Kıskançlık / 11
Oyuncular
  • "vivaldi, antonio vivaldi... hiç sevmem.-fikret kuşkan'ın bu sözleri sarfettiğinde gözlerinin buğulanması adamın amına koyar. hakettiği ilgiyi görememiş çağan ırmak filmi."
  • "çağan ırmak'ın babam ve oğlum ve ıssız adam'dan kat be kat iyi filmi. salya sümüğe sarmadan sorgu filmi. etkisinden kolay kolay kurtulamazsınız.(bkz: ben olsaydım)"
  • "tam olarak karşılığı olmasa da "there is something about mary"nin intikamını almak için yabancı sinemalarda "ah mustafa vah mustafa" adıyla gösterime girmesini beklediğim film"
  • "atatürkün hayatı diye gittiğim film.. çıka çıka ne çıktı.."
  • "taksicilerin izlemesinin sakıncalı olacağı film.. artik dakka başı ani fren yapar dururlar.."
  • "hani deriz ya "biz niye böyle filmler yapamıyoruz" diye işte o cümledeki 'böyle film'lerdendir bu film. harikadır. türk sinemasının yüz akıdır."
  • "insanın hayata bakış açısı ve geçmişin kirli çamaşırlarına dair hoş seyirlik. - abi biliyor musun bu yaptığına adam kaçırmak denir...- diyooooosuuuun. adaaaam mısın laaaaan seen!!!"




Facebook Yorumları
  • comment image

    birçok benzerinde olduğu gibi, yine eğitimli kadını tamamen boş (eğitimsiz, kaba, kültürsüz ?) birine aşık etmeye cesaret edemeyen film.
    evet, kadın hayatının mükemmelliğinden, maddi imkanlarının cilasından sıkılmıştır, artık içinde bulunduğu elit ve yapay ortamların gönülden parçası olamamaktadır."öz" olanı aramaya başlar, saf olanı, en temel insani özellikleri arar etrafında. sonra ne olur? işte o saf, daha düşük sosyokültürel düzeyde ama yakışıklı adam onu cezbeder. nedeni belki sadece hayvani dürtülerdir; -bunun lisans derecesine ihtiyacı yok- , belki de olduğu gibi olmaktan rahatsız olmayan sıradan insan samimiyetidir. ama işte bir türlü yetinilemez bu basitlikle. hep o mide bulandırıcı ama vardır. o adam gerçekten basit bırakılamaz. taksici de olsa kara cahil değildir. yeri geldiğinde kadın-erkek ilişkilerinde felsefi açılımlar yapabilir, taksiciyiz diye hiç mi okumayız aabi, diye de elit olana ayara verir mutlaka. aynı muhabbet bıçak sırtı'nda da mide bulandırmıştı; -ne tesadüf- yine nejat işler'in oynadığı karakter aristokrat nisan hanımı kendine aşık etmiş bir marangozdu, ama marangoz diyip geçecek miydiniz? tabii ki hayır; marangozdu ama sartre alıntıları yapabilen bir marangozdu. şoförlüğünü yaptığı çocuğu beklerken ayakta kitap okuduğu gösterilirdi inceden. sadece türkler de yapmadı bunu; ilk aklıma gelen ally mc beal hanımefendi misal. boston'da çıkmadık kariyer sahibi adam bırakmayan ally kızımız, gün gelir devran döner son sezonda evine tamire gelen tesisatçıya aşık olur. adam yakışıklı (bkz: jon bon jovi), biraz küstah ve kabadır. ama heyhaat, birkaç bölüm sonra öğreniriz ki, yine bu aşkı affettiren bir detay vardır; adam üniversite mezunu, bohem evinde yağlı boya resim yapan bir entellektüeldir aslında ama bir şekilde bu işi seçmiştir. tezat yaratmak lazım ya...
    aşka bir kulp bulma çabasından başka bir şey değil bu tavır aslında, kırıyormuş gibi yapıp yine o bilindik denklik şartını kıramamak. elit kadını alt sınıftan birine aşık etmeye kıyamamak, inceden verilen "o da boş değil" mesajıyla o aşkı da makul(?) nedenlerle yüceltmeye(?) çalışmak...


