Süre                : 1 Saat 55 dakika
Çıkış Tarihi     : 01 Aralık 2017 Cuma, Yapım Yılı : 2017
Türü                : Komedi,Cinayet,Drama
Ülke                : ABD,İngiltere
Yapımcı          :  Blueprint Pictures , Film 4 , Fox Searchlight Pictures
Yönetmen       : Martin McDonagh (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Martin McDonagh (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Caleb Landry Jones (IMDB)(ekşi), Woody Harrelson (IMDB)(ekşi), Abbie Cornish (IMDB)(ekşi), Sam Rockwell (IMDB)(ekşi), Peter Dinklage (IMDB), Kathryn Newton (IMDB)(ekşi), Frances McDormand (IMDB), Lucas Hedges (IMDB)(ekşi), John Hawkes (IMDB), Kerry Condon (IMDB), Zeljko Ivanek (IMDB), Samara Weaving (IMDB), Clarke Peters (IMDB), Sandy Martin (IMDB), Nick Searcy (IMDB), Amanda Warren (IMDB), Malaya Rivera Drew (IMDB), Michael Aaron Milligan (IMDB), Darrell Britt-Gibson (IMDB), Lawrence Turner (IMDB), Marcus Lyle Brown (IMDB), Alejandro Barrios (IMDB), Amy Heidt (IMDB), Michael Lee Kimel (IMDB), Jerry Winsett (IMDB), William J. Harrison (IMDB), Allyssa Barley (IMDB), Eleanor T. Threatt (IMDB), Maho Honda (IMDB), Noah Drake Bell (IMDB), Shawn Bubacz (IMDB), Jason Miller (IMDB), Neal Morgan (IMDB), Trish Morgan (IMDB), Gregory Nassif St. John (IMDB), Michael Forbis (IMDB), Sam McCarson (IMDB), Keith Paul Hunter (IMDB), William Cowboy Reed (IMDB), Mark Salas (IMDB)

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri (~ Üç Billboard Ebbing Çikisi, Missouri) ' Filminin Konusu :
Tecavüz edilip vahşice öldürülen kızı Angela'nın üzüntüsünü atlatmaya çalışan Mildred Hayes (Frances McDormand), kasabanın şerifi Bill Willoughby (Woody Harrelson) ve kanun kuvvetlerinin bu konuda gerekli adımları atmadığına inanmaktadır. Cinayetin üzerinden aylar geçmesine rağmen katille ilgili somut bir delile ulaşılmaması, sonunda acılı anneyi oldukça farklı bir çözüme iter. Kasabanın çıkışındaki 3 büyük reklam panosunu kiralayan ve bunlara cinayetle ilgili şerifi suçlayan mesajlar yazdıran Hayes, vazgeçmesini isteyen herkese tek başına meydan okuyacaktır.

Ödüller      :

Venedik Film Festivali:Best Screenplay
Academy Awards - Oscar:En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Kadın Oyuncu
BAFTA:Best Film, Best Screenplay (Original), Outstanding British Film of the Year, Best Supporting Actor, Best Leading Actress
Golden Globes:Best Motion Picture - Drama, Best Screenplay - Motion Picture, Best Performance by an Actor in a Supporting Role in a Motion Picture, Best Performance by an Actress in a Motion Picture - Drama
Independent Spirit Awards:Best Supporting Male, Best Female Lead
Toronto International Film Festival:Gala or Special Presentations
Academy of Science Fiction, Fantasy & Horror Films:Best Thriller Film
San Sebastian International Film Festival:


  • "kızları benim için öp ve seni her zaman sevdiğimi unutma. başka bir yer varsa orada tekrar görüşürüz belki. yoksa da, seni tanımak benim cennetimdi zaten."




Facebook Yorumları
  • comment image

    lamba cininden üç dilek hakkım olsa, birincisi şu adam kadar iyi diyalog yazmak olurdu herhalde. filmdeki dilin kullanımı muazzam, ki muhtemelen bazı amerikan espirilerini de çeviri nedeniyle anlayamadık.

    --- spoiler ---

    film boyunca, herkes bir şekilde birbirinden özür diliyor. willoughby maynes'ten kızının katilini bulamadığı için, dixon welby'i pencereden attığı için, maynes dixon'dan karakolu kundakladığı için. dixon'un sargılı gözlerinden welby'nin ona portakal suyu doldurmasını izlemek en haz aldığım sahnelerden biriydi, bir diğeri de willoughby'nin maynes'in yüzüne kan tükürmesi. en zorlama sahne ise kızın annesinden arabayı alamaması üzerine 'umarım biri bana tecavüz eder' söylemiydi, onun dışında muazzam bir film izledim.

