• "bu dünya'da cafer'lerin var oldukça 4.koğuşların hayatımızın her alanında olacağını gösteren bir yılmaz güney filmi."
  • "''sen bir duvardın, ben insan.sen duyardın,ben, anca isyan.''"
  • "yilmaz guney'in insanin midesi ile gogus boslugu arasina kocaman bir granit gibi oturan filmi... filmden sonra insan icmek icin buyuk bir aclik duyar ve de sonuc kacinilmazdir."
  • "nazim hikmetin hakkinda "duvar beni, çok sevindirdi. attilâ ilhan gayet soylu, özlü şair, pek beğendim. aşkolsun delikanlıya !" dediği attila ilhan kitabi."




Facebook Yorumları
  • comment image

    yılmaz güney'in duvar'ı, sırf şiddeti açıkça gösterdiği için belli bir realizm atfedilen bazı filmleri ve seyirciyi şoke etmeye andiçmiş gaspar noe, chan wook park gibi yeniyetme yönetmenlerin bizi dünyanın somut gerçekleriyle yüzleştirdiği söylenen birçok filmini doğallıkta kat be kat aşan bir sertlik ve uzlaşmazlık abidesi; güney'in sinema anlamında beslendiği düşünülebilecek neorealistlerin yine de bir umudu barındıran sinemasını şöyle alaycı ve küçümser bir gülüşle kenara koyup, bunu içinde yetiştiği yoksulluğun, maçoluğun ve dahil olduğu fikriyatın siyaseten katlinin, yani onun formasyonunu oluşturan sert koşulların mayasıyla en uç noktaya taşıdığı bir tavrın ürünü.

    duvar'ın yapıldığı 1983 itibarıyla bir 12 eylül filmi olduğu söylenebilirse de 12 eylül'den muzdarip solcu mahkumların konduğu koğuşun filmdeki nispeten küçük rolü ve filmin daha çok kadınlar ve çocukların dünyasına odaklandığı düşünülünce bunun çok daha büyük bir karamsarlığın, umutsuzluğun ve daimi bir ahvalin filmi olduğu söylenebilir. politik bir değerlendirme yapmaktan çok bir insanlık durumu hikayesi anlatmaya çalışıyor, büyük bir öfkeyi dışavuruyor. zira tuncel kurtiz'in oynadığı gardiyan filmdeki tek iyi karakter ama o da zamanla safdışı edilip hiç bir şey yapamaz hale geliyor ve yine filmin sonunda, işlerin daha kötüye gitmesinden başka bir ihtimal de hesap dahilinde değil.

    duvar, bazen dünya sinema tarihi'nde adı anılan yılmaz güney'in bu payeye layık olduğunu ispatlayan bir film ve gördüğüm en sert bir iki filmin arasında olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim zira bugüne kadar izlediğim bir çok hapis, zulüm ve işkence filmini bir pollyanna hikayesi kategorisine sokacak kadar hardcore.


    (grapes of butcher - 16 Kasım 2006 20:20)

  • comment image

    yillardir duymama ragmen ancak dun gece izlemis oldugum, bunca zamandir neden izlemedigimi sorguladigim, insanin yuzune tokat gibi inen filmler kategorisinde en onlerde yer alabilecek film. ziya'nin filmin sonuna dogru soyledikleri ise ayri bir tat katmaktadir:

    --- spoiler ---
    bizim için hayat hiçbir yerde kalmamış. hiçbir yerde...
    babam olsaydı da, anam olsaydı da 100 sene ceza yeseydim. 100 sene...
    karabaş da öldü. dışarda yalnız kaldım, yapayalnız...

    ...dışarda da hayat yok, kimse kimseye bakmıyor. herkes koşuyor, herkes telaşla koşuyor. nereye koşuyor?

    anam bana yavru kuşum, güvercinim derdi. ne güzel saçları vardı anamın.
    beni okşardı, beni bağrına basardı. bana yavru kuşum, güvercinim derdi. güvercinim...
    karabaş da öldü, herkes ona topal orospu derdi. beni ne çok severdi, ne çok...
    ---
    spoiler ---


    (fitter happier - 23 Aralık 2006 12:27)

  • comment image

    seksenli yıllarda çocukluğumu yaşarken, olan bitenden ne kadar da habersiz olduğumu yüzüme çarpan yılmaz güney filmi. banker, banka reklamları, yurttan sesler korosu, dallas vb... gibi abukluklarla beynimizin uyuşturulup, yurttan hiçbir ses duyamadığımızı gösteren başyapıt.