    (sinek kucuktur ama besleyicidir - 11 Ocak 2009 18:49)

  • comment image

    ben bu filmi izlediğimde 16 yaşımdaydım. bunun yanında bir de kelebek etkisini izlemiştim. sonra 8 yıldır görmediğim annemi aradım, biliyordum çünkü bir derdim vardı. sonrasında ne mi oldu?
    annemle geçen 3 yıl..
    yeni bir okul, yeni bir isim, yeni bir yaşam
    mükemmel bir üvey baba,
    insanların edebime adabıma hayran kalışları...-ki bunun sebebinin sonradan onlarda bu eksikliğin olması durumu olduğunu anladım-
    doktorun annemin karnından çıkartıp avuçlarıma bıraktığı bir bebek
    ve daha 40ı çıkmadan babamın dönmezsen üniversiteye gidemezsin tehditleri..
    tüm bunların üzerinden 3 yıl geçti. ve ben kendimi bir gün mustafa'nın yerinde bulacağıma inanıyorum. daha şimdiden ona olduğu gibi herkes bana yalan söylüyor, ve daha şimdiden ben en zor anlarımda hep o şarkıyı söylüyorum ; erbarme dich,
    mein gott, um meiner zähren willen
    merhamet tanrım, merhamet gözyaşlarıma !


    (exist is pretty - 5 Temmuz 2011 00:40)

  • comment image

    ilk kez 2006 yılında izlediğimde çok sevmiştim. dün akşam izleyince de yine çok sevdim ve etkilendim...
    mükemmeliyetçiliğin sonunun "idare edilmek" olduğunu çok güzel bir şekilde gösteriyor bence...
    sen inandıklarının mutlak doğru olduğunu düşünürsün, insanları tanımadan kategorileştirir, hor görürsün... insanlar işini kaybetmemek için, bir nedenle çok sevdiği için(anne), uymayalım şu deliye demek için(yemekteki arkadaşlar) ses çıkarmaz sana, gerçekleri söylemez, hatalısın demez. idare eder seni... çok acı ama idare eder... sen de kurduğun idealar dünyasında aslında tek başına yaşarsın. samimiyetle sana yaptığının yanlış olduğunu söyleyecek, ya da söyleyemediği gerçekleri söyleyecek insan olmaz ya da böyle insanlar varsa sen onlara bunu söyleme imkanı tanımazsın. bu şekilde kendi kurduğun küçük idealar dünyasında tek başına yaşarsın...

    --- spoiler ---

    filmin senaryosu bence çok orjinaldi. oyunculuklar da güzeldi. ancak senaryo biraz daha işlenebilirdi bence. ceren'in mustafa'dan uzaklaşması ve aldatmasının sebepleri yeterince işlenmemiş bence.
    filmlerde en çok takıldığım nokta yapaylıklar ve klişe olmasına rağmen başındaki sit-com aile gösterisi dışında hiçbir replik ve sahne yapay gelmedi bana açıkçası. benim bokum kokmaz lafı bile yapmacık gelmedi bana. mustafa üstünde çok doğal durmuş bence. öyle bir insan çünkü mustafa.

    ---
    spoiler ---

    edit : spoiler


    (baz etkisi - 28 Ağustos 2011 14:55)

  • comment image

    türk filmleri arasında "çok güzel" kıstasını alabilecek filmlerden biridir benim için mustafa hakkında herşey. senaryosundaki ilginçlik ve müthiş oyunculuk sanırım filmi bu kadar enteresan yapan. hani öyle bir senaryo ki böyle sanki klişeymiş de ufak tefek süper ayrıntılar sayesinde klişelerden kurtulurmuş gibi.

    --- spoiler ---
    filmin bana göre 5 ana karakteri var. öncelikle tabi ki mustafa karakterinde fikret kuşkan. "anlatılmaz, yaşanır" gibi bir karakter adeta. fikret'in *tabiriyle hayatı tıkırında, yediği önünde yemediği arkasında, harika bir işi olan, harika *bir evliliği olan mustafa aslında hayatta en çok aldatılan adam olduğunu fark ediyor filmin başında. mükemmeliyetçi biri, biraz da obsesif. hayatta hep bir misyon adamı olmaya çalışmış ve gerek işinde gerekse ailesinde her şeyin tıkır tıkır işlediği bir tarz benimsemiş. ama yalnız! kendini o kadar mükemmelleştirmiş ki o hatasız hayatı bile sıradanlaşmış. fikret kuşkan gibi bir oyuncunun sanki oyuncu karakterine göre yazılmış hikaye. çünkü en serseri halinde bile * * o bozulmamış türkçesiyle tanırdık biz onu.

