Süre                : 2 Saat 2 dakika
Çıkış Tarihi     : 16 Nisan 2010 Cuma, Yapım Yılı : 2010
Türü                : Drama,Fantazi
Taglar             : başlık olarak karakter adı,Modern şamanizm,Bir sözcük başlığı,Ünvan karakteriyle konuşulur
Ülke                : Türkiye,Bulgaristan
Yapımcı          :  Atlantik Film , Elmalma Marka Iletisim , Imaj
Yönetmen       : Reha Erdem (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Reha Erdem (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Sermet Yesil (IMDB)(ekşi), Türkü Turan (IMDB)(ekşi), Serkan Keskin (IMDB)(ekşi), Hakan Altuntas (IMDB)(ekşi), Akin Anli (IMDB)(ekşi), Sencer Sagdiç (IMDB), Korel Kubilay (IMDB)(ekşi), Cüneyt Yalaz (IMDB)(ekşi), Suat Oktay Senocak (IMDB), Asil Buyukozcelik (IMDB), Nadir Saribacak (IMDB), Murat Deniz (IMDB), Saygin Soysal (IMDB)

Kosmos ' Filminin Konusu :
Sığınırcasına gittiği kasabada kendini yeni bir masala bırakan bir seyyahın hikayesidir Kosmos. Zamanın ve mekanların önemli olmadığı bir kasabadır burası, sadece insanlar önemlidir, söylenen sözler önemlidir; çünkü herkes birbirini çok iyi tanır. Kosmos'un beraberinde getirdiği mucizeler, ölü çocukları bile diriltebilecek derecede 'mucizedir'. Böyle böyle kısa bir süre içerisinde namı alır yürür... Şifa bekleyenler olur, aşkı dileyenler... Ancak hayat yine yapacağını yapar ve Kosmos'u talihsiz olaylar silsilesinin ortasına bırakıverir. Türk sinemasının en yetenekli yönetmenlerinden Reha Erdem yapımı olan filmde Sermet Yeşil ve Türkü Turan'ın başarılı oyunculuk performanslarına tanık oluyoruz

Ödüller      :

SIYAD Turkish Film Critics Association Award:Best Art Direction, Best Cinematography, Best Editing, Best Film, Best Director


  • "reha erdem filminin fragmanında çalan tüy diken edici musiki; rachel's ın even/odd* 'udur efendim."
  • "hasan ali toptaş romanlarına benzeyen mistik kostik film. türkiye'de ve türkçe'de böyle filmler üretiliyor olması, mutluluk verici."
  • "yunanca evren."




Facebook Yorumları
  • comment image

    türk sinemasının geldiği son nokta. müthiş bir mistisizmle donatılmış çok farklı görünen, aslında çok bizden, içimizden bir sofu hikayesi... satır aralarında dolaşılması gereken bir film, zira çok şey anlatıyor varlığımız üzerine...


    (newyorkais - 20 Ekim 2009 13:16)

  • comment image

    kendi adıma iki anlama geliyor kosmos.

    1- evrensel anlamda: bir sinema dili nasıl olgunlaştırılır sorusunun sıkı yanıtlarından.
    2- ulusal anlamda: bir sinema dili nasıl olgunlaştırılır sorusunun sıkı yanıtı.


    (mutereddit tedirgin - 3 Nisan 2010 14:22)

  • comment image

    istanbul uluslararası film festivali kapsamında vizyona girmesine bir gün kala izlediğim film, yönetmeni, nuri bilge ceylan ve semih kaplanoğlu isimlerinin yurtdışında alınan ödüller nedeniyle pek bir anıldığı sinemamızda her zaman favori yönetmenim olagelmiş, basit insanların fantastik dünyalarını beyazperdeye yansıtan reha erdem olduğu için mi yoksa ekseriyetle popüler konuların ele alındığı, sinemanın s sinin dahi olmadığı komedi filmlerinin borusunu öttürdüğü sinema sektörünün demokles'in kılıcı gibi, yönetmenim diyenin tepesinde zuhur eden paradigmasının pek kaale alınmadan çekildiği her sahnesiyle belli olan bir film olduğu için mi bilmiyorum ama sevdim ben bu filmi...

    kimse kimseyi kandırmasın. kaçımız eraserhead'i tam manasıyla anladık, kaçımız stalker'daki metaforların tamamına vakıf olabildik? sırf arkadaşımız yanımızda eraserhead'i komple çözmüş gibi konuştuğunda yanında gerizekalı gibi durmayalım diye sanki anlamışız gibi konuşuyoruz. anlayamayız. zira varoluş vb konularda metaforlarla çekilen yapımlar, anlamamız için değil yalnızca düşünmemiz için çekilir. bir yönetmenin belirli maksatla kurguya dahil ettiği gizemli bir sahnenin manası kişiden kişiye göre değişir. çaresizizdir bu konuda. asla yönetmenin kafasındaki imge ile seyircinin kafasında kurduğu imge bir olamaz yalnızca yönetmenin amacına yaklaşabiliriz. bir nutella kavanozu gibidir böyle filmler. istediğiniz kadar kaşıklayın ama her zaman kıyıda köşede biraz çikolata kalır. kosmos için de geçerli olan bu

