• "ayı olmak isteyen bir adamın, geriye sadece göğüs kafesi kalacak şekilde ayılarla "bütünleşme"sinin öyküsü."




Facebook Yorumları
  • comment image

    into the wildin daha eli yuzu duzgun kotarilmisi olan grizzly man'de de "doga'yi sahislastirma" salakliginin, "medeniyet kotudur, o halde onun olmadigi yer, ki buna doga diyelim, iyidir" sehlaliginin guzel bir elestirisini buluyoruz. "medeniyet esittir mevcut" denkleminden hareket edersek, onun tek ve nihai temcilcisi olarak kendini tanitan sistemi de ezel, ebed tek bicim ve formda gormeyi icsellestirir; degisemez, gelisemez, duzelemez olarak yorumlamayi "gercekcilik" ile anlamlandirirsak dogrudur, doga medeniyetin anti tezidir, medeniyete dair her turlu kirlenmisligin karsiti, panzehiri doganin tanrisal ruhunda saklidir. ve fekat, eger ki medeniyet mevcuttan ibaret degilse, daha iyi, daha hakca ve adil olan bir sistem, duzen mumkunse, o zaman olumlu bir hayat arayisini allah'in ayisina yuklemez, medeniyeti de ayilara emanet etmeyiz. doga, insanin olmadigi yer demek olabilemez, bilakis sehirler, kasabalar, yerlesik toplum, su bu hepsi kolektif bir yasam arayan primat ailesinin parcasi insanin dogal duzen olusturma itkisinin, sabitinin son-urunleridir. sehire baktiginda "dogal degil"lik ile anlamlandirdigin seyin de temelinde sehire ickin bir kacinilmaz dogadisiligi degil, sehirden anladigim ve sehiri anlamlandirdigin butunun izlerini aramak, o butunu rotuslamak gerektiginin ayirdina varman lazimdi treadwell, ama olmadi, amerikan toplumunda bati sahilinde buyumus birisi olarak bu tip kavramlara uzak yetistin, cogunlugun sembolik olarak yasadigini kelime karsiligi olup, yasayarak oldun. doga taksiratini affetsin.


    (otisabi - 12 Ekim 2007 07:28)

  • comment image

    batı dünyasından bir loser öyküsü.

    batı toplumu orta sınıf sendromu da diyebiliriz; adamların ekonomik durumları bizden farklı, iyi olduğundan kaybeden öyküleri de farklı oluyor. bizdekiler, bildiğimiz üçüncü sayfa haberi, sıradışı olaylarımız nadir veya çok farklı. bunların zararsız olanları misyoner olup sibirya'ya gitmekten, anadolu'nun bir kasabasında çobanlık yapmaya kadar, geniş bir spektrumda seyrediyor. burada ne yazık, kahramanımız çizginin öte tarafına geçmiş, hemde epey bir geçmiş, hikayesi çok trajik sonuçlanmış.

    konuyu bilmeyenler için kısa bir özetle giriş yapalım. timothy kardeşimiz tipik orta sınıf, beyaz, amerikalıdır. ortaokul ve lise'de sporla uğraşan, yakışıklı diyebileceğimiz, gelecek vaat eden bir gençtir. yüzme bursu sayesinde üniversiteye kabul edilir. ne oldu ise orada olur; uyuşturucu, alkol bağımlılığı, olumsuz arkadaş çevresi etkisi ile timothy amerikan başarı modeli kotasından çıkar. okuldan atılır, evine geri döner. evinde bağımlılıkları devam etmekte, kendine bir çıkış yolu bulamamaktadır. artist olmayı dener, seçmelere katılır, başaramaz.

    en sonunda nerden buldu ise çıkışını doğada, vahşi ayılarda bulur, ayı adam olur. nerden nasıl ayıları bulduğunu, onlarla tek taraflı arkadaşlık yapmaya karar vermesini, ilk başlangıcını tam hatırlamıyorum. timothy'nin tutumunda sisteme karşı çıkıştan çok kendine meşgale arama, bir uğraşı bulma çabası gördüm. kent yaşam içinde çıkış yolu bulamamış, normal sistem içinde tutunamayan birey vahşi doğada tutunabilecek şeyler bulabiliyor. metropol hayatında uyuşturucuyla, alkole bağlanan genç doğada ayılara bağlanıyor. timothy ibret vereci öyküsünün sonunda bir yanlışın -kontrolsüzlük diyelim, daha doğru olsun- bir başka yanlış ile -bir başka kontrolsüzlük- tedavi edilemeyeceğini en acı yoldan tecrübe ederek öğrenirken, biz sıcacık odalarımızda, patlamış mısır yiyerek belgeselini izliyoruz. belki hayatta en çok istediği şey bu; acınacak, çaresiz bir durumu var. şu hali ile kendisi için dönüş yolu yok. şehirde olsa herhangi bir gün "overdose" dan gidecek, alkol komasına girecek. doğada sonu farklı olmuyor ama ne yazık masum bir insanı peşinden sürüklüyor.