    ceren karakteri ise *sevgisi uğruna hatalı bir evlilik yapan kadını temsil ediyor. mutsuz, isteksiz bir evlilik, kocasına aşık olmasına rağmen bir türlü o lüks ve mükemmel hayata oturamamış bir kadın. onu fikret'e iten de bu oluyor. ormanda veya eski bir yatakta sevişmek, simit çay yapmak gibi. mustafa'nın mükemmeliyetçi hayatındansa fikret'in "fakir ama doğal" hayatı gözünü boyuyor resmen. filmin iki yüzlü karakteri. hem kocasına aşık, tüm olumsuzluklara rağmen evliliğine sadık, çocuğuna hasta bir anne, hem de kaçamak aşk yaşayan bir kadın. fikret'i de sevmiyor, yani sex yapmak değil asıl amacı, onunla dertlerini konuşmak, ona açılmak. tıpkı bir arkadaş gibi.

    mustafa'nın annesi *ise özürlü oğlunu küçük oğlu öldürmüş, kocası kaçmış, ama süper akıllı bir kadın. yoklukta çocuğunu büyütmüş, dertlerini içine içine akıtmış bir anne. herhalde bir annenin isteyeceği en son şey çocuklarından birinin diğerini öldürmesidir. bunu bile aşmış kadın zamanla. filmde eskiyi temsil ediyor.

    ve fikret... nejat işler aynı barda'daki "egzoz selim" gibi rolünün tüm gerekliliğini vermiş filme. ne eksik ne fazla. fikret, büyük ihtimal lise mezunu, taksici, hayatta büyük bir gayesi olmayan bir kişi. başta ceren'i fuckbuddy olarak düşünse de yavaş yavaş ona aşık olmuş bir kişi. bana göre filmdeki en temiz kişilik. hiç bir kötülük yok istediklerinde. yalnızca mutlu olmak istiyor. ceren'e o kadar aşık ki onu mutlu etmek için elinden geleni yapıyor. elbette imkansız aşk olduğunu biliyor ve o anı yaşıyor. ceren'le mutlu anları seviyor. filmin sonunda ceren'in mezarına gitmesi, yemin etmesi falan sözünün eri biri olduğunu göstermesi... nejat işler adeta içine işlemiş karakterin.

    son karakter ise karaktersizliğiyle filme entegre olmuş mustafa'nın babası. ulan şerefsiz zaten gemiye mi gidiyorsun tırcımısın ne boksan ailenin başında yoksun, karın özürlü çocuğuna bakmak için kıçını yırtıyor. oturduğu yerde okusana gazeteni. sırf çocuğu özürlü doğuduğu için evden kaçmış yersen. pezevenk herif, hiç giderken o küçük mustafa'yı düşünmedin mi? filmde hiç replik sahibi olmadan filmin ana temasına işlemiş bir karakter işte. mustafa'nın belki de hayatına şekil vermiş kişilik.

    son olarak; kapari ne abi?
    ---
    spoiler ---

    ara ara açıp izlerim, her defasında bana sanki hayatla ilgili bilgiler verir gibi. mustafa'nın çaresizliği, fikret'in doğallığı ve ceren'in kevaşeliği belki de filmi güzel yapan tarafı.
    editto: imla & mana


    (3yasindanbericakoyumben - 8 Şubat 2012 03:50)

  • comment image

    basarili bir film olmus. ancak bu hislerimde disi cinse ait olmamin ve fikret kuskan ile nejat islerin filmde birarada olmasinin ne kadar etkisi var bilemiyorum. kisacasi guzel olmus guzel...
    nejat isleri sivil gormek icin bile gidilir*


    (pembe japon baligi - 20 Mart 2004 01:31)

  • comment image

    taksicilerin izlemesinin sakıncalı olacağı film.. artik dakka başı ani fren yapar dururlar..


    (godot - 23 Mart 2004 12:45)

  • comment image

    hani deriz ya "biz niye böyle filmler yapamıyoruz" diye işte o cümledeki 'böyle film'lerdendir bu film. harikadır. türk sinemasının yüz akıdır.


    (whatababy - 29 Ocak 2014 18:02)

  • comment image

    her seferinde 'bu filmi yapan adam ıssız adam'ı nasıl yapabilir lan?' isyanlarına sebebiyet veren film.

    --- spoiler ---

    mustafa'nın koşu bandı ve ekmeğe zeytin ezmesi sürme sahnesi filmin en efsane sahnesidir.

    ---
    spoiler ---

    başrole hasta kız yazar notu: fikret kuşkan karizmayla boyun doğru orantılı olmadığının kanıtıdır.


