11'e 10 kala (~ 10 to 11) ' Filminin Konusu : 11'e 10 Kala, tutkulu bir koleksiyoncu olan Mithat Bey'le kapıcısı Ali'nin öyküsü. Mithat Bey için İstanbul onun koleksiyonu kadar sınırsız, Ali için kapıcısı olduğu Emniyet Apartmanı ve yakın çevresiyle sınırlıdır. Apartmanın diğer sakinleri deprem endişesi ve daha değerli bir eve sahip olma tercihiyle binayı yıkıp yeniden inşa etmek isteyince, Mithat Bey'in koleksiyonları uğruna verdiği savaşların en zorlusu başlar. Artık apartman, yalnız yaşayan bu iki adamın ortak kaderidir. Koleksiyonun devamlılığı için başlayan ilişkileri, Mithat Bey'in Ali'ye İstanbul'u devretmesiyle farklı bir boyuta geçer, birbirlerinin kaderlerini farketmeden değiştirdikleri bir noktada biter.
Ödüller :
Kaç Para Kaç(1999)(7,7-2614)
Ise yarar bir sey(2017)(7,6-668)
Insan nedir ki?(2006)(7,6-2861)
Çogunluk(2010)(7,4-4236)
Tepenin Ardi(2012)(7,2-2909)
Pandora'nin kutusu(2009)(7,2-1980)
Kosmos(2010)(7,2-4887)
Gözetleme Kulesi(2012)(7,1-1473)
Uzak Ihtimal(2009)(7,0-1901)
Bizim Büyük Çaresizligimiz(2011)(6,9-2769)
Yozgat Blues(2013)(6,8-2986)
Ben O Degilim(2014)(6,5-647)
!f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali : "Special Prize of the Jury-National Competition"
28. uluslararası istanbul film festivali’nde jüri özel ödülünü alan film. --- spoiler ---genelde mithat bey ve ali gibi birbirinden çok farklı iki karakterin yolu bir şekilde kesişirse özellikle alt kültürü temsil eden karakter diğerinden çok etkilenip neredeyse bir insan tanıdım hayatım değişti modunda olur.ama bu filmde öyle olmamış filmin en sevdiğim yanı bu oldu.birde polis olmak isteyen ali'nin emniyet apartmanına kapıcı olması gibi detaylar var.--- spoiler ---
(bir derdim var - 18 Nisan 2009 22:49)
pelin esmer'i kutlamak gerek. bu kadar sade anlatımla bunca öyküleme olur. mukemmele yakın bir kamera kullanımı ve oyunculuk. sessiz ama derin diyaloglar var. sumerbank bursuyla ancak 22 günde ulaşılan amerika'nın stanford'dunda elektronik muhendisligi okuyan genci dönüşünde emniyetin radyocusu yapabilecek bir anlayışla, istanbul'a yerleşik ama sirkeci'nin yolunu soran anadolu göçmeni, köyden yollanan vişne hoşafıyla içilen rus votkasıyla, amcanın koleksiyonuna sulanıp antikacı-sahaflığa kalkışan açgözlü yeğen, alttan alta hırsızlık yapılan adama saygıda kusursuzluk, apartman komşuluğunun çilesi.. hepsi bir arada. yine de çok uyumlular. burası türkiye, ancak böyle.
