• "türkiyede "sessiz ışık" adıyla 27. uluslararası istanbul film festivali çerçevesinde gösterilen, 20 den fazla ödül kazanan carlos reygadas filmi."
  • "oyuncularının sürekli yan gözle kameraya bakarak beni sinir ettiği film. hele bir sahnede johan'ın babası çaktırmadan kameraya göz kırpıyor ki alemdi yani."
  • "mini minimal sakin. güneş doğarken ya da batarken izleyin. "ne olursa olsun senin yanında olmak yaşıyor olmanın saf bir hissi gibiydi. bu dünyanın bir parçasıydım. şimdi artık bir parçası değilim"."




Facebook Yorumları
  • comment image

    türkçesi sessiz ışık olan, 27. uluslararası istanbul film festivalinde izleme şansı bulduğumuz muhteşem film. gerçi film başladıktan sonra 10 dakika boyunca salona geç kalan insanları almışlardır ve filmin başındaki uzun gökyüzü sahnesinin huzurunu hissetmemizi engellemişlrdir ama yine de bu, filmin güzel olduğu gerçeğini değiştirmiyor. filmde hiç müzik kullanılmadığı dikkatleri çekmiştir. jenerik bile "sessiz"dir.


    (there is no spoon - 11 Nisan 2008 01:04)

  • comment image

    aslında filmin adı stellet licht olmalıydı çünkü filmin konu aldığı meksikada yaşayan mennonitler almancamsı bir dil konuşan hristiyan bir grup. filmi izledikten sonra düşündüğüm ilk sey sözlükteki gibin bir tepki oldu,bize benziyolar biraz..ölü yıkama,kurallara uyma ama ilginç bir komunite tabin..ancak bu bir kır filmi, kır hayatının durağanlığı ve döngüselliği, doğa ile kurulan ilişki ve insanın yabancı doğası üzerine..adamın aşık olmayı dışsallaştırdığı sahne buna örnektir.. allahın bana bir cezası diyor..çekicez diyor.. harika bir sahneydi..
    ikinci olarak carlos reygadas bilerek bir aksiyon bir betrayal yani ihanet filmi yapmaktan kaçınmış ve izleyiciyi ulan yakalandı yakalancak geriliminin özdeşliğinden kurtarıp gözlemlemeye itiyor. bunu da kartların açık oynandığı bir iç hakikat olarak aldatmayı tartışmaya açması ile sağlıyor
    film tabi kırda böle..köylümüz ekiyor toprağını, vuruyor sabanını.. orda bir köy var uzakta gibin trt2 belgeselleri kıvamında olmadığını eklemek gerekiyor hatta bu belgesellerin fantazist boyutunu yerle bir eden cinsten..küreselleşme mennonitleri de değiştirmiş, biçerdöver kullanıyorlar, inekleri teknolojik aletlerle sağıyorlar ayrıca isterlerse televizyon da izliyorlar..bu filmin vuruculuğunu arttırıor onlarınki sanki bir yaşam biçimi, bir tür inanış..yani bir zorunluluktan ötürü değiller..filmin mucizevi sonu belki bu inanışa duyulan saygının bir kanıtıydı..marx'ın kır hayatını ahmaklık artırıcı olarak görmesine farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor..

    tabi filmin konusu boşverilecek kadar güzel görüntülere sahip bir film, bir tür doğa destanı..efsane bir başlangıç ve son sahneye sahip mutlaka izlenmeli..ama bi tane basit öykü bulalım çekimde halederiz gerisinciliğe doğru kaymasın die dua etmeden geçemedim reygadas için..battle in heaven gibin değil ..kaybedersiniz..ama görsellik ve karaterizasyon 10 üzerinden 50..


    (wayvard cloud - 17 Haziran 2008 03:11)

  • comment image

    minimalizmin doruk noktası olsa gerek bu film. filmde olan tek olay, bir meksika koylusu adamın, evlilik dısı bir ilişki yasaması ve bundan haberi olan karısının da ölümü. cidden anlatılan tek olay bu ancak bu 143 dakika gibi bir sureye yayılmıs ve bu sure zarfında toplumsal gercekci bir tutum izlenerek, din, aile ilişkileri, toplumsal cozunme gibi sorunlar ele alınmıs. film bombasını finaldeki 5-6 dakikalık sekansla patlatıyor ve gecirdigimiz tum vaktin hakkını veriyor, mehmet acar ın "anti sinema" kavramına cok uygun bir hal alıyor.

