Krótki film o zabijaniu (~ Öldürme Üzerine Bir Film) ' Filminin Konusu : Ahlaki değelerden yoksun bir taksi şoförü ve onu aslında bir hiç uğruna öldüren genç arasındaki öyküyü anlatır.
Ödüller :
Dekalog(1989)(9,0-19648)
Krótki film o milosci(1989)(8,3-16359)
Trois couleurs: Rouge(1994)(8,1-93978)
Gadajace glowy(2010)(8,1-2188)
Przypadek(1987)(8,0-6809)
Trois couleurs: Bleu(1993)(7,9-79549)
Amator(1980)(7,9-5056)
La double vie de Véronique(1991)(7,8-35446)
Trois couleurs: Blanc(1995)(7,6-69165)
Bez konca(1985)(7,6-3236)
City Life(1990)(7,1-115)
Blizna(1978)(6,7-1287)
Cannes Film Festivali : "FIPRESCI Prize"
Cannes Film Festivali : "Jury Prize"
taşı köprüden aşağıya sakince yuvarlayan, sonunda can yakacağını daha en başından hissettiren kieslowski filmi. ilerledikçe öldürmeye-ölüme adım adım yaklaşıyor, her bir adımda karakterleri daha iyi tanıyoruz. kurban ile katil arasındaki ruh hali benzerlikleri göze çarpıyor. bu benzerlik kurbanın içten içe ölme isteğini gösteriyor belki de... kieslowski şiddet içerikli sahnelerde salonu terkeden seyirciler için "yapmaları gereken buydu. filmin seyircilerin üzerinde bırakması gereken etki tam da buydu." diyor. şehri olabilecek en çirkin şekilde göstermek için yeşil filtre kullanıyorlar. görüntü yönetmeni slawomir idziak bu görselliğe "kirli şiir" diyor.
(anahita - 6 Ekim 2006 01:31)
--- spoiler ---herifin sevgilisini arabasina cagiran taksi soforunun oldurmesi garip bir tesaduf mudur yoksa planlanmis mi pek anlasilmiyor. ki buyuk ihtimalle herifin bundan haberi yoktu. ama tanrinin bir oyunu mu yoksa garip bir tesaduf mu bilinmez, esas oglanimiz aslinda tam da oldurmesi gereken adami oldurmustur. sarkintiligin cezasi tabii ki cinayet degildir ama yine de hafifletici bir etmendir. burada avukat gencomuzun da savunmasinin yetersiz oldugunu dusunebiliriz. tabii ki elinde yeteri kadar bilgi yoktu ama yine de kendisine soylendigi gibi mukemmelliginden soz edilemez. avukat da bunu gercekten hissediyor sanirim ki kendisini esas oglana affettirmeye calisiyor. idami esnasinda yaninda bulunuyor, ailesi ile yakin iliski icerisine giriyor, arabaya tikistirildigi esnada camdan ona selam verip, el salliyor. kiz arkadasi ile konusurken, esas oglani kafede goruyor ve burada mudahale etmedigi icin de kendisine ayrica kiziyor. kurgusu gercekten muhtesem dusunulmus bir film. karakterler ilk basta birbirlerinden cok farkli gosterildiginden ameros perrosvari en sonda mi baglayacak acaba kieslowski bu karakterleri diye bir muddet dusundurtmustur. daha sonradan da dehasina hayran birakmistir. cinayet sahnesi gozleri kapattiracak derecede gercekcidir. sinema deyimi ile tam bir ''metafor'' savasiydi bence. esas oglanin herifi oldurdukten sonra geri donup cekmecedeki sandvici yemesi, kiz arkadasini arabaya aldiginda aynaya asili olan kukla?nin birkac kez gozumuze sokulmasi muhtesem ayrintilar. senaryo cok basit gorunse de filmin her sahnesi hakkinda rahatlikla bir paragraf yazilabilir. kucuk kizlara cikolata, kakao? firlatmasi da dingin giden filmde bir anda cok dikkat cekmistir. taksi beklerken genclere yalan soylemesi de cok guzel islenmis. ve evet sonu gercekten dancer in the dark'a cok benziyor. bence kieslowksi daha guzel islemis, orasi ayri. bir de filmin basindaki yazilarin aktigi kisim mukemmel dusunulmus. sagda kedinin asili oldugu, solunda da kieslowski -galiba- yazan sahne film hakkinda ufak da olsa bir bilgi veriyordu zaten.--- spoiler ---sonuc olarak kieslowski'nin bence a short story about love'indan daha guzel ya da daha kotu bir film degildir. ama kesinlikle daha psikolojiye dayalidir, daha zorlayicidir. mutlaka izlenesi bir eserdir. goruntuler icin bile zaman ayirmaya deger, hele hele benim gibi balkan ulkesi tecrubesi olan biriyseniz benzerlikler karsisinda hayretler icerisinde kalacaksiniz. ardindan sigara yaktirir, avukatliktan sogutur. aman dikkat.