(kel alaka - 26 Eylül 2009 00:34)
oyuncularin dogalligiyla ve son sahnesinin huznuyle yumruk yemise donduren bir film. --- spoiler ---radyonun saatiyle senkronize edilen calar saatin 193 gun sonunda 10 dakika geri kaldigini not aliyor mithat amca. filmin adinin, 11'i gostermesi gerekirken 11'e 10 kalayi gosteren saatten geldigini dusunmekle beraber; filmin sonunda istanbul ansiklopedisinin 11. cildinin nihayetinde elde edilmesiyle, fakat onceki 10 cildinin kapici tarafindan sahafa satilmasiyla da alakasi oldugunu goz ardi edemiyorum. mukemmel dusunulmus.--- spoiler ---
(osuruklu - 27 Eylül 2009 11:21)
tonu ve ambiansı müthiş bir film. tek sorunu mithat esmer ve nejat işler haricindeki oyunculukların biraz sırıtıyor olması.--- spoiler ---naçizane yorumuma göre, "yaşamak" ve "hayatta kalmak" mücadelesi veren hayatların kontrastını sunuyor bu film. bu ikiliği de zaman kavramı üzerinden şekillendiriyor. filmde "yaşayan" tek karakter olan mithat bey, yaşamı bir bütün olarak algılayan, basit bir tabirle şimdiki zaman ve geçmiş arasında bir ayrım yapmayan biri. geçmişin* tozları onu astım yapsa da, mithat bey için fark etmiyor. çünkü gelecek yaşam, geçmişle birlikte değerlendirildiğinde anlamlı. filme adını veren metafordan hareket edersek, 11.cildin tek başına bir anlamının olmadığının, onu anlamlı kılanın ondan önceki 10 cildin varlığı olduğunun farkında olan biri mithat bey. apartmanın adının "emniyet apartmanı" olması da ilginç bir detay. mithat bey hariç herkes, apartmanı hayatta kalmak için terk ederken ve binayı emniyetli bulmazken, mithat bey için "emniyet", geçmişinden kopmamak demek. filmdeki diğer tüm karakterler zaten hayatta kalmanın peşinde, ali de dahil buna.ne var ki mithat beyin tüm komşularına baktığımız gibi bakamıyoruz ali'ye. onunla empati kurmamıza izin vermiş filmin öyküsü. filmin finalinde mithat bey'in de ali'ye kızgın olduğuna dair bir işaret yok. ne de olsa mithat beyin gönüllü olarak kabul ettiği astım, ali'nin kızında yoksulluktan ortaya çıkıyor. mithat beyin dramı, tercih edilmiş bir dram, ama ali'ninki değil. filme damgasını vuran şeylerden biri de seyircilerin karakterlerle empati kurmasını çok kolaylaştırmış olması zaten. mesela mithat bey belki bir dram yaşıyor, ama örneğin mithat bey'in çöplüğü" değil, dış mekan çekimleri daha çok rahasız ediyor insanı. filmde kimin haklı kimin haksız olduğuna dair net bir söylem hiçbir şekilde varolmamasına karşın, seyirci tercihini büyük bir objektiflikle yapabiliyor. realizmin güçlü yanı da bu zaten. --- spoiler ---
(sakarkral - 27 Eylül 2009 14:47)
öncelikle çok güzel bir film, bunu belirtmeli. artık giderek kaybolan türk sineması sadeliğine geri dönüş gibi. aynen bahsedildiği gibi korkuyorum anne içtenliğinde. bu içtenliği nejat işler gibi nispeten popüler biri bile bozmuyor, bir şeyler katıyor. pelin esmer'in eline sağlık, daha sık görmek istiyoruz beyazperde'de ismini..--- spoiler ---mithat bey karakteri yani mithat esmer karşınıza geçse hayatını anlatsa zaten tek başına bu bile yeter ama bütün bunları filmde küçük küçük görerek kafamızda tamamlamak daha da güzel. amca o kadar doğal ki film falan değil bu, o konuşuyor biri gizlice kaydediyor sanki. evin her tarafını kaplayan koleksiyon parçaları sizinmiş gibi hayıflanıyorsunuz başına bir şeyler geldiğinde. ali; dürbünü, saati satarken içiniz acıyor, paragöz yeğenin de planlarını ve bakışlarını beğenmemeye başlıyorsunuz. apartman yöneticisine küfretmişliğim de var filmde, yemek tedarikçisi hanım yaprak dolma yaparken ağzımın sulanması da.. 22 günde yük gemisi ile amerika'ya gitmiş, sümerbank bursu ile elektronik okumuş ve türkiye'de her evde radyo bile yokken transistörü icat etmesine ramak kala geri dönmek zorunda kalmış bir adam mithat amca. 1926 doğumlu koleksiyon delisi. koleksiyonları belki kendisini öldürecek noktaya* gelmiş ama onun vazgeçmek gibi bir niyeti yok. 3 yaşında (1929'da yani) babası kuran kursuna göndermiş onu, devleti ise amerika'da, stanford'ta okumuş elektronik mezunu bi genci kayseri'ye tekstil fabrikasına..