• "zaten oyunu kendine bağlayan en önemli unsurlardan biri müzikleri olduğu için alttan bir şey dinleyerek oynamamanız gereken oyun."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yaşamınız boyunca karşınıza çıkacak en muhteşem öykülerden biri. hakikaten de bir oyundan ziyade bir öykü olarak görmelisiniz to the moon'u; sizi afallatacak ve midenizde kelebekler uçurtacak cinsten 8-bitlik bir başyapıt. yalnızca soundtrack'i dahi "gökyüzünün ucundaki deniz fenerlerine" dalıp gitmenize vesile olabilir. hatıralar, hayaller, umutlar, turşu zeytinler ve aşk üzerine öylesine vurucu bir hikaye anlatıyor ki.

    şu satırları ruhen biraz sarsılmış -hatta dövülüp kömürlüğe kilitlenmiş- bir halde yazdığımı söylemem lazım. olağanüstü bir roman okuduktan, etkileyici bir film izledikten sonra alenen sarsaklaşıyorum; kurgunun içinde kaybolmuş haldeyken kendi hayatıma dönmekte zorlanıyorum. az önce burada değilmişim, o sayfalar veya kareler finale vurana kadar orada, kurgunun içinde durup izlemişim gibi. sonra dolmuşçu beni çok ters bir yerde indirmiş, 100-150 metre ilerisi dediği yer kilometrelerce geride kalmış. öylesine bir bilince dönüş soku. nalet olsun. "neyse ki" bu güçlü çarpılma hissi çok az filmde ve kitapta, çok çok daha az oyunda karşıma çıkıyor. to the moon beni çarptı, salladı, çiğnedi ve aya fırlattı. oyun sektörü için bir mihenk taşı.

    bir "oyun" olarak teknik anlamda pek de bir şey sunmuyor oysa ki. ölen bir adamın anılarını değiştirerek son anlarında aya gittiğini "anımsamasını" sağlamaya çalıştığınız to the moon oyundan ziyade interaktif bir gösteri. yine de oyun sektörü kendisine gururla sahip çıkabilir, "to the moon bizim öz evladımız." diye açıklama yapabilir.

    son olarak; deneme süresinden sonra -eğer beğendiyseniz- lütfen satın alınız. 11 küsur dolar en az e.t. the extra-terrestrial ya da planescape torment kadar etkileyici bir deneyim için kesinlikle sakınılacak bir meblağ olmamalı.


    (coor bagpipes - 1 Aralık 2011 01:16)

  • comment image

    hakikaten film tadında, müzikleriyle çok etkileyen, çok güzel bir oyun ama evin bodrum katındaki kilitli sandıkların içinde ne olduğuna bakamadan oyun bitti, sinirim bozuldu. onları açabilen olduysa mesajlara açığım.


    (cigara boregi - 22 Haziran 2014 21:38)

  • comment image

    şöyle oyun yapmak bir çok oyun firmasına açık ve net küfürdür . basit bir oyun tasarım programıyla 20 yıl öncesine ait grafiklerle şöyle bir oyun çıkar, milyon dolarlık bütçelerle yapılan, yapmayı geçtim artık video gibi çekilme aşamasına gelmiş oyunlardan daha fazla tat bırakan bir oyun yap.

    anlatım biçimiyle, kurgusuyla, senaryosuyla, göndermeleriyle her şeyiyle muhteşem bir oyun. aslına bakarsanız oyun değil interaktif bir film, bir sanat eseri... şunu yapan insanları görünce kendimi hakikaten gerizekalı gibi hissediyorum. ne kadar basit insanlarız lan biz? bir ekip şunu düşünüp hayata geçirebiliyor, böyle bir dünya yaratabiliyor, biz ise sabah kalkıp işe gidip mesaimizi doldurduktan sonra eve dönüyoruz.