    (katina - 26 Ocak 2008 12:26)

  • comment image

    - “allah’ım, beni daha iyi bir hapishaneye yolla.”
    - "beni de allah'ım"

    yılmaz güney, insanın yerine mıh gibi çakılıp kalmasını sağladığı bir film olan duvar ile hapishane yaşamının bütün acımasızlığını, bütün çıplaklığıyla anlatıyor..

    yılmaz güney’in anlatımıyla "duvar"ın çekim öyküsü

    hapishaneyi anlatmak filme türkiye’yi koymak demekti.

    “arkadaş” filminden beri tamamen benim yaptığım ilk film bu. kelimenin dar anlamıyla politik bir film yapmak istemiyordum; propaganda yapmak, sloganlar haykırmak istemiyordum. istediğim; konunun, günümüz türkiye’si olmasi ve orda kalmasıydı. 1980 darbesinden beri 40 kadar ölüm cezası infaz edildi, binlerce kişi hala hapiste. o halde hapishaneyi anlatmak bir yerde türkiye’yi anlatmak demekti, filme türkiye’yi koymak demekti.

    bugünün türkiye’sinin hapishane gerçeğini iyi bilen biri olarak, kendime başka bir soru yönelttim: olayları olduğu gibi mi yoksa dolaylı bir yoldan mı anlatmalıydım? ikinci çözümü benimsedim. filmin can alıcı noktasına, başta çocuklar olmak üzere yetişkinleri de koydum; hapishane gerçeğine onların gözünden bakabilmek için birinci yol yani olayları bütün çıplaklığıyla anlatmak yolu gerçeğe ne kadar yakın olursa o kadar inanılmaz görülecekti. zira bu gün türk hapishanelerinde inanılması güç olaylar cereyan ediyor. diğer bir daha vardı: türkiye’den uzak kaldığım sürede, hayatımın politik tarafı, politik kişiliğim oldukça önem kazandı ve bunun filmimi gölgelemesini istemiyordum; çünkü hangi gerekçeyle olursa olsun bu filmin salt bir propaganda aracı olarak değerlendirilmesini istemiyordum. sanatsal bi anlatım bulmam, anlatım dilini bahsetmek istediğim gerçekliği taşıması ve anlatması, en azından hissettirmesi gerekiyordu.

    duvarda iki metodun karışımını kullandım.
    gerçekte senaryo yazmayı hapishanede öğrendim ben. önceki filmlerimi hikayenin zaman sırasına göre çekerdim ve senaryo olarak elimde sadece bir kaç sayfa yazı olurdu. daha sonra, yani sırasında gerek senaryonun, gerekse mizansenin ayrıntılarını ayaküstü hazırlardım. fakat hapishanedeyken, beton gibi sağlam senaryolara ihtiyacım vardı; bitmiş, her şeyin inceden inceye planlandığı senaryolara. duvar için - ki, dokuz yıldan bu yana baştan sona yönettiğim ilk filmim - , bir yerde, yukarda sözünü ettiğim iki metodun karışımını kullandım. çok ayrıntılı, iyi planlanmış bir senaryom vardı, fakat yine de bu senaryonun esiri olmamaya çalıştım. değiştirdim, sahneler çıkardım, yeni sahneler ekledim… özetle “duvar”, miksaj aşamasına kadar bir anlamda kendi hayatını yaşadı.

    bir hapishanedeydik ve şef gardiyan bendim.


    (sethplay - 27 Nisan 2008 15:20)

  • comment image

    bu dünya'da cafer'lerin var oldukça 4.koğuşların hayatımızın her alanında olacağını gösteren bir yılmaz güney filmi.


    (yapma - 9 Temmuz 2009 10:02)

  • comment image

    özgürlüğe mi mahkumiyete mi örüldüğü salise bazında değişiklik gösteren yapıdır.

    nereye çıkacağını bilmediğin bir deliğe girmenin garip sonuçları vardır. eğer duvarları camdan bir odadaysanız, ahlaklı olmak zorundasınız.
    duvar, çoğu kez, sanılanın aksine özgürlüğü kısıtlayan değil; özgürlük alanı yaratan bir yapıdır.

    batı berlin ile doğu berlin; duvarla ayrıyken birbirinden, kendilerince özgürdüler.
    ama yanlış anladık bunu; doğudakiler batıya, batıdakiler doğuya geçemiyor diye özgürlüğün kısıtlandığını sandık. büyük bir özgürlük kazancı gibi sunuldu yıkım ve yıkıldı güzelim duvar.
    oysa onlar; birbirlerinin özgürlüğünü gaspetmesine olanak tanımayacak ar saklayan, bebek tenli bir duvar örmüşlerdi.
    yıkıldı gitti yazık..

