Salò o le 120 giornate di Sodoma (~ Salo Ya da Sodom'un 120 Günü) ' Filminin Konusu : Salò o le 120 giornate di Sodoma is a movie starring Paolo Bonacelli, Laura Betti, and Giorgio Cataldi. In World War II Italy, four fascist libertines round up nine adolescent boys and girls and subject them to one hundred and...
Ödüller :
Il vangelo secondo Matteo(1965)(7,9-9328)
Funny Games(1997)(7,6-57320)
Seul contre tous(1999)(7,4-17919)
Irréversible(2002)(7,4-104086)
Teorema(1968)(7,3-10130)
Il Decameron(1971)(7,1-8351)
Il fiore delle mille e una notte(1974)(6,8-6140)
Antichrist(2009)(6,6-112057)
I racconti di Canterbury(1972)(6,5-6848)
Cannibal Holocaust(1980)(5,9-45459)
Srpski film(2011)(5,1-54670)
Venezia Classici Award-Best Restored Film
pasolini bu filmi için şöyle demiştir: "bugün çoğu insanın yaşadığı cinsellik aslında bir uzlaşmanın, bir mecburiyetin, bir sosyal görevin yerine getirilmesi; sosyal bir endişeyle tüketim toplumunun bir gereğini yerine getirmek. salo'daki cinsellik bu durumun vurgulanması ya da metaforu. son yıllarda yaşadığımız şey bu: mecburiyet ve çirkinlik olarak seks." evet zordur seyretmek bu filmi, kendimize dönüp bakmak kadar.
(psykhe - 20 Mart 2007 00:36)
passolini'nin 120 days of sodom isimli marquis de sade'e ait kitaptan uyarladığı film. içerdiği sahneler ve rahatsız ediciliği yüzünden yasaklanmış, izlemeye kalkanları ise kâh tiksindirerek, kâh kendilerinden geçmelerine sebebiyet vererek son derece etkilemiştir. filmin sonuna kadar dayanmanın akıl işi olmadığı rivayet edilir. yanısıra passolini, bu filmden sonra, bir gün sokakta gezerken, dövülerek öldürülmüştür.
(cyrano - 11 Nisan 2002 22:16)
15-16 yaşlarında izlemiş olduğum bir film. izlediğimden beri hiçbir şey eskisi gibi değil.
(caponsever - 11 Nisan 2002 23:14)
ama yaşananlar sadece bununla sınırlı kalmaz. filmde 3 ayrı bölüm vardır. 1. ile 3. yü hatırlamıyorum, ikincisinin ismi "bok bölümü" idi, bazı sahneleri yüzünden hatırımda kalmış. söz konusu sahnede mükellef donatılmış şık bir sofradaki insanlara bok servis edilir, insanlarda afiyetle yerler.(bkz: yemek yerken izlenmemesi gereken filmler)(edit: 3 ayrı bölüm vardır diye işkembe i kübradan atmışım. sonradan (cyrano sayesinde) gelen edit ile filmde 4 ayrı bölüm olduğunu, sapıtma, bok ve kan isimli son 3 bölümün isimleri dışında 1. sinin hatırlanmadığını eklemek isterim)(edit2:yillar nasil da geciyor, 2005'e geldik birden bir mesaj, nedir? 1.cilginlik cemberi, 2. bok cemberi, 3. kan cemberi imis, bölümler böyle isimlendirilmis efendim. chimerax'a tesekkür ediyoruz. bir dahaki editte görüsmek üzere!)
(caponsever - 11 Nisan 2002 23:18)
az spoiler az pilav !salt bir sade pskopatisinin ,kanimca pasolini nin kendi zevkleri ve kisiligiyle sentezlenmis seklidir, sindirmesi zor bir filmdir.isin guzeli kurallari bilmelerine ve uymadiklari takdirde gorecekleri cezalari da ogrenmelerine ragmen, koleler yinede bazi zamanlarda bu kurallari es gecerler.buda uzerinde baski kurulan ve kendini herseyiyle kole yapmasi istenen kisinin,zor kullanilarak bile icgudulerine karsi cikamayacagi ve dogasini yasayacagi fikrini asilar.filmde kurallari cigneyip hizmetciyle yatan kisi,uzerine efendilerinin dogrulttugu silahlari gorunce sol yumrugunu cirilciplak bir halde havaya kaldirir.bunun uzerine efendiler duraksarlar ama daha sonra buyuk bir hınc ve keyifle kursunlar ciplak komunistin vucuduna yagar.bu da bence sisteme karsi olan duygulari besleyen dimag in (bir sosyalistin),her ortamda kendisini somuren kurallara karsi cikisini ortaya koyar.filmin muziklerini ennio morricone yapmistir.
