Dedemin Insanlari (~ My Grandfather's People) ' Filminin Konusu : Dedemin İnsanları, küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor. Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, iki yakaya, çok sayıdaki azınlığa, ihtilallere bir defa daha, ama bu kez farklı bir yerden bakmayı ve düşünmeyi sağlıyor.Film çekimlerine 2011 Mayıs sonunda Girit’te başlanmıştır. Gökçeada, Milas, Bodrum ve Söke’de devam eden çekimler, Temmuz sonunda tamamlanmıştır.
Ödüller :
Süt Kardesler(1976)(9,0-16747)
Babam ve Oglum(2005)(8,4-63843)
Karpuz Kabugundan Gemiler Yapmak(2004)(7,9-4929)
Celal Tan ve Ailesinin Asiri Acikli Hikayesi(2011)(6,5-2634)
Dedemin Fisi(2016)(5,7-2356)
Best Art Direction
çağan ırmak'ın yeni film projesi. senaryo ve yönetim ırmak'a ait. senaryoyu, kendi dedesinin gerçek yaşam öyküsünden kurgulayarak yazmış. haziran ayında çekimlerine başlanacak olan filmin, kasım 2011’de vizyona girmesi planlanıyor.zöge: bunun neyini kötülediniz arkadaş?zö'den çıktıktan sonraki edit: eksik olmayın gençler.
(noxell - 8 Nisan 2011 21:31)
kesinlikle her anlamda babam ve oğlum'dan iyi bir filmdir. oyunculukların, çekim kalitesinin, kurgunun v.b. hepsinin babam ve oğlum'dan kat kat üstün olmasının yanında babam ve oğlum'daki gibi ajite kullanımına ve direkt ağlatmak, üzmek amaçlı klasik yeşilçam numaralarına kaçılmamıştır. bir de film, çocuğun gözünden olduğu kadar dedenin de gözünden anlatılıyor. halbuki, babam ve oğlum'da ağırlık küçük çocuğa verilmişti ve türkiye'nin tek bir dönemi yüzeysel olarak anlatılıyordu. burada hem mübadele, hem darbe etkileyici bir şekilde anlatılmış.dolayısıyla atilla dorsay'ın yorumuna katılıyorum: çağan ırmak ustalık dönemine girmiş ve şimdiye kadar ki en iyi filmini yapmış. eğer onu popülist davranmakla suçlayıp filmlerini izlemiyorsanız, bu film bu yargılarınızı kıracaktır. son olarak çetin tekindor tamam da, hümeyra nasıl bir kadındır? küçük bir rolde bilene mucizeler yaratmaktadır. mutlaka hem sahnede, hem ekranda, allah uzun ömür versin, ölene kadar yer almalıdır.
(goldencrab - 26 Kasım 2011 01:17)
film başlar başlamaz, ozan dedesinin elinden tutup çarşıda yürürken ağlamaya başladım. canımdan çok sevdiğim, üniversiteye başlarken kaybettiğim dedem geldi aklıma. zaten filme girmeden önce de onu hatırlatacak en ufak bir sahnede ağlayacağımı biliyordum.sonra mübadeleyi, mehmet bey'in çocukken o gemiye bindirilişini anlattığı sahnelerde bir an salondan çıkmayı düşündüm. ağlamayı, ağladığını belli etmeyi sevmeyen garip karakterli biri olduğum için nişanlıma da gözyaşlarımı belli etmeyeceğim diye kıvrandım durdum. o mübadele sahneleri bana birebir dedemin anlattığı büyük çerkes sürgünü hikayelerini hatırlattı. denize atılan bebek, gemide yayılan salgın, bebeğini vermek istemeyen anne, kıyıda gemi bekleyen binlerce insan... sanki çocukluğumda dedemden dinlediğim tüm hikayeleri birer birer alıp mübadeleye uyarlayıp işlemişler gibiydi. çok ama çok kötü oldum. yine de sessizce ağladım.filmde çok fazla kendimi buldum. dedemin de ölmeden önce tek hayali hiç gitmediği abhazya'ya dönmek, "dünya gözüyle" oraları bir görmekti. o gerçekleştiremedi ama ben onun ölümünden sonra gittim abhazya'ya. tıpkı ozan gibi. oradaki akrabalarımızı, kuzenlerimi buldum. dedemin mezarına o çok görmek istediği ritsa gölü'nden toprak taşıdım bir poşet...bu film çok özel oldu benim için. çok...
