• "dünyanın en yüzeysel adamı bu filmde tarık akan tarafından boğularak öldürülmektedir."
  • "berivan'ın abisinin uzaklaşan trenin ardından bacısına seslendiği ve berivan'ın cesedinin savaş yurttaş'ın canlandırdığı karakterce yerde sürüklendiği sahneler insanın yüreğini yakıyor."
  • ""ne oluyorsunuz lan? birbirinizi mi yiyeceksiniz? ölmüşse bir karı ölmüş, ne olur yani? binlerce insan ölüyor, birisi daha gebersin." diyenin hak ettiği şekilde öldüğü filmdir."
  • "filmin baslarindaki geleneksel kiyafetler icerisinde bendir calarak cadirin onunden gecen adamlar sahnesini daha sonradan cekilmis ve ismini hatirlayamadigim bir youssef chahine filminde de gordum. *"
  • "yonetmen zeki okten idi. film de tuncel kurtiz de pekcok odul almi$tir. filmi yilmaz guney hapiste iken yazmi$."
  • "oldukça şiirsel diyaloglar içeren film..şirvan'ın hasta yerine kullandığı "onun canı misafirdir" lafı bir daha vay be dedirtir..."




Facebook Yorumları
  • comment image

    locarno dan altın leopar ödülünü almış , zeki öktenin parmağının değdiği belli olan etkileyici, güçlü film .
    yol u izledikten sonra izledim bu film . ve farkettiğim , yol u eğer zeki ökten çekmiş olsaydı çok daha iyi bir film olabilirdi. şerif gören yılmaz güneyin senaryosunu yılmaz güneyin ağzından anlatmış gibi, fakat zeki ökten de durum farklı . müthiş bir güney senaryosuna bay ökten kendi tarzını da katmış . güney ve ökten filmi çıkmış ortaya . yolda hissettiğim o uzaklık , o sanki türkiyede yaşamıyomuşum hissi, sürüde yok; seyirciye daha yakın , derdini daha iyi anlatan bir film . neden bu ikisini karşılaştırıyosun ki durduk yere diceksiniz haklı olarak, çünki yol ve sürü gerek atmosfer olsun, gerek dönemler olsun ve aynı elden çıkmış olmasıyla birbirine oldukça yakın iki film.( sürü 78 de , yol 82 de çekilmiş)

    sürü hakkında olumsuz söylenecek hiç bir şey yok/olamaz belki de , bunun yanında abartılacak da hiç bir şey yok , müthiş bir gerceklik var çünki filmde. öyle bir noktadaki film , az zorlasam kendimi, cinema verite kategorisi altına sokabilirim. bunu yaratmada zeki ökten in payı büyük .

    --- spoiler ---
    şivan ın neden berivanı doktora götürdüğünde sırtını kendi eliyle açmadığını anlayamadım yalnız. berivan ı konuşsun, diye düzelsin diye o kadar dövüyosun fakat doktorun derman bulacağını bilmene rağmen berivan ın doktora yaptığı kaprise razı oluyosun . belki de tek gercek dışılık (o bilmiş, büyümüş de küçülmüş çocukla beraber) bu noktada idi .
    ---
    spoiler ---

    bir film içerisine bu kadar farklı detay, küçük küçük hikayeler, ve mizansenler eklemek ve filmin bütünlüğüne zarar vermemek büyük bir başarıdır kanımca. hiç bir sıkıntı, rahatsızlık (hamo ağa sahneleri dışında, o da tuncel kurtizin olağanüstü oyunculuğundan) duymadan akıp giden bir film sürü. 129 dakka gelip geçiyor, bazen gözünüzden yaşlar bazen kalp çarpıntısı derken film bitiyor.
    yol ve sürü nün iksinde de olan geri kafalı zihniyetin dışavurumu, bu filmde delilik olarak nitelendirilmiş ve pek güzel edilmiştir. ayrıca dilsiz berivana yapılanlar luis bunuel in ilk filmlerini akla getirmedi değil .