    izlerken sıkılmadığımı söyleyemem fakat kredi kartı borcu, işsizlik, gelecek gibi gelip geçici sorunlardan sıyrılıp çok daha önemli bir şeyi, burayı, gerçek adını verdiğimiz fakat hala koskoca bir soru işareti olan varoluşu düşünmemi sağladı. bundan mütevellit reha erdem'e teşekkür etmeliyim. filmde eksik bulduğum, keşke şöyle çekseydi ya da şöyle olsaydı dediğim yerler de mevcut ama bu filmin bütününe zarar veren detaylar değil.kıyaslamak ile benzetmek arasındaki farka mazhar olduğum için olsa gerek, filmi beraber izlediğim arkadaşım gibi werckmeister harmoniak atmosferinin üzerine çekilmiş yeni bir stalker olarak olarak tarif edebilirim. ancak bu olumsuz bir eleştiri değil tam aksine müspet bir eleştiri.

    ayrıca film bittikten sonra soru-cevap faslında reha erdem'e reha fellini diye hitap edip, "biz daha ne kadar yürüyen adamlar göreceğiz" diyip, filmden sıkıldığını dile getiren hanımefendiye de söyleyeceğim şudur ki "uzak filmi sende büyük bir travmaya neden olmuş abla, tavsiyem bir uzmana görünmen"


    (apedron - 19 Nisan 2010 15:15)

  • comment image

    --- spoiler ---

    daha filmin başında dereden boğulan bir kişiyi kurtarma sahnesiyle doktor civanım'a;
    terk edilmiş binalar ve özel bölgesiyle stalker'a
    karlar içinde yollar ve kasabaya gelen yabancı konseptiyle deli deli küpeli'ye
    içinde geçen "insan nedir ki?" ve "sol kolu başımın altında olsun, sağı da beni kucaklasın" diyaloglarıyla korkuyorum anne'ye
    4 erkek kardeşin aralarındaki miras kavgası ile delisin'e
    kahveden sürekli kesme şeker çalma sekansları ile güle güle'ye
    kameranın kazı/kazları takip etmesi ile hayat var'a

    benzeyen film.

    (not: bu benzetmelerin bir kısmı; yönetmen tarafından bilinçli bir şekilde, bir kısmı ise benim tarafımdan zorlaya zorlaya yapılmıştır.)

    ---
    spoiler ---


    (gioberg - 20 Nisan 2010 01:20)

  • comment image

    filmi ilk izleyişimden sonra şunu söyleyebilirim ki, bu film ses ve görsellik açısından reha erdemin en başarılı olduğu ve türk sinemasında da pek eşi benzeri olmayan bir çalışma olmuş. dışarıdan gelen birçok ses izleyiciyi ilgilendirirken, hikayeyi genellikle hiç etkilemiyor. yani ses ve görüntü birbirinden ayrı iki eleman olarak kullanılmış denilebilir. şimdi filmin içeriği hakkında ufak spoilerlı bir şeyler söylenecek olursa;

    --- direkt ortadan okumaya dalanlar için spoiler ---

    filmin ilk ve son sahnelerinin aynı olması bende şu hissi uyandırdı: herhangi bir köye bir "insan" geldi ve misyonunu tamamlayıp gitti. kosmos karakteri için ikinci kez izlemeden önce söyleyeceğim tek şey, onun iyilik, kötülük gibi birçok insan özelliğini içinde barındırması ve insanın doğayla bütünleşmiş tarafını temsil ettiğidir. bu yüzden de o köyden tüm doğallığıyla ( yani olması gerektiği gibi ) bir insan geçip, gitmiştir. herhalde insanın doğaya bu denli yabancılaştığı bir zamanda, böyle bir yabancının köyü darmadağın etmesi ve "huzur"u bozması çok olağandır. kosmos için bir şifacı, bir hırsız ya da bir katil demek bu yüzden çok anlamsızdır. film ilerledikçe kosmos'un bu tür sıfatlardan hiç birini tam anlamıyla hak etmediği görünmektedir. kosmos, yeri geldiğinde kötülük yapan, yeri geldiğinde yararlı işler yapan bir insandır. aslında tam da bu yüzden o köyde yabancılar sevilmez, çünkü köyde mesele insan olmak değil de, kendi çıkarların için yaşamaktır. oysa reha erdem doğal/otantik insanın doğayla iç içe, ruhu ve bedeniyle bir uyum içerisinde yaşadığını göstermektedir. ya da en azından benim anladıklarım bunlar. filmi, ikinci kere izlemeyi de bu yüzden istiyorum işte, kosmos karakterinin dini referansları, doğaüstü davranışları ve köylüye çektiği nutuklar kafa karışıklığına sebep olabiliyor ve ayakları yere basan bir çıkarım yapmak için ikinci izleyişin önemli olduğunu düşünüyorum. şimdilik spoilerlar bu kadar, umarım film hakettiği kadar izlenir.

