Paris ' Filminin Konusu : Parisli dansçı Pierre'in ciddi bir hastalığı vardır ve yakında öleceğine inanmaktadır.Bu yeni durum nedeniyle,etrafına ve tüm tanıdıklarına artık farklı bir gözle bakar:Kız kardeşi Elise,bir mimar,kaçak bir göçmen,bir fırıncı ve tabii ki Paris...Karşısına kim çıkarsa çıksın,o da onlarla hayatın derinlerine dalar;Paris'i,hayat sevgisini ve ölümü yeniden keşfeder.
Un air de famille(1996)(7,6-4079)
Je vais bien, ne t'en fais pas(2006)(7,4-9197)
L'auberge espagnole(2002)(7,3-39760)
Le péril jeune(1995)(7,3-2546)
Casse-tête chinois(2013)(7,0-12122)
Les poupées russes(2005)(7,0-18257)
Chacun cherche son chat(1996)(6,8-3064)
L'arnacoeur(2010)(6,8-23716)
Ni pour, ni contre (bien au contraire)(2003)(6,5-1711)
Les enfants du siècle(1999)(6,5-1529)
Riens du tout(1992)(6,4-601)
Ma part du gâteau(2011)(5,8-1789)
vallahi güzel şehir. eloğlu işi biliyor azizim. öncelikle şunu söyleyeyim, o kadar geniş bir alanda şehrin dokusunu o kadar genel tutabilmeleri sanırım işin sırrı. nereye giderseniz gidin aynı şehir olduğunu belli ediyor, bütünlük hissi inanılmaz. o kum rengi sıra sıra binaları, özel gri paris çatısı, hep aynı kaldırım, aynı sokak düzeni... üstelik istanbul için önümüzdeki 100 yıl için hayal edemeyeceğimiz bir durum var paris’te: şehrin inşası bitmiş. yani bir kaldırım taşı bile eklenmesine gerek yok. tabii bu bir paragraftır yaptığım cennet tasviri paris’i ikiye bölen çevre yolu olan periferinin iç bölümü için geçerli tamamen. dış tarafı da aksine cehennem gibiymiş sanırsam.bir tane kule var eiffel diye. bir de tablo var ufacık mona lisa, louvre diye öküz gibi bir sarayın içinde. notre dame de paris, arc de triomphe filan. bu fiks şeyleri tekrar anlatmanın hiç lüzumu yok. hepsi bütün ünlerini haketmiş. güzel şeyler. eiffel’in pek bir estetiği yok ama büyük, çok büyük, etkileyici, ben sevdim. ama fransızlar hiç sevmiyor. zaten öylesine yapmışlar zamanında, 1889’da uluslararası bir fuar varmış şehirde, bir atraksiyon yapalım bitince sökeriz demişler. guy de maupassant filan o kadar nefret ediyormuş ki eiffel’den, yemeğini hep orada yiyormuş “eiffel’i göremeyeceğim tek yer onun içi” diye. çok üstüne düşüyorlar ama, güzel gayet. özellikle hava kararmaya başlamak üzereyken seine nehri’nin kıyısında, alexandre iii adlı kıro köprüden batıya doğru yürümeye başlarsanız, hava karardıkça gecenin içinde ışıklarıyla hafif hafif belirmesini keyifle izleyebilirsiniz. bu fiks şeylerin dışında, daha az fiks şeylere bakacak olursak paris’te napoleon’un takıntısı sonucu ortaya çıkmış bir aks var. 180 derecelik bir açı üzerine louvre’dan başlayıp, jardin des tuilleries, avusturya kapısı, concorde meydanı ve mısır’dan çaldıkları dikilitaş, akabinde champs-elysées ve arc de triomphe, ve son olarak da gökdelen mahallesi la défense itina ile yerleştirilmiş. hatta manyak napoleon louvre’un bu akstan 1-2 derece kaydığını görüp “yıkın baştan yapın pls” demiş, zar zor vazgeçirmişler.bir çok sıradışı kilise var paris’te. hepsi ayrı tarz, ayrı şekil, ayrı güzel. notre-dame de paris tabii ki bunlar arasında en ünlüleri. içinde jean d’arc’a adanmış bir mabet var. gül pencereler ise hakikaten nefes kesiyor. bundan başka paris’in tek tepesi olan montmartre’ın tepesine dikilmiş sacre-coeur var güzel, st. madelaine var roma tarzında (bizdeki büyük apollon tapınağı’na benzettim ben), st. sulpice.. ama dini binalar arasında bence en güzeli, en ihtişamlısı şehirdeki en underrated yer olan pantheon. şehir parktan geçilmiyor. yaygın ve büyükler. en piyasası sanırım jardin du luxembourg. bunun dışında place des vosges çok güzel, kendisi sanıyorum aynı zamanda modern paris’teki en eski, en değişmemiş yer. jardin des tuilleries, jardin des plantes vb..orsay müzesi her ne kadar louvre’un yanında popülarite bakımından ezik kalsa da bence daha güzel bir yer. heykel ve resim ağırlıklı olan bu müze, eğer van gogh hastası bir bünyeyseniz aklınızı alabilir. bunun dışında rodin var bir sürü. ama müzedeki en tatlı şey pompon ayısı idi, yıl oldu hala unutamıyorum kendisini, biblosunu okşuyorum, rüyalarıma giriyor.. diğer önemli binalara bakacak olursak, öncelikle opera binası var. burası dışarıdan çok güzel görünüyor evet. ilk girişteki merdivenli salon da güzel. lakin yukarıdaki salon insanın içini bayacak kadar süslü. nasıl anlatsam, burhan altıntop’un evini alın, kırmızı yerine altın koyun, her yere dev avize ve oymalı kakmalı altın dekorlar ekleyin, işte opera binasındaki büyük salon. opera binasının