• "okurken gerçekten açlık hissi yaratan uyumadan önce okunmaması gereken knut hamsun romanı."
  • "benim için tek cümlelik özeti,"dilsiz ve bitkindi benim kahkaham; ağlamak özlemini taşıyordu." olan kitaptır."
  • "knut hamsun'un, hangi sahafta rastlarsam satın aldığım, ve daha evvel okumamış olduğunu bildiğim insanlara armağan ettiğim romanı. öyle güzeldir.."
  • "cebimdeki bozuk paralari; belki cidden ac ama versen bile almak istemeyecek kadar gururlu birinin eline gecer dusuncesiyle, caddenin bir kosesine birakmama sebep olmus kitap."
  • "bu eşsiz eseri, bilinç akışı tekniğinin ve absurdizmin doğuşuna tanık olmanın yanında bir başkaldırı romanı olarak da okuyabiliriz, okumalıyız."




Facebook Yorumları
  • comment image

    bir yandan açlık sınırında yaşayan bir yandan da yazarak pazar kazanmaya çalışan, eline geçen azıcık parayla ekmek mi alsam kurşun kalem mi diye düşünen bir roman kahramanına sahip kitap. varlık yayınlarından behçet necatigil çevirisi ile tavsiye olunur.


    (labit - 25 Nisan 2007 11:44)

  • comment image

    açlık duygusunu hem maddi hem de manevi anlamda ruhun derinliklerine kadar hissettiren eser. başkahramanın biçareliği ve aşırı gururlu davranması -kibir değil asla bu- yer yer sinir bozucu. bir insanın onurunu kurtarma çabası ise göz yaşartıcı. anlatımı sade ama çarpıcı bir eser.


    (pinkylips - 7 Şubat 2008 20:00)

  • comment image

    varlık yayınları, behçet necatigil çevirisi mutlaka okunması gereken etkisi uzunca bi süre üzerinizden geçmeyecek olan knut hamsun eseri.
    --- spoiler ---
    ''..deminki kadınla yüzyüze geldim, gözlerine diktim gözlerimi. hemen oracıkta, evvelce hiç duymadığım bir isim uydurdum kafamda; ahenkli, titreşimli bir isim: ylajali.''
    --- spoiler ---

    --- spoiler ---
    ''..sana sesleniyorum, ey gökyüzündeki kutsal baal; sen yoksun, olsan sana öylesine lanet ederdim ki, göklerin cehennem ateşiyle sarsılırdı. sana söylüyorum; kulluğumu gösterdim sana reddettin, kovdun beni, ben de sana ebediyen sırt çeviriyorum, çünkü sen, barış saatini yadsıdın. sana söylüyorum biliyorum öleceğim, yine de alay ediyorum. seninle, burnumun ucunda ölüm, alay ediyorum, ey gökteki! apis! sen benim üzerimde gücünü gösterdin, ama bilmiyorsun ki, felaketten yılmam ben; bunu bilmen gerekmez miydi? kalbimi uykularda mı yarattın? sana söylüyorum; bütün varlığım, içimdeki her damla kan, seni hiçe saydğından, bağışlayıcı yardımına tükürdüğünden ötürü mutludur. bu saatten öteye ben, senin bütün eserlerinden bütün senden el-etek çekiyorum: bir daha seni düşünecek olurlarsa, bütün düşüncelerime lanetler ediyorum; bir daha senin adını anarlarsa, dudakalrımı koparıp atmak, görevim. gerçekten varsan, sana ömrümde ve ölümümde son sözümü söylüyorum: hoşça kal! sonra da susuyor, senden yüz çeviriyor, alıp başımı gidiyorum...''
    --- spoiler ---


    (ylajali - 11 Haziran 2008 14:36)

  • comment image

    ana kahramanımız, o aşık olduğu kadının sıcacık evinden çıkışını anlatırken, herhalde güneşin altında söylenmiş / söylenebilecek en güzel tarifi yapmıştı.