    --- spoiler bitti ---

    not: ömür gedik'in film hakkında yazdığı yazı beni benden aldı. mezbaha sanhnelerinde hayvanların kesilmesi çok rahatsız etmiş hanımefendiyi. hayır, bunun film için yapılmadığını, zaten kesilecek olan hayvanların filme çekildiğinin farkındaymış, ama ne bilsin işte yine de rahatsız ediciymiş, çok üzülmüş. yazının tamamını internette bulamadığımdan link veremiyorum, fakat hürriyet keyif ekinin herhangi bir sayısında okudum işte. üzerine de fazla bir yorum yapmak istemiyorum, hayvan haklarını savunurken saçmalamak istiyorum, falan filan...


    (antagonist732 - 21 Nisan 2010 17:59)

  • comment image

    kosmos, reha erdem'in artık bir türk olarak türk izleyiciye fazla geldiğini kanıtlayan filmdir. david lynch bu filmi çekse, 'öldüm bittim' 'baba film budur işte' gibi süper zeka klişeleri duyulurdu.

    film tek kelimeyle kusursuz. ne fazla bir sahnesi var ne de eksik kalmış bir yanı. oyunucular, senaryo, mekan seçimleri...
    film hakkında yapılan tüm aptalca yorumları bir tarafa bırakmak da gerekiyor, yok şu yönetmenin şu filminden öksürük sahnesi, şunun filmindeki hebele sahnesi. ya sinema denen şey nedir ki? adamı seksen doksan doksan dakika bağlayıp sonra günlerce düşündürecek birşey değil midir bir bakıma? bu anlamda bir gözboyamadır. hayat var da iklimler de geçeküstü öğelerin olmaması bu filmi başka bir yere koymuyor ki...
    bu film hangi türe sokulursa sokulsun sokulduğu türdeki bugüne kadar türkiye'de yapılmış en güzel filmdir. hatta net bir eserdir.

    --- spoiler ---
    filmin başlangıc ve bitiş sahneleri bile ustalığın, yeteneğin hatta -abartmıyorum- dehanın en net örneğidir.
    sürekli duyulan top sesleri, sahnelere aniden giren karakterler çok başarılı.
    ---
    spoiler ---

    gişe filmlerine milyonlarca dolar akıtan insanlara ve o filmler için salonları tıka basa dolduran milyonlara inat böyle bir film çekmek için sadece o işi sevmek yeterli oluyor ve insan yaptığı işi seviyorsa o sevgi de işte kosmos gibi, hayat ver muhteşem gibi filmleri doğuruyor.


    (gelishine yarim vole - 24 Nisan 2010 00:21)

  • comment image

    --- spoiler ---

    hayat var'la, bir anda acayip bir çıkış yakalayan ve bambaşka bir sinema dilini geliştiren reha erdem'in, yeni başyapıtı. sinematografisini tarkovski'yle kıyaslayanlar yanılıyor bence... kars'te çekilen film illa ki güzel ve uzun planlar sunuyor izleyiciye, lakin erdem'in asıl beslendiği kaynak kuzey avrupa sineması... luc besson biraz da. o nedenle kıvrak bir dil geliştirebilmiş, sürreal atmosferde, gerçek hayatın içinden anlatıyor hikayesini. karakterleri oldukça ironik... mesela kosmos bir isa kopyası, bir yandan da hırsız, lakin onun isa'dan kopuşu aslında keramet gösterip yardım ettiklerinin ya ceza görmesi yahut ölmesi.

    ve aşk: neptün'le kosmos'un belediye binasının üst katındaki karmaşık evde ellerine ve ayaklarına boya sürerek başladıkları o "tribal" kopuş sahnesiyle birlikte, aşkı anlatmanın sonsuz yolu olduğunu bir kez daha gösteriyor reha erdem. inlemeler, nefes alış verişler, çığlıklar... insanın hayvan olduğuna vurgu yapan ve aşkı tutup ayaklarından yere indiren, bunu mistik bir anlatımla ortaya koyan muhteşem bir "an".

    büyük ve bozuk saatleri şehrin... meydandaki heykel. şehrin içinde sürekli birbiriyle karşılaşan, yardımlaşan, kavga eden, düğünde oynayan, terk edilen, hastalığı görülmeyen, hırsızlığa maruz kalan insanları... bir türlü gömülmeyen ve hak iddiasında kullanılan babanın tabutu, gökten düşen uydu ve işaret.

    anlattıkları bu kadar "gerçekçi" olup da anlatımı bu kadar mistik olabilen çok az sinema filmi izlemişimdir. reha erdem, kendine özgü bu dille çekeceği her filmde, bambaşka bir tat bırakacak zihnimizde. semih kaplanoğlu'nun mistik hikayeleri determinist kalıplarla heba ettiğini görünce, reha erdem'e daha çok kayıyorum üstelik... hem erdem'in şifacı/hırsız karakteri her türlü daha çok anlam üretiyor yusuf'un kendinden menkul şairliğinden... daha şiirsel.

    http://www.sakinkafa.com/kosmosun-orta-yerinden/

    ---
    spoiler ---


    (cam irmagi tas gemi - 28 Nisan 2010 18:08)

