• "tek kelimeyle açıklanabilecek oyun.(bkz: mindfuck)"
  • "dear esther ile birlikte en acaip oyunlar zirvesine oynamaktadır. "this isn't a challenge, it's a tragedy.""




Facebook Yorumları
  • comment image

    klasik oyun anlayışını yerle bir etmiş değişik bir tat.

    --- spoiler ---

    başta kendinden emin ve "beni dinlemedin gittin oradan al bak ne oldu" tarzında konuşan oyun kurucunun sonlara doğru kafasının karışması "ne oldu ya nereye geldik böyle olmayacaktı" tarzı konuşması, sonra hepten "ya şu kapıdan gidelim yeni maceralara hazırım ben" moduna geçmesi tadından yenmiyor :)

    ---
    spoiler ---


    (taqster - 20 Ekim 2013 22:45)

  • comment image

    çok garip, felsefik, sorgulayıcı, müthiş bir oyun. steam farklı bir oyun olarak yayınlamadan önce böyle bir hl2 modu olduğunu bilmiyordum, çok şey kaçırmışım. 2 sene geriden gelmişim.

    bir insanın hayattaki görevi nedir? evlenmek mi? bulaşık yıkamak mı? çocuk sahibi olmak mı? seri katil olmak mı? yoksa hiçbir şey bilmemek, hiçbirşeyi sorgulamamak mı? ne zaman ne yaptığımızı, neden burada olduğumuzu bildik ki? insan bilinçsiz bir varlık mı? insanlık tarihinden beri kendimizi "düşünen, sorgulayan" bir varlık olarak tanımlıyoruz. yoksa kendimizi inkar mı ediyoruz?

    zavallı ve sıkıcı hayatımızda aslında hiçbir seçim hakkımız olmadığını anlıyoruz. hayatımızı hep kontrol eden birileri var. karınızdan gelen bir telefon bile sizin özgürlüğünüzü kısıtlıyor. ya da durun! belki karınız yoktur? kim sever ki sizi? neyi sorguluyoruz? karınız olsa ne değişecekti ki? gene (her zaman olduğu gibi) sabah 8 de işte olacaktınız. mesai bitene kadar tuşlara basacaktınız. belki tuşlara basarken içinizde kopan fırtınaları düşleyecektiniz. beyniniz bir maceradan diğerine koşacaktı. mesai bittikten sonra eve giderken gene 2 ekmek alacaktınız. akşam çocuklarınıza hikayeler anlatıp, biraz televizyon izleyip gene uyuyacaktınız. ve hop! saat 8, gene iş yerinizdesiniz!

    çoğu zaman ne yaptığımızı ve ne yapmamız gerektiğini bilmiyoruz. sınırsız özgürlüğe sahip olsak ne yazardı ki? birilerinin bizi sürekli doğruya yönlendirmesi lazım. ye sev dua et gibi... hayatta kalmanın tek yolu bize sunulan hayatı takip etmek değil mi? normal olan da bu değil mi?

    mümkün değil ama özgür kaldınız diyelim. eski yaşam tarzınızı özlemeyeceğiniz nerden belli? belki de hayattaki amacınız odur. sabah 8 de kalkıp, akşama kadar tuşlara basmak. belki de bunun için varsınız. hayatta verdiğiniz en ufak kararın bile ilerde sizi ve çevrenizi ciddi anlamda etkileyecek olması ne kadar da garip bir duygu, değil mi? belki de sizi kontrol edene "ne olur, bırakın beni. sıkıcı işime geri döneyim!" diye yalvaracaksınız, ama boşuna. çünkü siz özgürsünüz. yaptığınız seçimler sadece sizi ilgilendirir.