    (prinkipodelisi - 9 Mart 2014 03:30)

  • comment image

    gişe yapmasından on sene sonra izlediğim; mükemmel bir hayatın bir anda tepetaklak olması hakkında, zeki ve aşırı kontrollü bir adamın yaşadığı tek bir olay sonucu kafayı yeme hikayesini anlatan film. son söyleyeceğimi ilk başta söyleyip, en çok beğendiğim birkaç türk filminden biri olduğunu itiraf etmeliyim. bu diyarlarda efsaneleştirilen gemide, ağır roman gibi filmlerden pek de bir eksiği olmayıp bunun yanında teknik olarak artıları olan, konu ve tarz olarak farklı olsa da genel kalite olarak tabutta rövaşata ayarında bir film olarak görüyorum ben bunu. konunun derinliği, anlatılmak istenen nokta, karakter analizi gibi şeyleri atlayıp, film hakkındaki güzel ayrıntılar ve hoş repliklerden bir demet sunmak istiyorum şimdi:

    --- spoiler ---

    filmin en can alıcı kısımları, iki adamın evde konuştukları olduğu için alıntıların çoğu da bu kısımdan olacak.

    > mustafa fikret'i mahallede kaçırdığı sırada fikret ellerini kaldırıp ilerlerken mustafa "indir lan ellerini. kovboy filmi mi çekiyoruz burada" diyerek klişelere güzel bir gönderme yapılıyor.

    > hemen ardındaki sahnede arabada giderlerken fikret "aşk olsun be abi, bizde yalan olmaz" deyince mustafa'nın* öyle bir bakışı var ki, "bana kimler ne yalanlar söyledi" diye haykırıyor adeta. aynı bakışı, göl evine gittiklerinde mustafa fikret'e "bana yalan söylemeye kalkarsan hemen anlarım. karımı çok iyi tanırım çünkü" dedikten sonra nejat işler'in şaşkın bakışına karşılık da atıyor fikret kuşkan.

    > mustafa göl evinden iş yerine telefon açtığında; göl evinde arkada fikret sandalyeye bağlı bir şekilde tutsak rölünde, ajansta ise iş arkadaşının arkasında kafeste bir köpek var tutsak olarak.

    > stanley kubrick yapsa öve öve bitiremeyeceğimiz bir ayrıntıyla devam etmek istiyorum. mustafa, fikret'i sandalyeye bağlayıp markete çıkıyor. çıkarken de fikret'i, onun için kazdığı çukura* doğru konumlandırıyor ki fikret kendi mezarını izleyip acı çeksin. fakat o konumdan çukuru görmek zor olsa gerek ki, fikret'in sandalyesini bir yığın kitabın üzerine oturtuyor. bu bir saniyelik ayrıntıdan "kitap okumak ufkumuzu genişletir", "mustafa, fikret'in cahilliğini yüzüne vurmak istiyor", "tıpkı 'cehalet mutluluktur' sözünün anlattığı gibi, kitaplar bize kötü sonumuzu* gösterebilir" fikirlerinden size uyan istediğinizi çıkarabilirsiniz.

    > fikret'in mustafa'ya bu aldatmayı anlatmaya ilk başladığı anlarından bir repliği: "sen bi sebep arıyon dimi? ille de bi sebep... kafanın içinde dönüyor: 'neden? neden?' sana bişiy diyim mi beyim? nedeni yok. kadın da aldatır erkek de. öyledir işte bu işler. bu kadar da basittir aslında. birbirini beğenirsin, sonra da gider sevişirsin. karın senden intikam mintikam almadı. eğer neden ararsan, binlerce yıllık insanlık tarihine bakıver. nedeni yok."

    > fikret ile ceren'in ilk sevişmesinden sonra fikret tek seferde iki sigara birden yakıyor ve birini ceren'e veriyor. ağır roman'daki bu tarz ayrıntıları övüyorsak, sırf aralarında 8 yıllık fark var diye bunu da boş geçmemeliyiz.

    > ceren'in fikret ile buluşmalarından birinde boğaz kıyısında simit yerken "öğrenciliğimden beri ilk defa yiyorum" demesi aslında mustafa'dan o kadar da farklı olmadığını, ya da belki de git gide mustafa'ya benziyor olduğunu gösteren bir ayrıntı.

    > mustafa ile ceren'in düğün gecesi yataktaki ilk öpücükten sonra mustafa'nın kalkıp dişlerini fırçalaması onun bir soğukluğu olarak lanse ediliyor da... o gerekli bişey be şimdi. yapmayınca da "türk erkeği pis" oluyor.*

    > "kapari ne abi?" - guy ritchie'nin yönettiği bir filmde buna aşağıdan yaklaşan replikler sayfalarca övülüyorsa bunun da o kadar övgüyü görmesi lazım.