    (yol ile bir benzerliği de orda at ı gercekten öldürürken, sürü de koyunların gercekten boğazlanmalarıdır sanırım , cannibal holocaust efekti , hiç tasvip etmediğim bir leitmotif, kuş kafesiyle beraber )


    (ditriell - 9 Aralık 2006 00:44)

  • comment image

    --- spoiler ---

    berivan'ın abisinin uzaklaşan trenin ardından bacısına seslendiği ve berivan'ın cesedinin savaş yurttaş'ın canlandırdığı karakterce yerde sürüklendiği sahneler insanın yüreğini yakıyor.

    ---
    spoiler ---


    (ravioli - 5 Temmuz 2007 01:08)

  • comment image

    --- spoiler ---

    tuncel kurtiz'in oynadığı hamo'nun öfkesinin asla dinmediği bir film; bütün felaketlerin nedeni olarak sürekli berivan'ı suçlaması insanı delirtir. kan davasını bitirmek için kızlarını veren halilanların berivan'la konuşmalarına izin vermez, oysa ki barışı bozan kendileridir; ama o bunu bile kabul etmez, çocuk doğuramayan berivan'ı ve onu veren halilanları suçlar. kendini aşiretinin güçlü günlerinde sanmaya devam eder, geçmişte yaşar, gelenekleri temsil eder, gerçekleri kabul etmez. sonunda aşiretin bütün hayvanlarını alır, bir umutla ankara'ya gider. yolda başına gelenleri gördükçe üzülüp "yazık be kardeşim" diyen izleyici (ben), hamo'nun inatla berivan'ı suçlaması üzerine "müstahak bu herife" der. sonuçta olan zavallı berivan'a olur. ölüsü yerlerde sürüklenir, bu da yetmez hamo halilanlara insanlık dışı bir telgraf çeker. yani kısacası insanı perişan eden filmdir..
    ayrıca o halilanların berivan'a bağlılığı, kızı feda ettikleri için duydukları suçluluk dikkat çeken başka bir unsurdur. sen barış olsun diye kardeşini ver veysikanlara, sonra barışı bozsunlar, kardeşini de sana göstermesinler..

    ---
    spoiler ---

    ha bir de tarık akan'ın en yakışıklı olduğu filmlerden biridir kanımca.


    (lillien nienna - 3 Kasım 2007 12:09)

  • comment image

    "ne oluyorsunuz lan? birbirinizi mi yiyeceksiniz? ölmüşse bir karı ölmüş, ne olur yani? binlerce insan ölüyor, birisi daha gebersin." diyenin hak ettiği şekilde öldüğü filmdir.


    (cmaddict - 14 Kasım 2007 01:22)

  • comment image

    filmin türkçe ve dublajlı olması, hatta zaman zaman gayet düzgün istanbul aksanı kullanılması filmin derinliğini etkiliyor maalesef ama dönem şartları düşünülünce yapacak fazla da bir şey yok galiba. tabi bir de ezberden solcu, eşkiya yılmaz ve marx posteri önünde konuşan arkadaş gerçekten iğreti ama belki de amaç o tipolojinin halktan kopukluğunu anlatmak, bu açıdan da bakılmalı, zaten ailesi ve misafirler yerde otururken o divanın üstünden konuşmaktadır. teknik imkansızlıklara, kimi zorunluluklara rağmen sağlam öykü, sağlam film. türk sinemasından bahsediliğinde göz ardı edilemez.


    (turgut ozben - 7 Ocak 2008 09:17)

  • comment image

    melike demirağ'in (berivan) yürek burkan oyunculuğuyla siyad tarafindan en iyi kadin oyuncu ödülüne layık görüldüğü ve hiç konuşmadığı filmdir. filmin en çarpıcı yanı belki de berivan'ın o sessiz, mütevekkil, hatta kendinden razı halidir. kadının ezilmişliği desen değil, bir halkın ya da toplumun ezilmişliği de değil, sanki insanlığın ya da analığın duruşudur, insanlara ve olaylara bakışıdır berivan.
    filmde hiç konuşmadı dedik ama sadece bir yerde "sesini" duyduk. insanlığın en utanç verici eyleminde duyduk berivan'ın çığlığını... bütün analar adına ana olamamış bir kadının korku çığlığı!