    o duvar camdan olsaydı; her şey çok farklı gelişirdi.

    walter benjamin londra'da bir oteldeyken kapılarını asla kapatmadan hayatını sürdüren tibetli rahiplerle aynı katta kalmaktadır. onlara hayran olur.
    ilerleyen zamanlarda buradan esinle şöyle bir sözü vardır;

    “`camekandan bir odada yaşamak; işte kusursuz bir erdem`”

    oysa aynı katta tibetli bir oğlancı olsaydı?
    ve kapısını hiç kapatmasaydı..
    bu sonsuz özgürleştirici erdem ve bu mükemmel eylem,
    oğlan inlemeleri ve tibetlinin devinimlerinin gürültüsü gene erdemle mi anılırdı acaba?

    otelin o katındaki asıl paradoks şudur ki;

    kendini,
    duvarla çevrili bir yere kapatmak ve dışarıya açılmamak;
    -aynı zamanda-
    dışarıyı;
    duvarla çevrili bir yere kapatmak ve kendine açılmak
    demektir.

    biz aslı olmayan bir alışkanlıkla duvarlar arasında kalan ve öbür tarafa göre daha küçük hacimli olan yere '' deriz. 'içeri girdim, içeri atıldım, içeride' gibi..

    oysa bizim bulunduğumuz nokta her zaman dışarısıdır. içerisi, diğerinin durduğu yerdir.

    tavşanla alice'i hatırlarsınız;

    alice, tavşanın hangi kapının arkasında olduğunu ses yordamıyla buldu ve kapının önüne geldi. kapıyı çaldı sonra açmaya çalıştı. ama kapı kilitliydi...

    tavşan bağırdı:

    t: neden kapıyı çalıyorsun?
    a: çünkü içeri girmek istiyorum.
    t: neden?
    a: çünkü yanına gelmek istiyorum.

    tavşan kapıyı açar; içeri girer. alice'in tam yanında durur.

    t: işte; şimdi içerdesin. (lewis carroll - alice's adventures in the wonderland)

    tavşan camla çevrili bir odada olsaydı yine de o kapı çalınır mıydı? alice içeri girmek ister miydi? içerisinin nasıl bir cehennem olduğunu merak eder miydi?

    nasıl ki dünyanın en özgür alanları ardı görünmeyen duvarlarla çevriliyse, insanın en özgür alanları da benzer duvarlarla çevrilidir. kişiliğimizin en özgür kalabildiği yerlerdir onlar.
    kendine duvarlar örmekten bahseder yazarlar.*
    başkası görsün istemeyiz, görülme isteğimiz yoktur.
    bizimdir orası, diğerlerine kapalıdır.

    'birinci tekil şahıs'ın;
    hem en tekil
    hem en şahıs
    hem de birinci
    olabileceği tek yerdir.

    eğer her şeyin mümkün olduğu bir yer varsa; orası mutlaka kalın duvarlarla çevrili bir yerdir. tıpkı odam gibi.
    eğer başka bir dünya gerçekten mümkünse, ancak duvarların ardında mümkündür. tıpkı odam gibi.

    *: kendini diğerlerinden korumak kadar; diğerlerini de kendinden korumak içindir bu duvarlar.
    özgürlüğümüzü korumak ve diğerlerini bizim özgürlüğümüzden korumak..
    çünkü özgürlük çok tehlikelidir.
    hem özgür olan için tehlikelidir; hem de diğerleri için.
    özgürlüğün kaynağı olan duvarlar, bunun tehlikesini savuşturmanın da teminatıdır aynı zamanda.
    hapishaneler, özgürlüklerini doyasıya kullananlarla doludur.
    tehlikeli özgürlüklerin, özgürlüklerini diğerleri için tehlikeli şekilde yaşayanlarla aynı yerde tutulması içindir. orada tutulan özgürlükler, dışarıda bizi, içeride onları özgür kılar

    aslen duvar; ardında her şeyin olabileceği ama hiçbir bok olmayan bir şeydir. duvarın tüm vaadi budur.
    duvarın hangi yanındaysanız; asıl olay mutlaka diğer tarafta dönüyordur.
    oysa camdan bir duvar yalnızca süstür, bir dekordur yalnızca.
    camdan bir duvarın herhangi bir vaadi olamaz.
    devekuşu gibidir camdan bir duvar; türünün en önemli özelliğinden yoksun bir gudubettir.