(dominic molise - 21 Ekim 2006 12:28)
rus oykuculerden etkilenilmis gibi bir havasi var gibi gelmisti bana.hata safhada burkucu dramatizasyon,sahneleri insanin icine isliyor adeta.lars von trier in kieslowski den ve bu filmden etkilendigini dusunuyorum dancer in the dark bazinda.
(mascara - 3 Mart 2002 16:27)
son derece gercekci kurgulanmis bir film. evet, insan bir sekilde birini oldurecek olsa aynen oyle israrci davranir ve evet, idam cezasinin infazi o kadar yaklasmissa filmdeki gibi bundan kurtulmak icin elinden geldigince cirpinir.
(callisto - 3 Mart 2002 18:28)
üç kişinin yollarının kesişmesiyle doğan iki ölümün anlatıldığı film. filmde, bu filmin esin kaynağı olan on emirdeki öldürme emri sorgulanmaktan çok yansıtılmıştır. sorgulanan tek şey öldürmek ve ölüm fiilinin psikolojik yanıdır, insan üstündeki etkisidir. bu fikrin doğruluğu yanlışlığı ya da kaynağını oluşturan sebepler değildir. filmin başında uzun bir süre bu üç kişi hakkında kısa ve net olmayan fikirler ediniriz. ama açık ara söylemek gerekir ki en bize uzak olanı ilk ölenidir. arabasına kafasına göre yolcular alan, zor durumda bir yolcu görünce kaçan, genç kızları dikizleyen, kedileri nankör diye sevmeyen oldukça soğuk bir karakterdir. filmin tek yaşayan karakteriyse öldümeye * karşı yeni mezun olmuş hevesli bir avukattır. olayları birbirine bağlayan genç katilimiz ise bize ne uzak ne yakın bir yerde durur film boyunca. *filmin sinematografik yapısı oldukça kuvvetlidir. daha filmin başında idam edilmiş bir kedi karşılar bizi ve kedileri sevmeyen bir taksiciyi öldüren katilimizin idam sehpasındaki sallantılarıyla uğurlanırız. renkleri, kadrajları, müzikleri ve güçlü oyunculuklarıyla müthiş bir atmosfer yaratılmıştır filmde. şehrin boğuculuğu, büyük yapılar, büyük yollardaki geziler bize baştan her şeyi açıklar gibidir. bir de yoğun renk filtrelemeleri sisle kaplı bir cinayet gecesindeymiş hissini uyandırır film boyunca en aydınlık alanda bile. iki ölüm sahnesiyse filmin gerçekliğe en çok yaklaştığı anlardır. ikisinde de uzun uzadıya hatırlarız ölmek ve öldürmek hissini. film tam anlamıyla öldürme üstüne kısacık bir filmdir.
(tanya - 24 Ekim 2007 20:58)
kieslowski'nin uzun metraja dönüştürdüğü "a short movie about" ikilemesinin "killing" filmi (diğeri "love"). gece geç bir vakitte arkadaşının yurt odasına giderken aklında sadece geçen hafta verdiğin dostoyevski biyografisini (edward hallett carr) almak vardır. odaya girip masaya baktığında dvdsini görürsün, heycanlanırsın, ısrar edersin, esneye esneye gelir seninle tv odasına arkadaşın ve oturur izlersiniz 4e kadar. gayet normal. tek kritik noktası bu anının, izlemeye hiç niyeti olmayan sürekli esneyen koltuk rahat olmasa bile yatmaya niyetlenmiş birinin bile o meşhur ayrıntılı cinayet sahnesinde nefes alışverişini düzensizleştirmiş ve heyecanlandırmasıdır. beni izlemeye niyetlenmek bile heyecanlandırmıştı zaten, beni geç.