yanı sıra hotel de ville adlı belediye binası da gayet şık. rengiyle çatısıyla tarzıyla tam bir görkemli paris binası. louvre’un karşısındaki academie ve biraz daha batıdaki les invalides de çok güzel binalar.periferi içinde ulaşım = metro ve yürümek. metro zaten her noktaya ulaşıyor, yürümek de ayrı keyif. taksi tutanı döverler. zaten inanılmaz pahalı, sakın “buralardaki gibidir” gibi bir düşünceye kapılmayın. yemek için ise farklı seçenekler var. mcdonalds gayet yaygın, bir de quick var. burger king yok, takdir ettim dallama fransızları bu konuda. bunun dışında 10€ civarında bir paraya gayet lezzetli ve çatlatan yemekler yiyebileceğiniz gibi, ara sokaklarda gayet ucuz bir paraya öğle yemeği veren yemekhaneler de var. insanlar ise kibar. metroda bavullar ile can çekişirken görürlerse sizi hızır gibi yetişip “verin ben taşıyayım” diyorlar. lakin bu kibarlıkları, kıçları yere değer değmez ayakkabılarını çıkarmalarını gözümde meşru kılmıyor. kardeşim ne kurtluymuşsunuz, hadi tamam parkta dinleniyorsunuz oturdunuz banklara çıkardınız ayakkabılarınızı. veya sokak kenarındaki banklarda da çıkarıyorsunuz tamam. lakin restoranda da çıkarılmaz ki kardeşim ya. kadını erkeği hiç acımıyorlar, kıçlarını bir sandalyeye veya banka vs. koydukları vakit ilk işleri ayakkabılarını çıkarmak oluyor. yani şehirde hem oturan hem de ayağında ayakkabı olan birini görmek bir hayli zor.paris’te fiks turist seyahati dışında yapılması gereken şeyler ise nacizhane fikrime göre şunlar; derim ki st.germain – st.michel civarında manasızca yürüyün, kafelerinde çürüyün, ile de la cité’nin ucuna oturun, le marais’de özel dondurma yiyin, jardin de luxembourg’un banklarında çürüyün, place des vosges’a gidin, seine kıyısındaki satıcıları dolaşın, bizim gibi düzlük yapıp père-la-chaise’i “mezarlık lan, gitmeye gerek yok” deyip bir kalemde silmeyin, mouffetard’ı kesin görün, montmartre’ı yürüyerek gezin, müzik ile alakalı bir insansanız sibel can cd’si bile bulunabilen 5 katlı dev virgin müzik sarayını gezin, bir pont des arts olsun, pont neuf olsun, ne bileyim alexandre iii köprüsü olsun, seine üzerindeki köprüleri gezin, bir de “bu kadar parayı ne yapacağım ben, hepsini harcamam lazım” diyorsanız la coupole’e gidin.ne yapmayalım diyecek olursanız, size söyleyebileceğim en önemli şey “cumartesi günü la fayette’e gitmeyin” olur. durumun ciddiyetini daha iyi anlatmak gerekirse, diyelim inanılmaz karnınız aç cumartesi günü. pazar her yer kapalı olacak biliyorsunuz, ve de diyelim ki şehirde yiyecek satan tek yer la fayette. yine de gitmeyin kardeşim. hatta “bu cumartesi la fayette’e gitmezsen kıyamet kopacak” diye vahiy gelse bile, cumartesi günü la fayette’e gitmeyin. eiffel'e tırmanmak için muazzam bir çaba sarfetmeyin. gidin arc de triomphe'a çıkın. hem şehre napoleon ve onun mimar kankisi haussman tarafından zorla armağan edilen muazzam düzeni daha rahat görürsünüz, hem de şehir manzarasında eiffel'i de görmüş olursunuz. hatta bu maupassant mantığı ile sanıyorum en doğrusu paris'teki en çirkin bina olan la tour montparnasse'a çıkmak. böylece şehir manzaranızda hem eiffel, hem arc de triomphe oluyor, hem de bu çirkinler çirkini binayı görmemiş oluyorsunuz.işte böyle efenim, bir şey beğenmeyen, küstah ve ukala fransızların neden öyle olduklarını anlamanıza yardımcı olan güzellikte ve eşsizlikte bir yer bu şehr-i paris.
(rwn - 27 Eylül 2007 00:48)
cok ozledim. boyle eiffel ini falan degil. onu kim ozlesin zaten..herkes pek bayılır kendisine de overrated'dır. hatta eiffel'i sevmediginizi soyluyorsunuz, her oglen eiffel'de yemek yiyorsunuz, ne is diyen garsona eiffel'i gormedigim yegane mekan burası diyen guy de maupassant haklıdır.sabah kalkıp ilk is evimin yanındaki kafeye gidip sigara alıp sutlu kahvemi icerken tek basıma kitap ya da gazete okuyarak gune baslamayı ozledim misal.kafedeki somurtuk sigara satıcısı kadının aylar suren ugrasım sonunda ben gelince pismis kelle gibi sırıtmaya baslamasından mutluluk duymayı ozledim.peynirlerini ve saraplarını ozledim.croissantlarını, pain au chocolatlarını, enfes soslu yemeklerini ozledim.steak-frites'ini bile ozledim..sehir icinde saatlerce bisiklete binmeyi veya icim acıla acıla guzel guzel yuruyus yapmayı ozledim.seine nehri kıyısında oturmayı, pont des arts da piknik yapmayı, montmartre dan sehri kusbaskısı seyretmeyi ozledim.acık havadaki jazz konserlerine gitmeyi ozledim.yagmurunu dahi ozledim uleyn..hele dostlarımı cok ozledim, cok. en cok onları ozledim sanırım...