    bir hocam "özgürlüğünün sınırı, bir başkasınınkinin sınırına değdiği yere kadardır" derdi. o zaman öyle kalın duvarlar lazım ki bize; diğerlerinin özgürlükleri çarpıp geri seksin.
    öylesine bir yalnızlık lazım ki; kimsenin özgürlük alanının gölgesi bizimkinin üzerine düşmesin.
    yalnız ve dört duvar arasında.. bir insan daha özgür olamaz.

    bir duvarın üstünden atlayabiliyorsanız, o duvar değil bir harabedir ancak.
    kapısı olan bir duvar, kötü bir şakadır muhtemelen.
    yüce bir duvar; çin seddi; özgürlükleri korumak için yapılmıştır; ve bu özgürlük tutkusu öyle bir kudrettedir ki; uzaydan bile görülebilen devasa bir duvar çıkarmıştır ortaya.

    aynı muhteşemlikteki bir diğer duvar benim odamın duvarıdır. uzaydan görülemez ve bu beni çok mutlu eder. tabi muhteşemliği yalnızca kapısı kapalı ve kilitliyken ortaya çıkar.
    eğer kapısı açıksa, orası; bırakın bir özgürlük alanını, oda bile değildir.
    bir çıkıntıdır en fazla, beton yığınları arasında bir ayrıntı.
    oysa kapı kapanıp da, anahtar kilitte bir tur döndü mü; dünyanın en muhteşem, en özgür, en yalnız, en yaratıcı, en ayrık yerine dönüşür birden. dünyanın merkezine ve diğerlerinin bilmediği gizli bir yere dönüşür.

    evrenin bir sırrı varsa eğer, mutlaka duvarlarla çevrili bir yerdedir. tıpkı odam gibi.

    "benim için ne denli önemli olduğunu ve eğer istersen, özümde var olan kişinin yaratıcısı olabileceğini bilmeni istiyorum. yalnızca sen, maskemin altında olanı görebilirsin. yalnızca sen beni, ürkü, kuşku ve yalnızlıktan oluşan karanlık dünyamdan kurtarabilirsin. bu nedenle ne olursun yanımdan geçip gitme. bunun senin için kolay olmayacağını biliyorum. çünkü değersizlik inancı, güçlü duvarlar örer. sen bana ne denli yaklaşırsan, ben de bilinçsizce o denli kaçabilirim. görüyorsun, en çok gereksinme duyduğum şeye karşı savaşıyor gibiyim sanki.

    ama sevginin duvarlardan güçlü olduğunu söylerler. tek umudum da bu. öyleyse, güçlü ama sevecen ellerinle yık bu duvarları. sevecen ol, çünkü içimdeki çocuk çok duyarlıdır ve duvarların gerisinde büyüyemez. öyleyse vazgeçme. sana gereksinmem var."

    (bkz: don't be fooled by me)"

    ve sevgililer,
    birbirlerinin duvarlarını
    sevgiyle ve itinayla
    benzeri görülmemiş bir tutku ve inatla
    beyin ameliyatı yapan bir cerrahın ihtimamıyla
    saniye saniye
    dakika dakika
    an be an
    yıkarlar.

    oysa birisinin yoğun ve yıllar süren bir emek sonucunda ördüğü duvarları yıkıyorsanız;
    ona özgürlüğünü koyabileceği duvarlarla çevrili başka bir yer vermelisiniz.
    mesela kendinizinkini..
    ona başka bir yerde özgürlük alanı yaratabilmelisiniz;
    mesela sizinkinin yerinde..
    er geç, onun özgürlüğü sizinkinden, sizin özgürlüğünüz onunkinden çalacaktır.
    duvarın, feodalizmi olanaklı hale getirdiği ve rejim olarak kurduğu söylenir.
    yıkılan duvarların da, köleci üretime döndürmesi şaşılacak bir şey değildir.

    ortak yaşam; sürekli ve galipsiz bir toprak savaşıdır. en moderni bile, feodal yasalarla çalışır.
    galipsizdir çünkü; galibin de zaferini ilan ve ifşa edebileceği bir alanı kalmamıştır.
    insanlık ayıbıdır diye yıktılar berlin duvarını.
    oysa insanların ayıbı başkalarının duvarlarının ardındakini
    -merak
    ve
    gasp-
    etme istekleridir.

    duvar ve ardı, ayıp değildir.
    ayıp, siz duvarın hangi tarafındaysanız, mutlaka o taraftadır.
    oysa ayıpsız, özgür bir dünya mümkün..

    o zaman öyle kalın duvarlar lazım ki bize; diğerlerinin özgürlükleri çarpıp geri seksin.
    öylesine bir yalnızlık lazım ki;
    kimsenin özgürlük alanının gölgesi bizimkinin üzerine düşmesin.

    sonuç;
    yalnız ve dört duvar arasında.. bir insan daha özgür olamaz.