    kayıtlarını izlemeye devam ederken, bağımlılıklarını geride bırakmanın yanında ikincil kazanımlarının olduğunu görüyoruz. ayılarla kurduğu tek taraflı arkadaşlık, öncesine göre daha önemli bir statü sağlıyor. ünleniyor, aktör olarak başaramadığını, sistemin ihtiyaç duyduğu uçuk-kaçık adam kotasına girerek başarıyor. talk showlara katılıyor, derneklere giriyor. tavırlarından rolünü benimsediğini görüyoruz, belki fazla içselleştiriyor. kendisi bile farkında olmayabilir, olduğunda görmezden gelebilir, ince bir iki yüzlülüğü var. vahşi bir hayvanla doğal ortamında bir insan olarak fazla yakınlaşmasının, (o hayvanlara insanlara kolay yakınlaşmayı öğretip, avcılara karşı daha dikkatsiz olmaya sevk ettiğinden,) korumaya çalıştığını iddia ettiği varlıklara zarar verdiğini görmezden geliyor. ayrıca yalnız doğa adamı görüntüsünün altında, kamplarını kız arkadaşı ile yapıyor. iki yüzlülüğün yanında bir başka insanı tehlikeye atma bencilliği var.

    dikkatli izleyiciler ayıcılık işinin ün -belki doğa derneklerinden vs'den gelen para- yanında hatun getirmiş olduğunu fark etmiştir. belgeselde en az 2 kadının timoty'nin sevgilisi olduğunu görüyoruz. deli bir hatun var, yarı çatlak, hatun "herşeyi idim" diyor; sevgilisi, sekreteri, kardeşi, herşeyi. öldükten sonra kalan eşyaların bu hatuna teslim edildiğini görüyoruz. son anlarında timothy ve kız arkadaşı kamerayı açmış, ayılar tarafından yenilmelerinin sesleri kaydedilmiş. çatlak hatun bunu werner herzog'a dinletiyor, atmamış, yok etmemiş. herzog haklı olarak yok etmesini tavsiye ediyor. filmin sonunda bir başka hatunun evine gidiyorlar. o'da çok yakın konuşuyor, birşeyler yaşamışlar gibi, sezon sonunda evini açarmış, kalırmış. filmin içinde bir yerlerde timothy yatakta iyi olduğunu iddia ediyor, "eşcinsel değilim, kadınları seviyorum" gibisinden konuşmalar yapıyor. söylediklerinde haklı mıydı bilinmez lakin o loser hali ile epey bir hatunu peşinden sürüklemiş.

    yanında ölen, çekimlerde kendisini hep gizleyen kız arkadaşının öyküsü çok acıklı, filmin en çok üzen kısmı. kızın günlüklerinden timothy'den çok daha aklı başında olduğunu görüyoruz ama bir şekilde adamdan kurtulamamış. belki son gidişi, dönebilse, son gidişi olacak. bir genelleme yapayım hafif önyargılı, ön kabullü; kadınlar gerçekten tuhaf varlıklar, kendi varlıklarını erkekle, yada başka bir varlık ile tanımlayabilmeleri bu tanımdan kurtulamamaları sonlarına yol açabiliyor.

    neyse, elemanın daha fazla üstüne gitmek istemiyorum. olan olmuş, bitmiş. kimsenin dur diyememiş olması üzücü, hatta bir yer geliyor timothy treadwell coşuyor, ayıları koruma içgüdüsü ile devlet karşıtı sözler söylemeye başlıyor, ironik. belgesel içinde werner herzog'un ayılar için söyledikleri "bakışlarında bir sempati ve insanlık yok, sadece yemek arama, açlık, içgüdüsel tepki" demesi, bir başka pilotun "sınırı çoktan aşmıştı ama yanında masum bir insanı götürmesi kötü oldu" yorumu, yüzyıllardır ayılar ile iç içe yaşayan, sınırlara özen gösteren yerli halkın temsilcisinin açıklamaları herşeyi özetliyor.

    loser olmak kötü birşey değil de, böyle olmamak lazım. ölen kızcağızın toprağı bol olsun.


    (anoktale - 12 Ekim 2007 10:45)

  • comment image

    ayı olmak isteyen bir adamın, geriye sadece göğüs kafesi kalacak şekilde ayılarla "bütünleşme"sinin öyküsü.


    (cryogenix - 4 Kasım 2007 17:23)

  • comment image

    merkezi kaymış bir elemanın hikayesi de diyebiliriz.

    yüzme bursu ile gittiği üniversitede uyuşturucuya meyleder; bir sakatlık sonrası bursundan olur üniversiteden ayrılır. cheers daki barmen rolü için seçmelere katılır ve woody harrelson'un arkasında ikinci olunca da parçalanan kendilik ağlarını örmeye başlar.

    sürekli i love you dediği ve bunu bir kaç kere tekrar ederek sanki kendini inandırmaya çalıştığı sahnelerin birinde şapkasını alıp giden tilki nin arkasından orospu çocuğu diye koşturması ise olayın can alıcı noktasıdır.