(tuzbuzz - 9 Eylül 2010 10:55)
avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri, kesinlikle görülmeli.şahsen çok fazla yeme-içme tüyosu vermeyi seven biri değilimdir ama paris gibi büyük bir şehri 5-6 gün içerisinde gezmek isteyenler için birkaç ipucu ve günlük plan paylaşmak isterim. biz gitmeden önce çok aradık, bulamadık.öncelikle muhakkak 1-2 zone için gecerli haftalık bilet alın.. 23 euro adambası. metro ve otobüste kullanırsınızmetro duragından uzerinde hem metro hattı, hem tarihi yerler, hem de sokak adlarının oldugu bi harita alın, çok işe yarıyoryürümeyi çok sevenler için plana gelince:1.gün: champs elysees clemenceau duragında inip champs elysees, arc de triomphe, grande palais, petit palais, ve pont alexandre görülmelichamps elysees ara sokaklarında hermes ve bvlgari’ye yakın bir yerde “l’entrecote” diye cok meshur bir restoran var. akşam 7'de açılıyor yemek için, orada muhakkak et yemelisinizistiridye yemek içinse yine champs elysees’de arc de triomphe’a yakın cléméntine tercih edilebilir.gece gitmek için lido cok meshur bir mekan yine aynı yerde ama cok pahalı. revü izlemek için gidilebilir2.gün: concorde meydanı'na gidip çok güzel fotolar çekebilirsiniz, oradan yürüyerek parkların içinden geçebilir ve louvre’a ulaşabilirsiniz.louvre’a gelmeden parkın içinde sol tarafta les arts decoratifs müzesi var o da güzel olabilirlouvre giriş ve gezme min 3 saat alıyorhemen çıkışında yer altında avm var orayı gezebilirsiniz.eiffel kulesi şeklinde anahtarlık vs alacaksanız, eiffel’in ordan alın, diğer yerlerde pahalı oluyor biraz daha. (5 anahtarlık 1 euro şeklinde satılıyor en uygun)avenue haussmann’ı gezebilirsiniz metroyla gidip. ama mağazalar perşembe hariç her gün 7 gibi kapanıyorakşam moulin rouge’a gidebilirsiniz. çok güzel şeyler yok, striptiz barlar var leş gibi. moulin rouge’un kendisinde güzel showlar var ama pahalı, adambaşı 80 euro gibi3.gün: dome müzesi (napolyon’un mezarının olduğu yer), askeri müze, vs gezebilirsiniz ama gezmeseniz de olur, cok gerekli değil.çok güzel sokaklardan geçerek eiffel’e varabilirsiniz. 13 euro’ya zirveye, 8 euro’ya 2. ata çıkarıyorlar. ama cok sıra var hem girişte hem de 2.kattan zirveye cıkışta. üstelik çok soğuk. ama muhakkak gidilmeli. yine ille revü derseniz crazy horse'a gidilebilir4.gün: sacre coeur’e gidin muhakkak, çok güzel kilise, hem amelie’deki atlı karıncayı da görürsünüz, yukarı çıkarken metro kartınızla teleferik kullanabilirsinizorada salvador dali müzesi var o görülebilirnotre dame’a geçilebilir sonrasında, oldukça güzel bir ada. pekçok tarihi binayı gezebilirsiniz, notre dame sahane zaten. panthéon aynı şekilde görülebilir, saat 7den önceyse luxembourg parkını gezebilirsinizgece eiffel’in dibindeki çimlere yatabilirsiniz hava güzelse... şarap satıyorlar zaten dolaşarak, 10 euro civarında fiyatları ama çok lezzetli. özellikle cumartesi akşamı canlı müzik yapan tipler oluyor oralarda5. gün: muhakkak chateau versailles’a gidilmeli. trenle 45 dakika sürüyor. özellikle hava güzelse sahane olur, gez gez bitmiyor. her sey dahil giriş 25 euro, daha az yeri gezmek isterseniz dah aucuz biletler de mevcut. haussman’ın aralarında opera binası var, oraya gidilebilir6. gün: gidilecek pekçok müze vs var. özellikle d’orsay cok meshur, orayı da görebilirsiniz. musee grevin var, madame tussaud gibi, haussmann yakınında.. şehirden biraz uzakta picasso müzesi var, hatta oraya yakın disneyland ve la vallee village diye outlet var, orayı da görebilirsiniz. zaten sırf bu üç mekana gidip gelmek tam 1 gün alır
(la nymphe - 8 Ekim 2010 18:15)
kıta avrupasının en melankolik başkentidir, ağır bir 19. yüzyıl geleneği sokaklarına, evlerine, café'lerine bir daha çıkmamacasına sinmiştir. zengin ve ihtişamlı kimi caddelerinde yürümek insana ne kadar küçük ve değersiz olduğunu hatırlatır bazen çok sevimsizce ama belleville'in, ménilmontant'ın, barbes'in sokakları aksine insana bu dünyada yalnız olmamaklığını hissettirir. gürültülü tunuslu teyzelerin arapça muhabbetlerini, çin lokantalarının ucuzcu kokusunu ve pere lachaise'de yatan ahmet kaya'nın yüzünü bir arada içermek her başkentin harcı değildir. hlm'lerin sıkıntısını ve dillere destan sncf ve öğrenci eylemlerinin coşkusunu bir arada taşımak da. ilk gittiğimde, şimdi bir kelime bile konuşmadığımız bazı arkadaşlarımı çok özlediğimden, belleville'in bir arka sokağındaki faslı telefoncu amcadan onları arar ve telefonda kendimi tutamaz ağlardım. o zaman o faslı amca bana nane çayları içirir ve mırıl mırıl kendi deneyimini anlatırdı. "güçlü olmalıyız, biz bu fransızlara karşı, bu kötü kalpli dünyanın güçlülerine karşı güçlü olmalıyız. üzüldüğümüzü belli etmemeliyiz, ağlama, gözyaşların çok değerli" derdi. hayatta duyduğum en güzel tesellilerden biriydi. bu şehir kesif bir yalnızlığın, müthiş bir parasızlığın, hayatta ne olacağımı bir türlü bilememenin, daniel pennac okuyarak tutunma çabalarımın, asla osmanlı tarihçisi olamayacağım hazin bilgisinin yanı sıra bir de bu müthiş teselliyi edindiğim yerdir. çektiğim bütün çilesini, bugün bu teselliye çok ihtiyacım varken hatırlayınca affettiğim, istanbul'dan sonra belki de bu dünyada en çok sevdiğim şehirdir.
(ki - 20 Aralık 2010 02:03)
gun icerisinde bile got donduran soguguna noel'in de eklenmesiyle yasadigim arrondissement adeta terkedilmis bir kasabayi andirmakta an itibariyle. civardaki tum alisveris merkezleri, tabaclar, cafeler vs. kapali durumda. sabah disari ciktigimda sokakta evsizler disinda insan gormedim desem yeridir. uzakdogulularin islettigi mekan olmasa sigarasiz, hintilerin islettigi kucuk market olmasa colasiz kalacaktim muhtemelen. aksama da yemek icin kosedeki turk donercisi disinda pek secenek yok.daha onceden 25 aralik tecrubem olmasina ragmen ders almayisim benim okuzlugumdur, kabul. lakin bir gercek var ki bu sehirde gocmenler pazar, tatil gunu dinlemeden calisarak, hizmet ederek takdiri ziyadesiyle hak ediyorlar. sehir merkezi sayilabilecek bir yerde oturmama ragmen her pazar sigara almak icin kapali 2-3 tane tabac gecerek uzakdogulularin islettigi bara gitmem gerekiyorsa, aksam 7'den sonra sadece bir pakistanli'nin internet cafesinde fotokopi cektirebiliyorsam ve yine aksam 11'den sonra canim bir seyler atistirmak istediginde mcdonalds haricindeki tek alternatifim turk donercisi ise ben bu adamlara saygi duyarim arkadas. sarkozy biraz adam olsun da mevzu gocmenlere geldi mi ise biraz da bu yonden baksin.