(ritsa - 26 Kasım 2011 12:48)
türk sinemasında son dönemde tanıklık ettiğim en samimiyetle yaratılmış filmlerden biriydi. özellikle oyunculuk konusunda başta çetin tekindor'un insanı sıcaklığıyla kapıp götüren performansı olmak üzre oldukça üst düzey bir çizgi yakalandığını düşünüyorum. çünkü özellikle son zamanlarda katıksız gerçekçiliğin zemininden ayrılmamaya uğraşırken realiteye hiç de uygun düşmeyen fazla sabit diyaloglar, abartılı sessizlikler, dümdüz karakter tahlilleri ve arka planları ile örülmüş, zaten oldukça kaygan olan samimiyet çizgisinde fazla sırıtan bir imitasyon gerçekçilik anlayışının yapmacıklığına düşen çok fazla filmin sizi hikayeye katmaya uğraştığı bir ortamda samimiyeti bu kadar dozunda serpiştirebilmiş ve bu esnada sinemanın büyüsünü de kaybetmemiş sıcak bir öykü anlatılmış. hayatın esasında olağan sessizliğin, günlük iç bunaltılarının dili mentalitesiyle izleyiciye yutturulan filmlerdeki kadar da sıradan olmadığının farkında ve hollywood'un bitmek tükenmek bilmeyen küllerinden doğmaya uğraşan yüzlerce yapıttaki kadar da insana ait olanı yok sayamayacağının bilincinde, kendi renklerine sahip bir iş çıkmış ortaya.çağan ırmak'ın anlatımında sevmediğim bir yön varsa o da dramatik sahnelerdeki abartılı müzik kullanımı ile kederin ve hüznün yönlendirilmeye çalışılmasıdır. son derece samimi bir hikayede cereyan eden olaylara verilen doğal tepkilerin akışını bu hamleyle bozduğunu ve sinemasının özgünlüğünden taviz verdiğini düşünüyorum. olduğu haliyle, bir yabancı ile girilen bir sohbet tadındaki dokunulmamış formunda son derece güzelliğini koruyabilecek ve hatta gözden bir damla yaş akıtabilecek güçlü sahneleri dramatik dış ses müdahalesi ile zorlama kıldığı, izleyiciyi hüznünün gerçekliğinden şüpheye düşürdüğü bir gerçek. ancak bazı sahnelerde de oldukça başarılı müzik seçimleri olduğu kanaatindeyim, dozunda sürdükçe problem çıkmayacaktır.çetin tekindor'un oyunculuğuna bittim. o ses tonundaki devinimler, kelime telaffuzları, yüz ifadelerindeki içtenlik beni o bildik, üstünde dostluk, naiflik, saygı ve usturuplu mizah tüten rakı masası muhabbetlerinin baş köşesine oturttu kendisinin karşısında. babam ve oğlum'da bundan tamamen farklı bir başka dede karakterini yine aynı saygınlığı yaratarak oynadığı da göz önünde bulundurulursa, karakterini "içinden doğru" oynadığını mutlulukla kabul edebiliriz.--- spoiler ---dedenin suya yürüyüp intihar etme sahnesinin gerçekçiliğe uzak olduğu ve hikayenin akışını tökezleten bir bölüm olduğu iddia edilmiş. bu kanıdan fersah fersah uzak düşünüyorum. şimdi filmde hümeyra'nın oynadığı peruzat karakteri yardımıyla sıklıkla üstü çizilmiş, anlaşılması için pratikte gösterme benzeri sahnelere bile gidilmiş olan kelimeyi hatırlayalım: "metafor." yanlışım varsa seve seve dinlerim ama benim nazarımda denize yürüme sahnesi "mehmet bey" gibi insanların dünyanın yolunu kırmış olduğu yeni rotada varlıklarını sürdürdükleri kendi vagonlarını boşaltıp, yolculuklarını bitirdiklerinin, bu yola ayak uydurmayı reddettiklerinin sembolize edilmiş halidir. çağan ırmak bu sahneyi de gerçek bir olaydan esinlenerek mi filme katmıştır bilmiyorum, ben kurgu olduğunu düşünen biri olarak bunun tamamen çıkarın deforme edici örtüsünü ruhunun üzerine sarmamış, yaşamdan keyif almayı bilen, çevresindekileri de kendi keyfine ortak etmenin her daim yolunu bulmakta işin ehli insanın veda portresi olarak kurgulandığına inanıyorum. aidiyetinin zorla kaybettirildiği, yabancılaştırıldığı