(mustimurti - 5 Ocak 2009 14:29)
idama yaklaşılırkenki halet-i ruhiyeyi kubrick dehası paths of glorydeki gibi çok vurucu ve gerçekçi veren kieslowski ' nin döneminin dışında işlere imza attığının göstergesi izlerken geren etkileyici film. camera buffla olgunlaşılıp nerelere gelindiğinin göstergesi...film hayli rahatsız ediyor. kısa olması rahatsızlık kalibresini azaltmıyor daha da körüklüyor. kısa ama çok daha uzunlarından vurucu. idama bir bakış atıyoruz bu kieslowski güzellemesinde. yaklaşırkenki hal ve tavırlara, duygu yoğunluğuna. her hattıyla hayatını mücadele ve idealizm üzerine kurmuş avukatı buluyoruz karşımızda. sınavı geçtiğini öğrenişindeki derin mutluluk onun için her şeyden önemli. çok daha deneyimli bir avukatta suçlu için bir şey yapamayacaktı bu dillerden dökülüyor. bir de filmdeki görselliğin betimlenişi kadar insanın geçmiş yaşantılarının/ yaşadığı olumsuz durumların insan hayatındaki yerini önemliliğini düşünür buluyoruz kendimizi. insanları suçlu olmaya iten toplumsal/ kişisel ve buna parelel psikolojik argümanlara bihaber mi duracağız?filmde bazı sahnelerin korku filmlerinden daha bir ürpertici hava taşıdığını düşünmüştüm filmi ilk izleyişte. fikrim pek değişmiş değil. kieslowski'nin özellikle ayrıntılardaki başarısı filmde göze sokuluyor. filmin girişinde kedinin asılması, yukarıdan aşağıya arabaların üstüne taşın atılıp kazaya yol açılması, taksicinin arabanın kornasını çalıp köpekleri ürkütüp kaçırması, yenilen yemeğin cama kaşıkla fırlatılıp kızlarla göz göze gelinip hafiften gülümsenmesi ve idama mahkum edilen gencin taksiciyi öldürürken taksicinin dişlerinin yere düşüşü pek akıllardan çıkmaz.kieslowski bu filmle yapacağını yapmıştır 20 sene öncesinde. vurup vuruşturmuştur. üstün görsellik ve çekimler, doğallık ve gerçekçilik, ayrıntılardaki başarı, öldürme ve idama gidiş...öldürme üzerine kısacık bir o kadar da büyük sahnelerin filmidir bu...
(ruzgarli deniz kiyisi sendromu - 6 Ocak 2009 11:31)
yıllarca mavi, beyaz ve kırmızı'nın öne çıkarılmasının haksızlık olduğunu ispatlayan yeşil.
