(carabosse - 6 Aralık 2013 17:55)
kendi ucurumuna bakamayanların izlememesi gereken film. bir ucurum bir aynaya dönüşüyor.
(jiletlipasta - 19 Nisan 2004 00:44)
haneke’nin herzaman yaptığı gibi seyirciyi rahat rahat karanlık bir salonda oturtup kendiliğinden filmin kahramanlarıyla özdeşim kurup sonra da bundan suçluluk duymaksızın göndermediği filmi...rahatsız edici ama bi o kadar karmaşık psikolojik örüntüleri abartmaksızın dramatize etmeden nasıl yapabiliyorsa hep şaşırarak izlediğim yalınlığıyla vermeyi başardığı çarpıcı filmi. oyuncularını ayrıca takdir etmek gerekir, isabelle huppert (erika), benoit magimel (walter), annie girardot (erika’nın annesi)... ek bilgi olarak; la pianiste’ (piyanist), cannes film festivali’nde michael haneke’a büyük jüri ödülü, filmin başrol oyuncuları isabelle huppert’e ‘en iyi aktris’, benoit magimel’e en iyi aktör’ ödülünü kazandırır. ve izlendikten sonra akılda bi takım sorular bırakarak sinema salonu geride bırakılır...walter erika’nın beyaz atlı prensimiydi? hayatı boyunca çekmesi gerektiğini düşündüğü cezaların tümü nü onun erika’nın adına gerçekleştirecek bir prens. film boyunca erika’nın tüm kötücül davranışlarının karşılığı bir cezayı uygun görüyordu walter... yoksa erika mı? porno dergiler üzerine istekle gevezelik eden öğrencisini aşşağılayışı gibi aşşağılıyordu walter, erika’nın arzularını aynı bayağılıkla ifade ettiği mektubunu okuduktan sonra...walter’ı reddedişinin karşılığını spor salonunda aşağılanarak, annesiyle birlikte olma arzusunun karşılığında tecavüze uğrayarak... son olarak müzik kariyerini ve hayatını mahvettiği öğrencisi içinse tüm kariyerini ve hayatını walter’ın umursamazlığı uğruna sonlandırarak.walter erika’nın beyaz atlı prensiydi, yıllarca dövülmeyi, aşağılanmayı, yok edilmeyi beklemişti...peki ya erika walter’ın nesiydi?bilinçdışı arzuları kamçılanmış bir erkekmiydi sadece. yoksa onu reddeden ve isteyen, öğrencisinin elini parçalayacak kadar kıskanan bir kadının deliliği bu deliliği baştan çıkarma arzusumuydu onu erika’ya çeken-iten.izleyici için rahatsız edici olan erika’nın patolojik eğilimlerimiydi yoksa cinselliğin bayağı ve zorba yanının bu kadar açıkça yüzümüze çarpması mı? yoksa bizde her sevişme sahnesinde walter’la birlikte engellenip sanal hazzımıza ulaşamıyormuyduk.
(karanliktaparlayancakiltasi - 20 Mayıs 2004 02:39)
film üzerine şu inceleme de ayrıca okunabilir.
(hanging rock - 19 Haziran 2014 17:40)
huppert'in canlandırdığı "özgür birey" olmakla başa çıkamayıp sadomazoşist fantazilerine sığının karakter aracılığıyla burjuva toplumunu ve liberalizmi kıyasıya eleştiren,mercek altına yatırıp acımasızca gerçeği gösteren film.bence başyapıt.daha evvel hiç haneke filmi izlememiş bir insan olarak kendisinin yönetmenlik vasıflarına hayran kaldığımı söylemeliyim.baştan sona isabelle huppert'in vücudu mizansenin bir parçasıymışcasına,onun duruşuna ve ifadesine göre mizansenini ayarlıyor,sanat yönetimini alkışlatıyor.gerçekçiliği ile şaşırtırken mikrofonu kadrajın ortasından geçirip yarattığı gerçeklik ile dalga geçiyor,izleyicisini yabancılaştırıyor.eğer gerekirse kamerasını saniyelerce seyirciye arkasını dönmüş huppert'in sırtına odaklayıp,sabit tutabiliyor.kamera hareketleri tam anlamıyla kusursuz.müzik kullanımı uçurucu.her anlamda istediğini başarmış,hedefine ulaşmış,seyirciyi rahatsız eden,provoke eden,düşündüren bir film.nerde okuduğumu hatırlamadığım "tüketim toplumu sadece hazmedebildiğini tüketir" vecizesine dokundurarak,hazmı zor,sinir bozucu bir başyapıt çıkmış ortaya diyorum.özellikle son zamanlarda seyirciyi düşündürmek yerine,seyirciden katılım talep etmek yerine,zor yolu seçmesi,seyircinin beğenisini takmaması sebebiyle cesur bir film olduğunuda ekliyorum.sevmedim,sevilecek bir film değil.ama çok takdir ettim,önemini kabul ettim...
(caponsever - 3 Aralık 2001 23:19)
son on yıl avrupa sinemasının en iyi filmlerinden biri. etkisinden kurtulmak kolay değil. her karesi ayrı güzel, teknik yönü sağlam* müthiş bir haneke filmi. konu kısaca, orta yaşlarda bir piyano öğretmeninin sapkın düşünceleri ve ona aşık bir öğrencinin ilişkisi. son derece naif işlenmiş, isabelle huppert'in dosta düşmana oyunculuk dersi verdiği sarsıcı film. bir diğer güzellik de filme yedirilen schubert müzikleri. ayazda bir yürekten etkilenen-şaşıranlar için yeni bir şaşırma şansı. mutlaka görülmeli, bilinmeli. müthiş bir finali olduğunu da ekleyelim*
(naranimo - 19 Aralık 2001 03:48)
Yorum Kaynak Link : la pianiste