iki kıyının ortasında, kendini bulduğu suların içinde son nefeslerini tadıp, devri artık kapanmış varoluşunu suya gömüyor. iyi bir insan olmak için yardım eden değil, yardım etmek için yardım eden, bunu kumaşına nakış nakış işlemiş dostların metaforudur mehmet bey. her şeyin suyunun çıktığı bu dünyayla artık işi bitmiştir.kasten mi tercih edildi yoksa tesadüf müdür bilmiyorum, hatta bambaşka bir düşünceyle mi kullanıldı fikrim yok ama ibrahim'in sokakta otururken "korkaklar" diye haykırdığı sahnede bu seslenişin hemen ardından cevap manasında gelen "havlama" sesleri oldukça manidar göründü gözüme.zafer algöz'ün oynadığı karakter sanki biraz fazla karikatürize bir karakterdi. yani tavırları doğal olarak bir iticilik izlenimi oluşturmak yerine antipati yaratmak için özenle seçilmiş gibiydi. ya da filmin o dakikalarına kadar neredeyse istisnasız, içtenliğiyle izleyiciyle kendisi arasında anlayışa dayanan bir bağ kurmuş olan diğer karakterlerin ardından böyle günümüz şehir insanın kirli çekirdeğine fazlasıyla yakınsayan bir karakterin karşımıza çıkışı mehmet bey kadar bizi de şaşırttı ve samimiyetini sorgulattı.küçük torun olan bebek ve çırak gibi karakterler çok sevimliydi. güzel ayrıntıları oldular filmin. hele o çiçek gösteren cam aleti neden çöpten aldığını anlattığında çocuk içim titredi. böyle saf bırakılmış çocuklar hala varlar eminim ama saklanıyorlar herhalde.akıl sağlığı bozulmuş olan karakterin(yanlış hatırlamıyorsam bayram'dı adı) tabutu bırakmayışı, o kararlılığı, dosdoğru, dolambaçsız sevmeye övgüsüydü filmin.filmin en akılda kalıcı ve beni çok etkileyen sahnelerinden biri kesinlikle yalnız ve yaşlı kadının dükkana gelip kendi kefenini diktirdiği sahneydi. mehmet bey eliyle kefeni hazır ederken kameranın bir süre kadının üzerinde kalışı, daha sonra elinde kefenin olduğu sepetle yalnız başına yola düşüşü... herkes benim gibi ağlama konusunda hassas olmayabilir ama bu sahnede içinde bir şeylerin hıçkırdığını hissetmeyen sayısı oldukça azdır herhalde. onların da kendilerine has, haklı sebepleri vardır mutlaka. bir insanın kendi kefenini bir giysi gibi hazırlatması, yalnızlığından ötürü ölüm-aşan bir ritüelin gereklerini tereddütsüz üstlenişi. bilmiyorum, bu konuda çok da sözün akvaryumuna sıkışmış sulardan konuşarak bir yere varılamaz, yalnızca izlerken hissedilir işte, ölüm konusuna dair her şeyde olduğu gibi.bazı göndermeler yine incelikten uzak bir şekilde fazla açık ve göze batacak şekilde yapılmıştı. bu da çağan ırmak'ın müzik meselesinde olduğu gibi ihmal ettiği ve kurgunun gücünü gözardı ederek vermek istediğini daha kesin ama kolay yollarla vermeyi tercih ettiği bir mesele. bazen rahatsız edici olabiliyor. yine de "mehmet bey gibiler" metaforunun hangi dünyanın kıyısından açılıp gözden kaybolduğunun idrak edilişini kolaylaştırması açısından beni fazla itmedi, yalnızca daha ince bir kurgusallık ile bunun üstesinden gelinmesini tercih ederdim.--- spoiler ---son olarak oyunculukların filmin en lezzetli yönü olduğunun altını çizerek sayelerinde doğallığın kalbinde oynanan bir tiyatro havası taşıdığını ekliyorum. bir başyapıt ya da bir başucu eseri olduğunu iddia etmek gibi bir niyetim olmasa da filmin de zaten böyle bir kaygısı olmadığına ve başyapıt olarak anılmayacak bazı eserlerin hissettirdikleriyle farklı ve değişilmez bir çizgide yaşayacağına inanan biri olarak benim gibi düşünenlerin hoşuna gideceğini ekliyorum. tüm kusurlarıyla ve samimiyetiyle hoş zaman geçirilebilir bir yapıt.