    --- spoiler ---

    filmin sonunda adamın olen karısının tekrar canlanması, "bir insan kac defa olebilir ki?" sorusunun cevabı olmalı. zira film boyunca bu insanların hayatı yakalamak adına hicbir sey yapmadıkları, ustlendikleri gorev bilinciyle adeta bir "olu" gibi zamanlarını gecirdiklerini gormekteyiz. ruhsal bakımdan olu birinin, fiziksel olarak da olmesinin bir anlam tasımadıgı, hicbir seyi degistirmeyecegi filmin finaliyle anlatılmıs olmakta.

    ---
    spoiler ---

    carpık ilişkilerin genelde sehir hayatının bir yansıması olarak aktarıldıgı dusunulurse, boyle bir olayın bir koyde yasanması ilginc bir hal almaktadır.

    buna ek olarak, filmin acılıs ve kapanıs sahneleri ayrı bir baslık konusu olmaya adaydir. goruntu yonetmeninin ozellikle bu sahnelerde cıkardıgı is kesinlikle alkıslanmayı hak ediyor. bunun dısında filmde bicimsel acından antonini etkileri goze carpmakta.

    --- spoiler ---

    filmin acılısı gunesin dogumu, kapanısı ise gunesin batısıyle gerceklesmekte. bu durum, filmde yasanan olaylar sanki bir gun icerisinde gerceklesiyormus havası vermekte ve insanların yasamlarındaki monotonluga bir vurgu daha yapmakta.

    ---
    spoiler ---


    (sadumanagabey - 18 Ekim 2008 14:45)

  • comment image

    film yaklaşık 6-7 dakikalık gün doğumu sahnesiyle başlıyor ve burada anlıyorsunuz filmin biçimini, tonunu hatta sevip sevmeyeceğinizi. çünkü kesinlikle zor bir film. şimdi seven tarafta olduğum için şöyle bir iddiada bulunmak istiyorum; bergman, dreyer, malick gibi ustalardan etkilenmiş bir yönetmenin filmi, başyapıt.

    dediğim gibi filmin açılışındaki doğa sesleri, görüntüleri akla hemen malick'i getiriyor. sonrasında filmin tonu değişiyor, sessiz bir yemek sofrasında dua eden aileyle birlikte adeta ilahi bir sessizliğe tanık oluyoruz, sessizliği bozan sadece saatin tik taklari (tokyo story?). ayrıca bu tik taklar da filmin önemli bir parçası, zaman kavramına yaptığı atıfın haricinde filmin ilerleyen dakikalarında yine vurgulanıyorlar. bir sonraki sahnede aile yemeğini bitirdiğinde baba yalnız kalıyor. sonra kalkıp (kadrajdan çıkıp) saati durduruyor ki bu benim bergman'ın yaban çileklerinden sonra gördüğüm en güzel zamansızlık metaforu. olayı estetiğiyle, açı seçimiyle ilahi boyuta da bağlamak mümkün, zira kadrajın dışına çıkış adeta ilahi bir dokunuş gibi duruyor. buradan hareketle filmin sonuna da bir paralel çekilebilir, zira film durdurulan ve başlatılan iki saat arasında geçiyor ve illa gerekliyse sondaki irrasyonelliği de açıklayabilir. bu sahnenin sonrasında baba gözyaşlarına gark oluyor, bir sorun olduğunu anlıyoruz ve film tam anlamıyla başlıyor. filmin bergman sinemasından da etkilendiğini söylemek şöyle mümkün; iki kadın arasındaki diyalog, bilhassa sorgulama (bu inanç da olabilir, toplumsal da olabilir)... daha da eşele; kaçan fırsatlar, tanrının zaman kavramıyla tezahürü ya da yokluğu... ancak biçim olarak yönetmenin kendine has çizgisi var. gerçi her ne kadar motivasyonsuz narrasyon ve kurgu antonioni'yi, uzun planlar tarkovski'yi çağrıştırsa da (hatta ve hatta filme ordet'ten arak diyenler olmuş) görsel tercihler kesinlikle özgün bir estetitiğin izleri. ayrıca yönetmen zaman zaman kamerayı adeta bir karakter, olanları dışarıdan izleyen biri gibi kullanıyor. ancak bu seyirciyi röntgenleyen konumuna sokmaktan ziyade işin daha çok dini, tanrısal tarafına vurgu gibi geldi bana.

    aslında filmin üzerine sayfalarca yazılabilir, farklı bakış açıları görmek mümkün. nette filmin 'dini olumlama' tarafına yapılmış vurgular da var, o yönde bakmak da olası. kerterizine göre değişir. biraz zorla, filmi sürreal bir rüya olarak görmek bile mümkün. neyse uzatmayayım. ben bu carlos reygadas'ın battle in heaven'ını çok beğenmemiştim, ancak bu filmin tonu her anlamda çok farklı ve kesinlikle tam bir sinema olayı. şimdi o kadar taşaklı adam saydım, abartmışsın diyenler olabilir ama onun ucu da biraz elitistliğe kayıyor gibi geliyor bana. yoksa o raddede filmler hergün karşımıza çıkmıyor malum. hem belki o kadar başarılı değil ama kesinlikle o hissiyatı veriyor.