(mascara - 21 Haziran 2002 22:42)
kitabının yanında filmi çizgi film seyri gibidir. ağzı leş gibi kokan dişsiz bir ihtiyar kadına tecavüz ederek boğazını kesme fantazisini gerçekleştiren adamlar mı istersiniz; sadece ve sadece ölmekte olan bir insanın yüz ifadesiyle orgazm olabilen ve bu gayeyle şehrin idam cezalarının infaz edildiği alanı gören bir kat kiralayıp huzura erebilen asiller mi?... böylesine enterasan hikayelerle akıp gidiyor roman. filme haksızlık etmeyelim lütfen.
(paronoid android - 13 Ekim 2008 16:51)
ben bunu kalabalık bir arkadaş ortamında izledim. kimisi dayanamayıp yarısında çıkarken, kimisi dayanamayıp "allahım sana geliyorum" diye bağırarak oracıkta can verdi. kimisi dayanamayıp yarısında komunist manifestoyu okurken, kimisi dayanamayıp "gelin itiraf edelim insan doğası bu" başlıklı bir yazı kaleme aldı. ben de yarısında dayanamayıp yanımdaki kızın memesini avuçladım, o da bu işlemin yarısında dayanamayıp bana tokat attı ve çıktı gitti.
(nerdeyim ben - 3 Aralık 2008 06:53)
vay babam izledim, izlemez olaydım. bok yemeydi, göz çıkarmaydı, sıfata şarıl yavrum ha şarıl işetmeydi, hepsi bi tarafa da, ben hayatımda bi filmde bu kadar çok yarrakla karşılaştığımı hatırlamıyorum arkadaş. aha porno da dahil. pasolini'ye "kardeş, türkiye'de kemal sunal'ın eşekoğlueşek demesi bile sansüre uğruyor, sikseler yayınlanmaz orda, sen rahad ol, takıl kafana göre" demişler, herif de onun rahatlığıyla vermiş yarağın gözüne demek ki. küçükken korku filmi izlerken "film lan bu, gerçek değil" diyerek kendimi avuturdum korkmazdım. e bunda da tecavüzler, göz çıkarmalar, yenilen boklar gerçek değil diye avutabilin eyvallah. e yarrak hususunda nabıcan? halis muhlis yarrak diyorum oğlum. yarak konusunu fazla uzatmadan filmde görünen bir kareyi paylaşmak isterim. porno camiası adına, adeta keşfedilmemiş bir cevher yakaladım abi. mevzunun boyutunu anlayasın diye iki dalganın yanyana olduğu bi kare yakaladım, yakaladım ki bi gör. valla ben herifçioğlunun babafingoyu gördükten sonra "ustam 2 kilo pidelik kuşbaşı kessene ordan" deyivermişim. (+18 ablacım, net yarak: http://img170.imageshack.us/img170/1936/sodom.jpg)şimdi bi de bi hadise var filmle alakalı. kimin eli kimin götünde belli değil, sikişmek, işkence etmek üzere çoluğu çocuğu torunu neyi toplayıp getirmiş bu dört haysiyetsiz pezevenk onu anladık da, e bu deyyuslar ilk fırsatta birbirlerine de halleniyolar be aga. misal sakallı olanı bi oğlana saksoya mı yattı, hemen şaşı olanı sakallının arkasında beliriveriyor. ulan adam resmen zuhur ediyor be, adeta sakallının götünde hasıl oluveriyor şaşı piç. e hani az önce "sayın başkanım, aman başkanım yaman başkanım" diyodun ya dürzü?ayrıca anlaşılan tolga savacı hülya avşarlı filmlerinden evvel bu filmin setinde antrenman yapmış:http://img36.imageshack.us/img36/5258/tolga.jpg (dikkatli bakmak lazım, yeşil lens takmış haluk levent bile olabilir bu herif)
(kelevelelis - 6 Haziran 2009 01:58)