(o s c a r - 25 Aralık 2010 16:18)
bu yıl hiç gitmediğim şehir. o yüzden bana bir bok vereceklerini düşünmüyorum. önümüzdeki yıllara bakacağız artık.
(62951413 - 12 Eylül 2011 18:38)
daha değişik bir paris fotoğrafı için (bkz: http://i.imgur.com/vygyl.jpg)
(cbe - 1 Kasım 2012 18:19)
napoleon iii ve georges eugene haussmann'ın nasıl bir deha ile şehir planlaması yaptıklarının çok net görülebileceği, insanın 5 gün değil 55 gün kalsa da yetmeyeceği düşüncesine girdiği, soğuk havalarda ağzından buharlar çıkarak sağda solda yürüyerek etrafı gezmesinin kesinlikle bir şart olduğu şehirdir.insanları son derece kibar. kibarlıktan kastım şu: yer sormak için birini durdurduğunuzda, kimi interneti çeksin diye metronun dışına kadar çıkıp, navigasyondan bulamadığında en yakın bir mağazaya girip sorabiliyor, kimi de gideceğiniz mekânın telefonunu internetten bulup orayı telefonla arıyor ve bulunulan noktadan nasıl gidileceğini soruyor. türkiye'de -özellikle istanbul'da- biri size yaklaşsa ve bir şey sormaya kalksa dinlemez ve yolunuza devam edersiniz. genelleme yapmazsak, en azından insanların %80'i bu tavrı sürdürür.sokaklarda arabalarda tek bir klakson sesi duyamazsınız paris'te. metro içerisinde yüksek sesle konuşan insan sayısı tek tüktür. yaya geçidine gitmenize 10 metre varken bile şoförler geldiğinizi görür ve dururlar. yeşilin ardından sarı ışık yandığında "lan hadi şunun son saniyelerinde geçeyim." düşüncesinde olana pek* rastlanmaz.metro demişken; şehrin altında sanki başka bir şehir var adeta. 14 adet metro hattı ile tren hatlarının varlığı, paris'in bir ucundan öbürüne ya da istediğiniz bir noktasına raylı sistemle ulaşım imkânı gibi mükemmelliklerin müsebbibi.775 entry içerisinde mutlaka "gidilmesi gereken yerler" ortak parantezine alınan yerler olmuştur. buraları tekrar etmek yersiz diye düşünüyorum. gidilmesi gereken yerler**** haricinde; maubert-mutualite durağının yakınlarındaki el palenque isimli arjantin restaurantında sangria içmeden ve mısır püresi yemeden, champs-élysées üzerindeki léon'da midyeye doymadan, ladureé'de makaronun tadına bakmadan; pont-neuf etrafında aylak aylak gezmeden ve seine nehrinin tam ikiye ayrıldığı yeri görmeden, eyfel'in tepesine çıkmadan, opera meydanında café de la paix'de milföy yemeden, daha önce hiç gitmemiş olanlar için montmartre bulvarındaki hard-rock cafe'ye uğramadan dönmeyin derim. bunların hepsi anca 4-5 günde yapılabilecek şeyler zaten.bu dönemde ayrı bir güzel pariste. notre-dame'da, champs-élysées'de, montmartre tepesi'nde noel hazırlıklarına tanık olmak farklı bir duygu. sıkıca giyinin kabanınızı, eldiveninizi, atkınızı; atın cebinize küçük bir metro haritası, alın fotoğraf makinenizi ve sabahtan akşama kadar aylak aylak dolaşın sokaklarda. o müthiş mimarîye, şehrin güzelliklerine tekrar tekrar tanık olun.
(mictian - 14 Aralık 2012 22:49)
çok kent görmüş biri olarak iddialıyım, dünyanın açık ara en güzel şehridir.allah'tan bu konuda tek değilim, dünyada çoğu insan böyle düşünüyor.ara ara istanbul'un dünyanın en güzel kenti olduğu savunmalarını duyuyorum. duygusal düşündüğümüzde evet gerçekten öyle, öyle diyenleri anlayabiliyorum, ama realitede paris'i görünce, en azından orda bir süre yaşayınca maalesef öyle değil, anlıyorsunuz. keşke öyle olsaydı, ancak istanbul'u koruyamamışız, içine etmişiz, e o zaman sonuçlarına katlanacağız.yabancı hayranı değilim. izmir'in barcelona'dan 10 kat daha güzel olduğunu her daim söylemişimdir. söyleyeceklerim yabancı hayranlığından değil.ama göz var, nizam var, mantık var. paris.19. yüzyılda nasılsa 21. yüzyılda hala öyle.korunmuş.kendinizi zamandan bağımsız hissediyorsunuz.10 yıl önce gittiğinizde gördüğünüz bina, 10 yıl sonra hala aynı duruyor. altındaki manav da. el değiştirmemiş. turkcell bayii olmamış. sokaklar hep aynı. açık hava müzesi gibi. sit alanı gibi, değişmiyor en ufak. tarih donmuş gibi sokak aralarında. teknolojinin gelişimini sadece yoldan geçen araba modellerinin gelişiminden takip edebiliyorsunuz. ve insanların ellerindeki telefon modellerinden.eiffel'i görüyorsunuz. dünya'nın en bilinen simgesi. new york özgürlük heykeli'nden bile fazla. görür görmez bir şehri hatırlatan en yegane simge.zamanında yapıldığında parıs'in yapısını bozacak diye karşı çıkan paris'lileri hatırlıyorsunuz. "paris en güzel eiffel kulesinden seyredilir, çünkü eiffel kulesinin görünmediği tek yer orasıdır" sözünü. gülümseyerek.champs-elysées'e dalıyorsunuz. tamam hayalinizde daha uzundu belki. ama orası şanzelize. dünyanın açık ara en bilinen caddesi, en meşhur. new york 5. cadde çok daha gerilerde durur bu anlamda. dünyanın en meşhur caddesinde dolaşıyorsunuz, en pahalı markaların, en pahalı şubelerinin içine giriyorsunuz. en pahalı caddede yemek yiyor, şarap içiyorsunuz. 24 saat yaşayan bir cadde. dünyada çoğu kişi o sıra orda olmak istiyor sizin yerinize. biliyorsunuz.