    " çekildim,kapıyı açtım,geri geri giderek çıktım dışarı. ve o, içerde kaldı. "


    (ben sen o - 3 Nisan 2009 01:52)

  • comment image

    bir kadere inanır mı insan? inanmaz inanmaz, saklar, uyutur, günü gelir inanır. diri tutar diri konuşur, hiçbir işe yaramaz; ölü durur her şeye yarar. "düş gördüğümüze, başka birinin düşü olduğumuza", düşün sahibini omuzlarından yakalayıp sorduğumuz gün ancak inanır.

    bukowski'ye göre dünyanın en büyük yazarı hamsun'dan geliyor sahnemiz:
    -sanki o küfürbaz ihtiyar anlatır gibi, kasabanın en güzel kızından-

    "yasak meyveleri yalamakla kalan üniversite öğrencileri, bir terzi kızın ğöğüslerini ellediler mi, avrupalılar gibi hovardalık ettiklerini sanıyorlardı. şu züppeler, banka memurları, büyük tüccarlar, kaldırım kaplanları! bunlar denizci karılarının ve bir bardak biraya önlerine çıkacak ilk kapı aralığında yere yatan tombul sürtüklerin bile tadına bakmaktan arlanmazlardı. sanki deniz kızlarıydı onlar! bu karıların koyunları bir itfaiyeci veya seyisle geçirdikleri bir önceki gecenin ısısını taşımaktadır, ama taht sürekli boştur, ardına dek de açık, buyrun rica ederim, yukarı buyrun!
    kaldırıma dolgun bir tükürük fırlattım, birisine denk gelir mi gelmez mi umurumda bile değildi. öfkelenmiştim bir kez, birbirine sokulan ve gözümün önünde sevişen bu insanlara karşı iğrentiyle doluydum.
    millet meclisi alanında bir kızla karşılaştım, yanına gelince uzun uzun süzdü beni. "iyi akşamlar", dedim. "iyi akşamlar", dedi ve durdu. "hım... bu kadar geç vakitte hala dolaşıyor muydunuz? genç bir hanım için gecenin bu vaktinde, karl johan caddesinde gezinmek biraz tehlikeli değil mi? değil, öyle mi? evet ama hiç kimse sataşmıyor mu, sarkıntılık etmiyor mu? demek istiyorum ki, yani sizinle gelebilir miyim?"
    şaşkınca süzdü beni. ne demek istediğimi yüzümden okumaya çalışıyordu. sonra ansızın elimi kolumun altına atarak, "haydi gidelim", dedi.
    beraber yürüdük. faytonların olduğu yeri birkaç adım geçince durdum. kolumu kurtarıp, "dinle çocuğum", dedim. "ben de metelik yok." ve çekip gitmeye davrandım.
    önce inanmak istemedi, ama tüm ceplerimi arayıp hiçbir şey bulamayınca içerledi, başını salladı ve bana, "kopuk", dedi.
    ben de "iyi geceler" diledim.
    "bekle biraz" diye seslendi. "gözlüğün altından mı?"
    "değil."
    "o halde cehenneme git."
    yürüdüm."(açlık)

    can yakıcı bir sancının yaralayan hikayesi. hareket eden acı.


    (ceng - 21 Nisan 2009 23:39)

  • comment image

    "ah bu söylediklerim salt kitaplardaki sözlerdi, edebiyattı, yoksulluğun ortasında lafazanlıktan başka şey değildi."

    sen ne güzel adamsın.
    çok çok benziyor "gülü çiğdemi filan bırak"a.
    vüs'at da buzul çağının virüsüne "lafebeliğim işe yaramadı" mealli girişir.
    hepsi güzel adam.


    (ceng - 18 Kasım 2009 18:55)

  • comment image

    hamsun'un açlık'ı sizi öyle derinden etkiler ki hızlı hızlı soluksuz uykusuz bitirmeye çabalarsınız kitabı şu açlık'ın sonu gelsin, artık ne olacaksa olsun diye. bazen insan kitap okurken birşeyler atıştırmak ister ya bu kitabı okurken bunu yapamıyorsunuz işte.