    [menşe]


    (ricardo dominic - 14 Aralık 2009 22:44)

  • comment image

    enfes bir yılmaz güney filmi. realizmin anasını sikmiştir, o kadar gerçektir. (anasını sikmek, burada filme gönderme)

    tuncel kurtiz'in o sıralar -emin değilim, sanırım- isveç'te başka bir film için anlaşmış olduğu, fakat yılmaz güney'in film çekeceğini duyunca "arkadaşımın bana ihtiyacı var, alın tazminatınızı, hadi ben kaçar" vari bir açıklamayla koştur koştur fransa'ya yetiştiği filmdir. hatta tuncel kurtiz'in bir belgeselde, kendi yaptığı açıklamaya göre, yılmaz güney, tuncel kurtiz'i sorunca etrafındakiler "bir film çekecekmiş bu aralar, anlaşmış" derler. yılmaz güney de "verin hürriyet gazetesine bir ilan, ihtiyar görür gelir" der. tuncel kurtiz bunu anlatırken gözleri dolar, "böyle demiş benim için şekerim" gibisinden bir şeyler de söyler gözleri dolarak.

    filmde tuncel kurtiz ve ayşe emel mesci dışında profesyonel oyuncu bulunmamaktadır. zira diğer oyuncuların (başta çocukların) yer yer amatörce davranışlarından bu durum rahatlıkla sezilmektedir. fakat film o kadar gerçek, o kadar başarılı bir kurguya sahiptir ki, bu çocukların oynarkenlerki amatörlüğü film için kötü müdür, yoksa iyi bir şey midir karar veremezsiniz.

    nitekim yılmaz güney bu filmiyle çağının çok çok ötesinde bir film çekmiştir. filmin kamera arkası görüntülerini izleme şansınız olursa (youtube'da vardı da linkini hatırlayamıyorum) yılmaz güney'in çocuklara davranışı, saçlarından öpüşü, onlarla beraber şarkılar söyleyişi; bir senarist ve yönetmenden çok daha fazlası olduğunu gösterir.


    (son peygamber - 1 Mayıs 2011 13:37)

  • comment image

    paris'in bir arka sokaginda* cekilmis bir film.

    evet, seyirciye aci cektiriyor, buna ragmen mesaj kaygili benzer filmlerdeki bayginliklar yok, minik minik olaylar habire degisiyor, arada seyirci nisbeten rahatlatiliyor, ya da bir onceki durumu unuttugunu saniyor. celikmetre'nin taniyabildigi tuncel kurtiz ve ayse emel mesci filmdeki profesyonel oyunculardan.

    ayse emel mesci'nin siyasi suclu ogretmen rolu, kendisinin zamane durumundan farkli olmamasina ragmen oyuncu olmayanlardan daha kotu bir performans sergiliyor. bu arada kiyafetleri 2003 kis istanbul modasina sasirtici referanslar veriyor.

    bir cok tecavuz, dovme, vs. gibi carpici olaylar, hissettirilerek yada tam gostermeden kurgulanmis olmasina ragmen, hamamda teyzeler nasil tras olur, ve bir bebek nasil dogar gibi baska carpici durumlar sansursuz gosterilebiliyor.

    el arabasindan yapilmis cekimler, the shining'de veletin arkasindan giden kameranin bir adim otesi.

    ukala dumbelegi celikmetre sunu eklemeden de gecemeyecektir: bir ara gecis olarak kullanilan avluda kosan jandarmalar, sadece bir ara gecis olarak degil, duvarin arkasindaki benzer durum ile karsilastirilsaydi, dramatik etki bir o kadar artabilirdi.

    filmin baslangici ve sonundaki radyo reklamlarina ayrica dikkat ediniz.

    sonuc: 20 yil once cekilmis olmasina ragmen, genel durum, ve memleket hali icin izleyiniz.