    (kfg - 18 Aralık 2007 13:44)

  • comment image

    herzog'un sinema dünyasına hediyesidir ve sinemasal anlamda evet çok değerli bir iştir. ama aynı zamanda herzog'un kendi yorumunu katarak timothy'nin davasına bir ihanetidir bu. zira eğer tim hayatta kalsaydı bu tarz bir belgesel asla olmayacaktı ve seyirci olarak biz de tim hakkında farklı şeyler düşünebilecektik. doğa'nın kralı olduğunu düşünen tim'e herzog bu ayarı veremeyecekti asla.

    ilk başlarda "burada ölmeyi göze alıyorum ama bir ayı tarafından değil, bunu istemiyorum" diyen tim, daha sonra adeta meydan okurcasına ayıların asla kendisini öldürmeyeceğini çünkü bir şekilde bunun yolunu buldugunu söylüyor ve fakat bir kac gun sonra ani gelen bir ayı saldırısıyla, kampta kalmaya zor bela ikna ettiği kız arkadaşıyla birilikte hayatını kaybediyor.

    tim'in davranışları her ne kadar doğayla içiçe ve tamamen sevgiyle ortaya çıkıyormuş gibi görünse de aslında insanların dünyasından, medeniyetten kaçıp kendini ayıları koruyormuş gibi inandırarak kendine özgü bir dünya yaratmaktan ibaretti belki de. tim'in yabana ve ayıların dunyasına neden gittiğini herkes farklı bir şekilde yorumlayabilir. hayatındaki cevapsız sorulardan kendini bir şeye adayarak kurtulmak, doğaya ve ayılara olan sevgisi ya da insanogluna duydugu nefret. ancak üçüncüsünün daha fazla ağır bastığını söyleyebiliriz.

    açıkcası bir seyirci olarak tim'in gerçekten doğa aşığı olup olmadığı, rol yaptığı yahut akli dengesinin yerinde olup olmadığı beni pek ilgilendirmiyor. benim istediğim gerçekten ilginç bir şey seyretmekti ve bunun için her iki yönetmene de teşekkür ediyorum.

    diğer açıdan baktığımızda ise acınası olan bir şey var. insanlardan kaçan tim in "burası benim alanım" dediği yerde bir yere kadar tutunabilmesi ve orada da kabul görmemesi. yıllar boyunca ölmemesi ya da saldırıya uğramaması bu durumda bir şanstan ibaret gibi geliyor insana ve bu da onun ölümden başka kurtuluşu olmadığını gösteriyor. yine de tim hala bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. şu ana kadar dayanabilmişti ve bu bile onun için büyük başarıydı.

    herzogun yerinde olsaydım bu güzel filmi elbette ben de yapmak isterdim, ama tim'in trajik sonuna kendi yorumumu katmak belki de vicdanımı epey sızlatırdı. bilmiyorum o ne hissetti. 100 saatin üzerinde çekilen kayıtta bizim görebildiğimiz kadarı bile tim'in özel hayatını deşifre etmemize yetti. görülmesini istemeseydi çekmezdi elbet ama yaşasaydı ve bir gün amacına ulaştığını düşünseydi, bize filmde garip gelen ve tim'in zayıflığını yansıtan görüntüleri belki de kimse göremeyecekti.


    (nihilanth - 25 Ekim 2008 05:09)

  • comment image

    belgeselin ilk saati "bu ne lan ibnenin biri ayılarla belgesel çekmiş" gibi düşüncelerle sürerken ve hatta "gerizekalı,zaten demişler buna vahşi doğaya müdahale ediyosun" gibi tepkilerle geçerken son yirmi dakikasına girerken birden "timi gibi yaşasak ya" özenişlerine giriyosunuz.
    ve belgesel timinin son konuşmasını yapıp arkasını dönüp gitmesiyle biter,o manyak şarkı araya girer;don edwards - coyotes.
    cerenimo is gone,and lions are gone,here we go huu yup huu yup huuu.


    (zigo - 23 Haziran 2010 16:04)

  • comment image

    rockettothesky grubunun şahane şarkısı.

    i've been watching him for seven days
    his hands pale hee-ho-hee-ho-hee-ho
    knuckles moving beneath the skin
    foet us like hee-ho-hee-ho-hee-ho

    i've caught seven foxes

    and placed them on the river bank
    each night i give him one hee-ho-hee-ho-hee-ho
    counting down the days till we are one
    and clothe his heart in fur hee-ho-hee-ho-hee-ho

    i sing of arms and the man his
    arms that wake each morning
    white-knuckled and that copy claw gestures
    7 6 5
    7 6 5
    7 6 5 4 3 2 1 and here i go...

    i take him in i take this body whole
    so thin like a spine hee-ho-hee-ho-hee-ho
    i thread him on inside of mine
    and we are one and we are one hee-ho-hee-ho-heeeee-ho

    and his is the fur at last i
    see his eyes inside my mouth
    even when he sneaks into my bones
    forever unborn
    now finally i am a mother
    finally i am a mother hee-ho-hee-ho-hee-ho


    (ufukcel - 23 Ağustos 2010 23:11)

  • comment image

    orta da iki mesele var. iki ayri entry olarak yazacagim. öncelikle boktan bir belgesel. werner herzog'un hicbir yere armagani filan degil, tamamiyla otuz biri. gereksiz bir bicimde herzog kendini koymus belgesele. bir de sacma bir alman aksaniyla ingilizce konusuyor. neden almanca konusmuyor ya da baska biri ingilizce konusmuyor anlamadim. tabii bu kisisel bir rahatsizlik teknik olarak bir sorun degil.