    (shocktheworld - 22 Şubat 2009 17:28)

  • comment image

    carlos reygadas imzasını taşıyan başarılı film. izlediğim ilk reygadas filmi olması itibariyle bende kendisini takip etme düşüncesi uyandırdı. özellikle açılışı ve finaliyle tarzını ve duruşunu ortaya koyan film, çizgisini hiç bozmadan olanca durağanlığı ve güzel kareleriyle izleyiciye gözlem kapılarını açıyor. filmde dram entrikadan sıyrılarak gün gibi ortada duracak şekilde işlenmiş. bana göre filmin en güzel yanı buydu. filmde anlam veremediğim ve canımı sıkan olay ise oyuncuların zaman zaman kameraya kaçamak bakışlar atmasıydı. direk kameraya baksalar daha normal karşılanırdı heralde.

    uzun ve sessiz sahneleriyle akıp giden filmin izleyici kitlesi elbet bellidir fakat yine de aksiyon, macera, entrika, fantazi arayanların bu filme uzak durmaları tavsiye edilir zira daha sonra orada burada film hakkında "çok kötü yea başında uyuyakaldım ahahahaha" şeklinde talihsiz açıklamalar duymak filmi beğenen insanlar tarafından hoş karşılanmayabilir veya karşılanabilir de bilemedim şimdi.


    (talented - 1 Ağustos 2010 04:47)

  • comment image

    mini minimal sakin. güneş doğarken ya da batarken izleyin.

    "ne olursa olsun senin yanında olmak yaşıyor olmanın saf bir hissi gibiydi. bu dünyanın bir parçasıydım. şimdi artık bir parçası değilim".


    (ya iste boyle senden naber - 12 Temmuz 2012 13:37)

  • comment image

    yönetmen carlos reygadas'ın yabancı topraklarda rusvari şekilde hikayesini anlatırken vicdanla ihtiras arasına sıkışmış iyi insanların panik olmadan sade kabullenişlerini bize sunuyor.
    reygadas, hikayesini anlatırken kimsenin kötü olmadığını; kötüleşmediğini, sadece duyguların değiştiği üzerinde duruyor. klişe manzara kadrajları eşliğinde ki oyunculuklar, bu duyguların heba olmasına yolaçmıyor. oyunculukların, katharsis yaratmadan seyirciye geçmesi filmin konu anlatmadaki başarısını gölgelemeden ortaya koyuyor.
    yorlar eşliğinde, iki kadının ( esther: miriam toews. marianne: maria pankratz ) aynı soğukluğa (bütün oyuncularda aynıydı) sahip olması ve adama - johan- ( cornelio wall ) karşı aynı saygı ve sevgiyi besleyerek sahip çıkması, adamın işini daha da zorlaştırmaktadır.
    film, bir erkeğin en zor durumu olan iki iyiden birini seçmeyi; aynı fiziğe, iyiliğe, elbiseye ve ihtirasa! -marianne- yaparak kafa karıştırmıştır. o çocukların güzel ve şirin kenar süsleri gibi filme dokunarak, marianne'nın kötülüğüne iyelik yapmış oldu.
    filmin finali, aydınlık geleceğe doğru esther'in marianne'i metaformozuydu.
    johan ise hepimizdik...


    (solarise - 30 Kasım 2012 21:00)

  • comment image

    klasik güzellik anlayışından uzak kadınlar, kadraja tam olarak girmeyen insanlar, hiç müzik olmaması (doğal sesler müzik gibi hissedilebiliyor), hareketsiz kamera, oldukça uzun sahneler ve yarattığı kasvetli havanın ağırlığına rağmen film ilgiyle izleniyor...
    ---spoiler---
    marianne'in ölümünden sorumlu olduğunu düşündüğü kadına (esther) dudaklarından nefes vererek hayata döndürmesi, ve çekip gitmesi kutsal evliliğin bekasının kurtarılması olarak görülebilir...
    ---spoiler---
    peki ne kalıyor geriye?


    (masiva - 14 Şubat 2014 03:33)

Yorum Kaynak Link : stellet licht