    (celikmetre - 24 Şubat 2003 22:37)

  • comment image

    tek kelimeyle muhteşem bir yilmaz guney filmi.filmde oynayan amatör oyuncular ve sansürsüz diyaloglar filmin tuzu biberi. hapis yaşantısının gerçek ve acı yüzü. çocuğa birakin çocuk gibi davranmayi hayvanlara yapilmayacak şeylerin yapılmasını açıkça gözler önüne serilmiş.
    - oğlum bak dikkat et biraya erkek girersin oğlan cikarsin.


    (strife - 2 Ağustos 2003 18:41)

  • comment image

    bir kağıt ve bir kalemdi eskiden. şimdilerde bir netbook ve bir grande latte..

    yazı yazmak kendimi bildim bileli benim 'olay'ımdı. o kalemi elime aldığım zaman başka bir dünya başlardı benim için. şimdiki zaman biter, bir meçhul zamanın içine girerdim. içinde bulunduğun dünyadan kaçma aracıdır nitekim yazmak. ben her fırsatta bu araca sığınırdım. yazdığım şeyler gene kendi içimdekilerdi ama, sanki yazdıktan sonra o hayat benim olmaktan çıkardı. daha büyük bir şey, daha başka bir şeye dönüşürdü yaşadıklarım. her şeyi anlatırdım ama bu hissi bir türlü anlatamazdım. yıllar sonra milan kundera'nın yaşam başka yerde adlı kitabını okuyunca anladım. bi başkası benim yerime anlatmıştı. tiksinme duygusunu sayfalara bırakmaktı yazmak. çünkü yazdıktan sonra sen yaşadıklarına tabi olmaktan çıkar, yaşadıkların sana tabi olmaya başlardı.

    yazdıklarımı ortalığa bırakırdım önceleri. ablam bulsun da okusun diye. benim takdir edilmek istediğim şey yazdıklarımdı. bazen tek bir şarkı dinlerken, o şarkı boyunca geçtiğim yerleri yazardım.yann tiersen'in bi parçası çalarken kulağımda, ben aynı zamanda hem yatağımın içinde yazı yazar; hem bi sonbahar günü ahşap bi masanın önünde oturur, yağmur masayı ıslattıkça o ıslak ahşap kokusunu duyardım. beni kendimin içinden çıkaran bir şeydi yazmak. çıkarıp hiç olmadığım yerlere bırakan bir şeydi.

    benim odam hep darmadağınıktır ama kalemimin nerde olduğunu bilirim. bi gün annemle yaşadığımız bu evde, bir kalem arayıp bulamayınca öfkeden çıldırdım. ve şöyle düşündüm kendi kendime, "bu ev benim evim olsaydı, bir kalem bulmak asla bu kadar zor olmazdı". sonra kalemi bulup bunu da yazdım.

    mutluyken yazamazdım eskiden. mutluluğu anlatmak gereksiz gelirdi. sonra bi gün moskova'da bi kafede oturmuş yağmuru izlerken, ne kadar da mutlu olduğumu yazdım. mutluluk değildi halbuki anlattığım. kendim olmaktı sadece. kendi istediğim yerde, kendim olabilmek ve kendi hikayemi yazabilmek. çünkü ortaya bambaşka bir hikaye çıkmıştı. kendimi özgür bıraktığım zaman, kendimi ne kadar da sevdiğimi anladım.

    ben ömrüm boyunca hep başkalarına özendim. çeşitli işlerde kariyer yapan insanlara özendim. ama o çeşitli işler bi türlü ilgimi çekemedi. dünya seyahatine çıkanlara özendim. ama o dünya beni bi türlü harekete geçiremedi. saçlarını fönleyip kırmızı topuklu ayakkabılar giyen kadınlara özendim. ama o ayakkabıları bi türlü alamadım kendime. olmak istediğimi sandığım o insanı bi türlü olamadım ben. bünyem kabul etmedi. kalbime ağrılar saplandı, damarlarıma kan gitmediği için parmaklarım morardı. çünkü yazmayı bırakmış, nefes borumu tıkamıştım. kendimi hiç ama hiç ait hissetmediğim yerlere kapatmıştım.

    ben hep başkalarına sordum panik halinde. ne yapmam gerek diye. ne yapıcam ben biri söylesin, ne olucak benim bu halim? ama ben cevabı hep bildim içimde. sadece kabul etmek istemedim. çünkü zordu ve çünkü kocaman bir risk duruyordu önümde. dünyanın beni kabul etmeme riski. hayatımın şu an olduğu gibi bomboş kalma riski. başarısız olma riski. geriye dönememe riski. korktuğum ne varsa bir duvar gibi dikildi önümde. ben o duvarın gerisinde izlerken buldum kendimi. hep o duvarın arkasına geçme hayaliyle...