  • comment image

    --- spoiler ---
    fena halde yolsuz kalan adamımız cebinde kalan son parayla haydarpaşadan trene atlar ve soluğu sınır şehrimiz kars'ta alır. şansına derede boğulmakta olan bir çocuğu kurtarınca bir anda halkın güvenini kazanır. sonra hafiften soygunlarla yolunu bulur. bir taraftan şifacılığa devam eder. arada sürgün edilmiş bir geçkince öğretmen hanımla halvet olur. kardeşini kurtardı duygudurum bozukluğundan mustarip kızla cilveleşir (biraz hayvanca) lakin son olayında jandarma komutanının kötürüm baldızını sırtını yalamak suretiyle iyi edecekken güvenlik güçlerinin müdahalesi üzerine başka bir menzile doğru yol almak zorunda kalır. battal oğlum senden çok pis islamcı şair elektriği aldım; "abi ben eğzantiriğim meczubum" falan diye yeme bizi: imam hatip çıkışlısın oğlum sen. avasasa veririm seni valla hemen anlar.
    ---
    spoiler ---

    neyse....bu filmin kemalist/aydınlanmacı okumasıydı, haliyle sıkıcı, biz post-modern okuma yapalım; o daha zevkli, yalnız "reha erdem yine insan olmayı merak ediyor" gibi buzzword ve fadlar olmayacak benim okumamda, somut durumun somut tahlilini yapacağız. ne demek o "insan olmayı merak ediyor" abi?

    bence reha erdem'in filmi izlenir. önce onu söyleyim, öff bitsede çıksak duygusunu sadece ikinci yarıda kısmen hissettim ama iki saatlik bir film için pek de sıkıldım diyemem; izlettirdi kendisini.

    reha erdem "karsta eldeki malzemeyle bir film çekeyim ama nasıl? diye düşünmüş ve hakkaten eldeki malzemeyi güzel kullanıp iyi bir iki oyuncu ve amatör yerel oyuncularla işi kotarmış, bravo.

    şimdi biraz kişisel olacak ama eğer askerliği bayburtta ve kışın yapmasam bu filmi pek o kadar anlayamazdım gibi geliyor bana. mesela şu filmde durmadan duyulan top sesleri, oralara giden herkesin duymaya alışık olduğu bir şeydir. bu sınır bölgelerinde ordunun bolca topçu birliği var ve bunlar kendilerine tahsis edilmiş askeri bölgece böyle yerel halkın hayatını altüst eder şekilde durmadan top talimi yapıp duruyorlar. durmadan top atılan bir yerde yaşamak da ziyadesiyle sinir bozucu bir şey takdir edersiniz ki. ama böyle dost düşman duysun hesabı sık sık böyle top atılıyor, talim yapılıyor, yer gök inletiliyor. filmde sürekli duyulan top sesi bu işte.

    buraların böyle bir de çayları ve zamanında yapılmış taş köprüleri var onun dışında da özellikle kışsa hiçbir şey yok. saat kulesi bile (nacar saatli) bir acaipti filmde; yarısı oralara özgü taştan yarısı kiremitten.

    filmin en güncel yanı sınırın açılması tartışması; film zamandan mekandan bağımsız falan dense de basbayağı olay karsta veya ermenistana komşu bir şehirde ve günümüzde geçiyor. filmdeki zenofobi de hiç öyle bilmedik bir şey değil, malum daha yakınlarda rte "100.000 ermeniyi gönderirim" diye laf etti. bu gelenler işte bu şehirlere geliyor ilk olarak, kaçak işçi olarak çalışmaya.

    filmde bir "buzlar çözülmeden" tadı var. ama dikkat bu sefer gelen deli postmodern deli; onun derdi mütegallibeyle, değil bu kez halka eziyet eden başka güçlere karşı, başka tür bir gaddarlığa karşı.

    filmin kuvvetli yanı da işte bu güncelliği, politikliği. son derece güncel politik bir film kosmos. ama anlatım epey allegorik olduğu için biraz anlaşılması güç .

    insanların hayatını pek de değiştirememiş bilimsel tıbba karşı eski şifacılık, çalışma ahlakına karşı aylaklığa övgü. neden kötü olsun?

    bu kez "buzlar çözülmeden" in delisinin kötü adamı "ordu": soğuk savaştan beri hiç değişmeyen, durmadan toplar atıp halkı canından bezdiren, halka hiç bir şey vermeyen, çare olmayan, modernlik adına sadece bir at üstünde mareşal üniformalı atatürk koyan devlet aygıtının doğudaki en görünür en teşkilatlı birimi. doğuda en güçlü şey artık feodaller falan değil gereçekten de benim de gözlemlediğim bir şeydi bu; jandarma komutanlığıdır. oraların allahı odur. devlet adına orada gördüğün şey o çünkü, ellerinde devasa kamyonları, askerleri olan o, oranın hükümdarı o. bunun değişmesi gerek artık, kosmos hiçbir şey anlatmıyorsa bunu anlatıyor.

    daha yazarım belki şimdilik bu kadar.