    --- spoiler ---

    -oyunda kahkaha atarak oynadığım bir çok gönderme var, özellikle elemanın anıları trollemesi çok eğlendiriyor ama aksiyonun tavan yaptığı kadının bizi geciktirmek için anılar içinde tuzaklar gönderdiği sahnede oyuna kendimi öyle bir kaptırmışım ki, çalan telefona ''morpheus?'' diye cevap vermesiyle ekşici tanımlamasıyla yarıldım ve yıllardır atmadığım kahkahayı attım, 3-5 dakika oyuna ara vermek zorunda kaldım.

    -oyunun final sahnesinde, jet aya doğru yükselirken bip bip sesinin ölüm tonuna dönüp eş zamanlı müzikle birleştiği an, bir oyuna nasıl final yapılır sorusunun cevabıdır.
    ---
    spoiler ---

    mutlaka edinin oynayın. steamde 18 lira, oyunu oynarken yediğim yemek de aynı fiyattı. her şeyiyle fazlası eder bu oyun.


    (syozkn - 16 Kasım 2014 22:01)

  • comment image

    "i never told anyone, but i've always thought they were lighthouses. billions of lighthouses, stuck at the far end of the sky... because one day, i'm going to befriend one of them..."

    8 bitte anlatılan olağanüstü bir aşk hikayesi. varsın piyasayı tekelinde tutan dev oyun yapımcıları milyon dolarlar harcayıp, yüzbin çekirdekli işlemci ve milyar terabaytlık bellek gerektiren devasa oyunlar üretsin. hiçbiri to the moon sıcaklığında, samimi ve bizden değiller, olamayacaklar da...

    oynanabilirlik kritlerleri kısıtlı, zaten oyundan ziyade sayfalarını çevirdiğiniz görsel bir roman bu... aslında görselliği de oldukça kısıtlı; 20 yıl öncesinin grafik kalitesi ile ilerliyorsunuz, ama oyundaki masumiyeti o kadar güzel tasvir ediyor ki bu sadelik... diğer yandan piyasadaki oyunlarda hiç olmayan veya çok az rastlanan mükemmellikte bir hikaye, geçmişe yapılan hüzünlü bir yolculuk ve bu yolculuğa her anında eşlik eden harikulade bir müzik. to the moon bir oyundan ziyade, içinde yaşamayı vaat ediyor sizlere... bitirdiğinizde yüzünüzde hüzünlü bir gülümseme, günler aylar sonra hatırladığınızda belleğinizde hoş bir anı vaadediyor. ve dünyadaki asıl güzelliklerin aslında pek farketmediğiniz, ama sizleri çepeçevre saran o sadelikler içinde saklı olduğunu yüzünüze vuruyor bu sanat eseri.

    to the moon zombi ve uzaylı yaratık avcısı genç kuşağa pek hitap etmeyebilir. oyunun türü için adventure tanımlaması yapılabilir, fakat oyunda neredeyse hiç bilmece yok gibi. pek çok kişinin de belirttiği gibi, bu bir visual novel. tıpkı brothers a tale of two sons gibi, tıpkı dear esther gibi.... alın ve bu güzellikleri yaşayın.


    (albatros - 3 Ocak 2015 11:35)

  • comment image

    oyunlarda hikaye ve karakterler benim için geri kalan tüm özelliklerden daha ön plandadır. grim fandango'yu, monkey island'ı hala en sevdiğim oyunlar içinde sayar, morrowind'i skyrim'e tercih ederim. grafiklereyse asgari ehemmiyet veririm. çünkü görüntünün gerçekçiliğiyle atmosfer yaratma yeteneği arasında zannedildiği kadar bir bağ olmadığını düşünürüm. bazen ilkokul resim dersinde bir çocuğun çizdiği karakterlerin doğru bağlama oturtulmasıyla oluşan bir işin yarattığı etki hiperrealist bir görselliğe sahip bir eserden çok daha fazla olabilir. zaten pokemon'u bıkmadan senelerce oynamış nesiliz. böyle düşünmekten ve hissetmekten başka türlüsü garip olurdu.