    ben hep eğlenememekten yakındım. her türlü eğlence tanımını yerine getiriyor, her yolu deniyor, gene de günün sonunda hiç de eğlenmemiş olarak kalıyordum. anlayamadım ben bi türlü bunu. anlatamadım kelimelerle. yıllar sonra ayn rand'ın kutsal kitabını elime alıp, altını çizdiğim yerleri okurken anladım. gün gibi, apaçık karşımda duruyordu. dünya, ne istediğini ve niye istediğini bilmeyene eğlenme hakkını tanımıyordu. tam olarak bu sözcükler yazıyordu o satırda. bana sol taraftan bi kamyon çarpıyor, bütün düşüncelerimi tuzla buz edip geriye sadece bu kısacık gerçeği bırakıyordu.

    ben hep bildim ama hiç söylemedim.
    mutluluk, hayalinin peşinden gitmekten ibaretti.
    hayat; o "duvar"ı yıkıp, ardındakini görme cesaretiydi.


    (giamarie - 25 Mayıs 2013 23:01)

  • comment image

    1983 tarihli son yilmaz guney filmi. fransa hukumetinin de destegiyle fransa'da cekilmistir. yilmaz guney'in senaryoyu turkiye'de cezaevinde bulundugu donemde kaldigi hapishanede yasayan cocuklarin isyanindan esinlenerek yazdigi soylenir. filmin sonunda da, bunu destekleyecek bir mesaj gecer ekrandan zaten.
    12 eylul darbesi sonrasi sol kesimin icine girdigi umutsuzluk ve hayal kirikligi, yilmaz guney'i de es gecmemis, kendisi muhtemelen yaptigi en cig ve sert filme imza atmistir "duvar" ile. arkadas filminden sonra, butun asamalarinda ugras verdigi ilk film olmustur ayrica "duvar".
    film, buyuk olcude adi suclardan yatan gariban cocuklarin, genclerin bulundugu, sefaletin, eziyetin, dayaklarin, kotu muamelenin girla gittigi dorduncu kogus cevresinde donuyor. fakat, gerek yilmaz guney'in politik durusunu belli ettigi, siyasi mahkumlarin on planda oldugu sahneler, gerekse nisbeten daha rahat kosullarda yasayan koca katili, fahise, solcu ogretmen gibi kadin mahkumlar, hapishanede dogmus buyumus ve okula baslamaya hazirlanan kiz cocugu gibi tiplemelerle, hapishanenin genel durumu hakkinda iyi bir izlenim de ediniyoruz. onlarca korkunc gardiyan icinde de, tuncel kurtiz'in oynadigi "ali emmi" tiplemesi, tek sempati duyulabilecek gorevli olarak karsimiza cikiyor. zaten, onun da sonu pek hayirli olmuyor.
    baskilardan yilan ve tek umutlari, daha iyi kosullarin oldugunu duyduklari buca cezaevine gonderilmek olan cocuklarin, once normal yollardan dilekce ile dertlerini duyurmaya calismalari, bu tesebbusun basarisizlik ve utancla sonuclanmasi uzerine baska yollar aramaya baslamalarini ve isyana kadar gitmelerini konu aliyor film. amator oyuncular yer yer siritiyorlar. gerek diyaloglarda hakim olan garip ve uygunsuz kelime vurgulari, gerekse zaman zaman yaptiklari el kol hareketleri ile biraz musamere havasi veriyorlar filme. filmin en onemli eksisi de bu bence.
    filmde resmedilen turk hapishane yasami, bir midnight express'deki kadar korkunc. [ bu arada aklima gelmisken yazayim: ingilizce'de "korkunc, yasanmaz yer" anlaminda kullanilan ve dile iyice yerlesmis turkish prison deyimi var] ustelik o filmde eksik olan, "siyasi mahkum" [filmdeki cezaevi gorevlilerin deyisiyle anarsist'ler] boyutu da, bu filmde isin icinde. dolayisiyla, duvarlara yazilmis devrim vs. icerikli siirler, orgut isimleri [ film cekildiginde daha henuz pek taninmiyor olsa bile pkk bile bunlara dahil], saz calan solcu tiplemeleri, lider resimleri [ibrahim kaypakkaya], avlu izinlerinde siyasi mahkumlarin yaptiklari antrenmanlar, soyledikleri marslar, filme damgasini vurmuyor belki ama 70'lerin sag/sol catismalarini yasamis/duymus insanlarin anilarini tazelemelerine, belki de benim gibi tuylerinin urpermesine yol aciyor. sirf bunlar da degil tabii, o donemin trt radyosu sinyal muzikleri [biri, filmin basinda ve sonunda duyulan nilufer'in git git isine sarkisinin muzak hali], banka ve banker reklamlari [filmin sefaleti ve umutsuzlugu ile iyi bir kontrast olmus], diger sarkilar, turkuler, kiyafetler, duruslar, biyiklar, insani alip 1981 yilinin ortasina firlatiyor. bizler minik dunyamizda yasayip giderken, belki de yakinlarimizda bir yerlerde olup bitenleri dusundurup garip bir huzne yol aciyor.
    son bir not: bu filmin cekimi sirasinda, yilmaz guney'in iyi oynayamayan amator cocuk oyunculari pataklamasi[huger'in uyarisi: guney, aglayamayan cocuklarin gozlerine limon sikiyormus, bu da bayagi yaratici bir yontem dogrusu], bir donem hadi uluengin, serdar turgut gibilerin agzina sakiz olmustu, gercekliginden emin degilim gerci.