şanzelizenin sonundaki zafer tagı, arc de triomph'u görüyorsunuz. sahne tanıdık geliyor en az eyfel kadar. altından geçiyorsunuz. ve şanzelizenin öbür ucu musée du louvre. louvre müzesi. dünyanın açık ara en bilinen müzesi. british museum'u bu anlamda 10'a katlayan müze.her tablonun başında 10 saniye geçirseniz, müzenin tamamını gezmenizin 1 ay alacağı o müze.ve o müzenin tacı. mona lisa. dünyanın en bilinen tablosu. paris'te.başında belki 1 saat geçiriyorsunuz.eugene delacroix'in tabloları.meşhur özgürlük tablosu. hani bir elinde fransız bayrağı, bir göğsü açık kadının olduğu tablo. hemen karşınızda. üstelik önünde cam koruma da yok. dokunsanız bozulacak.venus de milo. dünyanın en meşhur heykeli. 360 derece dolaşıyorsunuz etrafında. hep kitaplarda gördüğünüz heykel, karşınızda.tüm gün harcandı louvre'da. hemen seine nehri'nin karşısına geçme zamanı. musée d'orsay'a. istanbul'da, new york'ta olsa o şehrin simgesi olabilecek derecede bir müze, louvre'un karşısında olduğu için harcanıyor adeta. empresyonistlerin tabloları bu müzede toplanmış. başta tabii ki claude monet. monet'in en az mona lisa kadar meşhur 'nilüfer çiçekleri' tablosunu görüyorsunuz. sadece birkaç santim ötenizde. ve bu tablolar orjinalleri. renkli çıktıları değil. düşününce farkına varıyorsunuz.st. germain bulvarı'na dalıyorsunuz hemen. ünlü yazarların kafelerde oturup sohbet ettikleri o meşhur cadde. ernest hemingway'in anlattığı, kahvelerini içtiği o cadde.st. michel'in dar sokaklarında paris eğlencesini görüyorsunuz. geceyarılarına kadar açık barlar. paris'in sarhoş yüzü. ama o da hoşunuza gidiyor. kimse kimseyi rahatsız etmiyor. ve hemen karşısında victor hugo'nun meşhur romanındaki kahramanı quisimodo'nun esmeralda için kulelerine tırmadığı notre dame klisesi. sanki hala orda gibi kendisi. belki de dünyanın en meşhur klisesi.metro hemen hemen her sokağa gidiyor. hem semte. atlıyor metroya pigale'e gidiyorsunuz. basmane tarzı karışık bir semte. sacre-coeur klisesini görüyorsunuz paris'in tek tepesinde kurulu olan. camlı olduğu için, ve içi ferah olduğu için bir müslüman mimarın yaptığına inanılan o klise. ve paris'i o tek tepeden izliyorsunuz. hemen yanındaki ressamlar sokağında yüzlerce ressamın arasında birini seçerek portrenizi yaptırıyorsunuz.hemen yakındaki moulin rouge'u görüyorsunuz. o en meşhur kabare. dünyanın her yerinde bilinen.versaille sarayını saymıyorum bile.kısacası paris dünyanın en güzel şehridir. . avrupa'da ispanya, almanya'da bile paris'i refere eden, adını "cafe de paris", "la brasserie de paris" koyan çok yer görmek mümkün. onlarda da paris farklı zira.ve zira onunla ne new york, ne istanbul yarışabilir şüphesizyukarıda kaç kere "dünyanın en meşhur" cümlesini kullandığımı bilmiyorum. ama birkaç kez kullanmam bile buna bir kanıttır.tüm dünyanın en meşhur simgeleri bu kenttedir.mimarisi romantiktir. belki o yüzden aşk sehridir.ha bir turla giden, orda yaşamayıp, en fazla bir iki gün geçiren, louvre müzesinde tam bir gün harcamayan, ki bu bile yetmez, sadece "gördüm" demiş olmak için, hava atmak için ve sadece alışveriş için giden insanların, "paris te neymiş, hiç bir şey yok, sokakları kirli, insanları kaba" demesine aldırmayın.onlara her yer trabzon.onlar karamsarlıklarını gittikleri kente de kendileriyle birlikte getiriyor şüphesiz.istanbul'u severim. dünya'nın en güzel kentlerinden biri. mahfetsek te, hala öyle.ama asla paris'ten de güzel değil maalesef, koruyamadığımız için belki.başta dediğim gibi yabancı hayranlığım hiç olmadı. ama paris te paris be arkadaş. hakkını verelim.zira akıl var, nizam var, göz var, mantık var.
(atgmuls - 29 Aralık 2012 20:26)
eger turkcesi abartilmis, ingilizcesi overrated sozcugu dunya uzerinde bir yer icin soylenecek ise o yer kesinlikle paris olurdu. fransa'nin ve fransizlarin "avrupa'nin kulturu biz, avrupa'nin ruhu biziz, avrupa biziz anasini satiyim" ukalaliginin somut halidir. ne londra'nin sogukkanli ketumluguna sahiptir, ne prag'in buyuleyici guzelligine, ne berlin gibi frankfurt gibi aydin yuvasidir, ne de viyana gibi beyin firtinasi duragi. siradanliga ovgunun nasil da hemen alkislandiginin en iyi ornegidir paris,hic sevmedigimdir.
(breseis - 3 Şubat 2013 05:22)
kendisi için "kesinlikle dünya'nın en güzel şehridir" denebilir elbette ama bunu dediğinizde ciddiye alınmak isterseniz eğer, bu iddiaya konu olabilecek yüzlerce diğer dünya şehrini şahsen görmüş olduğunuzdan emin olmalısınız. bununla da bitmiyor elbette olay, güzel derken neyi kastettiğiniz de önemli. evet, bence de paris dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ama misal, olay mimariyse hem bordeaux hem valetta, gerçek anlamda "güzellik" ise port louis daha güzeldir.güzel şehirdir evet, lakin, sükunetle seviniz.--daha bunun barcelona'sı var, viyana'sı var, sydney'i, san francisco'su, tokyo'su var, zanzibar'ı, cape town'ı, selanik'i, montreal'i, los angeles'i var, üstüne de bir dünya nevi şahsına münhasır asya ve güney amerika şehri var lakin gitmedim ve görmedim diye saymıyorum. beğenince uçmamak lazım yani, haussman soyundan gelmiyorsanız en azından.cafe de paris ve brasserie de paris'ler de en fazla türkiye'nin ve türklerin yaşadığı ülkelerin her tarafındaki adana kebapçılar kadar konuyla alakalıdır ve aynı mantıkla "adana kesinlikle dünya'nın en güzel şehridir" de denebilir. kimbilir, belki de öyledir?