öldüğünde küllerinin yakılmasını istiyor ama henüz illegal bir hareket bu türkiye'de. kapıya bakması da yaklaşık 2-3 dakika sürüyor. illa bi mezar taşı olacaksa üstünde "transistör'ü icad eden adam" yazsın istiyor yine de. istanbul'da yaşıyor, kim beşyüz milyar ister izliyor..--- spoiler ---
(fuatturkrap - 12 Ekim 2009 14:50)
son derece sıcak bir film. bu sıcaklığında bir aile filmi olmasının da etkisi vardır muhakkak: yönetmen, yapımcı ve senarist pelin esmer, ortak yapımcı pelin esmer'in abisi tolga esmer, başrol oyuncusu pelin esmer'in amcası mithat esmer.içeriğine gelirsek; bu film, insanı hemencecik içine alan, kamerayı, ışığı, rolü unutturan son derece güzel bir senaryo ve muhteşem oyunculuklar üzerine kurulu. özetle, seksenli yaşlardaki koleksiyoner bir adamın, koleksiyonu, apartmanı ve kapıcısı arasındaki ilişki anlatılıyor filmde. bütün hayatı koleksiyonu etrafında dönen bu amca, günlük bir gazete de dahil olmak üzere sadece koleksiyonuna yeni parçalar almak ve yemek için çıkıyor dışarıya. öyle ki dış dünyayla tek bağlantısı, satıcılar ve yemeklerini aldığı lokantacı kadın. hatta ve hatta eşinden bile vazgeçecek kadar tutkun bu hobisine. oyunculuklara gelirsek... öncelikle başroldeki mithat bey oynamıyor, adeta yaşıyor; ki bu da son derece normal. zira filmdeki mithat bey zaten kendisi ve hatta yönetmenin söylediğine göre filmde kullanılan koleksiyonun birçok parçası gerçekten de amcasına ait. başroldeki diğer oyuncu olan nejat işler ise yine çok iyi. yani süpriz yok. ancak işte sanırım tam da bu husus, yani kapıcı ali'nin nejat işler olması biraz sıkıntılı gibi. çünkü film temel olarak mithat bey ile ali üzerine kurulu ve iki karakter arasında belli bir denge aranıyor ister istemez. mithat bey gibi rol yapmayan son derece "doğal" oynayan birinin karşısına, rolünü çok iyi yapan son derece "profesyonel" birini çıkarmak... daha açık konuşayım, nejat işler kareli gömleğine ve üstün rol yeteneğine rağmen kapıcı olduğuna beni ikna edemedi. dış çekimlerde örneğin metroda kapıcı ali'ye değil ama nejat işler'e bakıyorlardı. buna rağmen nejat işler çok çok iyiydi. ama şansızlığı (ve hatta belki de kendisine yapılan bir haksızlık) karşısında mithat esmer gibi rol yapmadan kendisini oynayan birinin olmasıydı.diğer taraftan bu film, nuri bilge ceylan'ın mayıs sıkıntısı'nı hatırlattı bana. mesela daireyi inceledikten sonra zabıtaların mithat bey'e 2-3 hafta içinde tekrar geleceklerini ve o zamana kadar evi boşaltmamış olursa zorla tahliye edeceklerini söylemesi ve bunun üzerine mithat bey'in günlerce evden çıkmayıp umutsuzca zabıtaları beklemesi ile baba emin ceylan'ın meşe ağaçlarını orman idaresine kaptırmamak için gece gündüz bahçede beklemesi... tek benzerlik bu da değil. her iki filmin de ayırt edici özelliği yalın olması. karmaşık diyaloglar, çözülmeyi bekleyen anlamlar yok. sıradan günlük hayatlar...yönetmen pelin esmer filmini anlatırken "istanbul’un hayatın içindeki çelişkilere olan toleransına sığınıp, birbirinden