(marley - 28 Kasım 2011 00:01)
vakti geçmiş insanları anlatıyor. babam ve oğlum'da da aynı hisleri uyandırmıştı bende. aynı atmosferde çekilen bir devam filmi sanki.kamera başka bir eve geçmiş gibi sanki.başka bir ailenin hayatına.bahçede kurulan sofra. ne garip ki bu kadar güzel ,bu kadar neşeli bir ortamı yaratmak için hiç bir şeye ihtiyacımız yok. bir masa,beyaz bir örtü.iyi kötü bir lamba.masada yüzyılların içinden süzülüp gelen yemekler.mezeler.sebzeler,içkiler.yüzyıllardır aynı ses.geceyi yırtan böceklerin feryatları.yazı müjdeleyenler.sevdiklerin,komşuların,torunun torban,karın,yeğenin.sofrada bahçenden topladıkların.mutluluk bu kadar iste, bu kadar büyüleyici bir çekiciliğe sahip ise bunca hır gür neden ? hırs neden ?çünkü o sofranın etrafında toplayacak kimsemiz yok.boktan çekincelermiz,zayıflıklarımız,aptallıklarımız ile o sofranın etrafındaki herkesi kaybettik. bırak komşumuzu karımızla bile o sofranın başına doğru dürüst oturamıyoruz. başka ve anlamsız dertlerle dertleniyoruz. yüz yüze bakamıyoruz. delikler hazırlıyoruz kendimize.fareler gibi kaçabileceğimiz,yalnız kalabileceğimiz delikler.bu filmde ben olmak istediğim yeri gördüm.altı üstü iki saat filmden çıkınca hayatın anlamını keşfetmeyi beklemiyorum.hiç bir film bana bunu veremez ki. ben kaybettiklerimi gördüm. daha da kaybedeceklerimi. son sürat arabamla gittiğim otobanın beni uzaklaştırdığu mutluluğumu gördüm.büyük bir hızla gittiğim sahte pırıltılarıyla ufuktaki hedefim benim cenazem. üç kişilik cenazem.aslında taze fasülye,dolma ve salatadan oluşan beyaz örtüsüyle masanın başında yaz geceleri eşimle dostumla olmak istiyorum.ayaklarımda terlikler ile anımlarımdan konuşmak istiyorum.gel gör ki oraya doğru gitmiyorum. gözümü kısıp hedefim ne , ne olacağım ben dediğimde aklıma hiç bir güzel şey uyanmıyor.daha doğrusu beni çeken bir şey yok orada.ağzıma kadar teknoloji ile batmış durumdayım.her dakika online olacak gibiyim.piksek piksel en ayrıntısını görüyorum maçları,filmleri.dijital bir çılgınlık ile yaşlanıyorum.insanla bağımı koparıyorum giderek.konu komşu,eş dost bir sofranın başına toplayacak gibi değilim.babam ve oğlum'da da gördüm bu filmde de. çağan ırmak hangi üzüntünün içindedir biliyorum.evlendik.çocuk yaptık.bir aile kurduk. ev tuttuk kendimize. bir yaşam kurduk.akşamları bir arada yemek yedik.