    > "bana abi deme" lafından sonraki bir sahnede fikret'in mustafa'ya gene abi dedikten sonra "haa, abi demiyorduk değil mi?" demesi ve filmin sonuna kadar da abi demeye devam etmesi... enfes.

    > mustafa'nın abisini önce sokakta bir yerde ve sonra karabasan olarak gördüğü sahneler de enfes yönetmenlik hünerleri.

    > kazanın olduğu an dinlenen şarkının (ceren, bunun mustafa'nın en sevdiği şarkı olduğunu söylemişti) hangisi olduğunu bulmaya çalışırken mustafa'nın heyecanlanması ve sonunda "hangisiydi be fikret?" diyerek adama ismiyle hitap etmesi, mustafa'nın ne kadar da ben merkezci olduğunu gösteriyor tüm çıplaklığıyla. hikaye boyunca fikret'i itin götüne sokuyor; ama konu mustafa'nın favori şarkısını bulmaya, "ceren mustafa'nın favori şarkısını biliyor mu?" sorusuna gelince mustafa'nın nasıl da aciz bir şekilde fikret'i adam yerine koyduğu çok etkileyici. zaten mustafa'nın arabasının plakasının 34 mst 91 olması da bunun başka bir göstergesi.

    > "geçmiş sen nasıl hatırlamak istersen öyledir bazen."

    > son olarak da film hakkında genel bir yorumda bulunacağım ve bir açıdan da eleştireceğim böylece filmi. filmin genelinde net birer iyi karakter ve kötü karakter olmaması, insanların sebeplerinin olduğu gerçeği üzerinde durulması güzel bir özellik. ancak mustafa'nın olay olmadan önce ılımlı, sıcak, iyi aile babası olarak sunulurken, fikret'in anlattıklarından sonra soğuk, kibirli, aşırı kontrolcü imajında çizilmesi; ve bu imajın, mutsuz evliliğe ve dolayısıyla ceren'in bir ihanet arayışına sebep olarak gösterilmesi pek hoşuma gitmedi. halbuki olay fikret'in önceden de söylediği gibi; "nedeni yok".

    ---
    spoiler ---


    (long live rock n roll - 27 Nisan 2014 23:36)

  • comment image

    şu saatten sonra hakkında ne yazsam boş dedirten film. gişede pek bir başarı elde edememiş, eleştirmenlerden fazla ilgi görmemiş, köşe yazarlarının "hadi patlatalım şu yeşilçamı" gazından faydalanamamış bir film. sözlükte ise garip bir durum oluşmuş. hemen hiçbirimiz diyememişiz güzel olmuş diye. bir yeri öven hemen başka tarafı yermeye girişmiş. belki afişin köşesinde ki ans ye bir tepki bu belki de gelmiş geçmiş en popüler dizinin (hatırladıkmı. asmalı şey. evet bende izlemiyorum canım gözüm takıldı geçen.) yönetmeni çağan ırmak 'a biz küçük burjuvadan bir uyarı. neyse ki mor ve ötesi henüz o kadar meşhur değildi o zaman yoksa bi darbede ordan yiycekti zavallı film. burdan hergün küfrediyoruz popüler kültüre. o kadar inanmışızki farklılığımıza hepimiz aynı olup çıkmışız. sosu olmuşuz tiksindiğimiz şeylerin. sen devam et yoluna çağan abi. nasılsa dışardan birileri farkettiğinde seni bizde bağrımıza basarız.


    (mavi kush - 1 Mart 2005 05:24)

  • comment image

    insanın hayata bakış açısı ve geçmişin kirli çamaşırlarına dair hoş seyirlik.

    --- spoiler ---
    - abi biliyor musun bu yaptığına adam kaçırmak denir...
    - diyooooosuuuun. adaaaam mısın laaaaan seen!!!
    ---
    spoiler ---


    (apoptosis - 28 Nisan 2005 17:14)

  • comment image

    bayan şoför terörünü gözler önüne seren bir türk filmi.
    şimdi bir kaza sahnesi var. ceren hanım sen nasıl olur da bir virajda dönüş yapan tıra carpabiliyorsun, hadi carptın 2. vitesde giderken niye ölüyorsun,hadi öldün "bu mustafanın en sevdiği şarkı" diyerek niye artislik yapıyorsun. sonra ormandaki sollama sahnesi; burda da bayanımız bir türlü yol vermiyor, delikanlı fikret abimiz hafif diklenince de hemen polise gidiyor tombik teyzemiz.
    lakin kesinlikle beğendiğimiz bir filmdir bu. gereksiz diyaloglar var evet. ama iyi diyaloglar da var. türk filmlerine olan önyargıyı kesinlikle kırmak gerek. yabancı film olsa de niroyla pacino yine döktürmüşler şekerim diyecekler, fikret kuşkan ile nejat işler karsılıklı döktürüyorlar şeklindeki yorumlarını niye esirgiyorlar?
    ayriyeten son yıllarda ilk defa, güldürmeyen gerilim sahnelerine sahip bir turk filmi var karsımızda. şahsen mustafanın abisi sikti attı beni.