[bu entry'yi yazmaya, konu hakkında dönen manasız bir tartışmaya cevap mahiyetinde olsun diye başlamıştım. ancak konu yazdıkça uzadı ve ben de "kenarda dursun" diyerek bıraktım. sonra da unuttum. bugün tekrar aklıma geldi ve tamamlıyorum.]en başta kişisel olarak altını çizmeliyim: kafama imajları ve onun etrafında dönen fikirleri "en çok" vuran iki filmden biridir, salò. (diğeri vertov'un kameralı adam'ı). biraz açıklamak isterim bu kişisel beğeninin sebebini. pasolini ustanın bu opus magnum'u bana kalırsa çok özel iki kontekstte değerlendirilmelidir. bunlardan birincisi 1960'ların cinsel devrimi; ikincisi ise 1945-80 arasının bir fenomeni olarak post-faşizm. salò'yu hangi tarihsel-sosyal kontekste koy derlerse hiç düşünmeden verilecek cevap budur. bunun üzerinden ilerlemek gerekiyor o yüzden de. salò'nun tarihini verelim; 1975. '68'in özgürlükçü hareketlerinin durulduğu bir dönem. bu aslında 68 devriminin bir olgunlaşma sürecidir. yani 68 kuşağı bir devrimci kalkışmaya girişmiş, neticede mağlup olmuştur ve bu hareketi taşıyan gençlik 70'lerin ortalarında artık olgunlaşmaya başlamıştır. bunu bir de şu yönden okuyabiliriz: 70'lerin ortaları avrupa için '68 hareketinin mağlubiyetinin ilamıdır. zira '68'i yapan gençler artık ne gençlerdir, ne devrimcilerdir, ne marksistlerdir, ne de toplumculardır. bir hayal kırıklığı dolanır batı avrupa'da. bu hayal kırıklığı '68'le birlikte söylemleştirilen her şeye yöneliktir. eşitlikten tutun, estetiğe* kadar, özgürlükten tutun, cinselliğe* kadar. bilhassa bu dört kavramı kullanıyorum. ama özellikle de sonuncusunu. '68'in cinselliği özgürleştirmesi o devrimin başarılı olduğu noktalardan biridir. bu onları özgürleştirmiştir. herkes kendi eylemiyle var olur, dolayısıyla iradi anlamda sonsuz bir eşitlik söz konusudur. ve toplum, içinde yaşadığı sistemin dayattığı formlarda yaşamak zorunda değildir, kendi estetiğini kurmalıdır.1970'lerle birlikte bu söz konusu durum pasolini'nin kafasını kurcalamaya başlar. cinsellikle ilgili meselelere daha en başından beridir değinmektedir yönetmen; burjuva ahlakını müthiş bir cinsel çekim gücüyle alaşağı eden devrimci bir arzu odağı resmeder mesela teorema'da. ancak cinsellik artık bastırılmış durumda olduğu zamanlardaki gibi arzunun, aşkın, sevginin özgürleştiği düzlem değildir. kısaca '68'in cinselliği yozlaşır pasolini'ye göre. bunu da italyan toplumunda cinselliğin son dönemdeki algılanışından çıkartır. cinsellik yozlaştıkça seksüel eylem hetero veya homo çiftlerin/grupların aşkınsal bir kendinden geçiş ritüeli olmaklıktan da uzaklaşır. çok daha doğrudan bir iktidar ilişkisine dönüşür. böylelikle '68'in ütopyası bayağılaşarak ayağa düşer. bu noktada, yukarıda bahsettiğim diğer kontekst devreye girer: post-faşizm. pasolini'nin dönemi, günümüze göre faşizmin etkisinin çok daha hissedilir olduğu bir dönemdi. pasolini de kişisel olarak bu dönemi yaşamış birisiydi. sadece pasolini özelinde değil, batı avrupa'da savaş sonrası yükselmiş düşünce ikliminin de temel problematiklerindendi yaşanmış faşizm olgusu. özellikle de fransız felsefesinde bunun etkisi muazzamdır. marquis de sade'ın gündeme gelmesi (barthes'ta, foucault'da, deleuze'de, pasolini'de) hem faşizmin geliştirdiği mutlak otoriteye karşı liberteryan çıkışları bir imkan olarak görme ihtiyacından, faşizmin tükettiği özel alanın en sınırdaki seksüel pratiklerle ayinsel bir havada tekrar üretilmesine duyulan arzudan kaynaklanır. pasolini de