(puskinskaya - 18 Haziran 2009 14:30)
kieslowski*nin en sevilen işlerinden birisi. ozellikle atmosfer, adamimizin oldurme olayina girmeden once warsowa sokaklarinda yaptigi gezinti, arkada calan preisner * ama en cok da filtrelenmis gokyuzu insani vurur. bu film degil başka bir şey.(bkz: bunu yapan insan olamaz)(bkz: euphoria)(bkz: slawomir idziak)(bkz: dekalog 5)(bkz: #1675882)
(insidious - 14 Ekim 2002 01:50)
suç ve ceza etkisiyle üretilmiş sanat eserlerinden suç ve ceza' nın mantığına en dogmatik şekilde yaklaşan sanat eseri diyebilirim, yani ben bu konudaki resimdir, edebiyattır, sinemadır tüm eserleri bildiğim için böyle ahkam kesebiliyorum. neyse filmdeki öldürme mantığı ve katil profili zaten tamamen örtüşmekte suç ve ceza ile, ancak ayrıldığı nokta cezanın suça göre daha ön plana çıkarılmış olması olarak görülebilir. ve filmin asıl vurucu noktası da öldürmenin suç olamayacağı, çünkü zaten bu suçun cezasının da en az bu şuç kadar aşağılık olduğu noktasıdır zannımca. ki biraz zizek (bkz: slavoj zizek) kafasıyla işi çözümlemeye çalışırsak katil kurbanını öldürürken kurbandan çıkan kan katil için yaptığı eylemi katilin gözünde aşağılıklaştıran bir içsel çelişki yaratır, bu öldürmenin şizoid tarafı olarak görülebilir. nitekim filmde katil kurbanın kafasını parçaladıktan sonra kendi yaptığı şeyin yine kendisinde uyandırdığı nefreti baskılamak ve işi yarıda bırakma ihtimalini ortadan kaldırmak için katilin kafasına bir battaniye sarar. aynı durum iktidar içinse tam tersi mantıkla ya da en azından daha daha farklı boyutta ama illa ki daha aşağılık bir noktadan işlemeye başlar. iktidar kurbanını öldürürken kurbandan kan çıkmaz, kurban altına sıçar. burada kanın ve bokun simgesel anlamı önemlidir, çünkü zaten başından beri simgeler alemindeyiz. bu simgenin önemi ise genç avukatımızın ceza hakkındaki görüşünde saklıdır; avukatımız der ki ceza suçluyu suçtan caydırmak için kullanılmaz, suça bulaşmamışları caydırmak için kullanılır. yani kan metaforu ile öldürme eylemini gerçekleştiren birini kan metaforu kullanarak öldürmek yararsızdır, çünkü bu şuçluyla iktidarı ancak eşitlemeye yarar. asıl olarak kan yoluyla öldürme eylemi bok yoluyla öldürme ile engellenebilir, ki yine olayın psikanalitik yönüne bakarsak bu kan ile bok arasındaki fark zaten iktidarı yaratır ve iktidar da zaten bunu kullanır. müzikleri çok güzel ayrıca filmin, müzik olarak çok güzel.
(olumsuzkebelek - 22 Aralık 2009 18:06)
öncelikle bu filmi varoluş ve etik üzerinden okumak gerekir. film bir hukuk felsefesi filmidir. bir hukukçunun görevleri üzerinedir.ama belki ondan çok dünyaya fırlatılmış olma hali ile ilgilidir. suçludaki suçsuzu, mağdurdaki gayri saflığı, katildeki masumiyeti ve devletteki katilliği inceler. yalnız bırakılmışlık ile bireyi suça iten sürecin ilişkisini irdeler. ama suç anını güzellemez ve suçluya suçunun sorumluluğunu da atfeder.ve yine ama, belki en çok, idam cezasının ne denli faydasız, işlevsiz ve gereksiz olduğu üzerinedir. katile en sert şiddeti uygun gören devletin, celladı nasıl bir yere koyduğunu öyle güzel anlatır ki.ve belki de en ama, bu film vicdan üzerinedir.burada ara ara tartışıyoruz ya, bu filmin o soyut ve "ne ki bu" dediğimiz "ışığı", benim "hukuk" dediğimde anladığım şey aslında."iyi film" ifadesinden nefret eden bir insan olarak, seyrettiğim en iyi film olduğunu söyleyebilirim.
(el fikir - 28 Ocak 2010 02:09)
öldürme eylemini (cinayet) oldukça geniş bir bakış açısı ve birbirine zıt kutuplar üzerinden anlatan filminin alt metinde müthiş imgeler doludur. kieslowski, dönemin polonya'sını amaçsız, çağına ve toplumuna yabancılaşmış genç bir karakter üzerinden resmetmiştir. durağan tempo yeşil renklendirmeyle (filtreler vs) beslenerek kasvetli bir atmosfere dönüştürülmüş. üstad, doğunun yeşil murattır metaforuna tezat olacak bir şekilde yeşili umutsuz bir ülkenin tonuna dönüştürmüş. iki cinayet arasında herhangi bir fark (naiflik) vurgulanmadığı gibi, suç ve ceza kavramları ciddi bir şekilde sorgulanmıştır. özetle; mağdur ile failin nasıl göreceli değerlere göre belirlenen şeyler olduğunu anlatmıştır yönetmen. infaz sahnesindeki gerilim, direniş, karşı koyma (ki bazen karakterin kendisine karşı koymasına bile dönüşüyor), belleğimizin sinema duvarına mıhlanacak düzeydedir.