    belki de edgar allan poe'nin dediği gibi "hayat, rüya içinde bir rüya"dır. öyle rüyalar ki zamanında birini çok sevmenize rağmen, belli bir zaman sonra adını bile hatırlamıyorsunuz çünkü rüyalarınızın içine rüyalar ve onun içine daha rüyalar giriyor. birden herşeyin anlamsız olduğunu hissediyorsunuz. "ben gerçeğim" demek istiyorsunuz. bunu ayna karşısında da yapabilirsiniz. "ben gerçeğim, eşim, çocuklarım ve patronum var." işte bundan sonra ip kopuyor.

    inanılmaz rahatsız edici bir oyun. oynayacak bir şey yok. siktirin gidin.

    cosplay'i : https://i.hizliresim.com/kxjbda.jpg


    (beni arayan olursa banyoda de - 23 Ekim 2013 01:46)

  • comment image

    oldukça basit, bir o kadar da dolu dolu bir oyun.

    --- spoiler ---

    oyunda her şey iyi hoş da, şöyle bir gariplik var; anlatıcı tarafından, dediğini her yapmayışımızda kıvrandırılarak cezalandırılıyoruz. ya çıkmaz içerisinde yirmi dakika boyunca daireler çizmeye, ya istemediği tuşa basınca birkaç dakika zifiri karanlıkta tutulmaya, ya da gitmemizi istemediği "çıkış"a gittiğimizde pestilimizin çıkmasına maruz kalıyoruz. yani, sanırım oyun şu mesajı veriyor: "söyleneni yapmak zorundasın, otoriteye boyun eğmek zorundasın." tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. karamsarlıkla realistlik arasında gidip geliyor yani bu mesaj.

    bunun dışında anlatıcının esprileri oyunu inanılmaz keyifli hale getiriyor. mesela:

    - oyuna ikinci kez başlandığında, patronun odasındaki şifreyi ezberden girdiğimizde, anlatıcı tarafından müzik dinlemeyle cezalandırılmak.

    - anlatıcı, gitmemiz gereken güzergahı hatırlayamadığında pes edip "kazandın" diye çocukları bağırtması.

    - sarı hatlı kısmı geçtikten sonra başka bir yerde -daha önce bizi yarı yolda bırakan- sarı hattın ucu göründüğünde "yine mi sen" demesi gibi.

    oyunda bolca küçük ayrıntı da mevcut. mesela patronun odasının solunda kalan bir oda var, asansörün bulunduğu. işte o odada, kahramanımızın dünyanın en acımasız şirketinde çalıştığının altını çizen şöyle bir görsel asılı.

    ---
    spoiler ---

    mutlaka denenmesi gerekiyor. bağımlılık yapar diye korkmaya gerek yok çünkü oldukça kısa sürüyor.


    (norman stansfield - 28 Ocak 2014 17:23)

  • comment image

    rüya gibi. çok güzel. sadece öyle mide bulantısı yaptı ki oynamaya devam edemedim. cesaretimi toplayıp tekrar döneceğim.

    edit: döndüm, bitirdim ama zaten defalarca bitirmişim onu da fark ettim. ending'lerin çoğunu yapmışım. sadece "button heaven" bitişi eksik kalmış.


    (ssg - 5 Mart 2014 17:13)

  • comment image

    steam'deki başarımları ile de yaran oyundur.

    --- spoiler ---

    - the stanley parable'ı 5 yıl boyunca oynama.
    - bu başarımı elde etmen imkansız.
    - tüm salı günü boyunca the stanley parable oyna.
    - bur bir başarımdır.
    - oyundan çık ve yeniden gir.
    - 88888888888888888888888888888888888888
    ---
    spoiler ---


    (oziloz - 23 Haziran 2014 01:31)

  • comment image

    yüzyılımıza özgü yeni bir "kahraman" stanley: büyük hikayelerin artık yaşanmadığı dünyada, sıradan, yabancılaşmış ve "normal" bir beyaz yakalı, söz konusu kıssanın* ibretlik kahramanı.