    ortada üc, hatta dört bence (werner de icinde isin anlatici* olarak, kendisini görüyoruz da aslinda) var. biri timothy treadwell, ona gelecegim zaten. ama diger ikisi kisa sacli sarisin sevgili ve coroner (ruh hastasi film karakteri gibi olan adli tipci). ikisi de inanilmaz suni ve buna bence werner herzog istemli bir bicimde neden olmus. hatta bence bu sunilik hosuna gidiyor. doktor "kadin alti dakka savasmis, sevgilisinin yanindan ayrilmamis", gibi zevzek duygusallik yaptiktan sonra kadrajdan cikarmiyor adami, resmen taciz ediyor. bu kadar belgesele müdahale ettikten sonra ayilara sayilarla hitap etmesi de beni benden aldi.

    diger yandan sesleri dinledikten sonra kadina "bunlari dinleme, at gitsin, yak bütün fotograflari" filan derken kadinin abarti cevabi üzerine, ele ele tutusmalari filan. aktör adamin da sahne aldigi yerler bariz önceden yazilmis gibi geldi bana. ucuz amerikan aktörü tipliydi cok. röportaj yapilan herkes bir karakteri temsil ediyor gibi. sanki filmlerin icinde gösterilen suni belgeseller gibi. "i don't think timmy scared the cows, so who cares?" *.

    filmlerini severim werner'in, ancak bazen egosu yüksek insanlar onu nerde bastirmalari gerektigini bilemiyorlar. böyle güzel bir malzemeyi pic etmis. bari kurgusallastirip filmlestirseymis en azindan iyi yaptigi bir seyi yapmis olacakti. biliyorum herzog'un baska bircok belgeseli var ve acikcasi onlari hic izlemedim. ancak onlar da böyleyse yazik.


    (eec - 20 Temmuz 2011 17:29)

  • comment image

    film hakkında bilgim olmadığından south park'ın steve irwin'le dalga geçtiği türde komedi senaryolarından biri zannettim. hatta ciddi ciddi matt stone ve trey parker'ın yapımcı olduğunu düşündüm. gerçek olduğunu öğrenince anladığınız ilk şey yönetmenin yaklaşımının ağırlıklı olarak alaycı ve merhametsiz olduğu oluyor. zira konu hakkında bilgisi olmayan birini filme doğru şekilde hazırlayacak setup edecek yığınla seçenek varken hiçbiri tercih edilmemiş.


    (ssg - 18 Ağustos 2011 13:32)

  • comment image

    uyku kaçınca izlenilmemesi gereken belgesel film. kendimi boktan bir dünya'nın içinde buluverdim. az önce discovery channel'de belgeselini görünce biraz izledim. adli tıp uzmanı ile yapılan röportaj kısmı insanın kanını donduruyor resmen. "bir tabutun içinde 2 poşet getirildi bunların iki farklı insandan geriye kaldığını görünce arka saçımın havalandığını kalp atışlarımın düzensizleştiğini hissettim" diyerek devam ediyor. zaten belgeselin bir kısmında yapımcı kimse ölen kızın kız kardeşinden ya da annesi bilemedim ses kaydını ancak 2 dakika dinliyor sinirlerine hakim olamayıp ağlayarak kapatmasını istiyor. sonrasında da bu kaydı asla dinlememesini imha etmesini karakolda bulunan olay yeri görüntülerine asla bakmamasını söylüyor.

    yani düşünüyorum da tabiat hataya yer vermiyor maalesef. affediciliği yok. kurallar katı her şey hiyerarşi ve hayatta kalma üzerine. sen bir hayvana insan muamelesi yapıyorsun onun iç güdüsündeki vahşiliği yok sayıyorsun ve acı bir sonla yitip gidiyorsun. ne diyeceğimi bilemiyorum. var olan uykum da kaçtı bu süreçten sonra. beynimin içinde canlanıyor o sesler, yalvarmalar, çığlıklar. erkek arkadaşı canlı canlı yenirken kaçıp gitmek yerine onu kurtarmaya çalışan 6 dakika boyunca mücadele eden kadının hikayesi bile beni derinden etkiledi. bu cesareti ben kendimde göremiyorum toplumdan izole edilip sevgiyi vahşi hayvanların içinde aramak bana göre değil. sanırım en büyük hayal kırıklığını adamımız ayının ona saldırmasıyla yaşıyor diye hissettim. ihanete uğramak gibi.


    (patlak fermuar - 10 Ocak 2012 03:24)

  • comment image

    doğadakinden çok şehirdeki hayatın acımasızlığını anlatıyor bu belgesel. bu kadar tatlı bir adamı hayata küstürebilen bir dünya.

    belgesel boyunca treadwell'in hayvanlara olan sevgisini izliyormuşuz gibi görünse de aslında insanlara karşı duyduğu siteme tanıklık ediyoruz. dikkatli baktığımızda treadwell'in her anını paylaştığı kamerasının hayvanlardan daha önce geldiğini farkediyoruz. bunun asıl nedeni de yalnızlığını giderme ihtiyacı. izlemeye devam ettikçe treadwell'in sık sık hayvanlara bile sitem ettiğini görüyoruz:

    "hayvan arkadaşlarıma aşığım, hayvan arkadaşlarıma aşığım, hayvan arkadaşlarıma aşığım! onları delicesine seviyorum ama onlar bunun farkında bile değiller, ki bu çok kötü."

    kendisini aralarına almadıklarından dert yanıyor treadwell. ayıya dönüşme isteğinin temelinde yatan da bu aslında. kabul görme isteği. çünkü onlardan biri olmadıkça asla tamamen kabul görmeyeceğinin o da farkında ve bu durum onu bir hayli üzüyor.

    bunun en güzel özetini christopher mccandless yapmıştı zamanında: happiness is only real when shared.