    (kunta kinte - 29 Nisan 2010 11:07)

  • comment image

    reha erdem'in filme dair röportajlarında söylediği şamanizm, vs. laflarının red herring olduğunu düşünüyorum. filmdeki düşen uydu da bence soğuk savaş atmosferini vermekten başka bir işleve sahip değil, film bir yönüyle coen biraderlerin the man who wasn't thereindeki gibi bir dönem kolajı olduğunu düşündüm. hakkaten de 1980 yılında bir tepemize düşecek sovyet uydusu parçası paniği yaşadığımızı anımsıyorum istanbulda bile. elektronik dalga sesleri vs de hep bu bağlamda anlamlı olabilecek şeyler; soğuk savaş atmosferi içinde sovyetlere sınır bir şehirde yaşamanın rahatsız ediciliği.

    son olarak asıl bombamı patlatayım: bence filmdeki kosmos basbayağı akp'dir. filmdeki şehir de türkiye'yi sembolize ediyor. nasıl? (smiley koyasım geldi)

    reha erdem'in sembolizm koyması obskürantizmi falan boşa değil, ne demiş engels "iyi sanat eseri tezini iyi gizleyebilendir" öyle kör kör ğarmağım gözüne diye film yaparsan orda sanat falan yoktur, zaten hiç yapma.

    baştan çıkarılıp intıhar eden cumhuriyet öğretmeni, buna kapılan köylüler vs aslında akp'nin yükselişini anlatıyor. mükemmel bir allegori, ha belki reha erdem'in aklından bile geçmedi bunlar, hiç önemli değil, sanat böyle bir şey, kendin de bilmiyeceksin ne yaptığını pek ki sanat olsun yoksa o başka bir şey.

    mesela ilk sahnede çocuğu kurtarmasındaki şans ile akp'nin ilk iktidarı döneminde ekonominin iyiye gitmesindeki şanslılığı ne kadar paralel. ama sonra iyileştirdiği çocuk bu kez hasta olup ölünce şansı dönüyor.

    malum akp'yi de bir şey üretmektense yolsuzlukla suçluyoruz. filmde de battal "kosmos" çalışmaktansa kasaları boşaltmayı seviyor, aldıklarını da fakir halka yardıma amacıyla dağıtıyor mu? dağıtıyor.

    bu film daha çok yorum kaldırı ki bu filmin güzel yanı da budur kanaatimce.


    (kunta kinte - 29 Nisan 2010 12:39)

  • comment image

    filmi çok hatırlamıyorum ama bence reha erdem burda kendisini anlatmış. ironi değil, ciddiyim. battal'ın ermiş mi yoksa milleti iyileştiriyorum erdim bittim ayağına analarımıza bacılarımıza musallat ulup bir yandan da para götüren sahtekar cinci hoca mı olduğuna dair şu ikilem...filmin sonunda bile açık bırakılmış...kimileri hala inanıyor, battal ermişti diyorlar...saçmalıyorlar tabii...suçlu kim?...sen ben o... mu acaba? yoksa batta mı?

    ciddiyim. battal köydekilere bir şey didi mi, ben erdim, sizi iyileştiricem dedi mi...hayır...ona inanmak istedik...hayatımızda bir ermişle karşılaşmak istedik...onun o garip tavırları...o farklılığı...vurana diğer yanağını uzatacak vazgeçmişliği...o bilgeliği...bunları deneyimlemiş biri olmak istedik...hatta dervişle, bir ermişle omuz omuza fotoğraf çektirip facebook'a koymak istedik...biz inanmak istiyoruz...biz ne ya...siz inandınız...ben değil...battal sahtekardır...en başından beri biliyorum...reha erdem aksini söyleseydi bile haykırırdım celladın yüzüne...battal bir sahtekardır...peki noldu...sonuçta yine siz kızdınız...ananızı bacınızı götürdü battal...uyuşturucularınızı aldı ellerinizden...şeker çaldı çaylarınızdan...çocuklarınız öldü...sizin yüzünüzden...siz istediniz bunu...battal bir şey dedi mi...hayır...öyleyse neden kızıyorsunuz...

    peki ya reha erdem?...mükemmel simgelerle ayarttığı entelektüel izleyiciyi filmin dışına çekip orada kulağına fısıldayacağı...yalnızca entelin kulağına fısıldayacağı sırları, gizli öğretileri olan biri mi...dereceye göre bilgi veren bir sinema dervişi, aşmış bir sanat duayeni mi...ve filmde 50 bin gönderme var ve siz bazılarını anlıyorsunuz bazılarını anlamıyor musunuz, bu film aynı zamanda siyasi bir manifesto mu...yoksa gönderme mönderme yok da sadece şarlıyor musunuz...elbette ikincisi...ben biliyorum...psikanalizden girip felseden çıkışları biliyorum...ben de entelim...bakmayın...ama aynı zamanda sizin kardeşinizim de...sanat arenasında dönen oyunları gayet iyi bilirim...kurtlar ve sofra...ama reha erdeme dönelim...bu onun suçu mu...size büyük sırlar vereceğini...alt metinde nehirler aktığını o mu iddia etti...yoksa siz mi inanmak istiyorsunuz...yine ikincisi çıktı...tıpkı battal'a inanmak istediğiniz gibi...verilmeyen vaadlere inanmak istiyorsunuz...sonra elde edemeyince kızıyorsunuz...ben de kızıyorum aslında...neden...çünkü örtük olarak vaadde bulunuyorlar aslında...kimse kimseyi kandırmasın...reha da battal da suçludur aslında...ben bir şey demedim ki demeye sığınmasınlar...ima ediyorlar...