    (syriani - 21 Nisan 2008 04:01)

  • comment image

    yılmaz güney'in senaryosunu ceza evinde yazdığı sürü filmi, çorak toprakların çıplak görüntüsünü 1970'li yııllara dair iç burkan detaylarla gözler önüne seren etkileyici bir film. anadolu'daki ataerkil yapıya, o yörenin günümüzde bile değişmeyen yazgısı olan töre ve kan davasına, yoksulluğa, çaresizliğe yılmaz güney'in gözünden bakan, tıpkı yol filmi gibi trende geçen sahnelerle türkiye panoraması çizen bir film sürü. çizilen bu panoramayla doğudan batıya doğru gidildikçe çaresizliğin, yoksulluğun azalacağı beklenirken hiç de azalma olmaz aksine toplumun aksayan yönlerinin kırsalda da aynı olduğunu şehirde de aynı olduğunu gözler önüne serer sürü. tüm yaşamını hayvancılık üzerine kuran aşiret reisi hamo ağa'nın, oğlu tarafından bir türlü yıkılamayan önyargıları ve şehirde yaşayan, kravat takan, cebinde parası olan, son sahnede şivan tarafından öldürülen adam'ın düşündüğü şey arasında aslında hiçbir fark yoktur. yılmaz güney bu filmle, doğu'nun sorunu diye bir şey olmadığını, sorunun bir bütün olarak görülmesi gerektiği savının altını çiziyor. doğuda yaşanan töre cinayetleri ve kan davalarının yerini batıya doğru gidildikçe hırsızlık, fahişelik, adaletsizlik ve aşırı politize olmuş bir halk yığını alıyor. aslında toplumun sorunu farklı şekilde devam ediyor. bu toplumsal sorunlar, her biri müthiş bir fotoğraf karesi olabilecek nitelikteki insan yüzlerine yakın plan çekimlerle, olayı en iyi anlatabilecek karelerle başarılı bir şekilde anlatılıyor. memleketimden insan manzaralarını hemen her sahnede görmek mümkün. gerek ayakkabısı çalınan adamda, gerek "karpuzun yamuğu topalın amı" diyerek kadını pazarlayan adamda, gerekse bir hayvancıya makineleşmenin gelişimini bir traktörle yansıtan sahnede, gerekse onu görmek isteyen bir bahtı kara'nın mutlaka bulunduğu ankara'da, her yerde bu ince, büyük emek verilmiş detaylara rastlamak mümkün. ıssız, sadece hayatta kalmak için çalışmanın gerektiği topraklara gelen bir çerçici ya da oradan geçen, bendir çalan kişilerce çalınan müzikler, oraya bir renk getirir; tıpkı lunaparkı olmayan bir şehre, küçük dönen salıncak kurulması gibi ayrı bir canlılık verir, sıradan şeylerin yaşandığı yere.

    tarık akan'ın salon filmlerinden sonra çektiği siyasi içerikteki ilk filmlerinden biri olan sürü'deki, başarılı performansı ve tuncel kurtiz'in ayakta alkışlanacak başarısı, filmi daha da güçlü kılıyor. tabi zülfü livaneli'yi de unutmamak gerekir. çok masum müzikler yapmış, suçlu insanlara inat. melike demirağ'ın o masum bakışları da filme ayrı bir hava katıyor.
    genel olarak hani eskiden annelerimiz, ablalarımızın yaptığı şimdi ise sadece yaprak dökümü'nün fikret'inin yaptığı binbir emekle, göz nuruyla yapılan her ayrıntısına, en ince iğne dokunuşuna kadar titizlikle, detaylara dikkat edilerek yapılan el işlemeleri (nakış) vardır ya, işte sürü'de öyle bir emeğin sonucunda ortaya çıkan, tıpkı o işlemeler gibi çok ama çok sıradışı bir film.

    filme ait bir kaç anekdot;
    tarık akan ve tuncel kurtiz sürü'yü ankara'dan (sanırım kızılay meydanı) geçirdiği sırada orada bulunan halkın, film çekildiğinden haberi yoktur.
    tarık akan'ın (şivan) sırtında berivan'ı (melike demirağ) taşıdığı sahnede kimse o kişinin tarık akan olduğunun farkında değildir. kamera uzak bir yerden çekim yaptığı için herkes onları gerçek sanıyordu..

    ve görüldüğü üzere türkiye'nin başkentinde bir sürü'nün geçirilmesine, sırtta bir insanın taşınmasına halk ne kadar da alışık değil mi? ne kadar da alışığız! hiç tepki gösterilmiyor...