    (jc denton - 11 Şubat 2012 16:56)

  • comment image

    filmi, belgeseli artık neyse çok olmadı izleyeli ve hala kötü sona rağmen timoti başgan'a imrenmekten kendimi alıkoyamıyorum. sadece vahşi doğada iki tilkiyle el ense olmasından ya da her anında o devasa ayılarla mutlu olmasından değil, dünya'ya kazık çakmak yerine hayatı pahasına bir tercih yapabildiği, son anına kadar tutkuyla buna inandığı için. evet belki, o elim anda aklında ne iyi bir şey yaptım diye geçmiyordu ama adanmış bir yaşamı yaşadı. film boyunca o kadar çok onlar için ölebileceğini söylüyor ki; belki yapımcının, yönetmenin her kimse artık isteyerek veya istemeyerek tek yaptığı doğru şey bu; tercihini yapmış bir insanı izlediğimizi biliyoruz. bu yüzden belki de ağızda bıraktığı tat, sadece acı değil.

    http://www.youtube.com/watch?v=wud_zglcpyo


    (baal - 30 Haziran 2012 17:57)

  • comment image

    timothy treadwell'ı çağın vebası olan sevgisizlik bu hale getirdi. kendini sevdirmek, kabul ettirmek ve ispatlamak için de ilgi çekmesi gerekti. filmde "daha önce bir hayatım bile yoktu oysa şimdi var" diyor. ilgi çekmek ile sevilmemenin, kendini değersiz hissetmenin arasında doğrudan bir bağlantı vardır. ilgi çekmek uğruna neler yapılmıyor ki? görüyoruz hepsini. bundan, çevremizde erdemsiz, kalitesiz ruhlu, içerikten maneviyattan yoksun sürüyle insan olduğu ortaya çıkar. sevilmek, kabul edilmek her insanın tatmin edilmesi gereken en önemli manevi ihtiyaçlarındandır. her ne kadar yüksek yaradılışlılar buna pek ihtiyaç duymasalar da. timoty, insanları ve onların toplumunu sevmiyordu, o yüzden doğaya sığındı denebilir ama bana bu pek inandırıcı gelmiyor. bence o topluma kendini bir şekilde kabul ettiremediği için insanları sevmiyordu. fakat kendisi normal biri de değildi. sigortalı bir işe girip emekli oluncaya kadar çalışamazdı. belki de belgeselde bahsedilen filme girebilseydi ayılardan ve doğadan hiç düşünmeden vazgeçecekti. son gönderdiği mektubu okuyan kadından öğrendiğimize göre "belki yaşarken yaratamadığım farkı ölerek yaratabilirim" demekte. son mektubunu bu hissiyatla yazan birinden bahsediyoruz. öyle bir egosu var ki kendinden bahsedilmesi için kendinden vazgeçmeyi bile düşünüyor. amacına ulaştığı da belli zaten. ölmeseydi hiç kimse ondan bugünkü gibi bahsediyor olmayacaktı.

    filmde birkaç yerde birden "ölümü hissedebilyorum, ellerimde ölümü hissediyorum" diyor. grizzly labirenti adını verdiği bu çok teklikeli ve ona yabancı olan ayıların olduğu bölgede çadırını yanlış yere kurduğunu itiraf ediyor. normalde çadırını çevresinde hiçbir şeyin olmadığı bir yere kurması gerekiyormuş ki ayılar onu fark edebilsin. ama o kendi deyimiyle son çadırını böyle bir yere kurmamıştı. başka bir sahne de ise bir ayı sudan çıkarken soyunup onun hemen yanında suya giriyor. orada ayının saldırma kararı almasıyla ölmesi aynı anda olabilirdi. tabi bunu suyun hemen ötesinde kurmuş olduğu kamera da kaydedecekti. sanki son yolculuğuna ölmek için çıkmıştı. onun doğa ve ayılarla ilgisi dolaylı idi. asıl amacı kendisini ispatlamaktı. bunun için de en tehlikeli hayvanlardan olan ayıları seçti. fakat hakkını yemek istemem onun karakterinin öteki parçası o kadar da bencil değildi bence. yağmur yağmadığı için ayılar açlıktan birbirlerini yemekteydi ve kendisi belgeseli izleyenlerin de gördüğü üzere hayvanlar için neredeyse ağlayarak dua ediyordu. bir tilkiyi evcilleştirmişti ve tilk yaklaşık 10 yıldır bir köpek gibi onu takip ediyordu. ama timoty'nin öteki tarafı daha baskındı. timoty'den kameralarını evinde bırakmasını isteyemezdiniz. çünkü kameraların çektikleri sayesinde kendini başka insanlara sevdirip kabul ettirmişti, dolayısıyla da egosu bu şekilde tatmin oluyordu. o doğada veya ayılarla kameralar olmadan yaşamazdı. bu açıdan bakıldığında christopher mccandless hepsinden daha samimi gelir bana. timoty gibi birkaç tane daha insan biliyorum. bunlardan bir tanesi austin james stevens'dır. (bkz: austin james stevens/@air canada) bu enteyde bahsettiğim gibi bu adam yılanların yer altındaki inine sürünerek girip çekip yaptı. başka bir yerde de sırtlanların inine girdi. hepsini de kameralar ile kaydetti. o da timoty gibi bütün bu atraksiyonları kamerasız kesinlikle yapmazdı. bu adamlara steve irwinı da dahil edebiliriz. timoty treadwell ayılara, austin james stevens yılanlara, steve irwin de timsahlara aşık olduklarını söylüyorlar ama bahsettikleri pek dolaysız bir aşk değil bana göre.