evveliyatında buradan yola çıkmış biri olmakla beraber, salò'yla birlikte -daha doğrusu filmin çekim sürecinde- sadian liberteryanlık bir anda faşizmle içiçe geçer. cinsel ilişkinin sınırsız doğası, faşist öznenin mutlak otoritesine emanet edilirse ne olur? bunun cevabını görürüz aslında film boyunca. yavaş yavaş gelişir senaryo, "çember"ler yavaşça daralır. filmin birinci konteksti dantevari bir cehennem tasviridir. mussolini'nin son kalesi salò'da bir şato; bu şatonun 4 amiri (iktisadi, dinsel, yönetimsel, sosyal) cehennem'de acı çekecek seçilmiş günahkarlara mutlak otoritenin bütün gücünü hissettirecektir. ilahi komedya'da cehennemin kapısında yazan sözleri hatırlayın: "içeri girenler, dışarıda bırakın her umudu." *bu birinci konteksti çizdikten sonra, ilk çemberi çeker pasolini: mani çemberi. bu her türlü sapkınlığın çerçevesidir bir bakıma. cehennem'in girişinde yazan yazının anlamı da burada belirir. buraya gelen dışarı çıkamayacaktır ve artık umudun olmadığı yerde bulunuyorlardır. ikinci çember, bok çemberi, çerçevenin daraltıldığı ve eyleme geçildiği yerdir. umut iyiden iyiye azalmaktadır ve cehennemi azabı çeken günahkarlar sınıra vardıklarını sanmaktadırlar. halbuki yanılıyorlardır, zira son bir çember daha vardır: kan çemberi. ve bu da faşist/totaliter öznenin cinselliğin sınırsız doğasında elinde olan "total" gücü (iktidarı diyelim buna en iyisi) son aşamaya varmak için acımasızca kullanmasına sahne olur: nihai amaç "total yok etme"dir. salò aslında bir toplama kampından başka bir şey değildir. ancak bildiğimiz toplama kampları, farklı işlevsellikler için kuruludur: en temelde emeğin temerküzüdür buraları ve "çalışmak özgürleştirir"* sözü de bu emeğin toplandığı yerde insanları bir umutla otoriteye kurtulabilmek için duacı hale getirir. ancak bu emek temerküzü salò'da cinsel hazzın temerküzü haline gelir. nasıl ki toplama kampındaki yahudi sarfettiği emeği karşısında hakkı olan ücreti alamıyor ve yaşam mücadelesinde özgürleşemiyorsa, tam aksine gitgide otoritenin kucağına düşüyorsa; salò'daki seks kölesi de seksüel eyleminden haz alamaz, o ancak başındaki dört amirin hazzını kamçılayabilir. dolayısıyla seksüel eylem, özgürlük alanından çıkarak bir anda kölelik yasalarına boyun eğer. daha fazla cinsellik, daha fazla sömürülmek demek olur; ve bu süreç kurbanların total yok oluşlarına, türlü işkencelerle ezra pound kantoları eşliğinde can verişlerine kadar sürer gider.pasolini'nin göstermek istediği de, cinselliğin özgürlükçü hazzıyla tahakkümcü zorbalığı arasındaki o incecik geçişe dikkat çekmektir bir bakıma. faşizm kurumsal olarak belki bir daha geri gelmeyebilir ancak cinsellik üzerinden bu şekilde bir total yıkım ikili ilişkilerin var olduğu her tarihsel dönem için mümkün bir kopuş ihtimalidir. faşizmin genel çerçevede kurumsal değil de, ikili ilişkilerden dahi kaynaklanabilecek en arkaik otorite biçimi oluşuna dair fikirleri de bir bakıma destekler böylelikle pasolini. ve faşist veya değil; bilhassa modern toplumumuzu, pasolini, bu ihtimale sürekli meyilli görür. bu yüzden salò kıymetli bir filmdir; bütün bu despotik dayatmaların hareket-imaja dönüşmüş şeklidir. şüphesiz ki bunda düşünenler için bir mana vardır.