    --- spoiler ---

    bir anlatıcı tarafından yönlendirildiğimiz bu oyunun sınırlılığı ile hayat arasında kurulan benzeşim oldukça başarılı. hayatımızı sınırlayan normlar, yaşamanın üretim ilişkileri içerisinde bir şekilde yer bulmaktan geçmesi; bunun yanında iktisadi sınıfın getirdiği, apolet gibi taşınan ve dahil olunmaz ise kişiyi "anormal"e dönüştürecek kalıp yaşantılar... stanley'in gerçeği sorguladığı, kimlik bunalımına girdiği bölümlerden birinde, varlığına delalet olarak patronunu, ofisini ve karısını göstermesi boşuna değil. bir yaşantıyı hakim söylemle "gerçek" yapan toplum içindeki bu tür konumlar çünkü. işsizlerin ve bekarların ötekiliğini bir düşünün. stanley'in ise sorgulayacak hali yok. onu kimlik sorgulamasına iten, onlarca kez geçtiği ve içinden çıkamadığı hepi topu 100 metre karelik alanla**, hayatındaki döngüler arasında yalnızca zamansal farklar var. her gün aynı saatte kalkıyor, tüm gün tuşlara basıyor ve akşamını ailesi ile geçirdikten sonra uyuyor. anlatıcının yönlendirmesinden sıyrılma amaçlı 2-3 denemeden sonra, stanley'in odasında yeni bir oyuna başlayınca önümüze büyük harflerle yazılmış "the stanley parable's adventure line" içine sıkıştığımız bu mengenenin en ironik sembolü. bu, stanley için "ayrılan" serüven yolunu bizlere gösteren sarı bir çizgi. bir şekilde aile, devlet, toplum ve kültür tarafından bizlere çizilen bu yol tüm cyberpunk distopyalarına güzel bir gönderme yapan "mind control facility" bölümünü de pek anlamlı kılıyor. hemen açıklayalım, mind control facility, söz konusu binanın tüm kameralarının bir araya toplandığı metrelerce yükseliğe sahip kocaman bir odadan ve maharetini anlayamadığımız, oyun sonlarından birinde infilak eden dev bir ekrandan oluşan iki kısımlı bir ünite. kameraların bulunduğu kısım 1984'ü hatırlatıyor. muhtemelen bu dev ekranın mahareti de clockwork orange'taki gibi görsel yollarla zihinsel bir takım manipülasyonlar yapmaktı. fakat tüm bu göndermelerden ötesi var. ötesini anlamlandırabilmek için komplo teorisyenlerini dinlemenize, illuminati üzerine kitaplar okumanıza ya da her yerde subliminal mesajlar aramanıza tabii ki gerek yok. zihin kontrolü denilen bir şey varsa, kuşkusuz evde, camide, sokakta, ofiste, gazete, kitapta, dildedir. ailenizde, eğitim politikanızda, büstlerde, dildeki önyargılarda, tarih kitaplarında, ahlakta apaçık durur. yaşadığımız sürece, güçlü olan her şey ve herkes, küstahça, "ideal"e ilişkin telkinlerde bulunur durur. sizi izleyen mobeseler bile "ideal vatandaş" olmanızı telkin eden bir araçtır. bu açıdan "mind control facility" bir fantezi değil. "the stanley parable" hiç değil, bu tümüyle çağımızın gerçekliğini örnekleyen bir vaka.

    ---
    spoiler ---

    bir de yeri gelmişken "oyunlar sanat mıdır?" sorusu üzerine daha uzun düşünmek gerekiyor sanırım. galiba genel algı bu yönde değil. türkiye'de level'de çıkan birkaç yazı hariç çok tartışıldığını duymadım. oyunların ve oyuncuların niteliksizliğinin de bu konuda payı var. fakat bence oyunlar bir şans. diğer sanat dallarının, alımlayıcıyı eserin içine en fazla çekebilen tekniklerini düşleyin. hiçbiri oyunun kişiyi hikayenin "etkin"*bir parçası yapışı kadar etkili değil. bu alınacak sanatsal haz açısından çok değerli olabilir. bu açıdan ilerleyen yıllarda maharetli eller, sanatın yeni bir mecra bulmasına yol açabilir belki de.