    (sethplay - 26 Nisan 2008 00:06)

  • comment image

    yıllarca tv'de ortalarına ya da sonlarına denk geldiğim için izlemediğim, yakın zamanda izledikten sonra çok geç izlediğim için utandıran film olmuştur...

    [şu zamanda şu toplumda maalesef hala geçerli olan]
    bu ülkedeki insanların ikiyüzlülüğünü & anlayışsızlığı (sürüyü alacak kişinin dönekliği );
    vicdansızca hırsızlığını (koyunların trenden çalınması);
    birilerinin kibiri uğruna ne masum canların kendi elleriyle alındığını (hamo ağanın -tuncel kurtiz- kibiri ve iki aşiret arasındaki düşmanlık & kan davası);
    yeni gelişmelerin kimilerine faydası varken kimilerinin -genelde garibanların- ocağına incir ağacı diktiğini (tarlaların -traktörlerle- sürülmeye başlamasıyla sürü işinin zorlaşması);
    yoksulluğun ve yokluğun hayatları nasıl da kısıtladığını insanları çaresizleştirdiğini (şivan'ın aşiretten ayrılmak istemesi ama parasızlıktan bunu yapamaması);
    görevi umarsızca kötüye kullanmayı ve rüşveti (trenle götürme prosedürlerini yapmak için rüşvet koyun isteyen & daha önce kimyasal tarım ilacı taşınan vagonlara koyunları doldurarak yolda ölümlere sebebiyet veren cibiliyetsiz devlet görevlileri);
    [ve en önemli noktalardan biri] aşkın ne kadar laftan anlamadığını, büyüklüğünün yer-zaman-şartlara bağlı olmaksızın tek kelime etmeksizin de yaşanabileceğini (şivan'ın berivan'a olan, berivan'ın ise tek kelime etmeden gözlerinden okunan aşkı);
    her türlü imkansızlığa rağmen bu ülkede yaşanan pek haberdar olunmayan taraflarını bu kadar mükemmel anlatacak senaryolar yazan kişilerin olduğunu (yılmaz güney);
    bu kadar iyi gösteren filmler olduğuna mı sevinmeli, yoksa filmlere konu olan utanılası insan tiplerinin ve olaylarının bu ülkede yaşandığına ve bugün bile hala daha da artarak var olmasına mı üzülmeli bilemedim...

    ama bildiğim şu var ki; bu ülkede yapılan ve bu ülkeye dair bazı önemli detayları anlatan en iyi filmler listesinde ilk beşte yer alacak filmdir...

    filmin her karesi her diyaloğu, sahneleri olayları anlatacak en doğru şekilde yazılmış ve oynanmışken; filmin tek sakil kalan bölümü sosyalizmle, solculukla, eşit haklarla, sınıf ayrımcılığıyla ilgili bölümlerin şehir hayatına ancak birkaç sene önce, o da bir apartman kapıcılığı işi için gelmiş olan bir ailenin bacak kadar çocuğunun ağzından çıkan sahneleridir...
    zaten her karesinde alınacak & öğrenilecek ciddi dersler olan bir filmde en önemli mesajların o kadar küçük bir çocuğun ağzından üstelik robot gibi çıkmış olması inandırıcılığını kaybetmiştir... o yaşta bir çocuk yerine, o ailedeki babanın ya da annenin (20-25 yaşlarında) kardeşi olsaydı, ya da çocuğun yaşı en azından lise çağında olsaydı, veya hiç olmadı, orada tanıdıkları bir komşuları falan olsaydı daha inandırıcı olurdu...

    iç burkan en unutulmaz sahneler ise, hamo ağanın şivan'ı dövdüğü, şivan'ın ise çıtını çıkarmadığı sahne ile şivan'ın artık sabrının taştığı yerde (ki gerçekten nereye kadar sabredilebilir öyle bir şeye?) berivan'a vurduğu ve tabi ki tam hastaneye gidecekler ve artık aşiretten uzakta güzel günlere kavuşacaklar derken berivan'ın öldüğü sahnelerdir...
    içimi burkan başka bir şey de, filmi hatırlamak...