(sangria - 3 Şubat 2013 05:33)
bir teorem vardır antilop teoremi diye."eğer dünyada antilop var derseniz bir tane göstermeniz yeterlidir. ama eğer dünyada antilop yok diyorsanız görüşünüzü kanıtlamak için tüm dünyayı dolaşmanız gerekir."bilmem anlatabildim mi. şimdi "paris dünyanın en güzel şehri" diyen bir kişinin tüm dünyayı dolaşma ihtimali sıfır olacağına göre cümlenin de ne denli mantıksız olduğu ortaya çıktı. ayrıca demezler mi kime göre neye göre?söz konusu cümle "paris gördüğüm şehirler arasında en güzeliydi." şeklinde bir mantık zeminine oturtulabilir. ikisini de gören biri olarak rio'nun paristen çok çok daha güzel olduğunu düşünüyorum mesela ve paris en güzel cümlesine de gülüyorum.
(blizzarddd - 3 Şubat 2013 12:03)
hitler'e şehri olduğu gibi teslim eden insanların ülkesinin başkenti. bu şehre gitmeden önce fransızlar için "lan ne gurursuz adamlarsınız" densede, bu şehri gördükten sonra "allahtan çakalla çakal olmamışsınız" demek gelir insanın içinden. züccaciye dükkanına giren file mızrak fırlatmanın anlamı yok sonuçta. hele ki böyle güzel bir dükkanınız varken.efendim şimdi bu paris'e "ayy çok klişe" diyen zevat sayısında artış mevcut. bu tür bir insana denk gelirseniz "hacım o laf eskidi. artık paris'e klişe diyen klişe oldu. klişe de götüne girsin" cümlesini rahatlıkla kurabilirsiniz. yüz vermeyin bu şebeklere. ve imkanınız varsa paris'i mutlaka ama mutlaka dünya gözü ile bir kere görün. bu şehrin havasını soluyun. o kadar da iddalıyım. velhasıl gittiniz, gördünüz olurda beğenmediniz ve geldiniz, burada bu entriye kin kusmak yerine içinizdeki götü kalkmış ruh halinizi tuvalet deliğine kusunuz. müzelere girmediğinizi farz edersek bu şehri gezmek için 3 gün yeterlidir. fakat dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan louvre müzesi'ni de göremden gelmek terbiyesizliktir. benim gibi sanattan anlamıyor olsanız bile bu oraya gitmeme bahanesi olamaz. demek ki etti 4 gün. e 1 günü de hani çocukluğumuzu yaşayamadık ayağına eurodisney'e ayırdık. siz en iyisi mi kafadan 5 gün verin herkes rahat bir nefes alsın.bu entride bahsi geçen tüm miktarlar* 2011 yazında harcanmış miktarlardır. o zaman entry konuklarını daha fazla bekletmeden bir an önce bu enfes şehri anlatmaya başlamak gerekiyor.çok büyük bir ihtimal paris'e geliş vasıtanız uçak olacaktır. bir ihtimal giriş kapınız ise charles de gaulle havalimanı olacaktır. biz her ne kadar "çarls de gol" desek de orjinali "şarl dö gol" olan bu havalimanı 3 büyük terminalden meydana gelmektedir. schengen harici ülkeler (dolayısıyla dört tarafı düşmanlarla çevrili cennet vatanımız türkiye dahil)'in uçakları ilk ve en eski terminal olan cdg 1'e inmektedir. cdg 1, esenboğa'nın eski halini bilenler için hayal kırıklığı olmayacaktır. cdg 1, cdg 2 ve cdg 3 arasında ücretsiz mekik dokuyan hafif raylı bir sistem mevcuttur. buna neden ihtiyaç duyacağım diye sorarsanız hemen cevap vereyim. şehir merkezine giden rer b treni cdg 2'den kalkıyor. kişi başı 8 avro ile gare du nord'a kendinizi atarsınız. bilet almak için konulan otomatlar bozuk para istiyor (yani kağıt para kabul etmiyor). uzun süre cebelleştikten sonra bir görevli geldi ilerde tüm parayı bozuk paraya çeviren başka bir otomat gösterdi ondan sonra alabildik. aklınızda olsun.paris'te konaklamak ucuz değil. özellikle zone 1 içerisinde. bu arada neden zone 1? çünkü metro ağı zone 1 içerisinde. eli yüzü düzgün bir otel için ağustos ayında gecelik iki kişilik oda fiyatı 60-70 avrodan başlıyor. fakat şöyle bir güzellik var. türkiye'de kafanızı çevirdiğiniz her yerde nasıl ki bim görüyorsanız, paris'te de kafanızı çevirdiğiniz yerde bir ibis hotel görürsünüz. bizim tercihimiz rue de alesia caddesi (paris'in güneyinde zone 1 içinde) yakınlarında geceliği 85 avroluk basit ve temiz bir otel olan ibis hotel oldu. bu arada bu zone 1 içerisindeki en ucuz ibis'lerden biridir. "vay amk gecelik 85 avro verilir mi?" dememeniz için.gezelim/görelim: bundan sonraki kısım belirli bir rota dahilinde anlatılacaktır. tour montparnasse: paris'in en yüksek binası ve terasındaki manzara süper diyorlar. diyenler demeye devam ede dursun, parislilerin bu binadan nefret ettiklerini söylemek gerek.les invalides: burası 14. louis tarafından yaptırılmış, altın yaldızlı kubbesi olan güzel bir yapı. napoleon'nun mezarı da burada. dış kısmına da güzel bir bahçe yapmışlar, etrafı hendeklerle çevrili.eyfel kulesi: hemen hemen herkesin bilinç altına yerleşmiş imgesi ile dünyanın en meşhur yapısı. parisliler burayı da sevmiyorlar. kuleye çıkmak için 19 avro gibi bir rakam vermek yetmiyor. aynı zamanda en az 1 saat sıra beklemek gerekiyor. gerek yok dedik. yolumuza devam ettik. bu arada akşam saat başı kuleye yerleştirilmiş binlerce ampül ile şov yapar misafirlerine.seine nehri: paris'i ortadan ikiye bölen nehir. nehir üzerinde yapılacak bir bot turu ile birçok simgesel yapıyı görmeniz mümkündür. ayrıca akşam üstüne denk getirilirse parislilerin yaşam tarzına tanıklık etmeniz mümkündür. bizim katıldığımız tur bateaux parisiens firmasına ait ve kişi başı 12 avro. hemen eyfel kulesinin dibinden kalkıyor zaten. bizim