(kuzgun lese - 2 Kasım 2009 00:02)
baslangicta seksüel tutku ve sapkinliktan baska birsey olarak görünmeyen ancak gercekte fasizm in kötü sonuclarını ve yan etkilerini metaforik bir sekilde anlatan,pornografi,siddet ve politik mesajların daha önce hic bu kadar icice olmadigi, sonuna kadar izleyebilmek icin güclü sinirlere saglam bir mideye , güclü bir algi ve dikkate sahip olmaniz gereken, pier paolo pasolini filmi.
(margot - 6 Şubat 2003 22:36)
4 ss kişisiyle oynanan bir pasolini* filmidir.. âdilâne olarak, kişi başına bir bölüm düşer; sırasıyla na şöyle dizilir: 1. antinferno [anti-inferno],2. girone delle manie [the circle of manias],3. girone della merda [the circle of shit],4. girone del sangue [the circle of blood].. imdi efendim, hadisenin girizgâhı olan anti-inferno bölümü, dante'nin inferno'su çıkışlıdır.. çıkıştır çıkış olmasına da, hani biraz ters çıkıştır.. hatta, de sade*'ın dantevarî yaklaşımına pasolini'nin bir üst-yorumu dersek, bu anal çıkışı daha iyi ifade etmiş olur, bu gece fazladan bir posta daha attırabiliriz bile, değil mi.. işte hulâsa, de sade kitabında direkt inferno'yu imlemiştir, lâkin pasolinican filmde bunu anti-inferno olarak okumuştur.. filme emeği geçenler öyle böyle* değildir: roland barthes, maurice blanchot, pierre klossowski, philippe sollers ve simone de beauvoir hanımlar-beylerin, de sade üzerine yaptıkları cemi incelemeleri yalayıp yutan pasolinican âlem adamdır valla kuzum: fonda ennio morricone soslu arnaldo graziosi piyanosu tıngırdarken, bibliyoman göynümüze de hortumla su serpmekten kendini alamamıştır.. ha bir de, ailemizin faşosu ezra pound tabii, radyoda şiir köşesi yapmıştır yahu: sırf bizim 4 ss uğruna.. tüm bu referanşların ötesinde, filmin fevkalâde faşizm görüsüne hiç değinmeden, fütüristik öngörüsüyle halvet olup geliyorum bir dakika, hah: u dönüşü yapılamayan bir masanın etrafındayız ve hepimiz kristal kesme bardaklarda sidiğimizi içip, gümüş kepçelerle bokumuzu kaşıklıyoruz.. kafa derimiz çoktan yüzülmüş, alan derinliğimizin her karesine mayın döşenmiş, dilimiz epeydir felçli; düzülmediğimiz zamanlarda düzmekle idare ediyoruz; üstelik, bütün bu kıçı kırık eylemlerimizin adına da aşk, sevgi, dostluk, eşeğin siki gibi, aslen aramızda kesinkes yasakladığımız güzide kelimeleri lâyık görüyoruz; en nihayetinde de, hepsini bir 'yaşam hikâyesi'** ismi altında toplayıp, eşe dosta uluorta anlatıyoruz.. ne de iyi ediyoruz ki: anlatılmayan şey, gider duvara tabelâ olur tabii; sonra da, o tabelâlara bakıp "neden acaba üzerimde bu aptal donnie darko kostümü var?" filân diyerek mecnun oluruz maazallah yahu! neme lâzım, sonum zaten pasolini'den beter olacak, aman diyeyim!..