    (yuzdeyuzipek - 24 Ocak 2010 16:17)

  • comment image

    "bir kase mercimek çorbasına yaşamımı feda ederim" diyecek kadar darda kalmış; ancak bunu söylerken bile öğretilmiş ahlakın pençesinden kurtulamayan, katı ahlakçı ve aç bir entelektüelin romanı. okurken acı çektiren, bir şeyler yerken sebepsiz yere utandıran ve kesinlikle okunması gereken bir kitap.

    çoğu zaman, "bu kadar enayiliğe de pes doğrusu" diye düşündürtse de, çok ama çok güçlü bir adamın hikayesi...


    (kivikocan - 3 Ocak 2012 13:15)

  • comment image

    "yoksul aydın, zengin aydından çok daha kuvvetli görür. yoksul, her sözcüğü kuşkuyla dinler; attığı her adım, onun düşünce ve duygularına böylece bir görev, bir iş yüklemiş olur. onun kulağı deliktir, duygusu ince; o tecrübelidir, ruhu yanık yaralarla doludur..."


    (achtundsiebzug - 21 Mart 2012 04:05)

  • comment image

    okuduğum ve duyduğum kadarıyla bu romanı okuyan bünyelerde, okuma sürecinde, iki reaksiyon zuhur ediyor: ya hiçbir şey yiyesi gelmiyor insanın ya da sürekli aç hissedip bir şeyler yiyesi geliyor. verdiğiniz cevabın nereye varacağını kestiremediğiniz garip testler vardır hani, bu da onlardan biri mi acaba? şimdi bendeki etkisini yazıp da "aslında öküzün tekisiniz. empati kim, siz kim?" gibi bir yorumla karşılaşmak istemem ama ya değilse? bu acı gerçek benimle birlikte mezara mı gitsin? gitmesin. o halde işte bende yarattığı etki: yedim ben, deli gibi yedim hem de. domino's pizza'nın orta boy extravaganzza'sını bir oturuşta (burası önemli) yedim; üstüne 2-3 dilim tarçınlı ekmek götürdüm; hiç içmediğim kadar çay içtim (sıcacık, oh mis); ardından gelen atıştırmalık çukuları, çerezleri saymıyorum bile...psikolojik tahlili, gönüllülerine bırakıyorum. yalnız okurken yemek yemekte zorlananlarla ortak noktamız şu; bu kadar yemeye alışkın olmayan midemin fesatlarıyla karşılaştım ben de. sonuç itibariyle kitap, ilk etapta, midede geçici de olsa rahatsızlık yaratan bir kitap olarak tanımlanmalı bence.

    yalnız beni empati kuramamakla suçlamak isteyen olursa şimdiden şunu söylemek isterim ki kitap bana çok da açlık üzerineymiş gibi gelmedi. evet biliyorum, kitabın adı açlık. evet evet, biliyorum, sık sık aç olmaktan, açlığın vücut ve kafa üzerindeki etkilerinden bahsediyor (kaynımda da var!). ama birebir kitabın asıl anlatmak istediği açlığın ne boktan bir şey olduğudur diyemeyiz bence. kitapta iki paralel anlatı var gibi, sebep-sonuç ilişkisi de muhakkak. ama ben açlığın fizyolojik ve psikolojik etkilerinden ziyade diğer meseleyle daha çok ilgilendim: kahramanımızın -çarpık mı desem, ütopik mi desem- bir garip ahlak anlayışı ve alttan alttan sezdirdiği toplumsal durum bana daha ilginç geldi.

