Facebook Yorumları
  • comment image

    şiir gibi bir film. izlemekle kalmıyor, okuyorsunuz.

    2 hafta sonra gelen edit:

    filmin senarist ve yonetmeni pelin esmer tanıl bora 'ya verdigi kısa roportajda şiir gibi bir film yapma gayesini şöyle dile getirmiş:
    "şiirin başıbozuk haline, yan yana gelmez kelimeleri yan yana getirme özgürlüğüne, anlamasan da olur, sen hissettiğine bak tavrına özenip bu filme kalkıştım biraz da. şiir yazamıyorum, bari filmi şiire benzetelim dedim. şiirin üzerimizde bıraktığı o tanımlaması zor etkiyi sinemadan çıkan insanın üzerinde deneme arzusu biraz."

    link


    (her seyden biraz - 28 Ekim 2017 00:58)

  • comment image

    yukarıda da bir yazar da tam benim hissettiklerimi yazmış. filmi cidden de sadece izlemiyor, okuyorsunuz.

    barış bıçakçı'nın kaleminin değdiği o kadar güzel belli oluyor ki, sanki pelin esmer ile birlikte yazdığı yeni bir kitabıymış gibi. (tabii ki yönetmen pelin esmer'i kenara atmıyorum.) iyi ki birlikte çalışmışlar.

    öte yandan o mavi trenle 15 saat yolculuk yapmanın nasıl bir his olduğunu bilince daha farklı bir gözle izliyor insan. o anda, o trende yolculuk yapanlardan biriymiş gibi.

    ayrıca belirtmeden geçmemek lazım. başak köklükaya gerçekten muazzam kadın. filmin dokusuna, hüznüne o kadar güzel uymuş ki. hani onu çıkarsak filmden yerine kimi koyabiliriz, bilemedim. başkası bu kadar oturamazdı bu senaryoya.

    kesinlikle gidin, yetmez bir daha gidin.


    (bir fincan kahve ile film izlemek - 29 Ekim 2017 02:17)

  • comment image

    bazı insanlar içinde bulundukları, çelişkilerle dolu nizama direnç gösterecek güce sahiptir. parçası olmaları onlar için önemsiz olduğu gibi, imkanları dahilinde, tıpkı kendileri gibi hissettikleriyle dayatılanların çatışmasında ezilenlerin hayatını kolaylaştırmayı da şiar edinmişlerdir.

    işte bu film de insani gerçekleri önemsemeden baskıyla hükmeden düzene karşı şairane bir protestodur *.

    --- spoiler ---

    hipokrat yeminli bir doktor, bir adamın ölüm iksirini hazırlar; güvendiği bir hemşire, bu zor görevi üstlenir; yasama temsilcilerinden hazzetmeyen bir adalet neferi de onlara yardım ve yataklık eder. çünkü bilirler ki ipe sürülecek aklı olmayan parlamenterler, insani gerçeklere ayak uyduramayan yasalarıyla, hiçbir derde derman olamazlar. hatta bir şarkıcı ya da dansöz gibi beyin kıvrımlarını zorlama gereği duymamışların bile, vicdanları doğrultusunda daha işe yarar kanunlar çıkarması muhtemeldir.

    izlerken sanki ölümcül kararı verecek olan bizmişiz gibi hırpalayarak sorgulatan konu için en doğru çözüm sona saklanmıştır. dostlar buluşmasında kamera masadakilere döndüğünde "yatana da zor, bakana da" diye düşündüren kısım, yavuz karakterinin güzelliği karşısında "böyle bir adam ölmemeli!" diyen iç sesi bile susturur. ama film icabı mevzu, çözüm olarak aklımızdan geçen ötenazi hakkıyla sınırlı görünse de tespitten tümevarımla genelleme yapılabilir: hiçbir yasa, insan ihtiyaçlarını baz alarak çözüm sunmaz.
    ---
    spoiler ---

    yakın zamanda hayal kırıklığının, tiksintiye yol açabileceğini yaşayarak öğrendim. gururla üstleneceğin, vasıtasıyla dünyayı daha iyisine dönüştürebileceğine inandığın, ne zaman ki içine girdiğinde çıkarcıların kontrolünde savrulduğunu fark edip kullanmaktan vazgeçtiğin bazı araçlar olur. mecburen amacına farklı bir araçla ulaşmayı denersin. tıpkı avukatlıkta umduğunu bulamayıp pasif anarşizmi benimsemiş leyla karakteri gibi.

    film bende mitolojik çağrışımlara da neden oldu. başından beri onlara yoldaşlık eden karga figürü, sanki şiir tanrısı apollon'dur ve özel insanlarından biri için, ona layık bir uğurlama tertiplemiştir. apollon, aynı zamanda tıbbın ve müziğin de tanrısıdır ve tüm neferlerini son kez yavuz'un hizmetine sunmuştur. hatta en uzağa ok fırlatabilen tanrı olma özelliğini de eklersek, saatlerce yol kateden hemşire de öldürücü oku ona ulaştırma fonksiyonu üstlenmiştir.

    bu benim ilk pelin esmer tecrübem. barış bıçakçı için de geçerli. dünyaya bakışlarını ve gördüklerini anlatma tarzlarını sevdim. en çok da bana düşündürdüklerini. umarım bursa'da da bir söyleşi gerçekleştirirler de kendilerini iyice tanımış oluruz.