(atlantisten gelen zekiye - 12 Mart 2003 22:11)
vicdandan nasip alamamış bir insanlığın nasıl da bokyiyici, kanemici, götetapan bir canavar suretine bürüneceğinin saniyede 24 karelik resmidir salo. sonra o resimleri alıp gerçek hayatta gördüğünüz her başka aşağılanışın resmine yapıştırabilirsiniz. misal gün biraz önce dolan gün itibariyle, akşam gazetesi web sayfasına bir fotoğraf yerleştirmiş ki blair, bush, aznar yanyana filmi izleyen kim varsa berigelsin, işte salo'nun faşistleri diye dudak uçuklatır. hele blair'in o şehla bakışı, aynı o dük değil mi! o minicik gözleriyle bush, tiksinç bıyıklarının altından sırıtan aznar...
(zazie - 18 Mart 2003 00:34)
hayatıma hiç girmeseydi keşke dediğim film. gecenin bir vakti nerden gördü gözlerim ? her haltı merak etmek zorunda mıyım ? insanlar uyarmış dinlesene onları. izlemeyin. gerçekten bu filmi de izlemeyin. bu da eksik olsun. mideniz için, psikolojiniz için, hayatınızın geri kalanı için izlemeyin. faşizm böyle anlatılırmış da, falanmış filanmış. gidin başka şekilde öğrenin faşizmi. hiç derdiniz yok gibi kendinize böyle eziyet etmeyin.
(tarchin soslu karanfilli kekik - 29 Nisan 2013 03:01)
-bak bu filmi al, hmm ama yok alma hakkımda korkunç şeyler düşünürsün ama yani hayatının bi döneminde seyret-e seyredeyim simdi iste-yok seyretme-neden-iyi gelmeyebilir, baya kötü sahneler var-peki(aradan bes on dakka gecer, film aklina takilir, gider raftan alir, bu sirada cd'ci cocuk bagirmaya baslar)-ay o iğreeeeeeeeenç, bırak onu-haydeeee-sakın sakın bırak-e neresi iğrenç ya ikiniz de iğrenç diyosunuz başka bişey demiyosunuz- kızım alma valla çok iğrenç-eeeh başlıcam ama iğrenç iğrenç (bu sırada cd'yi elinde tutmaktadır, derken içeri başka bir müşteri girer, elimdeki cd'ye bakar ve yüzünü ekşiterek)-seyretme onu iğrenç o-eh ama herkes seyretmiş benden başka sanırım
(zeynepmina - 19 Aralık 2003 11:38)
mutlaka aileyle izlenmesi gereken, izleyenlerin icini isitan, sevgi dolu ve sicacik bir yapim. <3
(guldum gectim genceciktim - 6 Mart 2014 02:12)
2000'lerin başındayız, yaşımız 16-17. fazla gereksiz entel arkadaşımla aşti'de karşılaşmışız, aynı otobüsle döneceğiz memleketimize. daha otobüs kalkmadan ayarlıyoruz yerleri, artık onun yanındaki mi benim yanımdaki mi bilmiyorum kalkıyor sağolsun, birlikte gideceğiz yol boyunca, 11 saat kafa sikicek..neyse daha yolun başı film koyulacak player'a, muavin hazırlık peşinde. o zamanlar her koltuğun arkasında ekran yok tabi. iki tane ekran var, biri girişte biri de ortadaki kapının üstünde. tüm otobüs sike sike orada ne gösterirlerse onu izliyor. bizim elemanço muavini yakaladı kolundan dedi ki; kardeş bende bir film var onu tak. saçma sapan filmler göstermeyin, insanlar nitelikli işler seyretsin, ufukları açılsın. allahıma bin şükürler olsun çocuk akıllıymış da ver abi takayım cd'yi demedi. şirket prosedürü falan gibi şeyler söyleyip uzaklaştı. eğer bugün bir otobüs dolusu insanla birlikte çağdaş bir marquis de sade uyarlamasına konu olmamış bir şekilde halen hayatımızı sürdürüyorsak, bunu en başta salo o le 120 giornate di sodoma cd'sini denyo arkadaşımdan alıp otobüs gösterimine sunmaktan imtina eden o muavin kardeşimize borçluyuzdur. selam olsun
(mekare - 11 Nisan 2014 03:19)
manyak şiddet sahnelerine rağmen, taşıdığı durağanlık düşünüldüğünde, bir belgesel atmosferi taşıdığı söylenebilecek film. kameranın minimal harekette kullanımı, filmi izlediğimiz ekranı bir pencereye dönüştürür. böylelikle yönetmen sıkıntı buhranı yaratmanın bir adım ötesine geçerek, gerçek/kurgu karmaşasını yaşatmaya çalışır bize.bokun, dört ayak üzerindeki kölelerden birine kaşıkla yedirilmesi gibi detaylarla zenginleşen de bir film. "neden direk kafasını bastırmıyor da kaşık uzatıyor bu manyak?" diye sorulduğunda, kapitalist sistem eleştirisinin inceliği görülebilir. zihnimizde, "kapitalizm, boku bile kaşıkla sunup yedirir" gibi düşünceler doğurtan bir eser.