    ---
    spoiler --- .


    (kral lear - 14 Ekim 2017 02:39)

  • comment image

    sinema sanatının nadide örneklerinden. güzel bir hikaye ve ışığıyla, müziğiyle, kurgusuyla, oyunculuğuyla mükemmel bir hikaye anlatımı.yönetmenin çok iyi bir hikaye yazarı ve anlatıcısı olması yanında filmin görüntü yönetmeninin ben davis olması çok güzel olmuş zira davis marvel'ın bir çok süper kahraman filminin görüntü yönetmeni bu sebeple aksiyonu ve coşkusu bol sahneleri nasıl yakalayacağını bildiği gibi karakterlerin içlerindekilerle yüzleştikleri trajik anları nasıl vereceğini de çok iyi biliyor. martin mcdonagh'ın seven psychopaths dışındaki filmlerini ve tiyatro oyunlarını izlememiş bir kişi olarak yönetmenle sinema perdesindeki ilk tanışmam bu film vesilesi ile oldu.
    --- spoiler ---

    film kızı tecavüze uğrayan ve vahşice öldürülen bir kadının ebbing kasabasında ıssız bir yoldaki eski 3 adet billboard'a emniyet teşkilatının başını suçlayıcı afişler astırması ve kadının statükoya çomak sokmasının polislerin, kadının ve onların çevresinde olanların hayatlarına etkisini anlatıyor. yardımcı rollerdeki lucas hedges, caleb landry jones, peter dinklage ve woody harrelson müthiş oynamışlar ancak filmin esas kahramanları olan mildred rolündeki frances mcdormand ve dixon rolündeki sam rockwell'in performansları bambaşka. film boyunca karakterler çeşitli trajik olayların etkilemesiyle çevrelerine ve dünyaya bakışlarını değiştiriyor ve belirli yollara doğru sürükleniyorlar. özellikle pankreas kanseri olan komiser willoughby'nin mildred'i karakolda sert şekilde sorgularken yüzüne kan öksürmesiyle kadının bir anda büründüğü anaç tavır ve bir birlerine karşı anlayışları çok etkileyiciydi. bu olaydan sonra komiser evinde intihar ediyor komiserin ölmeden dixon'a bıraktığı mektup ırkçı ve işkenceci olarak bilinen polis dixon'ı etkiliyor daha sonra mildred'in afişlerini yakanların polisler olduğunu sandığı için karakola attığı molotoflardan o sırada içeride olan dixon'ın yanması mildred'i etkiliyor vs. her hareket bir başkasında ve o hareketi yapanda izler bırakarak bir diğerine yol açıyor.
    film bir cinayeti çözeceğimiz tam bir amerikan polisiyesi gibi başlasa da cinayetin getirdiği öfkenin yansıması ve kişilerin hayatları üzerindeki etkilerini anlatmaktan öteye geçmiyor ve çok keskin karakterlerin uçları törpülenmiş şekilde filmi bitiriyor.
    ---
    spoiler ---


    (hotterthanhell - 22 Ekim 2017 23:02)

  • comment image

    senaryo dalında oscar'ı almasına kesin gözüyle baktığım muhteşem film.

    --- spoiler ---

    yukarıda kötü karakterin kahramanlaştırılmasından dolayı eleştirilmiş. ben bu filmde kötü karakter olduğunu düşünmüyorum. hatta filmi bu kadar beğenmemin sebebi de o. herkes kendince haklı, herkesin iyi ve kötü yönleri var, seyirci olarak biz de kimin tarafında duracağımıza karar veremiyoruz.

    mildred merhametli bir kadın, filmin başında reklam şirketinde ters döndüğü için hareket edemeyen böceği tekrar düzüne çevirmesi buna işaret. ama kızı öldürülmüş, ettikleri bir kavgada "ben de tecavüze uğramanı umuyorum." lafını etmiş, kendini suçlu hissediyor mildred. suçu kendisine bulmayı da kaldıramıyor, tanrı'ya kızıyor(kiliseyi bırakması), polise kızıyor ve sonuçta o reklam panolarını yaptırıyor. willoughby kanser olsa da vazgeçmiyor, intihar etse de vazgeçmiyor. onun açısından bakarsak, 7 ay geçmiş, hiçbir gelişme yok, kimse umursamıyor ama reklam panoları yapıldığı an tüm polis teşkilatının gündemi angela hayes oldu, demek ki panoları asla sökmemek lazım.