    (air canada - 13 Eylül 2012 00:41)

  • comment image

    --- spoiler ---

    timothy treadwell adina biraz haksizlik kokan elestiriler okudum. belki de filmin ta en basinda kendisinin olmus oldugunu bildigimden fazla dramatik yaklastim bilemiyorum.

    kendisinin tamamiyle hastalik derecesinde karakter arayisi olmustur. gec de olsa bu arayisi en sonunda kesfetmistir. ayilar bu yalniz adama bir yasam, bir karakter getirmistir. gorunen o ki tercihleri ve hayatinin son 13 yilini ayirdigi bu olagandisi seruven, kimi zaman inanilmaz derecede celiskilerle doludur.

    tim hayatinin son 13 yilinda her ne yapmissa yapsin,bunlarin kesinlikle ve kesinlikle populer olma cabasi olmadigini dusunuyorum. kendisinin dunyasinda ayilar bambaska, o kadar ki onlari insanlarin yerine koymus. bir sahnede iki ayi kavga ederken onlari izliyor kavga bittikten sonra da ayilarla konusmaya gidiyor. evet orada kamera aciktir. ancak ben inaniyorum ki orada kamera olmasaydi da kendisi gidip ayilarla birebir konusurdu. bence bu da onu farkli yapandir. evet kendisi yalniz bir adamdir, aradigini da dogada bulmustur hepsi bu. sovdan uzak oldugunun en buyuk ipucu da yapmis oldugu (en az) 13 kampin sadece son 5'ini kameraya almis olmasidir.

    dedigim gibi dramatik bir yasam, aci ancak beklenilen bir son. boyle bir sonun elbet bir sekilde gerceklesecek olmasi kendisinin dunyasinda imkansizdir ama en basta yaptigi kamp yeri tercihlerinin giderek daha tehlikeli boyutlara ulasmasi bu sonun ipuclarini verir. tim eger orada feci sekilde olmemis olsaydi, ileriki kamp tercihlerinin cok daha ciddi tehlikeler barindiran yerlerde olacagida da supriz olmazdi.

    ---
    spoiler ---


    (kocavezir - 20 Kasım 2012 19:59)

  • comment image

    orjinal footage ve adamimiz oldukca enteresan. insana dokunan pek cok tarafi mevcut. beri yandan, werner herzog bu yaptigindan sonra insan olarak gozumde bitti. kimse kusura bakmasin ama elindeki malzemeye ancak bu kadar cig yaklasilabilir. sinema, belgesel, teknik, taktik olarak demiyorum. mevcut yuzlerce saatlik cekimden dogru duzgun bir anlatim cikartmayi basarmis netekim. kendini isin icine soktugu yerler ise farkli. battikca batiyor. aha aylar gecmis durup dururken aklima geldi.

    timothy'i yargiladigi yerler ve ozellikle olum aninin orjinal ses kaydini dinleyip (su an timothy'nin arkadasi mi kuzeni mi oyle bir yakininin elinde) acilen yoketmesini soyledigi yerler... aman allahim! sen ne kadar ucuz artistlik pesinde, cig bir insanmissin werner. surekli bir dogru yolu gosterme ihtiyaci, diger yandan tarafsizligini belirtme ikiyuzlulugu... nereden dahil oldugu belli olmayan bir projede, kendinden once yasanmis olaylarin uzerine, tanimadigi ve buyuk ihtimal ile akil sagligi yerinde olmayan bir adam uzerinden prim yapma cabasi... izlerken utandim.

    izleyiciyi su hayatta gorup gorebilecegi en enteresan kisiliklerden biri olan grizzly man ile basbasa birakamamis. kendi sikici kisiligini ve kohnemis personasini isin icine katmadan edememis. yazik.


    (kontra - 4 Şubat 2013 02:44)

  • comment image

    --- spoiler ---
    belgeselden ziyade dram filmi diyebiliriz.

    herkesin dediği gibi adam çok yalnız orası kesin. ama bir kaç entry'de bahsedildiği gibi masum bir insanı kendisiyle beraber ölüme götürdüğünü düşünmüyorum. o kadını kimse zorla orda tutmuyordu.. ha korkusu yüzünden belki geri gelebilse tekrar gitmezdi ama aralarında kimbilir nasıl bir bağ vardı ki o korktuğu ayılara rağmen orada kalmayı tercih etmiş kadın.