(lacivert kadife ve kirmizi visne - 27 Mayıs 2004 06:17)
(bkz: bok yemenin italyancası)
(bluesman - 4 Temmuz 2004 14:50)
bunca yıl sonra salo nasıl hala bu kadar rahatsız edebiliyor bizi? bu sorunun cevabını vermek zor gerçekten de. beyaz perdede kopan kollar, bacaklar, kafa tasları; her tür patlama ve her tür işkenceyi görmemize rağmen hiçbiri beni ve daha pek çok insanı salo kadar rahatsız etmedi. filmin bile bile böyle sevimsiz, iğrenç ve şimdiye kadar çekilmiş en boktan film olması salo'nun en büyük meziyeti. olay şu: pasolini'ye faşizme vur demişler, o öldürmüş. üstüne bir de cesedinin ırzına geçmiş. peki faşizm böyle mi eleştirilmeli? bu soruya hayatı boyunca ciddi boyutlarda faşizmle karşılaşmamış, sıcak yurt odasında oturup kafasına estiği hakkında entry giren benim gibi 20'li yaşlarının hemen başlarında birinin cevaplandırması yanıltıcı olabilir. ne de olsa pasolini tam da benim yaşımda faşist yönetim altında yaşayan bir eşcinseldi. bugünden bakıldığında aslında pasolini'nin nasıl bir ileri görüşlülükle faşizmi eleştirmenin en doğru yolunu bulduğunu daha iyi anlayabiliriz. faşizm, nazizm, ırkçılık veya herhangi bir kan döken ideolojiyle ilgili bu güne kadar çekilen filmlerde hep insanları şoke edecek yerler işlenen cinayetler. ister schindler's list 'i ele alalım (veya piyanist'i) , ister costa gavras 'ın z 'sini tüm bu filmlerdeki cinayetler o an bizi çarpsa veya üzse bile hiçbiri bir "rahatsızlık" duygusu uyandırmıyor ve sonunda tüm bu filmlerden yüksek bir "sinemasal zevk" alarak çıkıyoruz. filmlerden çıktığımızda dudaklarımzdan dökülen ilk sözcük "başyapıt" oluyor. salo'da ise bu imkansız. pasolini bu filmden zevk almayı tamamen imkansız kılıyor. herhangi bir sinemasal haz almak da imkansiz. 4 tane çirkin, yaşlı sapığın bir grup genç kız ve erkeğe uyguladıkları cinsel işkenceler nasıl vahşice işlenen cinayetlerden daha rahatsız edici oluyor anlmıyorum ama öyle işte. kimse bu filmde, kaçmaya kalkan genç vurularak öldürünce rahatsız olmuyor. herhangi bir cinsel işkence sahnesiyse insanın midesini alt üst ediyor. evet salo boktan bir film. gerçekten çok kötü ama haz yollarını kapatarak, faşizmin ne olduğunu seyirciye gerçekten hissettirerek faşizmi eleştirmenin de tek yolu da bu galiba.
(spider from mars - 13 Aralık 2004 17:15)
"sana öyle 120 gırnatayı sadomazo sokmuşum gibi bakma bana" , - eşşek sıpası.
(armonipolisi - 21 Ekim 2005 00:30)
Yorum Kaynak Link : salo o le 120 giornate di sodoma