    (hikmet iv - 7 Ağustos 2014 19:39)

  • comment image

    bu oyunun bir yerinde müdürün ofisindeki diyafona night-shark-115 diyorsun kapıyı açmak için. bu tüyoyu tabiiki narrator veriyor.

    he işte ben tuşlayacak bir yer göremediğimden çareyi laptopa yaklaşıp "night-shark-115" diye bağırmakta buldum. ben stanley'nin yaşayan örneğimişim de haberim yokmuş.

    tanım: zihin kontrolüden kaçıp özgürlüğe ulaşmayı birinin kesin ve değişmez komutlarıyla başardığımız oyun.


    (tojourus - 13 Ağustos 2014 17:33)

  • comment image

    steam'deki indirimiyle kaçırılmamalı. ayrıca bir saattir oynuyorum bir kere sol kapıya girmedim. *

    oyunun düşündürtmeye çalıştığı konu özgün değil. üzerine bir çok sanat eseri yapılmış bir konu. ama bunu bir oyun formatında sunmak, üstelik ustaca bir kurgu ve başarılı bir atmosfer ile birlikte yapabilmek gerçek bir başarı. bu açıdan çok takdir ettim bu oyunu.

    --- spoiler ---

    sonlardan birinde, öğütme makinesi gibi bir şeye sıkışarak öldüğümüz;

    bütün oyun boyunca hayattaki sıkışmışlığımızın üzerine gidiyoruz. ne yaparsak yapalım bu sıkışmışlıktan kurtulamayıp, normlara ulaşma arzumuzun özgürlüğümüzün önündeki temel engel olduğunu düşünüyoruz. ve bahsettiğim sonda; bu oyunu kazanamayacağımız, sadece bu oyunu oynamamayı seçmemiz halinde özgürlüğe bir adım atmış olacağımızdan bahsediliyor. zira oyundan çıkmazsak az sonra öleceğiz.

    ilk tepkim; "hayır" demek oldu. oyundan çıkmak, sanki intihar etmek gibi geldi bana ve kaçmak için bir yol aradım durdum. neticede, oyunu yenemedim. çünkü oyun, yenebileceğim şekilde kurgulanmamıştı. fakat ben denemeye devam ettim ve bunun doğru olduğuna inandım.

    fakat atladığım şey şu ki bu oyunun bir yapımcısı, senaristi var. kurgusu belli, sonları belli. oyunun iddiasına göre modern hayat da aynı bu kurallarla çalışıyor, ki aslında ben de böyle düşünüyorum.

    fakat modern hayat ve oyun, bizleri öyle şartlandırmış ki oyundan çıkmak bana intihar gibi geliyor. bu oyunu oynamama seçeneğimin olduğunu, hatta tek gerçek seçeneğim olduğunun farkına varmak yerine inatçı bir keçi gibi benzer şeyleri denemeye devam ediyorum. oyunun kurallarını, kısıtlamalarını umursamadan kazanmaya çalışıyorum. ancak aslında oyun hileli, asla kazanamayacağım.

    fakat tıpkı the stanley parable'da yaptığım gibi, ölene kadar denemeye devam ediyorum.

    david eddings'in elenium serisinden talen'in bir sözü geldi aklıma;

    "ilk kural, oyunu sevmediysen, oynama!"

    ---
    spoiler ---

    yukarıdaki kısımlar oyunu oynamadan sizin için anlamsız olacaktır. bence alın, oynayın ve üzerine bir düşünün. sonra da bu entrinin spoiler kısımlarını okuyun.

    umarım bu da son oyuna gelişimiz olur.


    (jaaaccckkk - 30 Aralık 2014 23:46)

Yorum Kaynak Link : the stanley parable