eminönü'ndeki "bosforus! bosforusss" misali bir yer. bot üzerinden bir kaç görsel:görsel 1parisliler nehir kenarındagörsel 2eurodisney: paris'in biraz dışında yer alan tema park. iki parktan müştekil. birincisi disneyland diğeri walt disney stüdyoları. biz sadece park tarafına(disneyland) girdik. biletlerimizi gitmeden internet üzerinden almıştık. kişi başı tek park 57 avro. iki park 65 avro falandı. biraz pahalı fakat tüm aktiviteler ücretsiz. ama yinede gidecekseniz yanınızda yiyecek, içecek tarzı şeyler alın çünkü oradaki mekanlar gereksiz pahalı.les halles: genelde gençlerin takıldığı güzel bir semt.notre dame: paris'in meşhur katedrali. harbiden çok etkileyici. adamlar ne ince işlerle uğraşmışlar zamanında. tamemen tesadüf eseri o gün paris'in nazi işgalinden kurtuluş yıldönümüne denk geldik. ayinimizi dinledik. huzura erdik.ile saint-louis ve ile de la cite: seine nehrinin ortasında iki küçük adacıktan oluşan bu semtler de genel hava itibarıyle paris'e çok yakışıyorlar. küçük kafeler, barlar, hediyelik eşya dükkanları, eski evler tam gezmelik. hediyelik eşya dükkanlarının bir kaçını gezdik çok orjinal, çok güzel şeyler var ama çok pahalı.saint-germain: paris'in en güzel caddelerinden biri. champs-elysees bu caddenin yanında bok yesin. özellikle cadde üzerinden girilen ara sokaklar parislilerin turistlerden sakladıkları mekanlar gibi. ama bizden kaçamadılar. jardin du luxemburg: lüksemburg bahçeleri. kocaman, harika bir bahçe. güzel bir saray ve medicilerden kalan bir çeşme.ponts des arts: gelenin geçenin korkuluklarına kilit astığı bir köprü.louvre müzesi: çok büyük bir müze. hakkınını vererek gezmek için bir gün bile yetmez ki biz 3 saatte falan çıktık. en bilindik eser olan mona lisa'yı görmeden de geçmemek gerekir. zaten müzede oklar sürekli mona lisa'ya yönlendiriyor sizi.champs-elysees: fazla bir özelliği olmayan büyük geniş bir cadde ve bol bol lüks mağazalar.arc de triomphe: champs-elysees'nin sonunda bulunan zafer takıdır. bu yapının üzerinden paris'in güzel bir manzarasını sunduğundan bahsedilse de buna tanık olamadık.*haussmann bulvarı: champs-elysees'nin paralelinde yer alan güzel bir bulvar.sacre coeur: montmarte tepesinde yer alan bir kilise. bembeyaz etkileyici bir yapı ve güzeldi. ama asıl güzellik kilisenin hemen önündeki terastan paris manzarasıydı.moulin rouge: meşhur paris gecelerinin eski mekanı. şimdilerde turistleri ağırlıyor. güzel showlar olmasına rağmen çok para istediler. veremedik. fakiriz biz.grande mosquee de paris: paris'te inşa edilmiş ilk cami. kapıdaki ağa camiyi gezebilmek için para isteyince namazımızı kaza ettik. şaka yaptım. alnımın secdeye değmişliği yok. bir de bu gözler sultanahmet, süleymaniye görmüş. kim takar yalova kaymakamını.cimetiere du pere lachaise: menilmontant'daki bu mezarlıkta bir sürü ünlü yatıyor. moliere, balzac, chopin, proust, jim morrison, edith piaf ve tabi ki bizimiler- yılmaz güney ve ahmet kaya. çok büyük ve çok değişik mezarların olduğu bir yer. elinizde krokiyle ancak gezilebilir. yılmaz abe'nin mezarıbu da ahmet abe huzur içinde yatın. biz devam edelim.place vendome: ritz gibi lüks otellerin olduğu güzel bir meydan.opera garnier: büyükçene bir opera evi.ne yiyelim/ne içelim: et. az pişmiş izli kırmızı et. hepsi güzel yapıyor bunu. şarap. kırmızı, beyaz, rose. hepsinde güzel bu meret.leon de bruxelles: dünyaca meşhur midyeci zincirci. koca bir kova dolusu midyeyi tava ve ya dolma dışında bir denyimle sunuyor. fiyatlar ortalama. bizimkisi saint-germen üzerindeki idi ve gayet menun kaldık. kova midye, bir porsiyon az pişmiş (burası önemli) biftek, karides ve iki bira 50 avro.laduree: makaron dükkanı. "arkadaş! allah aşkına nedir şu makaron?" diyen dostlarımıza gelsin. budur. bu laduree denen dükkan (ki şu anda dünyanın en ciks şehirlerinde) paris orijinli olup en iyi makaroncu olarak geçmektedir yiyecek aleminde. ortalama 1,65 saniyede mideye indirilen bu makaronun tanesi 1,65 avrodur. hı güzel mi? eminim en iyi makarondur ama makaronun kendisi ile problemimiz varmış. ama her türlü 2 tane gideri vardır.hippopotamus: restaurant zinicir. orijini yine bu memleket. güzel et. güzel hizmet. vereceğiniz fiyata değer. en ezından et nasıl mundar edilmez dersi aldık.evet. paris. ahmet altan'ın bir lafı vardır.- insanlar ikiye ayrılır. pardayanlar okuyanlar ve okumayanlar. evi paris olan bu şövalyenin hikayesinin anlatıldığı bu on ciltlik serinin hayatıma altı yaşımdan itibaren girişidir belki paris'i bana bu denli değerli kılan. ama bir şeyden çok eminim. gördüğüm şehirler içindeki en güzel şehirdi. güzel'in hakkını veren bu şehir her canlı tarafından en az bir kere görülmeyi hakediyordur. - mieğsii, pağii.edit: bazı bkz'ler düzeltilmiştir.edit2: vendome'nin doğru yazılışı sağlandı. teşekkürler. m...edit3: önce doğayla iç içe bir güzel yüzelim, güneşlenelim, akdeniz mutfağına doyalım yani anlayacağın kafa dinleyelim öyle gelelim paris'e diyen siz değerli vatandaşlarımız için gelsin:(bkz: cote d'azur/@guatr cemo)
(guatr cemo - 13 Mayıs 2013 21:20)
denildiğine göre orda aşk başkaymış....duydun mu güzel istanbulum!!...bu taş sana...