    (willy van der kerkhoff - 10 Mart 2004 07:42)

  • comment image

    yilmaz guney'in insanin midesi ile gogus boslugu arasina kocaman bir granit gibi oturan filmi... filmden sonra insan icmek icin buyuk bir aclik duyar ve de sonuc kacinilmazdir.


    (blindman - 27 Nisan 2004 00:15)

  • comment image

    buyuk usta yilmaz guney'in 1983 yilinda tamamini surgun doneminde fransa'da cektigi de en iyi filmidir.

    filmi izlemeye yurek isteyecegi gibi kavramak da bir o kadar onemlidir.
    --- spoiler ---
    film bir cezaevinde cogunlukla subyan kogusunu ve cocuk tutuklu ve hukumlulerin yasadiklarini konu alir. cocuklarin iskence ve tecavuz olaylari altinda adeta bir yasam mucadelesi verdigi cezaevinde tek bir dertleri vardir o da baska bir cezaevine nakillerini yaptirmak. bu mucadele sirasinda bir kac sahipsiz cocuk tutuklu da oldurulmustur.

    daha sonra devrimci tutsaklarin kendi bolumlerinde iskencelere karsi topluca ayaklanmasini ve isyan etmesini ornek alarak baska bir cezaevine nakilleri icin tek carenin onlar gibiisyan cikarmak olduguna inanirlar. kendi aralarindaki isbirlikcileri isyan sirasinda oldururler. ne var ki isyan kanla ve vahsetle bastirilir. buna ragmen cocuk tutuklu ve hukumluleri degisik cezaevlerine dagitma karari alinir. cocuklar neresi olursa olsun kaldiklari bu cehennem cezaevinden daha iyi olacagini dusunmektedirler. ancak bozuk duzende saglam cark olmaz daha yeni cezaevine giriste gardiyanlar tarafindan iskence ve dayaktan gecirilip arama bahanesiyle hepsine elle tecavuz edilir.
    ---
    spoiler ---

    yilmaz guney'in 12 eylul 1980 darbesi sonrasi turkiye cezaevlerindeki insanlik disi yasami ve uygulamalari son derece gercekci bir uslupla anlattigi bir bas yapitidir duvar


    (dogubati - 4 Eylül 2004 03:32)

  • comment image

    duvarlara çarpıp sekişlerin, yosunlara basıp kayışların ardından, elini taşın altına koyamayanlara, o yureğe sahip olamayanlara ithaf, miğde boşluğundan başlayıp hızla yükselen bağır çağır, çığlık çığlığa, beyine dolanan şarkı.


    (ciottolo - 10 Şubat 2005 11:15)

  • comment image

    ugruna 7milyon vererek zeynep casalininin orta-alt düzeydeki kasedini almamla sonuçlanmis, 100 metreden içinde bir sezen aksu parmagi oldugu sezinlenen mükemmel sarki.

    derin bir nefes alir gibi batiyoruz yükümüz agir........


    (zencefil - 23 Nisan 2005 23:17)

  • comment image

    doğum sahnesiyle bana şimdiye kadar doğum hakkında hiç düşünmemiş olduğumu fark ettirmiş film. bunca sene filmlerde yeni doğmuş bebeleri analarının kollarında öyle pirüpak görmeye alışınca haliyle şok oluyor insan.


    (dali dili havali korna - 20 Mayıs 2005 15:12)

Yorum Kaynak Link : duvar