    (mightypirate - 15 Mayıs 2005 02:49)

  • comment image

    senaryodan, sinemasallıktan bağımsız olarak bazı enstantaneler nedeniyle fikret karakterine karşı fütursuzca sempati duymama neden olmuş filmdir. misal;

    --- spoiler ---

    1)rehin alınmış, kafasına silah dayanmış fikret'in aldatılan kocaya orman macerasını anlattıktan sonraki surat ifadesi muhteşemdir. o ne muhteşem bir tıyniyetsizliktir.
    2)fikret nam bu ulu insan ayrıca, kendisine "bir daha gorüşmeyeceğiz, benim bana tapan bir kocam, muhteşem bir cocugum ve 9 yıllık bir evliliğim var*" diyen kadına "iste zaten sen de bu yuzden arayacaksın" demiştir. bu nasıl bir özgüvendir.
    3)"ceren'e de soracaktım soramadım, abi kapari ne" repliği zaten kendisinin kopuk karakterini ortaya koymaktadır. ulan adam öldürecem diyor, sen hala kaparidesin, makarnadasın
    4) film boyunca surdurdugu "abi, abi" yavsaklığını mustafa'nın tetiği çekmekten vazgeçmesi akabinde "mustafa abim bea" diye bagırarak zirveye taşımıştır. bu hal, tutum ve davranışlarıyla "her yola geleceği" imajı çizen fikret herseye ragmen "ceren beni sevdiğini söyledi mi?" sorusuna sırf ibnelik olsun diye hayır diyerek gerektiğinde işi inada bindireceğini de göstermiştir.
    5)"yeter, yeter lan karı koca ömrümü siktiniz" şeklinde psikopata bağladığı sahnede fikret'ten bagımsız olarak nejat işler'e saygı duymamı sağlamıştır. hollywood halt etsindir.
    6)fikret dinlemeyi bilen bir insandır. ayrıca basına olmadık dertler acan kadının mezarına gitmeyi gene de ihmal etmeyen delikanlı bir kişiliktir.
    7)ayrıntıları goren hayatı yaşayan fikret kendi mezarı başında ateş böceği görünce sevinebilmiş, ölmeden önceki belki de son makarnasından keyif almayı bilmiştir.

    ---
    spoiler ---


    (mayapan - 21 Şubat 2006 04:49)

  • comment image

    --- spoiler ---
    'düşündüm de,aşkın verdiği mutluluğu evlilik hayatı boyunca sürdürmek mümkün olsaydı,cennet yeryüzünde olurdu. bunun mümkün olmakla beraber pek uygulanmadığını biliyoruz. fakat siz ikiniz,herkesin yapamadığı bu örnek davranışı sergileyecek donanıma sahipsiniz. erkeklerin genellikle kadınlardan daha az vefalı oldukları ve mutluluğun kaynağı olan aşktan daha çabuk usandıkları görülür. kadın,uzaktan erkeğin vefasızlığını keşfeder ve endişeye kapılır. bunu şöyle ifade edebiliriz,kadınların mizaçları hafif olduğundan ve genellikle iltifatlara rağbet ettiklerinden,kocasından bu iltifatların kesildiğini gören kadın,erkeğe olan saygısını çabuk kaybeder. bu şekilde aralarındaki sevgi bağı zedelenir. bazı durumlarda kadın isteklerinin fazlalığından dolayı erkeği bıktırdığından, o da kadına olan sevgi ve saygısını yitirir. bu durum sürdüğü müddetçe ne kadar uğraş verseler de aşkın verdiği mutluluğu yakalayamazlar.'(246:rousseau)

    mustafa'nın belgeseline hoşgeldiniz,mutlu bir aile tablosuyla başlıyor çağan ırmak'ın etkileyici filmi. dubleks bir ev,büyük ekran bir televizyon,rahat koltuklar, karısını ve çocuğunu kollarının altına almış gerinen bir aile babası...

    'tanrılara kurbanlar gerekir ki tanrı kalabilsinler.'

    düzgün bir traş,göz alıcı bir takım elbise, etkileyici ve iş bitirici bir üslüp... işte mustafa tüm varlığıyla toplantıda; o kadar çabuk sonlandırabiliyor ki iş arkadaşının hayatını, o kadar acımasız halde ki... baloncuklar beliriyor kafamda içlerinde 'neden?' olan.