    öbür tarafa geçelim, willoughby iyi bir adam. emrindeki polisleri adam etmeye çalışıyor. çalışkan bir adam, olay hakkında elinden geleni yapmış ama bazen elden gelen yeterli olmuyor. üstüne kanser olmuş, birkaç ayı kalmış, küçük kızları ve hanımıyla huzur içinde geçirmek istiyor son zamanlarını.

    dixon kesinlikle ırkçı bir adam değil. problemli bir adam sadece. şiddete çok fazla başvuruyor, eğitilmesi lazım. willoughby'yi babası gibi seviyor, onun için mildred'e aşırı tepkili.

    birkaç etkileyici sahneden de bahsetmek istiyorum. mildred'in dişçinin tırnağını deştikten sonra sorgulandığı sahnede her diyalogda çatisma tırmanırken; mildred, willoughby ölse umursamayacakmış gibiyken willoughby kan kusunca hemen kesti, yüzüne kusmuş olmasina rağmen "önemli değil." dedi, hemen ambulans çağırttı. bu sahne mildred-willoughby ilişkisini açıklıyordu aslında: birbirleriyle bir mevzu yüzünden derin bir ayrıma düşmüşler ama nihayetinde birbirlerini sever, sayarlar. ayrıca mildred'in aslında merhametli bir kadın olduğunu da çok net gösteriyordu.

    willoughby, her ne kadar aksini iddia etse de, reklam panoları yüzünden intihar etti bence. mildred'i iyi bir insan olarak gördüğü için polis kimliğiyle bir mektup yazdığını düşünüyorum, olay hakkındaki tüm hislerini bir kenara bırakarak. polis olarak olayın üstüne gidilmesi gerektiğini biliyordu, intihar sonrası mildred'in bile tereddüde düşeceğini de biliyordu, onun için intiharını başka sebeplere bağladı.

    dixon, willoughby'yi babası gibi seviyor demiştim. neden böyle düşünüyorum: intiharı haber aldığı sahne. dixon, karakolda müzik dinliyor. o ana kadar gözümüzde kimseyi umursamayan, şiddete çok sık başvuran bir tip. ben merakla bekledim vereceği tepkiyi ve verdiği tepki tam da beklediğim yönde oldu. en çok o üzüldü, ağladı, sinirlendi. babasını kaybetmiş gibi sinirlendi. welby'yi 2. kattan aşağı boş yere atmadı. babası gibi gördüğü adamın intihar sebebiydi.

    karakolda mektubu okuduğu sahneye gelelim. sıradan bir mektup gözüyle baksa değişmeye çalışır mıydı? hiç sanmıyorum. babasının son sözleri, vasiyeti gibi değerlendirdi o mektubu. kim babasının vasiyetini uygulamak için uğraşmaz ki?

    anladığım kadarıyla film, bu üçlü arasındaki ilişkiyi ana olay olarak anlatıyordu. angela hayes, welby vb. yan olaylar. o yüzden angela hayes davasının çözüme ulaşması ya da ulaşmaması önemli değil, o hikaye için bir bahane. önemli olan mildred-willoughby-dixon üçlüsünün kavgasına nokta koyulmasıydı. o nokta da koyuldu.

    ---
    spoiler ---


    (bildigim tek sey her seyi bildigimdir - 1 Ocak 2018 12:45)

  • comment image

    --- spoiler ---

    şahane.
    filmin başlarında mildred'in pedere atarı muazzam.

    nazo82'nin çevirisi ile şöyle:

    bugün ne düşünüyordum biliyor musunuz?
    los angeles'taki sokak çetelerini düşünüyordum. crips ve bloods'ı hani?
    1980'lerdeydi sanırım. o crisps ve bloods adlı sokak çeteleriyle savaşmak için çıkarttıkları yeni yasaları düşünüyordum.
    yanlış hatırlamıyorsam, o yeni yasaların esası şöyleydi;
    o çetelerden birine katılırsan, onlarla takılırsan bir gece, hiç haberin olmadan bir sokak aşağında crips'teki veya bloods'taki bir arkadaşın bir mekâna ateş açarsa veya bir adamı bıçaklarsa o konudan hiç haberin olmasa da belki bir sokak köşesinde kendi hâlinde takılıyor olsan bile o yeni yasalara göre en başında o crips'e veya bloods'a katıldığın için yine de suçlu sayılıyorsun.
    bu da aklıma bir şey getirdi peder. bu durum siz kilisecilerin durumuna benziyor biraz, değil mi?
    sizin de üniformanız var, sizin de lokaliniz var. siz de, nasıl desem, bir çetesiniz.
    sen yukarıda piponu tüttürüp, incil okurken çete üyesi arkadaşlarından biri aşağıda, papaz yardımcısı çocuğu sikiyorsa, o zaman sen de crips ve bloods gibi suçlu oluyorsun peder. çünkü çeteye katılmışsın bir kez.
    hiçbir bok yapmaman, görmemen ya da duymaman umurumda değil.
    çeteye katılmışsın. bu yüzden de suçlusun.
    bir insan, papaz yardımcısı çocuğu veya herhangi bir çocuğu sikmekten suçluysa sizin o konuyu sınırlandırmadığınızı bilirim de. işte o zaman evime gelip benimle, hayatımla, kızımla ya da reklam panolarımla ilgili tek bir söz söyleme hakkı olmaz.

    ---
    spoiler ---


    (eternity and a day - 1 Ocak 2018 20:21)

  • comment image

    martin mcdonagh da olmasa sam rockwell'i sinemada göremeyeceğiz sanırım. her yıl en az bir filmde rol alsa, "yeter artık her taşın altından sam rockwell çıkmasın" diye bıktırsa; ama hayır, adam beş yılda bir görünüyor.

    yönetmen, yine muhteşem bir kadro toplamış, frances mcdormand, woody harrelson, zeljko ivanek, peter dinklage... sam rockwell, kendisine yapışmış, arızalı, kompleks rolün "yine" altından girip üstünden çıkmış.

    martin mcdonagh bir röportajında, erkek baş karakterlerle dolu filmlerinin yanında, kadın baş karakter görebileceğimiz bir senaryo yazmak istediğini söylemiş. hatta bu fikri veren ve onunla çalışmak istediğini söyleyen kişi de mildred rolündeki frances mcdormand imiş. yönetmenin diğer filmlerini izlerseniz, belli bir tarzı olduğunu görürsünüz. bu tarzın, bu biçemin "mükemmel (tanrısal) kahramanlar yaratmak" olmadığı belli. bilakis, adam tüm pislikleri ve çatışmalarıyla, asla tam olarak sevemeyeceğimiz karakterler yazıyor. bu filmde yüzde yüz haklı kimse yok; ne mildred haklı, ne dixon, ne willoughby ne de diğer yan karakterler. yüceltmeye çalışırken, başka bir hareketiyle aşağı çekebileceğiniz zibilyon falso sıralayabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    yönetmenin tüm filmlerini izlediğim için, hayvanlarla olan ufak tefek sahneleri dikkatimi çekmedi değil. misal, seven psychopaths'ta köpek kaçırılıyor, kısa film six shooter'da tavşan var, bu filme de artık bokunu çıkarıp can çekişen sinek, karaca (karaca mı ceylan mı her neyse) ve kaplumbağa koymuş. çok iyi ve çok kötü olmayan karakterlerin kendilerini yansıtabildiği ufak tefek işaretler bunlar. mesela, sen git gangster ol, köpeğin kaçırılınca kafayı ye. veya, kızına tecavüz edilip öldürülsün, kasabadaki insanların %95'ine kızgın ol, tek bir gülümseme emaresi gösterme, sonra git ters dönmüş sineği düzelt, reklam panosunun altındaki karacayla sohbet-muhabbet et, gibi.

    willoughby, mildred'e bıraktığı intihar notunda reklam panosu fikrinin harika ve bu hareketinin satranç hamlesi gibi olduğunu söylüyor. filme bakarsak her yerde çatışma, her yerde bir hamle var aslında. eski eşin, mildred ile kavgası, mildred'in papaz ile kavgası, halkın polis memurlarıyla kavgası, mildred'in tüm kasabayla olan kavgası ve tüm hamlelerin tek tek işlenmesi. hatta yönetmen şöyle demiş:

    "one of the early ideas of the whole thing was: what happens when two people go to war, and they’re both in the right? frances’s character is in the right, but woody’s character is also trying to do everything he can. it’s an unsolvable crime."