    (may kay - 25 Haziran 2010 18:57)

  • comment image

    filmi sinemada izlemiştim ve deli gibi sevmiştim. ancak hakkında konuşacak kadar anlayamamıştım da. bu akşam dvd'sini izleme şansına eriştim ve pek çok cevaba ulaştığıma inanıyorum. onlara geçmeden önce birkaç yorum yapayım. ben öyle terim falan kullanmayı sevmiyorum, kendim gibi olayım yeter maşallah. filmde kesinlikle uzun ve sıkıcı sahneler var, ancak bu filmden soğumanız için neden olmasın derim, soğursanız cidden izlemesi imkansız bir film. karakteri anlamaya çalışın, göreceksiniz sadece imgelerle simgelerle entel dantel öğeler doldurulmuş bir film değil. cidden anlatılanlar var, benim anladıklarımdan bazıları

    --- spoiler ---
    öncelikle karakter -battal ya da kosmos- ağlayarak geliyor, sonunda da ağlayarak gidiyor. deminki gelmeden önce de bunun gibi sonuçlanan bir olay yaşamış ve bir yenisini yaşamaya gidiyor. film kosmosun sonsuz döngüsünün içindeki parçalardan yalnızca biri.

    filmde ben iki ırk gördüm adeta. insanlar -bizler- ve kosmos, neptün gibiler (dahası var mı onların bilmiyoruz). filmi izlerken anladım ki kosmos hem bizden biriydi hem de onlardan. adı gibiydi belki, evrendi kosmos. allah'ın yarattığı en büyük şeydi. insan gibi görmüyordu olayları ama herkese "efendim" diyordu, onları seviyordu, onlar için vardı. kosmos ne olduğunu adıyla söylüyordu zaten. kosmos. evren. o herşeydi ve insanların görmediğini görüp söylüyordu. herkesin yaşamının, her ruhun aynı olduğunu söylüyordu. insanın bakmadığı açıdan, yukarıdan bakabiliyordu. öğretmen ona "sadece bunu yaparsak hayvandan ne farkımız kalır?" dediğinde "insan ne ki hayvandan farklı olsun zaten aynıyız" diyordu. çalışmayı sevmeme huyu yok kosmos'un, tembel değil. zaten çalışıyoruz diyordu, ama bu çalışma karşılığında para almak istemiyordu. yapmamız gerekenin karşılığında bir şey beklemeyi sevmiyorum diyordu kosmos. karnı doysun istiyordu, aşk istiyordu. cinsellik miydi sizce aradığı? neptün'le olan aşkları en doğal olandı. uçtular, dokunmadılar bile birbirlerine. saf aşktı o. aşkı sahneye almış resmen reha erdem. kadraja aşk sokmuş.

    kosmos'un mistik güçleri vardı. ölüleri kaldırıyor, hastalıkları tedavi ediyordu. ama gerekli gördüğünde yapıyordu bunu, yapması gerektiğini hissettiğinde. ani çıkışlar yaparak, insanları korkutmayı umursamadan yapıyordu ama başarılı oluyordu. "allah insanı doğru yarattı ama insan düzeni bozdu." belki bekleseler kosmos ayaklarına gelecekti ama kosmos'un -evrenin- iç dengesini bozup zorla iyileştirtmeye kalktılar kendilerini. düzen bozuldu. kosmos zoraki olarak iyileştirmeye çalıştı. yaramadı.

    hırsız düpedüz kosmostu ama yüzünü görmememiz bunun o paraları kimin çaldığının hiç mi hiç önemi olmadığını gösteriyor. parayı çalmasının nedeni bunun diğerlerini mutlu ettiğini görmesi. sinemada insanlar, "e abi para çalıyor, kötü işte bu herif, dolandırıcı" diyerek olayı çok derin özetlediler. halbuki kosmos dediğim gibi yukarıdan bakıyor. para zaten olmaması gereken bir şey. yapılması gerekenler topraktan yaratılmak, yaşamak, aşk ve toprağa dönmek. herkes için bu böyle "herşeyde bela şu ki herkesin başına gelen şey aynı." kosmos kötülük yapmıyor, kosmos para çalıyor.

    uzay gemisi ya da uydu düşmesi tam anlayamadım. cidden filmde koptuğum yerlerden. bir de o deniz üzerinde dolaşan ışıklar ve ses. cidden anlam veremedim, keşke reha erdem'le biraz sohbet edebilme şansım olsa.

    filmdeki dört kardeş olayı da benim yorumlandırmaya çalıştığım bir konu olmadı açıkcası. ilgimi çekmedi, başkalarının da ilgisini çekmemiş olacak hakkında yazılmış bir şeyler de göremedim.

    ---
    spoiler ---

    benim kendimce yorumladıklarım, yakaladıklarım bunlar oldu ikinci izleyişimde. tekrar izlemek niyetindeyim ve sanırım çok uzun sürmeyecek bunu yapmam. ama bir dost olarak söylüyorum, yavaşlığına aldanıp kopmayın filmden, sadece kosmos'un pek seyrek ettiği cümleleri dinleyin. her biri hakkında günlerce düşünülecek cümleler. sadece o cümleler için izlenir. filmde ne olduğunu anlayamadım diyenler de benim gibi yapsın, kosmos'un ya da battal'ın ne olduğunu anlamaya çalışsınlar sadece, o zaman diğer kurgular yanda hızlı akıp giderken siz de o uzun sahnelerde düşünme fırsatı yakalıyorsunuz filmden kopmadan. son olarak söylemeden edemem; reha erdem, iyi ki varsın, iyi ki çekmişsin kosmos'u.