    önceki entry'lerde yazılmış, bu olay anadolu topraklarında geçseydi ne olurdu diye. ben de benzer bir durumun burada daha farklı yaşanacağına inanıyorum. açlığın yürüyen haline dönüşmüş bir insana bir lokma vermeyen oslolulara da laflar hazırlanmıştır eminim. ama kahramanımızın muhataplarında bir aykırılık olduğunu sanmıyorum esasen, zira aynı durum kahramanımızın kendisinde de var. kapısına kadar gelmiş aç bir insandan korkuyor oslolu kardeşlerimiz, çünkü açlığı ahlaki düşüklükle eş tutuyorlar. aç kalmış insan tehlikelidir; aç olduğu ve açlığını bir an önce gidermek için her şeyi yapabileceği için değil, zaten halihazırda aç olması kendisinin suçu olduğu, kendisi bir şeyleri eksik ve yanlış yaptığı için tehlikelidir durumu. yani sen o adama yardım edip karnını doyursan da sonrasında tehlikeye maruz kalabilirsin gibi. açlık, doğal bir insanlık hali değil, toplumsal yaşama uyum sağlamakta çuvallamanın bir emaresi sanki. peki, aynı bakış kahramanımızda da yok mu? o da aç kalmış olmayı gurur meselesi, ahlak ve ilke sorunu haline getirmiyor mu? aksini düşünse yardım istemekten bu kadar gocunur, ezkaza elde ettiği yardımları da bu kadar gurur meselesi haline getirir mi? sürekli "karşınızdaki aç ama aslında dürüst, ahlaklı biridir efendim" diye söylenir mi? bir de kendi etine buduna bakmadan yardım ettiği o insanları bu kadar küçümser mi? buradan çalışmayı en büyük ibadet sayan hristiyan inancına gelesim var ama tamamen içgüdüsel. zira çok da uzmanı değilim. sınavda olsak atardım ama şimdi gerek yok.

    kahramanımız bir yerde soruyor ya hani kendine, beni en çok etkileyen kısım orası işte: ben de çalışmadım mı herkes gibi, gecemi gündüzüme katıp koca koca kitapları devirmedim mi? ben niye karnımı doyuracak bir lokma ekmek bulamıyorum? başkalarının yaptığı şeyi ben niye yapamıyorum? çalışmaksa çalışmak, emekse emek... ah bir de bu emeklerinin karşılığını tanrıdan beklemez mi, vermeyince küsmez mi, o bölümler çok güzeldi bence. dönüp dönüp okudum. bu noktada tutarlı bir durum var: emeklerinin karşılığını ilahi güçlerden elde etmeyi uman kimse, kuldan yardım dilenemez zaten. sonuçta bir inceleme yazısı yazmak için "ilham perileri"ni bekleyen birinden bahsediyoruz. aferin, bu tutarlılığı takdir ettim. öte yandan, bu kafayla bakarsak, emeklerinin ödüllendirilmemesinin yarattığı hayal kırıklığını da anlamak mümkün. öyle bir anlayışla açlık, tanrının seni gözden çıkarması, seni arkasız bırakması demek olsa gerek. kurda kuşa yem etti seni tanrı, n'aber?!


    (bana gore hava hos - 12 Eylül 2012 13:46)

  • comment image

    knut hamsunun cok guzel bir kitabi. hatta bu siralar okumus oldugum en iyi kitap diyebilirim rahatlikla.
    kahramanin acligi o kadar iyi anlatilmis ki, kitabi okurken midenizin kazindigini hissediyorsunuz.
    sahsen kahramanimiz turgen'e o kadar cok acidim ki, sirf onu acilardan kurtarmak icin kitabi normalden cok daha hizli bir sekilde okuyup bitirdim. cunku onun acisina dayanamiyordum. iste yazar dedigin boyle olur dedim kendime her sayfayi cevirirken. nedense kahraman bana tabutta rovasata'nin mahsun'unu hatirlatti durusu, masumiyeti, seytanligiyla.
    kitabin sonunu anlatmayacagim ama sunu belirtmeliyim ki yaklasik iki gun boyunca kitabin sonunu dusundum, ve de yazarin olabilecek en iyi sonu yazmis olduguna karar verdim. gercekten cok guclu bir kitap.


    (sedriss - 23 Ocak 2004 04:53)

  • comment image

    açlık, liseli oğluma cebren ve hile ile okuttuğum romandır. kitap evladımın üzerinde bir takım tesirler bıraktı; sanki norveç'de knut hamsun tarafında yazılmış değil de mordor'da hüküm dağında sauron tarafından işlenmiş gibi oğlanı ele geçirdi.

    1-ergen, henüz kitabın başındayken yemek seçme huyundan vazgeçti.

    2-kitabın ortalarına doğru, odasındaki bazanın altına makarna, nutella ve ice tea stoklamaya başladığını tespit ettik.