(mavikargadan - 4 Ocak 2011 16:57)
“kedileri hiç sevmem. insan gibi ikiyüzlüdürler,” diyerek başlayan bir film. --- spoiler ---sinemaya ibadet etmeye yapılmış. üç kişi bizi yormaya başlıyor ister istemez. serseri adayı, avukat adayı ve ne idüğü belirsiz kel adayı.bakın eğer bir hayat kadını arıyorsanız bu dünya tam size göre. yani bu dünya bir hayat kadını imgesini fazlasıyla karşılayabilecek kadar yuvarlak emin olun. bu kötü bir şey değil. iyi bir şey de değil. normal. normal bir şey. ölmek kadar normal.serseri karakter sarı çiyan, izleyicinin iştahını bir böcek gibi kaçırıyor. biz yine de onu bağrımıza basıyoruz. adam boğma sahnesindeki trajedi, günlük hayat kadar karışık ve başarısız. eleman durulamıyor, adamcağızı boğamıyor da. taşla kafa ezmelermi dersin, sopayla kafaya vurmalarmı dersin, ne dersin artık sen karar ver izleyici. öte yandan ölüm hep vardı, var olacak, ama bu serserilerin eline düşünce pek bir çekilmez oluyor.serseri karakter sarı çiyan ile avukat aynı kodeste karşılıklı oturuyorlar ve katille avukat arasında hiçbir güvenlik önlemi alınmıyor, yani yok. bu bize, bize derken izleyiciye, “oha lan, nasıl?” sorusunu sordurtsa da anladığım kadarıyla vaziyet aslında bir imgeyi işaret ediyor. bu filmde bir avukat ağlıyor. bir avukat neden ağlar, idam ipinden, elektrikli sandalyeden ve benzerleri.--- spoiler ---
(saykoblack - 5 Eylül 2011 20:17)
şu ana kadar sadece suç ve ceza'dan bahsedilmiş ama, bana fena halde albert camus'nün meşhur romanı yabancı'yı hatırlatmış filmdir. aralarındaki ufak tefek farkları görmezden gelirsek, bu filmin yabancı'nın uyarlaması olduğunu bile söyleyebiliriz. her iki eserde de; hayatın absürtlüğü, kader, vicdan, adalet, yabancılaşma, psikoloji, şiddet, öldürme, idam gibi üstünde düşünülmesi elzem, karmaşık temaların işlenmesi, olayların gelişimi ve yansıtılışı, ilginç bir şekilde oldukça benzerdir.avukatın mülakatta yapmış olduğu şu alıntı da unutulmazdır:"kabil'den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştirememiştir..."