sınıfları, yaşamları, hayalleri ve gerçekleriyle çok farklı iki yalnız adamın, 83 yaşındaki koleksiyoncu mithat bey’le kapıcısı ali’nin, birbirlerinin yaşamlarına hesapsızca müdahalelerini anlatırken, bir baktım kaybederken kazanan, kazanırken yenilen, biterken başlayan yaşamlarında bu iki adamın birbirlerine sunabilecekleri yine istanbul’du"[*] diyerek niyeyse istanbul'u öne çıkarmış. halbuki bu film istanbul'da değil de diyelim niğde'de geçseydi ne farkederdi ki? bence hiçbirşey farketmezdi. çünkü yönetmen öyle dese de afişler, fragmanlar gözümüze gözümüze soksa da bu film istanbul üzerine falan değil. ha senarist, yönetmen filmin ne anlattığını bilmiyor da ben mi biliyorum? evet arkadaş ben biliyorum. her sanat eserinde olduğu gibi, sinemada da ortaya konulan ürün onu yapanın niyetinden bağımsızlaşıp izleyenin dünyasında/algısında yeniden yorumlanır. dolayısıyla bana göre filmin asıl derdi biraz farklı. oscar wilde'ın şöyle bir sözü vardır: "her şeyin fiyatı biliniyor ama değeri bilinmiyor". işte bu filmde paraya değil de değere odaklanılıyor ve hayatın her alanına yayılan metalaşmadan duyulan rahatsızlık gündeme getiriliyor. mesela yeğeni diyor ki, "yav amca bu eski pullar kimbilir ne kadar para eder!". amca da diyor ki "ben onları parası için biriktirmedim ki nerden bileyim kaç lira ettiğini!" yine bütün sakinleri apartmanlarının yıkılıp yeniden yapılması durumunda dairelerinin fiyatının kat be kat artacağı düşüncesiyle ve göbek ata ata yıkım için imza verirken aslanım mithat amca apartmanın yıkılmasına müsaade etmiyor. çünkü değişim değerinin artması onun zerre umrunda değil, kullanım değeri mühim onun için. yani parayla tanımlanan bir yaşam tarzı yok. işte bu filmin önemini artıran da tam olarak bu: 2009 yılında dahi pazar ilişkileri dışında konumlanmış bir hayatın olanaklılığı...[*] http://www.11e10kala.com/yonetmen_gorusu.html
(lairocse - 17 Aralık 2009 01:33)
başlangıcında; şöyle bir diyaloğu barındıran naif film: (m: mithat bey, s: satıcı, mekan: galata köprüsü)s: buyur, yardımcı olayım.m: eees: ne için istedin dayıcım?m: ben geniş çerçeveli istiyorum ya..s: geniş çerçeveli yok dayıcım, fakat bunlarda güzel, kaliteli yani..m: bulamaz mısın bana? iki tane alırım yani..s: onlar yok dayı şu anda. onların modası geçti.m: zaten modası geçen hiç bir şeyi bulamazsın bu memlekette...s: doğru, haklısın dayıcım.
(keke23 - 8 Temmuz 2010 15:26)
belki mithat bey'i aşırı bulabiliriz ve o temiz(!) dünyamız kirleniyordur ama mithat bey gibiler çok olsaydı bu ülkenin tarihi / tarihsel kişiliklerin biyografileri baştan yazılabilirdi. türkiye'de yazılmış biyografi kitaplarının çoğunun "eldeki kaynakların bunlarla sınırlı olduğu" ya da "tahmin ediyoruz" gibi ifadelerle dolu olduğunu hatırlamakta fayda var. izleyin ve biriktirin.
(bir de bana sor - 21 Temmuz 2010 12:29)
--- spoiler ---- çay yaptım, daha yeni, taze.+ ben çay içmem. - heaa, votka var!+ oo sen bunu benim kaçakçıdan almışsın herhalde. - ehehe öyle biri gelir ikram ederim falan diye aldım ama işte duruyo işte. ister misin?+ biraz alalım. - napıyım, neli yapıyım?+ şey var mı, vişne suyu?- şey var, hoşaf. vişne hoşafı.+ tatlı olur ama!- bizim gülay gönderdi, yoaaq o kadar tatlı değil. getiriyim mi?+ olur, bir deneyelim.--- spoiler ---diyaloguyla yardırmış film. bu film hakkında uzun uzadıya yazmak isterdim fakat düşündüklerim genel olarak yazılmış. son on yılın en iyi türk filmleri arasında kesinlikle ilk üçe girer, diyerek beğenimi özetleyeyim. emeği geçen herkesin eline, fikrine, gönlüne sağlık.