    bu oyun adeta bu beğeni sistemini kişiliğine oturtmuş insanlara kutsal bir hazine olarak yaratılmış. senaryosunda hüzün için de, mutluluk için de, zekaya duyulan hayranlık için de, mizah için de, ayrıntıcılık için de, merak tetiklenmesi için de sayısız mükemmel anlatı biçimi var. basit görüntülerine sakladığı ve kişinin hayal gücüyle süslediği sayısız flow yaşatan sahne var. video oyunlarının hem görsel sanatlara, hem müziğe, hem de edebiyata içkin, bağlantı kurma özgürlüğüyle bu sentez olma özelliğinden kaynaklanan müthiş bir potansiyele sahip ifade alanlarına dönüşmesinin harika bir örneği to the moon.

    ne yalan söyleyeyim. gözlerim yaşlı bitirdim hikayeyi. finalden önce de hikaye içinde yükselen birkaç yerde göz yaşı döktüm. insan ruhunu sarmalayıp, 16-bitlik bir dünyadaki karakterlere yaklaştırıp benzersiz bir hünerle iç ısıtmaya muvaffak olmuş bir oyun.

    hakkında daha spesifik noktalara değinerek uzun uzun yazmak isterdim ama henüz etkisi altındayken bir süre sakince tadını çıkarmak istiyorum. güzel ve naif duyguları okşayan bir şeyler var.

    --- spoiler ---

    http://www.youtube.com/watch?v=cdux5cnfpik
    ---
    spoiler ---


    (marley - 10 Ocak 2015 00:19)

  • comment image

    --- spoiler ---

    “to the moon”, bir çiftin tüm engellere rağmen aşklarını ve iletişim kurma arzularını dramatize ediyor. john için bu engeller, bastırılmış anıları; river için ise içinde bulunduğu davranışsal durum. buna rağmen her ikisi de birbirlerine uzanmaya çalışır.

    john tarafında bu uzanım, anılarını içinde hep river’a yer verecek şekilde yeniden düzenleme çabalarında görülebilir. anıları değiştirilip yeniden düzenlendikçe john’un bilinçsizliği hep bu anılara river’i dahil etme ısrarı içindedir. gerçekten de hikaye, john’un birbirlerini kaybettiklerinde her zaman ayda buluşabilecekleri şeklindeki hayal meyal hatırladığı söz ile başlamaktadır. “ya unutur veya kaybolursan? öyle durumlarda her zaman ayda yeniden buluşabiliriz, şapşal!” ve tabi ki bir de saygı duyduğu river’in tedavi yerine deniz feneri tercihi de var. john’un iletişimi eylemler vasıtasıyla vurgulanmaktadır; bilinçlilik ve bilinçsizlik durumlarındaki davranışlar ile...

    river’in iletişim kurma çabalarının ise çoğunlukla metaforlar üzerinden olduğu görülebilir. river, sürekli olarak ilişkilerindeki özel sembolleri bulup gündeme getirir. bu nedenle (ilk tanışmalarında john’un verdiği) oyuncak ördek, tavşanlar ve deniz fenerleri aslında ondan çok uzak şeyler değildir. özellikle deniz feneri iletişimin bir sembolü olması açısından river için daha bir önem arz eder.

    river’in tüm sembolleri john ile ilk tanışma anından türemektedir. bu semboller to the moon boyunca tekrar tekrar ortaya çıkan ve john ile river’in ilişkilerindeki gelişimi yansıtan motiflerdir.

    anlatılan hikaye en sondan, yani river’in ısrarla john’un önüne sürdüğü kağıt tavşan yapma takıntısı ile başlar. john’a bu tavşanlarda ne gördüğünü her sorduğunda, sadece kağıt tavşanlar olduklarını ve bunun dışında sıradışı bir şey görmediğini söyler durur john.