    ---
    spoiler ---


    (nice tnetennba - 2 Ocak 2018 15:44)

  • comment image

    --- spoiler ---

    kızları benim için öp ve seni her zaman sevdiğimi unutma. başka bir yer varsa orada tekrar görüşürüz belki. yoksa da, seni tanımak benim cennetimdi zaten.

    ---
    spoiler ---


    (okuryazamaz - 3 Ocak 2018 09:59)

  • comment image

    "benim gözümle" insanlık dışı savaş suçlarını, kızı vahşice katledilmiş bir annenin trajedisi üzerinden anlatan film. başından sonuna kadar göze sokulan ırkçılığın nedeni de sınırlarının dışındaki vahşete ne gözle baktığını sorgulatmak muhtemelen. bakalım görmezden mi geleceksin, onlar için de adalet arayacak mısın...

    pasif bulduğu emniyet güçlerini harekete geçirmeye çalışan bir anneyi izlerken, bir süre sonra seyircilik yol arkadaşlığına dönüşüyor ve o kadar mildred’ın tarafında oluyoruz ki polisi her sıkıştırışında karşılaştığı reaksiyon ve kamuoyunun tepkisi, bizlerin de üzerinde baskı oluşturuyor. onun gözüyle vatandaşlık hakları ihlali gibi engellemelere rağmen sistemdeki açıklar kapatılarak acaba dünya üzerindeki tüm suçlular yakalanabilir mi diye mücadele yöntemleri düşünüyorsun. savaş her iki taraf için de git gide kızışıyor ve çevresi üzerinden diz çöktürülmeye çalışılan mildred’la beraber sen de hırpalanıyorsun. sanki senin de gayretlerin sonuçsuz kalıyormuş gibi hissediyorsun. adalet arayışından vazgeçmek, yitirdiğinin hatırasına ihanet etmekmiş gibi geliyor. o, köşeye sıkıştığında sen de yardım ve yataklık etmişsin de birlikte sobelenmişsiniz, tüm çabanız boşa gitmiş gibi hissediyorsun.

    bahsi geçti ya shakespeare’in, biz de ona selam çakalım. hani o meşhur oyunda aşkın sancılı kısmını anlatan bir cümle vardı, yarayla alay eder yaralanmamış olanlar diye... mildred’ın mücadelesini sinir bozucu bulan empati yoksunu dixon, onun gibi yakılmadan, angela’nın uğradığı vahşeti kavrayamayacaktı. haliyle film evreninin tıkır tıkır işleyen karmik düzeni devreye girdi ve üstelik mildred'ın elinden ciddi bir kaza geçirdi. bu kadarla da kalmadı, bir de karşısına tecavüzünü böbürlenerek anlatan bir katil çıktı.

    buraya kadar yaşananlar, cinayet; acı çeken annenin adalet arayışı; katilin belirsizliği; katili bulmaya şu kadarcık yaklaştığını düşündüğündeki umut... ama sonuç hüsran. öğreniyoruz ki bayrakları, barda bile gözümüze gözümüze sokulan amerikan ordusuna mensup biri, çöl ikliminin hakim olduğu bir ülkede tıpkı angela'ya yapıldığı gibi bir kızı katlederek bir ailenin mahvına neden olmuş. yani elde, suçunu devletin örtbas ettiği bir fail var; bir de tıpkı angela gibi tecavüz sonrası yakılarak öldürülmüş bir kurban.

    buradan itibaren sorgulamaya başlıyorsun. coğrafya, kader midir? mesela seçenekleri hiç daraltmayan kumlu diye bahsedilen yer acaba hangi üçüncü dünya ülkesiydi? ordular o ülkelere gittiklerinde, gönderen ülkelerin vatandaşları yaşananları nasıl da görmezden gelebiliyor... ama pederle konuşmada değinilen, amerika'nın 80'lerde çetelere karşı çıkardığı şu yasa benzerlik açısından kilit aslında. "haberin dahi olmasa, onlara dahil olduğun için sen de suçlusun". kilisenin, özellikle çocuk tacizi vak'alarını görmezden gelip sümen altı edişi de herkesin bilip sustuğu bir konu mesela. ahlak bekçilerinin çelişkili ikiyüzlülüğü... burada da aynısı söz konusu. öyle şefin beyaz ya da siyah olması gibi değişen yönetim anlayışı, maalesef askeri politikalara yansımıyor. en fazla sınırlar içinde ırkçı vandalizmi gündemlerine alıyorlar, o kadar. gerisi o “kumlu” ülkelerin sorunu.