(inosenta - 21 Temmuz 2010 18:25)
filmde en dikkat çekici olay mithat bey hiç gülmüyor. filmin sonunda biraz sinirlenir gibi oluyor sadece.hayatını koleksiyona yani yaşadıklarını anılaştırmaya ve saklamaya çalışan bu adam yani anı durdurmaya çalışan mithat bey o anki hayatında tüm duygu ve hissiyattan arınmışçasına yalnızca görev edindiği işi yapıyor.dediği gibi o öldükten sonra bunların(koleksiyonlarının) çöpe gideceğini belirtiyor.peki o zaman 83 yaşına gelmiş bir adam neden kimseyle paylaşmadığı ve yalnızca kendini bu koleksiyonların devamlılığına adadığı hayatını sürdürme amacını bu minvale indirgiyor..eşini bu koleksiyonlar için tercih konusu yaptığını ve hatta bunlar yüzünden kaybettiğini anlatıyor.tamam film gerçekten çok sevimli anlatıyor mithat beyi ve hatta ona karşı bir şefkat, üstü kapalı empati yaratıyor.peki ama bu hayatta tüm eylemlerin sebebi mutlu olmak için değil mi?belki bunlarla mutlu oluyor elbette ama bunu bize veremiyor film..aslında asıl korkularımdan biri de benim de ufak tefek koleksiyon merakımın olması; kitaplar, dergiler. eski paralar, fotoğraflar vs. ama filmi izledikten sonra bir korkuya kapıldım. acaba? yalnızca zamanı birktirmeye çalışırken şu an yaşadıklarımı kaçırıyor değil miyim?örneğin bir konserde, yalnızca izlemek, dinlemek, keyif almak yerine video çekmekle uğraşmak; ya da günümüzün en büyük hastalıklarından biri olan facebook için gittiğin heryerde durup tüm anları fotoğraflamak?anıtkabirde atatürkün mozolesinin yanında hatıra fotoğrafı çektiren insanları görükten sonra yuh artık deiğimi hatırlıyorum.bu biriktirme işi bizde bir hastalık noktasına kadar geldi.bizim yerimize biriktirenler var nasıl olsa!eğer amaç yaşlandığımızda mutlu anları hatırlamak için bunlara olan ihtiyaçsa o anların en güzel mirası zaten yanımızda kalanlar olacaktır. sevdiğimiz insanlar..zihnimizde kalan hatıralar o anların kalıcılığının bizde bıraktığı izlerin en büyük kanıtı olacaktır..sözlüğe girdiğim en uzun entry için özür dilerim. şahsen ben okumam bu kadar uzun bir entry'i şu saatte.özette geçemedim kusura bakma sözlük cemmati..
(bi woswos bi f - 7 Ağustos 2010 03:47)
tüm doğallığıyla insanın yüzünde hoş bir tebessüm bırakan, "vay be, bu film olmuş" dedirten pelin esmer filmi. filmde iki ayrı hikaye birlikte verilmiş. birincisi mithat bey'in -biraz da kötü bir şekilde- sona yaklaşan hikayesi, diğeri ise ali'nin gözünün açılmasıyla, parayla tanışmasıyla yeni başlayan istanbul hikayesi. filmdeki doğallığın bir tek sahnede biraz bozulduğu dikkatimi çekti. o da filmin sonuna doğru mithat bey'in ali'nin evine geldiği, ali'nin vodka ikram ettiği sahne. köyden gelmiş, daha istanbul'u, sirkeci'yi, cağaloğlu'nu, tramvayı dahi bilmeyen, gözleri yeni yeni açılan bir karakterin vodka şişesini öyle tutması, kapağı o şekilde ustalıkla açması, vodkayı şişelere o şeklide koyduğu sahne. ama olsun filmin bütünlüğünü bozmamış yine.*ayrıca;(bkz: manyetolu fener)(bkz: koleksiyonlar satılmaz)ayrıca;filmin çıkarılmış sahnelerinden(mezar taşı okuma sahnesinin devamı) acemce bir şiir(türkçesi);babam cennetten buğday çalmış.eğer ben cennete düşersem,bütün cenneti çalarım.