    yalnız timothy abimizin tilki şapkasını çaldığında hayvanın peşinden koşarken ettiği laflar düşündürmedi değil, baya alenen ''o kaçtığın yer yuvanızsa dinamitle patlatıcam onu!'' diye haykırıyor adam. sonra milli park'ın yöneticileri için küfür ederek kendisini kaybettiği kısım.. adamın bir öfke sorunu olduğu ortada, belki de bu yüzden aslında kontrolün tamamen ayıların elinde bulunduğu o alanı kendisi için kurtarıcı olarak görüyor. medeniyette baş edemediği savaşları, orada, ayıların kurallarının geçtiği yerde aslında çoktan kaybetmiş ama sıfırdan temiz bir sayfayla başlayarak kendisini teslim etme ihtiyacı duyuyor.

    bir de yağmur yağmayıp balıkların gelmemesi sebebiyle ayılar aç kalınca çadırın içindeki yakarmalarında biraz kendisi adına korku da var bence. ayılardan birisinin açlıktan yavrularını yediğini söylerken bir yandan o kadar acıkan ayıların kendisine de saldırmasına az kaldığını biliyor.

    yalnız yönetmen ve dış ses olan werner amcamızın mevzuya bu kadar rengini belli ederek bakması üzücü olmuş gerçekten. o sondaki ''ben aslında ayıların gözünde hiç iletişim belirtisi göremiyorum'' kısmı tamam ama filmin genelinde timothy için ''ya bu adam deli bişeydi işte, kimse de dur demedi adama, salak kendisini geberttirdi.'' havası sezinleniyor.

    werner amca istese duygusal müzikler döşeyerek timothy'i bize kahraman gibi de gösterebilirdi, ''ah yazık vah yazık adam da nasıl bok yoluna ölmüş yaaa..'' dedirtebilirdi. zira bize çoook az bir kısmını gösterse de (nehir kenarında timothy abinin ''bu ayılar beni anlamıyor'' başlıklı kısa ağlaması) 100 küsur saatlik çekimlerde timothy'nin kamerayı arkadaş olarak gördüğü düşünülürse eminim abinin duygusallaştığı çok daha fazla görüntü vardır. onun yerine abiyi olduğu gibi, zayıflıkları, kompleksleri ve sıkıntılarıyla göstermeyi tercih etmiş.

    velhasıl kelam başka bir yazarın da dediği gibi belgeselden öte reality show tadında bir film. belgesel diyemeyiz çünkü werner amca da timothy abi de ayılara dair pek bir bilgi vermemişler filmde (iki ayının kavgası sırasında ayılardan birini kafakola alan ikinci ayının durup sıçması ilginç bir görüntüydü ama cidden). o kısmı da bir acayip, sen 13 sene boyunca her yaz aynı mekana git, kayıtlar yap, elle tutulur bişey olmasın. gerçi bütün çekimleri görmedik tabii, belki de vardır. (filmin bir yerinde de diyordu sanırım zaten)

    öyleyken böyle. bence kendisini izleten bir yapım olmuş. başka işlerini izlemedim ama werner amcayı takibime alıyorum şimdilik.

    ---
    spoiler ---


    (cakancakmak - 16 Mart 2013 07:14)

  • comment image

    werner herzog'un 2005 yapimi belgesel filmi. timothy treadwell isimli kendisine insanlarin degil de ayilarin dunyasini habitati secmis bir garip amerikalinin hikayesini anlatan belgesel, treadwell'in alaska'da 13 yaz boyunca cektigi 100 den fazla saat filmin herzog'un eline gecmesi ile proje ortaya cikmis. herzog'un elinin degdigi herseye kalbi de bir o kadar degdigi icin cok samimi bir film olmus, hayli dusundurucu ve de komik.


    (lawn wrangler - 24 Ağustos 2005 04:20)

  • comment image

    ayilardan, dogadan, kustan bocekten de onemlisi, basit ihtiyaclarini gidermis modern insanin hayatina anlam bulmak icin ne manyakliklar yapabilecegini gosteren bir belgesel.

    rahmetli (spoiler degil bu, basindan biliyoruz adamin en son kampinda oldugunu) uzun bir sure kimlik bunalimi yasiyor, kendini uyusturucuya veriyor filan, o siralarda bir sekilde bu ayilara merak sarinca hayatini buna adiyor. kendine bir amac bulamadigi insanlarin dunyasindan giderek uzaklasip, resmen bir ayi olmak, ayi gibi yasamak istiyor. bunun icin her sene pilini pirtini toplayip, girmenin yasak oldugu dogal rezervlerde * ayilarla beraber aylarca araliksiz kamp yapiyor. tabii ki silah falan yok yaninda, bu konuda cok kati.

    fakat bu hayvan sevgisi ve ayi metamorfozu dusu, giderek bir delusion halini aliyor ve adamcagiz kendini en sonunda ayilarin koruyucusu, ormanin ruhu filan ilan etmeye basliyor. hatta durup dururken federal hukumete kufur etmeye basladigi ve bunu 10 dakika surdurdugu bir bolum var ki adamin ruhsal dengesizligini acik secik one cikariyor.