    (holy diver - 27 Ağustos 2009 12:59)

  • comment image

    şu açmayın dedeler muhabbeti çıktığından beri internette aradığım mamafih bulamadığım, dede dövmek üzerine bir umut sarıkaya hikayesi. kaybettiğim benim de söyleyeceklerim var 2 adlı umut sarıkaya kitabını bulduğuma göre yazabilirim artık. hayır, arkadaşlarıma bahsediyorum hikayeden ama gösteremiyorum. artık gösterebileceğim. ondan yazıyorum yani, şükelalamayın lütfen.

    --- şükelalamayınız ---

    dede dövdüm! hem de geçen hafta... vadi gibi bir yerdeydim. buralardaydı, kokusunu alıyordum. elimdeki sopayı yere vurarak, boşluğa seslendim; "dede çık ortaya, buralarda bi yerde olduğunu biliyorum." arkamdan hızlı bir koşma sesi geldi. hemen dönüp baktım. yoktu, belli ki fıymıştı hemen. sandığımdan da hızlı ve çevik bacaklara sahipti. çalıların arkasından "gubiruk, gubiruk, gubiruk." diye bir ses geldi. sesin geldiği yere koştum. tam koşarken, başka bir ağacın tepesinden de "gubiruk, gubiruk." diye ses geldi. durdum. başka bir ağaçtan daha aynı ses geldi ardı sıra... bu bir iletişim olmalıydı. sonra gubiruklar arttı. arkamı döndüğümde ağaçların üzerinde irili ufaklı yüzlerce dede vardı. ayaklarındaki meshleri ilk bakışta dikkatimi çekmişti. kendi dedem çalıların arkasından çıkarak, koştu, aralarına katıldı. korkmuştum ama saldırmaktan başka çarem yoktu. kaçmaya başladılar. sürüyü önüme katıp kovalamaya başladım. dediğim gibi oldukça hızlıydılar. 500 metre kadar kovaladım, bir tepenin arkasında izlerini kaybettim. ıssız ve çorak bir araziydi burası. boşluğa tekrar haykırdım "dedeaaaaaaaaaaaa çık ortaya, elimden kurtulamazsın. sana geldim dedeeeaaaaaaaa!!! kâbusun olmaya geldim!". tepelerin üzerinde, yüzlerce dede bu sefer çırılçıplak belirdi. sopama sımsıkı sarıldım. "nedennn! neden soyundunuz!" diye bağırdım. içlerinden liderleri olduğu anlaşılan biri "çıplak ete dokanmazsın sandık! soyunursak, salarsın bizi diye düşündük!" diye karşılık verdi. şartları eşitlemek için ben de soyundum. sopamı kapıp, dede sürüsünün ortasına daldım. dövdüm, yüzlerce dede dövdüm. her ırktan dede dövdüm. zenci dede dövdüm, tatar dede dövdüm, latin dede dövdüm, kendi dedemi de dövdüm. ortalık inleyen, yaralı, ölü taklidi yapan dede kaynıyordu. yaralılar arasında kendi dedemi aramaya başladım. bacağıma yapışıp yardım isteyen, isterken de yattığı yerde çaça yapmayı bırakmayan latin dedeydi bir daha dövdüğüm. kendi dedemi buldum. yaralı yatıyordu. su verdim. "neden umut neden?" diye sordu. ağlayarak "asıl sana neden dede! asıl sana neden! neden almadın! neden?" diye haykırdım. "neyi almadım umut?" dedi, bilmez gibi... "o arsayı dede. neden almadın zamanında o arsayı? çok ucuzmuş. şimdi yerine havaalanı yapılan arsayı... babam dedi. alsaymışsın şimdi çok zenginmişiz. şu halime bak. neden yaptın bunu bize dede? neden zengin doğmama izin vermedin. neden!" diye sarstım. gözlerini güç bela açıp "baban seni yemiş umut. arsa filan yoktu hiç." dedi. ağlayarak sarstım; "yalan söylüyorsun! neden almadın, neden köye geri döndün. zengin olacaktık. neden izin vermedin. neden mutlu olmama izin vermedin. izin verseydin çırılçıplak dövüşmezdik, bana bunu neden yaptın dede. neden!"

    ter içinde, ağlayarak uyandım. çok sıcaktı, rüyanın sıkıntısıyla donu da sıyırıp atmışım. bir sigara yaktım. iç dünyam çok karışmıştı. dedemin hatları aklımdan çıkmıyordun. sigaramdan bir nefes çekip düşündüm. bir şekilde parayı bulmalıydım, zengin olmalıydım.