(hwfyn - 8 Ağustos 2010 15:53)
--- spoiler ---"bu güzel bir makina. herşeyi sadakatle kaydeder.."--- spoiler ---defaatle seyredilecek filmler arasında yerini almış sakin ve yoğun film.keşke o koleksiyonun içinde kaybolsam..
(701insan - 27 Eylül 2010 03:55)
--- spoiler ---mithat bey filmin sonunda, 11. cilde sahip olduğunda, ilk 10 cildi çoktan kaybetmişti ya.. işte başaramıyoruz parçaların hepsini elimizde tutmayı, birini elde ettiğimizde bir de bakıyoruz ki başka şeyleri, başka birilerini çoktan kaybetmişiz. hepsi birden olmuyor, olamıyor.bu gerçeği kafama dank ettirmiş filmdir 11'e 10 kala. --- spoiler ---ha bir de iyi bir oyuncu olduğunun gayet farkında olduğum halde bir türlü ısınamadığım nejat işler'i 1 saat 50 dakika içinde bana sevdirmiş filmdir.
(aysa17310 - 19 Kasım 2010 00:40)
pazar akşamı, 23.15'te kanal d'de yayınlanacak..ısrarla tavsiye edilir...
(yaysey - 19 Aralık 2010 00:51)
an itibariyle kanal d'de reklamlar ba$lamı$ olup sonrasında devam edecek filmdir.pazar ak$amı tv'de seyredecek doğru dürüst bir program bulamayanlar için güzel bir seçenektir.
(robinbook - 20 Aralık 2010 00:11)
odtü film festivali 2011 kapsamında u3 amfisinde izlediğim film. yönetmen pelin esmer de bizzat teşrif etti film sonrası soru ve görüşleri almak için. samimiydi, gülerek, severek cevapladı soruları. mithat amca önce hiç istememiş filmde oynamak, zor ikna olmuş; fakat sonra iyi ki de oynadım yahu demiş. kendisi gerçekten standford mezunuymuş. amerika'ya gidşi biraz çileli olmuş. ayrıca öldükten sonra yakılma fikri de gerçekmiş.filmdeki çelişkiler pelin esmer tarafından özellikle, üstünde durularak yapılmış. koleksyonları taşımak gerçekten çok zormuş ve epey zaman almış. bazı izleyiciler ali ve yeğen karakterlerini 'toplum' olarak algılamış, bu yönde oldukça yorum sarfedildi. ali karakteri filmdeki en derin karakterdi diye düşünüyorum, o yüzden ona toplum yakıştırması yapmak bence fazla genel ve yanlış.konu bir ara türkiye'de bir sinema akımı olmadığına kadar geldi. sinemamızın gelişmesi için bir akım gerekip gerekmediği bence tartışılır. pelin esmer yeni sinemacıların düşüncelerini, üyelerinin farkı tarzlarda olduğunu anlattı, iyi de yaptı.filmin bittiğinine inanamayıp 'neee' diye bağırmak suretiyle herkesi kahkahaya boğan kişiye de burdan selam ederim. sonuç olarak bize keyifli bir akşam yaşattı pelin esmer. sinema topluluğuna bir kez daha teşekkür etmek lazım.