    (tenzator - 31 Aralık 2010 01:50)

  • comment image

    film iyi gibiydi de viriririviririri sesten, sıkıntı veren ambiyans yaratma şeysinden izleyemedim. ruh boğucu ortamı hakkıyla vermenin en büyük riski bu olabilir. kafası çeken, ruhu kolay kolay boğulmayan, boğulmasından kantçıl, niçecil bir şeyler umanlar izlesin.


    (otisabi - 20 Şubat 2011 14:16)

  • comment image

    filmin yönetmeni ve senaristi reha erdem'den film hakkında birkaç not:

    *filmdeki "sol eli başımın altında olsun sağ da beni kucaklasın" cümlesi tevrat’tan mesela. tevrat şiir gibi zaten, çok zevkli okuması. aziz augustinus’un sözleri var. ağırlıklı olarak sevgi sözleri var. ahmet güntan çok sevdiğim bir şair, o var filmde.

    *a silver mt. zion, rachel’s müzikleri kosmos'a çok uydu. yerel şeyler de kullandık, iki türkü var. bu da tamamen planlanmış bir şeydi. kars’ta nereye gitsek, bu gala daşlı gala'yı duyuyorduk, filmin olmazsa olmazı oldu.

    *kosmos’da hiçbir rol, hiç kimse için yazılmadı. eğer kosmos’u oynayacak oyuncu bulamasaydık yapmayacaktık. sermet yeşil’in kapasitesini, kaç para kaç'tan beri biliyorum. iyi bir şey çıkaracağından emindim, karikatürize etmeden böyle bir rol çıkarmak hayli zordu. neptün* karakteri içinse bayağı geniş bir kasting yaptık. ne bulacağımızı bilmiyorduk ama ne istemediğimizi biliyorduk.

    *kosmos’un hangi zamanda geçtiği belli değil ancak bugün olmaması için bir neden de yok. kosmos o kasabada ne kadar kaldı, bununla da ilgilenmiyoruz ya da anlamıyoruz çünkü gün gün akmıyor hiçbir şey. duran saatlere gelince, işte mucizevi durumlar olabiliyor çekimlerde. film de kosmos’a yardım ediyor. her zaman teklemiyor o saatler, bazen de akıyor.

    *kosmos benim için özenilecek bir figür. ideal bir adamın resmini çizeceksek onun özelliklerine sahip olmasını isterim. kosmos biraz dağınık, ideal tanımına bu dağınıklığı da dahil. kosmos benim için bir süper kahraman. bu nedenle de gerçek değil. gerçek değil derken, keşke gerçek olsa anlamında da söylüyorum bunu. kosmos’un varlığı bir umut, önerdiği şeyler değil. kosmos inanç eksikliğine bir ağıt, kosmos da dünyevi meselelerle ilgili bilgisi kıt ama dünyevi olmayan yetenekleri ve maneviyatı nedeniyle fiziksel yetenekleri yüksek bir figür. fazla konuşmuyor, bize karışık gelecek şekilde konuşuyor ama net konuşuyor. söyledikleri de çok basit:
    “ben çalışmam, aşk isterim” diyor.


    (suyunrengi - 28 Ekim 2011 22:30)

  • comment image

    10 sayfa okuduktan sonra hakkında düşündüklerimi yazarsam zöe nin en bi dibine gideceğimi düşündüğüm film.imsi.

    ama birileri yazmalı.

    varayım ben kültürsüz anlayışsız hödük olayım.

    zaman kaybı. etmeyin.

    beni alıp götürdü geri getirmedi diyen yazanlar olmuş, olum sizin gideceğiniz varmış.


    (electric gypsy - 26 Temmuz 2012 00:52)

  • comment image

    kosmos'un neptün için okuduğu dizeler filmdeki kutsal ve mistik yoğunluğu tamamlıyor.

    kutsal kitapların kaynakları sümer mitolojisinden:

    bab 6:10

    bakışı seher gibi,

    ay gibi güzel,

    güneş gibi temiz,

    sancak açmış ordu gibi korkunç, (bu satır duyguya uymadığı için olmalı, çıkarılmış.)

    bu kadın kim? (kadın yerine kız kullanıyor, ben bilirim diye ekliyor.)

    bab 2:4-6

    çünkü aşk hastasıyım ben.

    sol eli başımın altında olsun,

    sağı da beni kucaklasın.

    (neptün'e, farklı iki karşılaşmada okunuyor.)

    seçilen müzikler ve özellikle sermet yeşilin oyunculuğu filmi çok güçlendirmiş. kosmos için, özgünlüğü, tamlığı ve güçlü görselliğiyle türk sinemasının en özel filmidir diyebilirim.