(dumurzi - 26 Eylül 2011 01:02)
kieslowski filmlerinde genel olarak mizansen ve sinematografi ön plana çıkmıştır. fakat bu filmin przypadek ile birlikte bir istisna olduğunu düşünüyorum. evet przypadek kadar olmasa da, güzel bir senaryo ortaya konmuş diyebilirim.daha önce de bahsedildiği gibi seksenli yılların polonyasındaki kasvetli hava gerçekten gerek arabalarla, gerek havanın durumuyla, gerekse insanların soğukluğuyla gayet iyi verilmiş. --- spoiler ---senaryoya dönecek olursak ilginç bir detay göze çarpıyor. yirmi bir yaşındaki genç her türlü kötü işi yapmasına, ve üstüne bir taksiciyi -ki o kadar da kötü tanıtılmamıştı- öldürmesine rağmen filmin sonlarında idam edilirken hüzünlendiriyor. idam edilmesini istemiyorsunuz. bunu hak ettiğini düşünmüyorsunuz. işte kieslowski bu yüzden büyük bir yönetmen. bir filmden herkes farklı bir şey çıkarabilir. bu gayet normaldir, hele ki bir kieslowski filmiyse onlarca kişi farklı yorumlayabilir -ki zaten öyle de olmuş. benim bu film üzerine düşündüğüm ana tema şu şekilde; bir insan ne yaparsa yapsın, gerçekten kötü olmayabilir. içinde gerçekten saf bir çocuk yatıyor olabilir. bu temiz çocuk daha sonra kendini dışarı vurabilir. idam bir şey kazandırmaz. yalnızca kaybettirir. bir insanı kazanmak, kaybetmekten çok daha zor, fakat çok daha erdemli bir yoldur. zaten avukatın filmin başından beri iyi bir şekilde tanıtılıp izleyicinin gözünde iyi bir yer edindikten sonra, genci bu şekilde savunması, bizim bu görüşümüze tuz-biber oluyor adeta. bu konuda kieslowski seyirciyi bu şekilde direkt etki altına almış ve işi şansa bırakmamış diyebilirim. ek olarak jacek rolündeki miroslaw baka inanılmaz oyunculuğuyla beni oldukça etkiledi. özellikle herkesin bahsettiği o taş sahnesi ve en sondaki idamdan kaçma çabalarıyla aşırı derecede doğal ve abartısız, muhteşem bir oyunculuk sergilemiş.--- spoiler ---filmle alakasız not: üç arabadan ikisi fiat 126. ne olmuş o sıra polonya'da öyle?
(bohr atom modeli - 26 Aralık 2011 05:03)
yazı spoiler içerebilir...sinema tarihinde ender görülen güzellikte filmler vardır. sizi içine öyle çeker ki, kaçmak isteseniz de kurtulamazsınız. krzysztof kieslowski’nin bu filmi de tam olarak bu tanıma uyuyor. kasvetli bir atmosferde bir kedinin idam edilmiş görüntüsüyle açılan film, kedilerden nefret eden bir adamın öldürülüşüyle devam ediyor. filmin sonunda ise, öldürme eylemini gerçekleştiren bireyin sarsıcı idamıyla, sinemada gerçeklik duygusunu en iyi veren sahnelerden biri yaratılıyor.filmin atmosferik başarısında, kullanılan renk filtrelerinin ve dolayısıyla görüntü yönetmenliğinin payı oldukça büyük! kullanılan yeşil filtre, yaşam akarken onu öylesine karamsarlaştırıyor ve tekinsiz gösteriyor ki, sürekli diken üzerinde kalıyorsunuz. dostoyevski’nin “suç ve ceza” isimli eserinin sinemada bir yansıması varsa eğer, işte o yansıma bu filmdir de diyebiliriz. herkesin benzer bir tat alacağını umuyorum…dehşet verici bir cinayetin, ölüm cezasını ahlaki bir sorunsal olarak önümüze koyması, filmin temelinde anlatmak istediği şey olmakla beraber, evrensel düzeyde de büyük bir iş başarılıyor. kieslowski, bu film de dâhil olmak üzere, filmlerinde hep evrensellik, şiirsellik ve duygulara hitap etmeyi başaran bir yönetmen olarak tarihe adını yazdırırken; kısa kariyerinde çoğu yönetmenin hayal bile edemeyeceği bir konuma ulaşıyor. bu filmi hiçbir şey için değilse de iki öldürme sahnesi için izleyin. emin olun, sinema tarihinde bunlar kadar etkili çok az sahne olduğunu göreceksiniz.
(xcays - 1 Aralık 2012 03:25)
bu filmde beni en çok etkileyen an, idam sahnesinde genç adama sigara uzatıldığında ve kendisi filtresiz tercih ederim dedikten sonra, idamın filtresiz sigara bulunana kadar geciktirileceğine dair yaşadığım ufak bir umut oldu. kaçınılmaz son yine olacaktı ancak filmi izlerken size yaşattığı psikolojide idam için yaşanacak ufak bir sarkma umudu bile size nefes aldırabiliyor. ancak yönetmen, hapishanede idama en hevesli kişi olarak görünen ve idam odasını büyük ciddiyetle hazırlayan görevliye hemen filtresiz sigara verdirerek ve bence bunu özellikle o kişiye yaptırarak seyircinin zihninde bu umudun yeşermesine büyük bir ustalıkla izin vermemektedir. bu ve bunun gibi bir çok ayrıntı ile zihinlerde yer eden muhteşem filmdir.