    john, river ile olan ilk tanışma anını hatırlamamaktadır (annesi tarafından verilen hafıza engelleyici -beta blockers- ilaçlar nedeniyle bu noktadaki anıları, ikiz kardeşinin ölümüne ilişkin anılar ile birlikte yok olmuştur). bir uçurumun kenarında oturup yıldızları seyrettikleri bu ilk buluşmada river, tavşana benzeyen bir takımyıldız görür ve bunu john’a –verir- , gösterir. bu, ilk paylaştıkları merak ve sevinç anıdır.

    river, elbette ki bu anıyı hatırlamaktadır ve john’a sürekli kağıt tavşanlar verme olayı bir nevi ilk buluşmalarındaki bu mutluluk anına geri dönme teklifi olarak da değerlendirilebilir. bu özel an, river’in hastalığı, finansal zorluklar ve olgunluğun getirdiği sorumluluklardan çok daha öncedir (john’un ciddi şekilde hissettiği olgunluk hali... evlilikten sonra ne değiştiği sorulduğunda kısaca "sorumluluklar" şeklinde cevaplamıştır).

    river’in john’a her kağıt tavşan uzatışında ne gördüğünü sorma nedeni de budur. onun açısından bu tavşanlar ilk konuşmalarını, yıldızları ve mutluluğu anımsatmaktadır.

    bu çıkarımlar ışığında river’in evlendikleri gün ölen bir tavşan gördüğünde bunu kötüye alamet olarak algılamasını da normal karşılamak gerekir. elbette ki evliliklerinin her günü, uçurumun kenarındaki o ilk buluşma anı kadar kaygısız geçmeyecektir.

    öte yandan john, yıldızlar altındaki bu ilk buluşma anını hatırlamadığından kağıt tavşanların önemini de algılayamaz. bu tavşanları eşinin ileri safhadaki gelişim bozukluğunun bir başka garip gösterisi olarak görür ve biraz da çileden çıkarak izler.

    bu ilk buluşma anı deniz feneri metaforunu tanıttığı için ayrıca önemlidir. river’a göre her bir yıldız, uzay boşlığunda birbirleriyle haberleşmeye çalışan ayrı birer deniz feneridir. fakat uzay çok geniş olduğundan yıldızların yapabildiği tek şey ışıklandırılmış bir iletişimdir, yani sessizce birbirlerine parlamaktır.

    benzer şekilde river’ın deniz fenerine (anya) olan bağlılığı, bir nevi john’a olan aşkını ifade etme aracı olarak; onu ilk buluşmalarının mutlu anılarına tekrar geri götürme yolu olarak görülmelidir.

    deniz fenerleri, john river’a ilk çıkma teklif ettiği gün yeniden gündeme geldiğinde çiftin ilişkisi açısından daha da önem kazanır (bu, john’un hatırladığı bir anıdır). river, deniz fenerlerini - giderek nasıl daha azaldıklarını ve dolayısıyla birilerinin onları koruması gerektiğini - konu alan bir kitap okumaktadır. benzer şekilde deniz fenerleri, iletişimin yanı sıra - herhangi bir aşk ilişkisinin olmazsa olmazları - özen gösterme ve koruma kavramları ile de ilişkilendirilmiştir.

    river’in durumu onu “farklı” olarak etiketler ve john ilişkileri boyunca (çoğunlukla arkadaşları ile olan sohbetlerinde) onu anlamada güçlük çeken biri olarak gösterilir. river, john’a aşkını klasik tavır ve davranışlarla nakledemese de, kağıt tavşanlar ve deniz fenerine olan tutkusu vasıtası ile iletişimi hep devam ettirir. bunun için john’a “ışıldar” ve birbirlerini ayıran uzay boşluğunda john’un bu mesajı almasını umut eder.

    bu çıkarım belki biraz fazla iddialı gelecektir ama river’in deniz feneri tercihine ilişkin bağlantının, kendi öz isminde saklı olduğunu da dikkate almak gerekir. nehirler denizlere akar ve deniz fenerleri deniz gezginlerinin korumalarıdır. sonuç olarak river’in yolculuğunun deniz kenarındaki bir deniz fenerinde son bulmasında da içsel bir mantık elbette ki vardır.