(ljut - 25 Şubat 2011 01:06)
pelin esmer'in, amcası mithat esmer'in gerçek yaşam öyküsünü kurgusal bir hikâyeyle harmanlayarak çektiği 2009 yılı yapımı filmi. kral lear gibi film. bir devir sona eriyor, yeni bir devir başlıyor eskinin kırıntılarını üzerinden silkeleyerek. 1926 doğumlu, 1945 kasım'ında sümerbank bursu verilen 15 öğrenci arasına girerek amerika'ya giden, stanford üniversitesi'nde elektronik mühendisliği ve matematik okuyan, bilim adamı olmak istemiş, transistör'ün -keşke- mucidi, keleksiyoner mithat bey'in tüm malvarlığı olan koleksiyonunun; yani anılarının, merakının, acılarının, mutluluklarının; yani bütün bir yaşamının apartman görevlisi ali tarafından satıldığı devirdir bu. ali'yi de anlamamızı ister yönetmen: kızı hastadır, rutubetsiz bir evde oturmaları gerekmektedir, memuriyete başvurabilmek için son 1 yılıdır... ali yırtmak istemektedir. devir de ali'lerin devridir zaten artık. mithat beyin dünyası sallantıdadır ve yıkılmasına ramak kalmıştır. özellikle başlangıçta mithat bey'i adım adım takip eden hareketli kamera kullanımında tercih edilen kadraj ve zaman zaman oldukça yetersiz kalan ışık, filmin en beğenmediğim tarafı diyebilirim. bir de şunu söylemeliyim ki mithat bey'in kelimenin gerçek anlamıyla 'doğal' olan oyunculuğu karşısında nejat işler de dâhil olmak üzere filmin bütün oyuncuları feci çuvallıyorlar. bu konuda bir tek laçin ceylan'ı ayrı tutabiliriz, çünkü bir tek o 'doğal olmak'la 'alelade olmak' arasındaki farkı ayırdedebiliyor ve çok başarılı bir yardımcı rol çıkarıyor. gene de öyle içten ve öyle derin bir film ki bu kadar eleştirmek bile haksızlık olur aslında. zaman zaman yakalanan yağlı boya tablo gibi kareler sizi birdenbire şöyle bir sallıyıveriyor. özellikle kapanış sahnesi boğazını düğümlüyor insanın, nefes almasını zora sokuyor.ayrıca:--- spoiler ---"müthiş bir makinadır... bütün sesleri sadakatle kaydeder."--- spoiler ---
(gahgetburdan - 25 Nisan 2011 01:53)
--- spoiler ---mithat bey'in sevilme nedeni herkesin malumu, birazcık üzerinde durmak istediğim şey kapıcının düşündürdükleri; mithat beyin koleksiyonundan, tozlu kitapları, eski eşyalarından aşırdıklarıyla kendine yeni bir hayat kurma çabasında, yıllardır emek emek biriktirilmiş nesneleri bir çırpıda satmaktan çekinmiyor, çünkü onların koleksiyon; yani satılmak için biriktirilmemiş şeyler olduğunun bilincinde değil belli ki. eh bir yandan da mithat beyin kendi ağzından "ben öldükten sonra çöpe gider kutular" dediği bir durum var. koleksiyona ya da çoğumuzun "anı olsun" diye sakladığı tuhaf nesnelere gelince; bunlarla kurduğumuz bağ enteresan, sanki koca koca anıları ya da anları nesneye atfetmiş, anıların geleceğe kalacak olan sureti nesnede görünür olmuştur. çöp gibi gelen biriktirme işi, hatta iş demek ne kadar doğrudur bilemiyorum, ama kişinin adeta bir zorunluluğu yerine getirirmişçesine disiplinli bir çabayla nesneleri düzenli olarak toplaması, nihayetinde bir iş gibi geliyor bana, yalnızca herhangi bir çıkar beklentisi yok, kişisel bir çaba. nesneler aracılığıyla geçmişle kurduğumuz arkadaşlık, gelecek olan'ı biriktirdiklerimizle karşılama ve ona hep yenilerini ekleme, eskiyeceklerini bilerek. nesneye sahip olunca belli ki kendi geçmişimiz üzerinde (ya da geçen zaman üzerinde) bir hakimiyet kurabileceğimiz, onu ellerimizde tutabileceğimiz ve istediğimizde tekrar tekrar üzerine düşünüp "hatırlayabileceğimiz" gibi bir saikle hareket ediyoruz sanırım. tabii bir yandan da hep hatırlamak isteyeceğimiz anların nesnesi olan şeyleri topluyoruz. işte koleksiyonculuk bu durumla -yani rastgele toplama, anımsamak için biriktirme- hem benzer hem de bundan çok daha profesyonel daha disiplin gerektirici bir eylem. mithat bey'in sevilme nedeni herkesin malumu demiştim başta, ama benim için budur. öncelikle yaşadığı anla kurduğu ilişki, bu ilişkiyi koleksiyon aracılığıyla geçmiş ve geleceğe yayması, "kutusunu atma"ması.--- spoiler ---