    geçen hafta çok yakın bir dostumdan muhabbet arasında öğrendiğim bir gerçek beni mahvetmişti. siz sakin sakin kafanızda binbir düşünceyle yolda yürürken hani o an aklınızda kendisine karşı hiçbir düşünce beslemediğiniz bir kediye bir hal gelir ya... sizi görünce paniğe kapılır, ne yapacağını bilemez, bi yerlere tırmanmaya, sizden kaçmaya çalışır. "nooldu şimdi durduk yerde." diye anlamsızca bakarsınız kediye. şaşırtır sizi bu umursanmayan paniği... işte o kedi gibi olmuştum bu gerçeği öğrendiğimden beri dostlarım. arkdaşım "kızlar paraya bakar abi." demişti. yirmi sekiz yaşında söylenecek söz müydü bu şimdi? bu yaştan sonra nerden bulup buluşturup zengin olacaktım ben. demek bütün zenginler sırf "kızlar bakıyor" diye zengin olmuştu, inşaat şirketleri kurup, para transferleri yapmıştı. işte şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum. yoksa bir insan neden evde bornozla gezip puro içerek kahkahalar atsın ki. sırf bunu yapmak için zengin olmuşlardı. rahmi koç'a bakın, ekmek içi gibi olmuş, hâlâ para kazanma derdinde. artık daha çok hak veriyordum rahmi'nin para kazanma coşkusuna, röbdöşambır tutkusuna. hak veriyordum ama ben de bir olurunu arıyordum. en kısa sürede zengin olmalıydım. bi şekilde parayı bulmalıydım, zengin olmalıydım. bi kutu tatlı yaptırıp mason lacasına mı gitsem acaba diye düşündüm. pastaneden 4 bülbülyuvası, 6 şöbiyet, 4 baklava, 8 tulumba, iki tane de fıstıklılardan tatlıyla doldurttuğum kutuyu güzelce paket yaptırdım. atladım minibüse doğruca gittim locaya. ilk günden hemen hayvan gibi "beni de kabul edin derneğe." demeyeyim, biraz muhabbet kurayım. gide gele "umut sen çok kafa adamsın. neden derneğimize üye olmuyorsun ki, yarın altı resim getir kaydını yapalım." derler zaten. derler tabi eşşek değiller ya." diye düşündüm. loca'nın kapısını çaldım açmadılar. telefonumu bir kağıda yazıp, altına çaldırırlarsa arayacağımı not düştüm. elimde tatlıyla sıcağın ortasında yürüdüm. tatlının balı kutudan akmış, elim yapış yapış olmuştu. yürüye yürüye haliç kıyılarına gelmişim. koç müzesinin oraya. "allah benim zengin olmamı istiyor, bu bir işaret." diyerek müzeye girdim. kapıdaki bekçiye "abi rahmi bey içerde mi?" diye sordum. bugün gelmediğini söyledi, neden aradığımı sordu. kendisini ziyarete geldiğimi söyledim. anlamsızca baktı suratıma, "yok gelmez kendisi." dedi. "müze halka açık sanırım." diyeip, izin isteyerek müzeyi dolaşmaya başladım. gerçekten gidip görülmesi gereken bi müze, içeride bir sürü boy boy arabalar, tekneler var. yaklaşık bir 6 saat sonra aynı bekçi gelip, müzenin kapanmak üzere olduğunu söyledi. 6 saat boyunca rahmi'yi arabaların aralarında armıştım, belki sıcaktan bunalıp bi arabanın içinde uyumuştur, bekçiye de yok dedirtmiştir diye düşünmüştüm. ama gerçekten yomuş. belli ki yalan söylemeyen, mert birisiydi bu bekçi. "abi hiç mi gelmez, önemli bir konu konuşacaktım." dedim. "yok kardeşim gelmez." dedi, çıkarmaya çalıştı. "abi tatlı getirmiştim, ben yalnız yiyemem çok gelir. kalırsa da şekerlenir, bişeye bezemez. boşa gitmesin beraber yiyelim." dedim. başta nazlansa da bu teklifi geri çeviremedi.

    müzeyi kapatıp, kulübeye geçtik. çay söyledik, kutuyu açtık.