(diyakoz - 9 Mayıs 2001 03:36)
kimse alınmasın gucenmesin de siz cennete mi gittiginizi sanıyordunuz kuzum? her yerden cikolata selalleleri akacak, her yer mis gibi gul-lale-papatya-sumbul-nergis kokacak?paris bir metropol. milyonlarca insan yasıyor. arabı, cinlisi, afrikalısı, avrupalısı, amerikalısı. her kozmopolit buyuk sehir gibi kaotik tabi ki de. new york farklı mı sanki?ben paris e gitsem neler yapardım?once bir monmatre da krep yerdim. fotograf cekilirdim tepeden sehre bakarken kus bakısı (cumle fazla devrik oldu)sonra pont des art a aksam ustu piknik yapardım. seine nehri kıyısında sarap yudumlamaktan guzeli var mı?st michel e gider bir sumuklubocek patlatırdım.muhakak bir st germain in ara sokaklarında gezinir, oranın klasik bir fransız cafesinde, misal cafe de flore da kahve icerdim.butte chaumont parkına gider, cimenlerin uzerinde yatardım, soyle bir saat yuruyus yapardım.orsay muzesine gider saatlerce gezerdim muzeyi, hatta hazır gitmisken hic gitmedigim degisik bir iki muze daha gezerdim.champs-elysee deki bir cluba gider rahatsız edilmeden sabaha kadar dans etmenin keyfine varırdım.butun tatilimde kıcımda eteklerle gezer ve bir kisinin bile yan gozle bakmamasına mutlu olurdum..belki bisiklet kiralar biraz orası senin burası benim gezinirdim.bateaux mouche muhakkak biner, tam bir nehir turumu da eksik etmezdim.gunlerdir goruyorum herkes paris i asagılayıp duruyor sozlukte.paris te size cok meraklıydı lan.begenmiyorsan kalabalık yapma.
(tuzbuzz - 26 Eylül 2013 15:05)
istanbul'da yaşayıp da buradaki müzelerin yerlerini bile bilmeyenlerin müze kapılarında 3'er saat sıra bekledikleri şehir.
(format1 - 15 Mayıs 2014 18:44)
demirden bir kütle ancak bu kadar iyi pazarlanabilir dedirten, metrosu leş gibi, kafeleri pek güzel, insanları fransızcadan başka dil konuşanlara pislikmiş gibi bakan şehir...ne yani ben bilmek zorundamıyım kardeşim fransızca?parayı verince alıyolar ama nereli olduğuna bakmadan düdük makarnaları...neyse güzel şehirdir paris gidin...
(rigormortis - 21 Mayıs 2004 15:29)
(bkz: hem paristeyim hem iphone 5 im var)
(dancing with tears in my eyes - 28 Temmuz 2014 00:16)
bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren fantastik şehir.anneannem fransızca eğitmeni. rahmetli dedeme görevlendirme çıkıyor. fransaya. gidecek ama dil bilmiyor adam. illa ki biraz fransızca öğren yanında konuşulanı anla en azından diye zorluyorlar. hal böyle olunca büyük dedem muhsin' e ulaşıyor eş dost akraba vasıtasıyla sonra da kızın biraz ders versin diye zorluyorlar devlet kanalından. gerisi anneannemden;muhsin bey geldi. "kızım birine ders vereceksin" dedi. bi heyecanlandım. çocuğuna fransızca öğretmek isteyen bir aile. öğretirim tabi diye atıldım hemen de. sonradan anlattı durum böyle böyle diye. mecbur kabul ettim evde olmak şartıyla. iki gün sonra derse gelsin diye sözleştik. ders günü geldi. kapı çaldı, kapıyı açtım, karşımda o güne kadar hayatımda gördüğüm en güzel adam duruyordu. ben dedene daha ilk gördüğümde aşık oldum. 3 hafta 7 gün beraber çalıştık. ne o bana tutundu ne ben ona. gidecekti. ikimiz de biliyorduk. 3 haftanın sonunda elinde bir saksı menekşeyle geldi. gidiyorum ben dedi ve gitti. ne ağladık ne sarıldık ne de birbirimize bi şey söyledik. 2 hafta gözüm gibi baktım menekşeye. sonra birden yaprakları önce sarardı, sonra dökülmeye yüz tuttu. çürüdü gitti. menekşe çürüdükçe ben hasta oldum. menekşe oydu. çürüdükçe yitiyordu.sonrası türk filmi. anneannem hastalanıyor, hastaneye kaldırılıyor. dedem olayı öğreniyor, dönmek için bir sürü uğraşıyor ama izin vermiyorlar. anneannem 2 ay hastanede kalıyor. eve çıkarıyorlar, 4 ay başında hemşireyle evde yatıyor. 6 ayın sonunda dedem dönmek için bi yolunu buluyor nihayet. dönüyor, anneannemi buluyor, güç bela muhsin beyi ikna ediyor ve anneannemle evleniyor 10 gün içinde. evlendikleri gün de buraya geliyorlar. hayatlarının en güzel 10 senesini de burada geçiriyorlar. uçakta gözlerinin içi parlaya parlaya bi ağlayıp bi gülümseyerek anlattı anneannem milyonuncu kez bu hikayeyi.ama ne benim dinlemekten bıkacağım bir hikaye ne de onun anlatmaktan. tüm gün rahmetli, anneannem ve ben gezdik paris'i. notre dame' a, montmartre’a , nehir kıyısana, lîle de la cite da bir kez daha aşık olduk. bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren dünya'nın en güzel şehri.
(hartnettugce - 7 Mayıs 2015 02:53)
ufuksuz bir kentsin sen paris. o kadar düz, o kadar yokuşsuz, basamaksız... yedi tepeli bir şehre sevdalı kim olsa senden sıkılır. ondandır kulene çıkışları insanların, sana şöyle bir tepeden bakmak için...
(ranini - 30 Nisan 2005 14:18)
Yorum Kaynak Link : paris