(nickim nicksin nickiz - 26 Haziran 2013 14:27)
insanın içindeki öldürme arzusunun ufak tefek olaylarla fitillenebileceğini bir adamın üstünden yansıtan başarılı, lakin izlerken ve sonrasında ağır düşünülmesi gereken film. yinede bir başyapıt olarak lanse edilmesini doğru bulmuyorum. belki çekim açılarının yetersizliği, belki bulgarcadan çok rusça'ya aşikar olduğumdandır, belki de son sahnelerinin epey oldu bittiye getirilmesindendir. bilmiyorum ama bu filmi yere göğe sığdıramamakta bana göre bir şey değil. fanatikleri kusuruma bakmasınlar.filmde yegane sevdiğim şey renktir.
(provasiz - 20 Temmuz 2013 00:56)
etkileyici bir girişe sahip ama oyunculuklar yetersiz. bu yönüyle bence dekalog serisinin en zayıf halkası. tabi yine de kieslowski abimizin eseridir ustanın bir bildiği vardır elbet dedik izledik. usta yarı yolda bırakmadı her şeye rağmen:''yasalar doğayı taklit etmemeli onu geliştirmelidir.''
(iyi olamayacak kadar gercek - 11 Ağustos 2013 00:15)
--- spoiler ---iyi film. filmin başında karakterlerle ilgili ayrı ayrı girizgahlar verip ilerleyen dakikalarda karakterlerin yollarını kesiştirmesi kieslowski’nin üç renk üçlemesinde de yaptığı işti. müzikler çok iyi (bkz: zbigniew preisner). cinayet ve idam sahneleriyle değil müziklerle gerildiğimi söyleyebilirim hatta. gerilmek demişken, bir de filmin girişindeki ipte sallanan kedi cesedimiz var tabii.öldürülen taksi şoförü de onu öldüren ve sonradan idam edilen sarışın eleman da evlat olsa sevilmeyecek tipler. başlarda avukatın mülakat sırasında söylediği “kabil'den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştirememiştir” sözü*, sonlarda elemanın avukata kız kardeşinin köyde beraber içtiği arkadaşı tarafından traktörle ezilerek öldürülmesinden bahsetmesi ve kardeşim ölmese bunlar olmazdıya getirmesi hep insanı suç ve ceza üzerine düşünmeye itiyor. en azından beni itti.sarışın eleman filmin başından beri kıl. güvercinlerimi ürkütüyorsun diyen kadına inat güvercinlerin üzerine yürüyüp hepsini uçuruyor, köprüden aşağıya taş atıp araba camı kırıyor, yol soran turiste cevap vermiyor vs vs. karşı tarafta olumsuz tepkilere neden olan davranışlar. kendisi de bu olumsuz tepkiden memnun(hatta zaten bunu istiyor). tek istisnai olay camın arkasındaki kız çocuklarına kahve fırlattığında çocukların bunu şaka gibi algılayıp kıkır kıkır gülmesi ve bizimkinin de onlara gülerek karşılık vermesiydi. bu sahne çocukları kardeşine benzetmesinden çok, eylemlerin karşı tarafın tepkisine göre şekilleniyor olmasından ve çocukların masumiyetinden dem vurulması gibi geldi bana.--- spoiler --- sonuçta dediğim gibi, bana göre iyi film. aralarında isim benzerliği ve yönetmenin aynı olması dışında bir bağ var mı bilmiyorum(hikayelerde de bağ olsa keşke) ama sonrasında bir ara krotki film o milosci izlemek de iyi olabilir.
(tracymayers - 5 Ekim 2013 11:52)
Yorum Kaynak Link : krotki film o zabijaniu