çamaşırlarımız kirlendi.bulaşıklarımız çıktı.gidip alış veriş yaptık.uyuduk uyandık.evimiz soğudu, ısıttık.iyi de...olmadı bir şeyler.benzemedi çocukluğumuza.benzemesi zordu zaten.ne o anneler kaldı ne o babalar. ne elinde bezlerle banyo mutfak silen anneler,ne de hadi kalkın komşuya gidiyoruz diyen babalar var etrafta.okuldan gelince mutfakta harıl harıl kaynayan tencerelerin,hafta sonu uyanınca kokan böreklerin heycanı yok.ne var ? kapıcının bıraktığı ekmekler,dışarda yenilen kahvaltılar,bugün ne yesek soruları...herhalde bunlarında mutlu edeceği bir kuşak gelecek. ama bizim işimiz zor be.dolma sararken bir kaç tanesini de önümze koyan,kaynayan bulaşık suyuna elini sokan anneleri gören bizim kuşağın işi zor.çok hızlı oldu.bu kuşak çok fazla değişim gördü.ailesinden gördüğü hayat ile şimdi kendisinin kurduğu ailenin yaşantısı bambaşka.anılarını kazınmış olan aile hayatı ile yaşadığı çok farklı.o insanların ayrıntısını çok güzel anlatıyor çağan ırmak. gündelik yaşantı. anlamı bu. basit,sıradan,günlük konuşmalar,davranışlar.kahvaltılar,aile hayatı,akşamları,yemekler...burdaki güzellik.yani bizim kuşağın hafızasına kazınmış olanlar.ailevi olan,komşuluk ilişkileri içersinde gelişen,yerel özellikler gösteren basit ve sıradan hayatın aslında ne kadar değerli ve güzel olduğunu göstermeye çalışıyor bize.ege'nin iki yakasında toprağı ve ailesi ile bu kadar barışık ve mutlu yaşayan insanların hayatlarına giren anlamsız hırsların ve çekişmelerin nasıl onları dağıttığını,nasıl şirazesinden çıkardığının hikayesi.olur mu olmaz mı, veya ne zaman olur bilmiyorum...bahçesi olan bir evde,konu komşunun da geldiği bir sofrada sevdiklerimle yarenlik etmek isterdim ömrümün sonunda. en azından oraya doğru yol almak...kendi hayatıma baktığımda yanlış yaptığımı da söyleyebilirim.çünkü cesaretim yok. o basit hayatı isteyecek kadar güçlü değilim. herkes gibi olmaya çalışıyorum.herkes gibi çok şey istiyorum.başka bir hayatı bilmeyen sonraki kuşakları anlayabiliyorum ama bizim kuşağı annesinden babasından kalan mutlu olma sırlarını aklından çıkaramayacağını biliyorum. aklımızdan çıkaramadan böyle yaşayacağız. bir filmde, bir eski resimde o derin hüzün çukaruna düşüp içleneceğiz.böylesi kolay çünkü. kimsenin olmadığı yerde ağlamak,gözlerin görmediği yerde itiraflar çok kolay.sonra sabah uyanıp işe gideceğiz. son sürat celladımıza götüren servislerimze yetişmeye çalışacağız.