    3-kitap bittiğinde ise, okulu bırakıp oto sanayide çırak durmaya meyletti.

    işte açlık gerçekten bu minvalden bir eser. okurun midesinden ziyade ruhunun kazınmasına yol açan bir kült. sözde, tokken açın halinden anlamanıza yarayan, on bin ramazan orucu gücünde.

    --- spoiler ---

    -alamıyordum, pek yorgundum çünkü. ıstırabın son kertesinde, bir şey yapmayı düşünmeden, hareketsiz oturuyor açlıktan ölüyordum. bağrım iltihaplanmıştı herhalde; içim öyle fena yanıyordu ki. talaş çiğneyişim artık para etmez olmuş, bu boşuna çabadan çenelerim tutulmuştu.

    ---
    spoiler ---


    (suret035 - 12 Aralık 2014 10:10)

  • comment image

    knut hamsun'un, hangi sahafta rastlarsam satın aldığım, ve daha evvel okumamış olduğunu bildiğim insanlara armağan ettiğim romanı. öyle güzeldir..


    (zifir - 3 Aralık 2004 13:10)

  • comment image

    knut hamsun'un nobel ödüllü başyapıtı. kahramanın çektiği sefilliğe ve açlığa rağmen gösterdiği aşırı dürüstlük ve gurur insanı kızdırabilecek düzeylere çıkar zaman zaman. roman ilerledikçe aşırı açlığın yarattığı beyin fonksiyonlarındaki azalma ve gerçeklikten kopma noktaları okuyucuyu ürkütür. bu kadar onuruna düşkün olan kahramanın artık çaresizlikten nelere katlandığını görmek ise okuyucu için işkence gibidir.


    (regall - 10 Ekim 2005 23:48)

  • comment image

    cebimdeki bozuk paralari; belki cidden ac ama versen bile almak istemeyecek kadar gururlu birinin eline gecer dusuncesiyle, caddenin bir kosesine birakmama sebep olmus kitap.


    (keyk - 25 Kasım 2005 15:11)

  • comment image

    --- spoiler ---
    kitabın kahramının çaresizliğin doruğuna geldiği noktada (açlığını bastırmak için, kasaptan binbir utançla ve yalanla aldığı kemiği midesinin kabul etmediği anda) yaptığı konuşma şöyledir:

    "sana sesleniyorum, ey göklerdeki kutsal baal, sen artık yoksun, eğer var olsaydın, cehennem ateşiyle göklerin titresin diye sana lanet ederdim! sana sesleniyorum, ben sana kulluğumu sundum, sen yüz çevirdin, beni ittin, ben de sana sonsuza dek sırt çeviriyorum, çünkü senin iyilik ve acımadan haberin yok! sana sesleniyorum,biliyorum ölmek zorundayım, ölüm gözlermin önünde durduğu halde yine de seninle alay ediyorum ey göksel apis! sen bana karşı zor kullandın,ama benim felaketler karşısında boyun eğmeyeceğimi bilemedin! bunu bilmen gerekmez miydi? benim yüreğimi yoksa uykudayken mi yarattın? sana sesleniyorum, bütün varlığım, içimdeki kanın her damlası, seninle alay ettiğim, senin iyilik ve acınmalarının içine tükürdüğümden dolayı sevinmektedir. şu saatten tezi yok, senin bütün yaratıklarından, senin bütün varlığından yüz çeviriyorum! eğer bir daha seni düşünürlerse düşüncelerime lanet edecek, bir daha seni anarlarsa dudaklarımı parçalayacağım! sana sesleniyorum, gerçekten var isen, yaşarken de ölürken de son sözüm hoşça kal demek olacaktır.şimdi gidiyorum..."
    ---
    spoiler ---


    (gioberg - 21 Aralık 2005 22:22)

  • comment image

    yıllar önce okumama rağmen üzerimde yarattığı etkiyi hala hatırladığım knut hamsun romanı... aklımda kalan en sinir bozucu sahne:
    --- spoiler ---
    kahramanımız o kadar açtır ki sokakta bulduğu bir kemiğin üstünde kalan çiğ etleri sıyırır dişleriyle
    ---
    spoiler ---


    (sui generis - 13 Nisan 2006 09:58)

Yorum Kaynak Link : sult