    've bir telefon...'

    dubleks evindeki rahat koltuğundan eşinin cesedini gördüğü morga.. hayat o kadar sınırlarda seyredebilir ki sen de sınırlarda yaşamaya gösteriyorsan özeni, eşinle öpüşürken dişlerine gösterdiğin özen gibi.. 'özen' o zaman yıkıcı olabilir derinden derine...senin gösterdiğin özen dönebilir sana 'sır tutmadaki özen' olarak...

    'hayatıma nasıl girdiniz? siz kimsiniz?'

    evladının yaralanma haberini alan acılı bir anne sadece,eşini koluna takmış hastane koridorlarında geziniyor,oğlunun yattığı odayı soruyor. mustafa'nın 'özenden çıkmış' nefreti bu masum anayı buluyor anında,daha evvel de masum insanların canını yakmamış mıydın mustafa? makarnana nasıl bir sos arzu edersin?

    'dünya yalan söylüyor'

    baba bir kamyon şöförü,annesi cahil bir köylü ve anasının biricik yavrusu mustafa.. o kapıda neyin nesi? yoksa senin korkularına mı açılıyor çocuğum? her karanlıkta, her yatağa uzanışında onun ardındakini mi görüyorsun mustafa? bunca sene kendine söylediğin yalanlar sence insanların sana söylediklerinden daha mı masumdu? dubleks bir evde koltuğuna yayıldığında kaçacağını mı sandın? baban gibi insanları aşaladığında babanı mı cezalandırıyordun? annen sence o mektupları sana 'yalan' olsun diye mi yazıyordu,babandan senin şu anda ettiğinden daha fazla nefret ederken..

    'sit-com ailesi'

    rousseau'nun feministleri celallendiren şaheserinde açıkça belirttiği durum burda da sarih bir şekilde karşımızda: ceren mustafayı herzaman çok sevmiş bir eş,mustafa da ona son derece aşık.. evliliğin ürünü güzel bir velet de var ortada.. herşey ne kadar da yolunda gözüküyor aslında..

    'kırmızı kazak'

    sevginin varoluşu ve zedelenişine dair ifade edilen şeyler,mustafa'nın ailesinde de kendini o mutlu tablonun ardından gösteriyor.. restoranda verdiği hayat dersi,iş hayatında geçen günlerle birlikte artan hırsı,kendini dağın kralı zannetmesi,sevişirken bile korumak istediği imajı ve karısına artık bunca şeyin ardında hissettiremediği aşkı.. bu hissizlik ceren'de başlatıyor soru işaretlerini.mustafa'nın geçmişten kalan hesapları ceren'in aldığı kırmızı kazağın her örgüsüne karışıyor.. ceren alırken biliyor onun bunu bir kenara atacağını; artık ona ulaşamadığını...

    'hey taksi!'

    belki aklında yok böyle birşey,sadece 'öylesine sürdürüp gözünü kestirdiği bir yerde taksiyi durduran,parasını verip inen bir müşteri' hanımkızımız.. gözü yaşlı müşteri kendisini dikiz aynasından hayranlıkla süzen taksici gence sığınıyor bu seferde; tıpkı yarım saat öncesinde taksiyi bir kaçış yolu olarak gördüğü gibi yaşaran gözlerini silecek bu genci de buluyor taksinin sürücü koltuğunda. anlatamadıklarını anlatıyor ona,genelde mustafa'dan konuşuyor,korkularını dışa vuruyor. ihtiyacı olan da zaten bu.

    'taksinin penceresinden'

    her taksicinin sahip olduğu gibi sıradan bir hayat,hani hollywood filmlerinde ya bir kiralık katilin yoldaşı olurlar, ya da fransız filmlerinde son teknolojinin ürünü modifikasyonlarla yolların canavarı haline gelirler.. aslında yurdumun taksicisinin de pek de sıradan bir hayatı yoktur başta söylediğimin aksine,göz altlarına biriken karaların dibinde, o uykusuz gecelerde öyle şeyler saklıdır ki 'gerçekliğin dehşeti' şişirilmiş hollywood filmlerini de,fransız mutfağından çıkmış 'absurde' koşuşturmacaları da geride bırakır.. genç taksicimiz halinden memnun güzel müşterisine sahip olduğunu sanarken.. ceren'in mustafa'ya olan aşkına önem vermiyor gözüküyor. kendi mezarının başında bile inkar edecek kadar takmış olsa ceren'in sevgisine, mustafa'ya gram huzur vermeyecek kadar takmış... belki de kendi aşkına küfür edemeyecek kadar cesur bir taksici bu... 'onu' öylece dinlemeyi ne kadar da çok seviyordu,narin vücudunda tekrar hissetmişti parmaklarını. çocuğunun olması,dokuz yıllık evliliği,eşine beslediği duygular önemli değildi onun için... ne de olsa böyle hususlarda alan-satan memmuniyet dengesi iyi kuruluyor değil mi? kamyonun altına girene kadar herkes razı... derken 'ailevi bir susurluk' çıkıyor karşımıza iki kahramanıyla, mustafamımızın hesabını göreceği...