(doksanartiucdegelengol - 28 Kasım 2011 02:32)
--- spoiler ---benim dedem de selanik göçmeniydi. tip olarak da çetin tekindor'u andırıyordu zaten. tavırları olarak da filmdeki dedenin aynıydı. benim adım da ozan. bütün bunlar birleşince güzel bi' filmden ziyade dedemi seyreder gibi seyrettim filmi. ve onu çok özlediğimi bir kez daha farkettim. tek sevindiğim nokta dedem ölümünden 3 ay önce göç ettikleri köyü buldu oraları gezdi. köy kahvesinde oturmasının videosu var birebir filmdeki ozan'ın oraya gidişi gibi. "otur kahve iç türk yunan dosttur bütün hepsi politika" vs. hepsi dedemin vefatından 3 ay önce çektiği videoda mevcut.--- spoiler ---
(arlegim - 28 Kasım 2011 13:37)
--- spoiler ---ozan karnesini alıp pekiyi leri gördü ya, ağlamaklı oldu ya bi anda. benim içimden bişi koptu.ayrıca o tahsin'i ben yerim yerim evlat edinirim kimselere vermem.--- spoiler ---
(inner silence - 30 Kasım 2011 22:40)
her öyküde klişe arama ihtiyacı ile yanıp tutuşanlar için bulunmaz bir hazine bu film. bu gün, yaşadığımız dünyada, her türlü inceliğin içinde klişe bulma konusunda hepimiz şahane birer uzman olduğumuz için elbette. ama bu filmde, birilerine hiç de yabancı gelmediğini bildiğim daha doğrusu anımsadığım gerçek bir zaman var.bu gün klişe olarak gördüğümüz bazı zerafetlerin gerçek olduğu zaman. --- spoiler olabilir belki ---yan yana yaşayabilmenin mümkün olduğu bir zaman.belki "çocuklarımıza böyle bir dünya mı bırakacağız" diye direkt sormayan ama zalimin yanında hiç yer almayan, ona direnen ve bunun acısını çokça çekmiş, işinden, evinden, memleketinden, ailesinden, aklından, canından olmuş, bedel nedir bilen insanlar var.kötünün ve iyinin tanımının net olarak yapıldığı, kafaların bu denli karışmadığı, iyinin yanında olup onu kollayan, onu anlayan, iyi olmak için eğitilen, çabalayan ve kötülüğe kötülükle değil, zerafetle karşılık veren adamlar. doğduğu yerden uzağa sürgün edilmiş, gönderilmiş, bir türlü bir yere ait olamayan, bir türlü oraya gidemeyen, doğduğunda duyduğu dili konuşamayan, gördüğü çiçeği göremeyen, özlem dolu ama yeni yerinde yaşamayı, asaletle yaşamayı bilen adamlar, çocuklar var.sadece sonuçla değil, nedenleri ile, sonucun arkasındakileri bilerek, "onlar da bizim bir insanımız" diyebilen yüce gönüllü insanlar var.birbirine bağlı, birlikteyken mutlu, zorluklar karşısında birbirini yemek, en iyi ihtimalle terketmek yerine birbirine tutunan aileler, dostlar, komşular var. ölümü de yaşam gibi vakurca kabul etmiş, ama teslim olmamış, kefeninin yanında, bahçesindeki güllere dertlenenler var. sözün senet olduğu, kapı kilitlemenin komşuya ayıp olduğu, çocuğun canının komşuya emanet edildiği, canı yakanın şikayet edilmediği, manyetolu telefondan çıkan memurla sohbet edilen, mutluluğun havada solunabildiği bir zaman var. yenilik, gelişme, kalkınma, adalet, modern, demokrasi kavramlarının içinin doldurulduğu kocaman bir tankla bu mutluluğun (klişelerin) üzerinden geçilmiş bir dönem var.üstelik o kadar da uzağımızda olmayan bir zaman. --- spoiler ---birilerinin klişeleri birilerinin gerçeğiydi. ve ne yazık ki başka birileri onları romantik ve nostaljik yazılı çekmecelere koyup, üzerlerini kilitledi. onları oradan çıkarıp gösterenlere de klişe dendi.bu klişelerle büyüyen ve onları pek sevenler için hüzünlü olansa gördükleri değil, o adamları, çocukları, kadınları artık yalnızca perdede görebilmeleri.
(buhalimlekabulet - 1 Aralık 2011 13:23)
özellikle 2. çırak olan, o küçük çocuk tahsin'i çok beğendiğim, rolünü gerçekten iyi yaptığına inandığım ve kendisinden etkilendiğim bir filmdir. adı hakan arkaldır. başka yapıtlarda da görmek isteriz.
(pandorum - 8 Aralık 2011 11:10)
--- spoiler ---o tahsin gibi oğlum olsun sokağa salmam yemin ederim, evde bakarım; ne sevimli pezevenk.sabri sarıoğlu'nun çocukluğu resmen, canım benim.--- spoiler ---
(horace wells - 24 Aralık 2011 18:12)
Yorum Kaynak Link : dedemin insanları