    "rahmi bey beni oğlu gibi sever." dedi. "geçen geldi kulübeye oturdu, çay içtik. mütevazi adam. baktı çay kötü, çağırdı çaycıyı bi azarladı sorma gitsin. "bak" dedi, "bu çocuklara düzgün çay vereceksin bundan sonra, binerim tepene senin." dedi, plastik bardakta çay içerdik eskiden, kristal g.tlü bardak aldırdı. öyle gönlü bol adam." dedi. "tabi canım belli. bi kere tarzı var adamın." dedim. birlikte rahmi'yi övmeye başladık. aslında iki fakir olarak, bir zengini övmeye başladığımız o anda anlamıştım hiçbir zaman zengin olamayacağımı. ikimiz de duygularımızda çok samimiydik. garip, içten bir sevgi besliyorduk rahmi bey'e karşı. tatlılar yendi, sigaralar uç uca yandı. muhabbet harlandıkça harlandı. "gel müzik dinleyelim." diyerek içeri götürdü beni. alarmı kapatıp, bir arabanın içine girdik. arabanın teybine bi kaset koyduk. camı açmam şartıyla arabada sigara içmeme izin verdi. araba konforluydu. o gitmeyen arabanın direksiyonunu çevirmeye çalışırken, ben arkama yaslandım. tatlı ağırlaştırmıştı.

    rüyamda bir ağacın tepesindeydim. ayağımda meshler vardı. her tarafım irili ufaklı dede doluydu. dedeler sürüsüne katılmıştım...

    --- şükelalamayınız, ben yazmadım umut sarıkaya yazmış ---


    (mevta - 30 Ağustos 2010 23:19)

  • comment image

    yılmaz güneyin senaryosunu hapiste yazdığı bir film.
    dağılmakta olan vesikan aşiretinin lideri hamo ağa rolünde tuncel kurtiz ve düşman aşiret halilanlardan kız alan hamo ağanın oğlu şivan rolünde tarık akanın oyunculukları muhteşem ötesidir.
    hamo ağa'nın şivan'ı dövdüğü sahne gerçekçilik açısından türk sinemasının yüz aklarından, unutulmaz bir sahnedir*


    (oztokyolu - 28 Ocak 2003 16:04)

  • comment image

    yilmaz guney'in ağzından konuştuğu bariz olan, "bak şivan amca, toplum sınıflardan oluşur..." cümlesiyle girizgahı yaparak sosyalizm dersi veren genç bir solcu karakterin olduğu film. derdini gayet iyi anlatan bu güzel filmin içinde gülünç kalmış bir sahnedir bu.


    (yunus - 28 Kasım 2003 23:41)

  • comment image

    film, turk sinemasinda insanlik ve fedakarlik gibi olgulari en iyi anlatan yapitlarin ba$inda gelir.. kirsal kesim kurt halkinin mutsuzlugunu, icinde bulunduklari guc ya$am ko$ullarindan kurtulma cabalarini ve umutlarini seyirciye aktarirken, ayni zamanda bir kurtulu$ kapisi ve medeniyet(!) olarak gordukleri buyuk $ehrin de aslinda hic de toz pembe olmadigini, koyde agalar neyse buyuk $ehrin zengininin de aynen oyle oldugunu kimi zaman guzel goruntu ve akillica kotarilmi$ diyaloglarla anlatirken, kimi zaman da dogru mehmet gibi kozasindan firlayip cikan 15 ya$larindaki bir cocugun agzindan, pek de inandirici ve etkileyici olmayan bir yol ile izleyiciye iletiyor..
    --- spoiler ---
    cobanlarin koyunlari yonlendirirken cikardiklari sesler, trende uyuyan adamin ayakkabilarinin calinmasi, ailenin en kucuk bireyinin** bir firsatini bulup orospuyla yatmasi ve akabinde paralarini kaptirmasi, yine ayni cocugun kirsal kesimdeki bir magarada tarihi eserler bulmasi fakat degerlerini bilmedigi icin cuzzi bir miktar para ile kaziklanmasi vb. =>
    ---
    spoiler ---
    olaylar da yilmaz guney'in ana konu icine serpi$tirdigi ho$ detaylardir.. kendisi fransa'da son filmi duvar'i cekerken bir fransiza verdigi roportajinda suru ile ilgili olarak, "suru'de kurt insanini anlatiyorum fakat kurtceyi kullanamadim, kullandigimiz takdirde ise hapise atiliyoruz" diyerek aci ama gercek aciklamasini yapmi$ti. bence filmdeki en guzel ve anlamli mesajlardan* biri $irvan'in ankara sokaklarinda, sirtinda karisini ta$irken ona mirildandigi ve askerde ogrendigini soyledigi ankara turkusu'dur*. filmin bir guzel tarafi da mukemmel bir soundtrack'e sahip olmasidir.. dokunakli kurtce uzun havalardan tutun da, ankaranin ta$ina bak'a ve trende zulfu livaneli'nin soyledigi e$kiya dunyaya hukumdar olmaz'a kadar son derece guzel eserler mevcut. ozellikle tuncel kurtiz'in oyunculuguna $apka cikartilmali. bu film ayrica tarik akan'i, ozellikle 50'li yillarda dogmu$ anadolu kadininin gozunde gercek bir star yapan filmlerin ba$inda gelir*..