    'sen bilirsin deyince kavga çıkmazmış...'

    bir evladının kaybıyla sarsılmış,diğer evladına ise 'suçlama' dışında bir duyguyla bakmaya çalışırken yorulan bir anne. ne yaptığını bildiği halde, bu birşey değiştirmiyor onun için, rousseau'nun dediği gibi: '... onları büyütürken sabra,şefkate,gayrete,'hiçbirşeyin' kıramadığı bir sevgiye sahip olması lüzumludur;fakat tüm aileyi devamlı bir birlik içinde yaşatabilmek için ihtiyaç duyduğu şefkat ve kuvvet kadının içindedir;birilerinin ona annelik görevinin kutsallığını hatırlatmasına gerek duymaz. eğer kadın çocuk yetiştirmeyi bir üstünlük olarak görmeseydi insan nesli çoktan sönmüş olurdu. anne ayrıca çocukların birbirleriyle ve babalarıyla olan iletişimlerini de düzenlemek gibi bir görevi de üstlenir.' ünlü yazarın birkaç yüzyıl evvel gözlemledikleri mustafa'nın ailesinde de gözüküyor,annenin kutsallığı da bir kez daha ortaya çıkıyor... özürlü evladına bakacak bir dirayet,kocasının kaçışını çocuğuna yansıtmama düşüncesi,katil olan evladını bağrına basabilme gücü ve yıllar sonra bile aynı evladından yediği zılgıtlarda dahi koruduğu sabrı... mustafa'nın annesi iyice bir düşününce 'sen bilirsin' diyen bizim annemiz...

    'sen hiç ateş böceği gördün mü?'

    aylarca oynayan bir tiyatro oyunu... tiyatro kelimesinin yaptığı ilk çağrışım, ben ilkokuldayken babamla gittiğimiz ilk iki( aynı zamanda son iki...) oyun oluyor hep ama isimler silinmiş,konu,oyuncular da aynı kaderi paylaşmış geçen yıllarla hafızamda... kalan şimdi hayal meyal hatırladığım bir-iki köstüm ve oldum olası hoşuma giden loş ışığın gizemi salonları aydınlatan... ve taksicimiz mezarının başında şimdi, madem orman ora, efendi senin aklın nerdeydi de bunca sene görmedin o böcekleri? ''abi ne kadar da güzeller değil mi?''( hani 'abi' demeyecektin?) taksicimizle beraber farkına varıyor mustafa o zamana kadar kafasının loş ışığın aydınlatmaya yetmediği bir tarafına ittiklerini... hayat dünün pişmanlıklarıyla,gelecek kaygılarıyla geçerken; yavrusu da büyürken tüm bunların arasında,sit-comların karşısında;anlıyor ateş böceklerini görmenin ne kadar önemli olduğunu. ihaneti kaldırmanın gereğini ve 'dağın kralı' olmanın anlamsızlığını nefesin-sesin kırlara inmedikten sonra...

    ateş böceklerini seyretmeyi geri kalan herşeye değişmek çok mu 'polyannacılık' oluyor bilmem; ama insanın evladının gülüşüne tanık olması,annesinin sıcak ellerini tutması,eşinin mis kokulu saçlarını koklaması gibi bazı anlar var ki daha mühim şeyle var diyen varsa beri gelsin hemen.. gel gör ki biz de tam bunları ıskalıyoruz nedense...

    unutma ki mustafa her musibet zaten baktığın şeyleri görmene yardım eden bir ışık gibidir,loşken aydınlanan bir oda gibi olur hayat o zaman... bir kabus gibi gözükse de rüyadan uyandırır onlar insanı... onlar sahneden indirip hayatı daha gerçekçi bir yere koyar...
    ---
    spoiler ---


    (starcrossed - 27 Nisan 2006 17:11)

Yorum Kaynak Link : mustafa hakkında herşey