    finalde topu, amerikan seyircisine bırakmış yönetmen ama bunu, ikisini de ehlileştirdikten sonra yapıyor. mildred, 19 yaşındaki kızın ayraçta okuduğu "öfke, daha fazla öfke peyda eder" sözüyle, dixon da camdan attığı reklamcının ona gösterdiği nezaketle olgunlaşıyor. o yüzden ikisi de ne yapacaklarına henüz karar vermedi. hiç gitmedikleri bir ülkede, hiç görmedikleri bir kızın kurban gittiği vahşet ve ailesinin adalete olan açlığı onlar için tanıdık sadece. acaba, kendileri için istedikleri adaleti, onlar için de sağlayacaklar mı? ucu açık.


    (ozenti filozof - 15 Ocak 2018 11:26)

  • comment image

    --- spoiler ---

    sadece polis amirinin eşine bıraktığı nota bile oscarı verirdim:

    bu mektup sadece bu gece için.
    daha da önemlisi bugün için.

    bu akşam atların yanına
    hayatıma son vermeye gittim.

    yaptığım şey için
    özür dileyemeyeceğim.

    gerçi kısa bir süre
    bu yüzden bana kızacağını...

    ...hatta belki de
    benden nefret edeceğini biliyorum.

    lütfen etme.

    "bu dünyaya yalnız geldim
    yalnız giderim"...

    ...ya da o tarz salakça bir şeyin
    kafası değil bu.

    bu dünyaya yalnız gelmedim
    annem yanımdaydı.

    yalnız da gitmiyorum.

    çünkü sen yanımdasın.
    kanepede sızıp kalarak...

    ...oscar wilde'lı y**ak esprileri
    yaparak.

    hayır. bu bir bakıma
    bir cesaret meselesi.

    kurşun yeme cesareti falan değil.

    önümüzdeki birkaç ayda çekeceğim acı
    o anlık patlamadan çok daha ağır olacaktı.

    şunları ölçüp tartma cesareti gösterdim
    önümüzdeki birkaç ay yine seninle olmayı...

    ...yine seninle uyanmayı
    ve çocuklarla oynamayı...

    ...önümüzdeki birkaç ay
    boyunca çekeceğim acının...

    ...seni nasıl mahvettiğini
    gözlerinden izleyecek olmayla...

    ...ve yavaş yavaş çöken
    aciz bedenime göstereceğin ihtimamın...

    ...benimle ilgili son ve daimî
    hatıraların olacağıyla karşılaştırdım.

    buna katlanamam.

    benimle ilgili son hatıralarınız
    nehir kenarında yaşadıklarımız olacak.

    hile yaptıklarını düşündüğüm
    o aptalca balık tutma oyunu...

    ...benim senin içinde
    senin benim üstümde olman...

    ...ve yaklaşmakta olan karanlığı
    bir anlık da olsa düşünmemiz olacak.

    muhteşemdi ann.

    bunu düşünmeden geçen
    koca bir gün.

    sen bugüne yoğunlaş bebeğim
    çünkü bugün hayatımın en güzel günüydü.

    kızları benim için öp...

    ...ve seni her zaman sevdiğimi unutma.

    başka bir yer varsa
    orada tekrar görüşürüz belki.

    yoksa da...

    ...seni tanımak
    benim cennetimdi zaten.

    ---
    spoiler ---


    (csec - 4 Şubat 2018 01:24)

  • comment image

    çok güzeldi.

    uzun zamandır bir filmden bu kadar etkilenmemiştim, altüst etti beni.
    film boyunca defalarca kahkaha attım ve defalarca gözlerim doldu. bir ara bu ikisinin arası iki dakikaya kadar bile düştü. çok zorlu ve keyifliydi.

    eskiden sadece istiklalde film seyrettiğimiz günlerde bazı çok güzel ve etkileyici filmlerden çıkınca garip bir ruh hali çökerdi bana. sanki istiklaldeki kalabalıkla aramda görünmez bir duvar olurdu çünkü ben onların bilmediği muhteşem bir deneyim yaşamıştım az önce. bir iki saat istiklalde sersem şekilde dolaşırdım filmin etkisiyle...

    işte çok uzun bir aradan sonra bu hissi yaşadım tekrar. tabii istiklalde değil avmde olduğum için bir yerde oturdum ve insanları seyrettim boş boş...

    çok çok güzel bir filmdi.


    (varolan - 5 Şubat 2018 18:38)