    (ozenti filozof - 29 Ekim 2017 11:09)

  • comment image

    ah bir ataş ver...

    göğsüme saplandı.
    adamı bile sevdim. o sarhoş adamı...
    şiirler ve şairler,
    işte böyle hoş ediyor insanın üstünü başını

    başak köklükaya oynamamış, yaşamış. kendi ölümünü izlemiş, ordan kalkmış, bir şiir yazmış. diğer ihtimalleri de düşünmüş. çünkü onlarla ayakta kalmış.

    yiğit özşener, tadını damakta bıraktı. çok güzel yaptı. dünyada merak kadar seksi bir şey var mı?
    "biraz daha yok mu?" dedirtmek istemez miyiz aslında biz de? her zaman? herkese?

    öykü karayel, minicikti. içi dolu turşucuktu. hem ölüm meleği - kocamış kadın hem de misket yuvarlayan, sakar çocuktu. o da bu şiirle hemhal olmuştu.

    ---
    muhsin bey gibi "incelikli" bir türk filmi. insanın insan yanından öpen...

    var ulan vaktimiz işte, durup incelikli şeyler düşünmeye...
    hatırlayın kim olduğunuzu!
    bu hoyratlıktan ne kadar da yorulduğunuzu...

    pelinim esmer... barışım bıçakçı...
    dünyanın en temiz göz yaşlarıydı bizden akan. en hazırlıksız ve utangaç kahkahalarıydı dudağımızdan taşan...

    kalbiniz dert görmesin. iyi ki tanıdım sizi bu filmle.

    sanat yönetmeni! sen de her kimsen, müthiş bi şeysin. her karede ayrı şiir dinlettin gözlerime, ayrı fotoğraflar çektin kulaklarıma... bin yaşa!

    gidin! koşa koşa...
    içinizin acımasına, ruhunuzun yanmasına hazır olarak -en çok bu yüzden hatta.

    çünkü...

    "şimdiden çekilecek acısı bunun,
    duyulacak mahzunluğu şimdiden.
    böylesine sevilecek bu dünya
    "yaşadım" diyebilmen için... "


    (demesi kolay tabii - 30 Ekim 2017 00:27)

  • comment image

    film değildi. fazlasıydı. bir barış bıçakçı kitabıydı, hem de en şiirselinden. incecikti-ipinceydi. güzelliğinden başım döndü. film; yönetmeninden figüranına, görüntü renklerinden tüm filmin altında akan müziklerine, içinde geçen edebiyat eserlerinden kargaya bir mutluluk sebebi. çok, çok uzun zamandır sinemadan bu kadar etkilenerek ayrılmamıştım.

    filmin ilk sahnelerinde kıpppkırmızı kapağıyla göz kırpan gülten akın.
    tren yolculuğu, tren rayları ve yolu. maviler ve kırmızılar ve turuncular. “ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil”.
    ve en çok yansımalar, eşlik eden pencereler ve aynalar. ölüm, şiir ve hayat ve her şey adına.
    muazzam güzellikte. bir teşekkür bu güzelliğe.

    dibenot: antalya'da bu filmi izlememi sağlayan başka sinema'ya sonnnsuz teşekkür.
    dibenot iki: filmde leyla'nın şiirini hatrında tutabilen, aktarabilen çıkarsa gözlerinden öpeceğim. <3


    (vasifsiz keder - 30 Ekim 2017 08:47)

  • comment image

    film güzel, film güzel ona lafımız yok fakaaaat; öykü karayel ne acayip oynamış, dizi ünlüsü diye mi yazmadınız bilmem ama son zamanlarda seyrettiğim en müthiş performanslardan birisiydi. helal olsun. film de ayrı güzel yalnız, kaçırmayın derim.