    kendi kafasinda kurdugu ve kendine bir misyon yukledigi dunyasinda, o ayilarla dost ve aralarinda bir sevgi bagi var ama gercekte ayi dedigin boyle insani duygulari ayni yogunlukta ve cesitlilikte yasayabilecek bir varlik degil. belgeseli hazirlayan ve narrate eden adamin da cok guzel yakaladigi gibi, ayilarin kayitsizligini ve dogal hayatin acimasizligini oyle siddetli bir algida secicilikle yorumluyor ki, adama sempati duymaktan ziyade aciyorsunuz. zaten aksi halde, yani bu algida secicilige sahip olmasa, hayatini uzerine insa ettigi temellerin saniyesinde yikildigini gorup, kendini tekrar uyusturucuya suna buna verecekmis gibi bir havasi var.

    fakat tabii insan, kendini hissetigi gibi olur tarzi geyiklerin de acikca patlak verdigi bir suru yer var; yani her ne kadar boyle ayiyim edebiyati yapsa da yeri geldiginde celiskileriyle yuzlesiyor, icindeki korku ortaya cikiyor, bir takim bariyerleri asamiyor.

    simdi bu ayilarla birlikte yasamasinin nasil olup da ayilara yarar sagladigini ben de anlamadim. kampta olmadigi zaman okullara gidip bedava verdigi dersleri ayri tutuyorum ama ayilarla beraber yasamasi, yarardan ziyade zarar getiriyor belgeselde de bahsedildigi gibi. buna alisan ayilar, kacak avlanan insanlardan da kacmiyorlar, patir patir avlaniyorlar. ama iste insan kendini bir kez boyle acayip hayallere inandirdi mi, rasyonel dusuncenin sinirlari disinda kaliyor tamamen.

    evrimsel acidan bakildiginda bir insanin basina gelebilecek en korkunc olum sekliyle yuzlesiyor, canli canli yeniyor. daha da kotusu kendi kadar deli olmayan kiz arkadasinin da akibeti ayni oluyor. kapagi kapali kameralar olayin sesini kaydetmisler ama cok moral bozucu oldugu icin dinletilmiyor.

    her ne kadar tasvip etmesem de, ister istemez uzuldum adam icin film boyunca. olumune sebep olabilecek ayilarin dahi vurulmasina karsi olan bir adamin bu vasiyetinin bile yerine getirilmemis olmasi da ayrica uzucuydu. en kotusu de, tum hayati boyunca inandigi degerleri, kuraklik neticesi ac kalmis bir ayinin temsil ettigi doganin karsi konulmaz kayitsizligiyla bulusunca, o son dakikalarinda yasamis oldugu muhtemel muthis hayalkirikligi. belki bir ihtimal o andaki olum korkusu ve adrenalin baskiniyla bu hayalkirikligini duyacak zaman bulamadi. insallah oyle olmustur.


    (immanuel tolstoyevski - 21 Mart 2006 14:23)

  • comment image

    nedense geçtiğimiz sene gözden kaçmış, hakettiği değeri görmemiş bir belgesel film. hayatını sinemaya adamış bir yarı deli(yarı dahi)nin*, hayatını ayılara adamış kendince aktivist bir yarı deliyi* anlatması kısaca. filmi etkileyici kılan en büyük unsur, izlediklerimizin timothy treadwell'in kamerasından yansıması elbette. biz bu adamın öleceğini filmin başında biliyoruz, izlediklerimiz de o sona doğru nasıl gittiğini resmediyor adeta. zaman zaman ayıları filme alırken sesini duyuyor, zaman zaman da kamera karşısına geçip tutkulu tiradlar atmasını izliyoruz treadwell'in. ayılarla birlikte yaşarken kamerası devamlı açıkmış, bu yüzden herzog'un eline geçen materyal oldukça şişkinmiş ama herzog sihirli sinema duygusunu bu filmi kurgularken ve dış ses olarak seslendirme yaparken eksik etmemiş ve en başında izleyiciyi içine çeken bir film çıkmış ortaya.

    çok etkileyici anlar var, anlatıp filmin içine etmek istemediğim, ama benim için en etkileyicisi treadwell'in ve kız arkadaşının ayılar tarafından parçalanırken kameranın kaydettiği ses kaydını herzog'un dinlediği ve sonra treadwell'in arkadaşına "bu kasedi yok et, sakın dinleme" dediği andı. elbette biz de bu sesleri duymuyoruz, herzog daha sonra yaptığı açıklamada bunu filme koymayı bir an bile düşünmediğini, kameranın kapağının kapalı olmasının ve görüntü alınamamasının da iyi olduğunu söylemiş zaten.

    tutkunun farklı anlamları farklı açılımları var elbet ama hayvan sevgisinin varacağı en yüksek noktayı, bir tür tutkuyu resmeden en başarılı filmlerden biri bu. bir gorillas in the mist naifliğinde değil, daha sert, daha acımasız, daha içten, çünkü bu gerçek.


    (gebura - 28 Mart 2006 00:34)

  • comment image

    iyi film, guzel film, ilginc film kabul. lakin roportajlarin kimisi, misal woody allen'in zelig'inden daha az belgesele benziyor. rahatsiz edici bir tarafsizliktan ve dogalliktan uzaklasma goze carpiyor. belki herzog'dan treadwell'in teknigine bir selamdir, bilemem. zira treadwell de doga belgeseli cekerken alisilmadik sekilde dogaya mudahale ediyor.


    (genetikci - 28 Mayıs 2006 03:58)

Yorum Kaynak Link : grizzly man