    (weroica - 8 Ağustos 2012 12:31)

  • comment image

    film başlarken nerden geldiği belli olmayan bir meczubun bir kasabaya doğru kaçarcasına koştuğu görülür. ve film biterken aynı meczub nereye gittiği belli olmayan bir yere doğru yine kaçarcasına koşar. meczup kasabadan giderken değil, kasabaya gelirken ağlıyordur. dünyaya insanın çığlıklarla gözlerini açmasını hatırlatır.

    battal, şehre ‘fırlatılmış’ veya ‘gökten inmiş’ gibi gelir. kasabaya ağlayarak koştuğu an varoluşun sıkıntısının başladığı an gibidir. çığlıklarla başlar bu an. yönetmenin derdi eğer ilahi olana göndermeler ise, o çığlıklar öz yurdundan* ayrı kalmış insanın çıkardığı yanık sestir.

    “iyiyle kötünün cömertle cömert olmayanın başına gelen şey aynı… iyi adam nasılsa, suç işleyende öyle… yemin edenle yeminden korkan aynı birbiri gibi… hayatta, her şeyde bela şu ki; herkesin başına gelen şey aynı, hem de insanoğlunun yüreği kötülükle dolu ve ömürleri devamınca yüreklerinde delilik var ve sonra ölülere katılıyorlar. çünkü bütün yaşayanlarla beraber olan için ümit var, çünkü sağ köpek ölü aslandan iyi çünkü yaşayanlar biliyorlar ki ölücekler fakat ölüler bişey bilmez ve artık onlar için bir ödül yok çünkü onların anılması unutulmuş …”
    'iyi de, kötü de insanın içinde, ikisi de insan için' diyen battal, iyi ve kötünün eşitliğinden dem vurur. hırsızlık yapar aynı zamanda hastalara şifa dağıtır. izafi bir kavram olarak ‘kötülüğü’ sorgulatır. “niye gözlerin şimşek çakıyor da ruhunu allah'a karşı döndürüyorsun. ve ağzından böyle sözler çıkarıyorsun? insan ne ki, temiz olsun?” diyerek kötülüğün, allah’a karşı sırtını dönenin düştüğü bir hastalık olduğunu îma eder. ‘allah insanı doğru yarattı ama insan düzeni bozdu’ ifadesiyle yaratılışında doğruluk olan insanın bozgunculuğu kendi elleriyle var ettiğini söyler. kur’an’da geçen ifadelere** benzer ifadelerdir.

    neptün ile aralarındaki yakınlaşma, bağrışma ‘aşk’tır. kosmos aşk ister bir de bir bardak çay. kahve ahalisinin aşk isteminden anladığı ‘bunun canı karı istiyor’dan başka bir şey değildir. oysa kosmos gölgelerle değil asıllarla meşbu olma derdindedir. sol elinin başının altında olduğu, sağ elinin kendisini kucakladığı bir aşktır bu.

    kosmos (battal) sıradan birisi değildir. kosmos’u hiç yemek yerken ya da uyurken görülmez. tek ihtiyacı çay ve kesme şekerdir. ‘size sarılmaya geldim’ der. belirsizliklerin, eksikliklerin, farklılıkların cem edilmiş hali görülür kosmos’da. anlaşılması güçtür.

    final sahnesinde bir kare, filmin özetidir. bir tarafı gri olan, diğer tarafı beyaz olan bir gökyüzü ve yalpayarak yürüyen insan… karanlığın ve aydınlığın beraber olduğu bir gökkubbede, iyi ve kötü arasında savrulan insan.

    kamera geçişleri, kullanılan mekânlar, ışık ve karanlık filmde özel bir atmosfer yaratır. aynı zamanda bir ses mühendisi olan yönetmen, filmde en üst seviyelerde bir ses şöleni sunuyor. yer yer konuşmaları bastıran sert ve yalın sesler duyulur filmde. ses ve görüntü kalitesi izleyeni kendi atmosferine rahatlıkla çekecek kadardır.

    ayrıca, ‘yasak bölge’nin varlığı, gökten düşen cisim ve stalker’in çamura uzanışını hatırlatan battal’ın yüz üstü karda yere uzandığı sahne gibi sahneler ile filmde tarkovski’nin izleri bariz bir şekilde görebilmekte.

    not:
    ben yetkili bir abi olsam, kosmos ve benzeri filmlerin izlenmesine eğitim müfredatlarında yer verirdim. kafası basan veletlerin film hakkında görüşlerini yazmalarını isterdim. ve ben tanrı olsaydım, reha erdem ve benzeri sanatçıları sorgusuz sualsiz “sen de katıl has kullarımın arasına ve onlarla beraber gir cennetime!” derdim.

    -------------------
    * cennet
    ** tin suresi


    (curve - 3 Ocak 2014 04:01)

  • comment image

    eski yunancada homeros zamanından başlayarak "süs" anlamına gelmiş. (bkz: kozmetik) sonra "düzen", "edep", "doğru düzgünlük", yerine göre "yüksek memur", "devlet düzeni", derken pythagoras'la birlikte "doğa düzeni", "evren", sonunda yeni ahit'te "dünya düzeni", "fani alem", "günah yuvası"...

    beyit:

    "bu dünye bir gelindür yeşil kızıl donanmış
    kişi yeni geline bakubanı toyamaz"*


    (tashih tamyeri - 27 Kasım 2004 22:36)

Yorum Kaynak Link : kosmos