    (sakin sular - 31 Ekim 2017 18:56)

  • comment image

    ya öyle güzel, öyle güzeldi ki karga tünesin yoluna. :)
    renkler muhteşem, müzikler muhteşem, oyunculuklar muhteşem, senaryo muhteşem.
    zaten pelin esmer, barış bıçakçı ve gökhan tiryaki'nin biraraya geldiği bi film kötü olabilir mi?
    gülten akın'ın kitabını gördüğüm sahnede film zaten beni tavlamıştı. sonra leyla'nın avukat olduğunu öğrenince gözlerim parladı. çünkü biliyorsunuz, gülten akın da hukuk fakültesi mezunu. sonra bir de nedense yavuz'un kitabının kapağındaki resim "kestim kara saçlarımı" dizelerini hatırlattı bana. leyla'nın defterine rotring kalemle yazması, ilkokulda kullandığımız beyaz çizgili yeşil silgisi, kitap okurken kalorifer peteğinin üzerine koyduğu ince belli bardaktaki çayı... öyle samimi, öyle duru, öyle sıcak ki... teşekkürler pelin esmer ve emeği geçen diğerleri, bizi bu serinliğe kavuşturduğunuz için. hayatın bir şölen olduğunu hissettiren şeyler listeme ekledim gitti. ben sevdim eller alsın.

    ps: başka sinema, sen bu ülkenin başına gelmiş en güzel şeylerden birisin.


    (bukaranlikboyleiyi - 1 Kasım 2017 16:52)

  • comment image

    filmin leyla'sının şiiri:

    "bir kitabın sayfaları

    baktım rüzgarsın sen
    baktım çamaşır ipini zorluyorsun
    hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
    baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
    ayağına terlik giy
    bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun

    biz satranç oyuncusuyuz sevgilim
    üzerimizde kara bir leke biz satranç oyuncusuyuz
    inanıyoruz ceketlere düğmelere
    inanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe
    işte yitirdik bütün taşlarımızı darmadağınık oyun tahtası
    bir tek şahımız duruyor sevgilim o da evli iki çocuk babası

    kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim
    uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar
    buradan çocukluğumuza kadar bir telaş
    içi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz
    herkese küsmek için
    hemen o cumartesi buluyoruz hemen o pazar

    yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
    bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
    ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim biraz da kekik toplayalım
    kıymetini bilmediğimiz şeyler var

    yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim
    geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim
    düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam
    düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli
    başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman
    tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde
    bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman

    ama baktım sen rüzgarsın sevgilim
    kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun
    başucunda bir bardak su
    beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun"
    *


    (vasifsiz keder - 2 Kasım 2017 16:52)

  • comment image

    işe yarar bir şey yapmak isterseniz; izlemeden, okumayın*

    bir şey var; “yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar” cümlesi gibi bir şey;

    evvela derin bir çukur açıp, sonra üzerine koca koca evleri kondurmalarının sebebi belki de bu şey. öyle ki; ışığı yanan odalara, dolup taşan balkonlara, perdesi uçuşan camlara, renk renk boyanan kapılara dışarıdan bakarken, sana da yaşadığını hatırlatan aynı şey.

    ölmeye yatmış bir adamın gitgide çöken yanaklarının içinde biriken hayatın sebebi belki de bu şey. o da, kendi yüzüne bakıp bunu farkeder umuduyla; “yarın yine gelelim mi?” diye sormayı gerektiren aynı şey.

    bir genç kızın, hayallerine ulaşmak için olmayacak yükler altında ezilmesinin sebebi belki de bu şey. ona, sarı çiçeğin öyküsünü * anlatırken, her karamsarlığın içinde var olan iyimserliği bulmasını uman aynı şey.

    hiç gün yüzüne çıkmamış bir şiir kitabında gizlenen kelimelerin sebebi belki de bu şey. o kitabı, saklandığı yerden çıkarmana, o kelimeleri yanına almaya sebep olan aynı şey.

    bir de... bir de, bütün bunları “izleyebilmek” var. bir tren camında, ağlayan birinin gözyaşlarında, bir odanın tavanına vuran yansımalarda, bir adamın aynadaki suretinde, izlemek var olan biteni. ve arada kalan bütün boşlukları, bütün çukurları ağzına kadar doldurmak var; iç sesinle, şiirlerle, repliklerle yaşamak ve yaşatmak var... bunu yapabilen bir insanın, işe yarar bir şey yapmadığına beni kim inandırabilir ki artık?

    “yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
    bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan”


    (dolls - 7 Kasım 2017 00:38)

  • comment image

    cinemajestic'in biletlerinin üstünde filmin ismi yazıyor. beyoğlu sinemasının biletlerinde filmin ismi yazmıyor. filminden çıktıktan alışkanlıkla aslıhan pasajına gittim. onu eve götürmemi bekleyen kitap attila ilhan'a edebiyat dünyasından mektuplar'mış. aldım. filmin biletini kitap ayracı olarak kullanmak için uygun bir kitap. keşke üstünde filmin adı, seansı, tarihi de yazsaydı. zararı yok. akşam otobüsle eve dönerken ben yazdım arkasına. "işe yarar bir şey" "4 kasım 2017 cumartesi" "14:15 seansı" "bir tren yolculuğuna çıkmalıyım."


    (benarist - 8 Kasım 2017 08:32)

Yorum Kaynak Link : işe yarar bir şey