    “to the moon”, birlikte olabilmek adına çeşitli engellerin üstesinden gelen iki kişiye dair klasik bir aşk hikayesidir. john ve river, hayatlarını birbirlerinin etrafında kurar. hikayelerindeki en can alıcı nokta ise, birbirlerine olan aşklarının her bir karaktere özgü bir şekilde - her biri için, değer verdiği şeyleri sırayla birbirlerine sunarak- ifade edilmesidir.

    çeviridir (orjinali : antonio conejos, 05.10.2012, www.litreact.com)
    ---
    spoiler ---


    (albatros - 30 Mart 2015 17:46)

  • comment image

    hayret kimse yazmamış;

    oyunda river'ın john'a bir türlü açılamamasının sebebi asperger sendromundan muzdarip olmasıdır.

    --- spoiler ---

    john çok küçükken bir karnaval sırasında river'la tanışır; ikisi takım yıldızları ve ay'ı birleştirerek bir tavşana benzetirler; takım yıldızları tavşanın uzuvları, ay ise göbeği olur. gelecek karnavalda yine aynı yerde buluşmak için sözleşirler. ne var ki john ikiz kardeşi joey'i trajik bir kazada kaybeder; john'un annesi olayı oğlunun hafızasından silmek için çocuğa beta bloker verir. bunun sonucunda da john river ile ilgili her şeyi unutur. okul yıllarında tekrar karşılaşan ikili ilerleyen yıllarda evlenirler. ne var ki john river'a ilk defa okulda tanıştıklarını anlatınca river bunu kabullenemez. yaşamakta olduğu sendromdan ötürü john'a ilk buluşmalarını doğrudan anlatamayan river bunun yerine saçını çocukluğunu andıracak şekilde kısa keser, devamlı tavşan origamileri yapmaya başlar. hatta origamide işi ilerletip gövdeyi ayı anımsatacak şekilde sarı ve kolları mor yapar. buna rağmen john bir türlü hatırlayamaz, river da bununla ilgili hiçbir şey söylemeden ölür gider...

    ---
    spoiler ---

    ne hikaye yazmışsınız be arkadaş...


    (metal revolution - 8 Kasım 2016 21:00)

  • comment image

    witcher oyunlarından uzun süre sonra hikaye anlatımı bakımından bana aynı tadı yaşatacak bir oyunun 2 boyutlu, piksel grafikli ve yarı izometrik bir oyun olacağı söylense herhalde "yok canım" derdim. aslında uzun uzun notlar aldım incelemesi için. ama sadece şunları belirtmek istiyorum. yüzünüzden büyük oranda gülümseme ama yer yer de derin bir hüzün eksik olmuyor 4-5 saatlik oynama süresi boyunca. anlatım, espriler, müzikler karakterler harika. yani özgünlük denen şeyin bilgisayar oyunları tarihindeki en naif örneği olabilir.

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---

    eva'nın (nam-ı diğer kıdemli anı gezicimiz) dr.neil'i oyunun son bölümlerinde river olayı yüzünden engellemeye çalışırken kendine benzeyen zombileri neil'in üstüne salması, zombilerden ve tuzaklardan kurtulan dr.neil'in masanın üstünde çalan telefonu "alo morpheus ?" diye açması yarım yarım yardı beni.

    --- spoiler ---

    ---
    spoiler ---


    (dear passenger - 28 Haziran 2017 21:00)

  • comment image

    zaten oyunu kendine bağlayan en önemli unsurlardan biri müzikleri olduğu için alttan bir şey dinleyerek oynamamanız gereken oyun.


    (zuhtu memeli - 26 Haziran 2018 08:01)

Yorum Kaynak Link : to the moon