(dokulmusciceklerkoyuhanimi - 15 Mart 2012 00:52)
tanınmış bir film olsa da bir çok anlatımı özetlesek sayesinde. "hani istanbulu tanıdıktan sonraki ali misali", ya da "kitabına kavuşunca kinini unutan mithat misali" gibi. bayıldım bu çoook güzel filme. hiç sıkıcı sahnesi de yoktu bana göre. inanılmaz naif ve insan odaklı bir film. yani "insanın olduğu yerde öyle kahramanlıklar, sadakat falan hikaye" ana fikrini çok inandırıcı ve kurgudan uzak bir doğallıkla anlatmış. nbc nin "bir zamanlar anadoluda" sını hatırlatan yurdum insanına ağır göndermeler fazlasıyla mevcut.--- spoiler ---filmin adı bitirir herşeyden önce. 11. kitabı bulunca diğer 10 tanesinin çalınması insanda kin yaratacak iken, kaldı geriye 10 demek ancak masal insanlarında olması gereken erdem-nevroz çelişkisi. bu kadar güçlü anlatılabilirdi ve oynanabilirdi doğrusu.günümüz türkiyesinin kalkınmaya bakışı hatta az da olsa avrupa ve türkiyenin durumunu hatırlattı. istanbulu gören ali hemen istanbuldan pay almaya para hırsı ile başlamışken, parada hiç gözü olmayan istanbul aşığı mithat'ın algısı bambaşka bir boyutta.bu film çok konuşulacak eğer tanınırsa.
(ikipirekareboluyedi - 29 Nisan 2013 23:40)
anaakım filmlerin alışılmış piyasa üslubunun fersahlarca ötesinde ve "sanat filmi" / "festival filmi" diye nitelenen -bir türlü hazmedemediğim- sanatsal zorlamaların yakınından bile geçmeyen bir güzellik.. öyle dengeli, öyle naif, öyle gerçek..mithat amcamın filmin daha en başlarında defterine aldığı notun sonuna tarihi yazarken önce 199 diye başlaması, sonra 1966 ya tamamlaması, 83 yaşında olmamama rağmen tarihleri sık sık 10-12 sene geriden attığım için zannediyorum, ilk anda en çok empati kurmamı sağlayan kısacık sahneydi.. film, karakterlerle içsel bağlar kurmanıza izin veriyor.. hikaye akarken sırayla hepsine hak verir buluyorsunuz kendinizi.. hepsi kendi yaşam şekliyle haklı ama haklılık ne yazık ki tek geçer akçe değil.. özellikle, filmin ilgisiz yerlerinde, ama yadırgamanıza da izin vermeden sunulan mithat amcamın hayatından geçmiş kesitler çok başarılıydı.. filmin sonuna kadar damla damla tanıdık onu.. nasıl bir hayatı olduğunu, nerelerden geçtiğini, neler yaşadığını.. bununla beraber yaşlılığın çaresizliğini çok derinden hissettirdi bana.. bu kadar dolu ve önemli bir adamın bir köşede ihtiyarlayıp -tabir yerindeyse- terk edilmesini hazmedemedim.. mezar taşlarını okumak için yardım isteyen kıza, sohbetinin sonunda "eğer bir mezar taşım olacaksa" yı anlatan sözü kalbimi kanırttı.. ülkeme kızdım sonra yine ve yine.. ne kadar yeteneksiz adamların elinde nice nesillerin tükendiğini düşündüm.. neyse daha fazla konuşup spoiler vermeyeyim..izleyin, izletin..hiçbir şey için değilse, filmin yönetmeninin amcası olan mithat esmer beyefendi'nin oyunculuğun ötesinde anı yaşamasını izlemek için.. karşısındaki kıymetli oyuncuların hepsi, ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar sadece "oyuncu".. sırf bu ayrımı görmek için bile izlemeye değer..
(sahlanankoc - 18 Ekim 2013 10:11)
Yorum Kaynak Link : 11'e 10 kala