    (huger - 24 Eylül 2004 20:28)

  • comment image

    seyretmekte oldukca gec kaldigim ve en iyi turk filmlerinden birisi diyebilecegim bir kult yapim. 1978 e gore buyuk produksyonu cidden sasirtan derecede kusursuz. her sahnesi her resmi ayri guzellikte. filme bastan sonuna kadar serpilmis sol karakterlerden en etkileyicisi trende iki asker arasinda saziyla turku soyleyen amcadir. yolcunun biri sorar
    -sucun ne?
    -turku soylemek....

    aslinda degisen pek de bir sey yok sanirim....
    (bkz: )
    ahmet kaya bir ornek olabilir....


    (elephant man - 3 Temmuz 2006 03:43)

  • comment image

    türk sinemasının önemli filmlerinden.. hamo nun şivan ı dövdüğü sahne gibi şivan ın şirvan ı konuşsun diye dayanamayıp dövdüğü sahnede yürek burkucudur. sürü ankara ya taşınırken makinistler in az rüşvet verdiler diye yaptıkları frene basıp koyunların mundar edilmesi hadisesinin benzerini geçenlerde trende yaşlı bir amcadan dinlemiş bulundum. ankarada yürüdükleri sahnede "işte burası başkent,tüm derdimizin devası.." türü cümlelerin sanırım propaganda daki "ankara ankara güzel ankara" göndermelerine de katkısı olmuştur. yanı sıra doğal yaşam,aile içi durumlar, göç vs. her şey çok iyi anlatılmışken "ankara"daki 15 yaşındaki kominist karakter hem ince mesajlarla bir şeyleri göze sokmayan yılmaz güney sinemasına bir ihanettir hem de anlattıklarıyla "biz ne diyoz sen ne diyon" etkisi bıraktığından filmin iç tutarlılığıyla da çelişmektedir..


    (ebucan - 27 Kasım 2005 18:06)

  • comment image

    kısaca türk toplumunu bütün gerçekliği ile yansıttığı için vay be dedirten bir film..(yalnız o marx posterli çocuk neydi öyle!)
    (biraz spoiler kaçabilir ama )en etkileyici sahneyi yazma geleneğinden gidersek bana göre sürü ile birlikte şehre inen şivan'ın göründüğü , ve şirvan'ın babasının şehirde dolaştığı sahnelerdir...filmde oyunlucuk o kadar iyidir ki lokalliği güzel yansıtır: babası ile konuşurken şirvan'ın duruşu, paldır küldür tepkiler , şivan'ın (kolları bağlıymışçasına) şirvanın arkasından (pasif) yürüyüşü...
    yalnız o kadar kişi izledik bir türlü şu ellerinde def ile gezen adamların varlığına bir anlam veremedik..
    bir de belirtmek isterim ki melike demirağ (o güzelim kaşlarla) bir kürt kızı için çok iyi bir seçimdir..velakin oyunculuğu acıklı bakışlarından ibarettir..
    filmde kürtçe de konuşuluyormuş..onun da nerde olduğunu ben söylemiyim..


    (shalala - 27 Nisan 2006 14:06)

Yorum Kaynak Link : sürü