Waterfront (~ Gynaikes tou limaniou) ' Filminin Konusu : Waterfront is a movie starring Robert Newton, Kathleen Harrison, and Avis Scott. A good-for-nothing sailor walks out on his young family leaving them to fend for themselves in the Liverpool slums. They make a go of their lives and...
The Long Arm(1956)(7,2-480)
Ring of Spies(1964)(7,1-121)
Never Let Go(1960)(7,1-942)
The Small World of Sammy Lee(1964)(7,1-246)
The Reckoning(1970)(7,0-301)
Barnacle Bill(1957)(7,0-770)
Do You Know This Voice?(1964)(6,9-138)
The Ship That Died of Shame(1956)(6,8-335)
Jet Storm(1959)(6,5-219)
Jamaica Inn(1939)(6,4-7797)
No Trees in the Street(1959)(6,1-110)
sanirim bu aralar turkiye'yi ya da turkiye'de olma fikrini ozledigimden dolayi bu filmi cuneyt arkin'in basrol oynadigi bir filme ya da filmlere benzettim durdum.marlon brando'nun karizmasi ve oyunculugu tartisilmaz, ama yine de onu cikartip senaryoyu hic degistirmeden bize uygulayinca;---bir nevi spoiler--fakir ve guzel kiz hulya'nin abisi fabrika sahibinin adamlari tarafindan oldurulmustur. kemal de bu isin bir parcasidir, dusunmeden hayatini akisina birakmistir. hulya abisinin katillerini bulmaya and icmistir, ona destek kasabanin genc kaymakamindan gelir, olaylarin uzerine giderler. kemal hulya'ya vurulmustur bir kere, icinde oldurdugu iyi kemal ortaya cikmistir, kokusmus sisteme karsi cikmaya karar verir, mahkemeye gider. kemal'in abisi faruk patrondan gelen tehditlere dayanamaz, ve kemal'i ikna etmeye calisir, aksi takdirde her seyin kotu olacagindan bahseder. kemal ise iclenmistir, elleri paltosunun cebinde uzaklara bakar " anlamiyorsun abi. guzel bir hayatim olabilirdi. sevdigim kadin ve iki cocuk her aksam sicak yemekle beni ufak evimizde bekleyebilirdi. oysa simdi sistemin bir parcasi oldum, nalet olsun." ........-bir nevi spoiler--
(suti - 6 Ekim 2009 17:08)
daha evvel kitabını okumuştum. "ne kitabı hacı? yemişler seni :) yok kitabı mitabı" demeyin var. belli ki filmden sonra yazılmış. her neyse kitabı beğenmiştim. filmini bir kaç gün evvel izledim yeniden. hazır taze aklımdayken diye...filmin yönetmeni elia kazan*, kim bu elia kazan? kayserili, bizden biri diyeceğim ama o daha 4 yaşındayken, ailesi birinci dünya savaşından hemen önce göçmüşler abd'ye. adam azimli, yetenekli. yetiştirmiş kendisini ve süper filmler çekmiş. mesela ihtiras tramvayı, viva zapata, -benim favorim olan- cennetin doğusu vs... tabi rıhtımlar üzerinde de [on the waterfront] bu büyük, güzel filmlerden biridir ama hikayesi diğerlerinden ayrılır...bilenler bilir, 1950'li yılların başında mccarthy döneminde "komünist avı"diye bir olaylar silsilesi var. soğuk savaşın paranoyası ve tabi korku imparatorluğunun gazıyla sürekli anti-komünist faaliyetler var. tabi amerikan devletine yapılan en ufak eleştiriler bile komünistlikle "suçlanmaya" sebep oluyordu. işte bu dönemde sinema sektöründe de komünist avına çıkılmış, pek çok yönetmen, yapımcı, oyuncu vs... sorgulanmıştır. konunun burada bizi ilgilendiren kısmı elia kazan'ın bu sohbetlerde arkadaşlarıyla ilgili bilgiler verdiği iddiasıdır. elia*'nın pek çok arkadaşını ispiyonlandığı söylenir. yine hatırlayanlar bilecektir. bundan 10 yıl kadar evvel oscar ödül törenlerinde "yaşam boyu onur ödülü"nü aldığında salonun yarısı ayakta alkışlamış diğer yarısı ise protesto etmişti. aklımda kalan iki isim var, bunlar yaşanırken. elia'yı ayakta alkışlayanlar arasında "sağcı" ve "militarist" olmasıyla bilinen kurt russell varken, protesto edenler arasında "solcu" ve "muhalif" olarak sean pean vardı...şimdi diyeceksiniz "birader, mevzu rıhtımlar üzerine. ne demeye bunları yazıyorsun?" hemen yanıtlayayım. bu film elia kazan için "günah çıkarma"dır. solun "s"sinden tırsılan, "ben ekmeğime bakarım arkadaş! sağ sol boş işler bunlar" diyenlerin çoğaldığı bir dönemde sendikalaşmayla ilgili, ezilen tersane işçileriyle ilgili film yapmanın mantığı budur! ve elia kazan, bu filmle mesaj vermiştir kendince dosta düşmana! "ben kimseyi satmadım!" tabi inanan inanmış, inanmayan inanmamıştır. ama bir gerçek var; film, hakikaten de çok güzel. aradan 55 yıl geçmiş ve hala güncelliğini ve güzelliğini koruyor film. (bkz: tuzla tersanelerinde işçi ölümleri) marlon*, rocky balboa tipli "saf ama temiz" boksör tiplemesi olan terry malloy'u güzel canlandırmış. lee j. cobb zaten büyük oyuncu, hakkıyla oynamış kötü adamı. edie karakterini canlandıran eva marie saint ise scarlett johansson'ın 50'lerde versiyonu gibi geldi bana. scarlett*'i acayip benzettim kendisine.
(darth maul - 5 Nisan 2010 18:42)
12 angry men'deki en kizgin amcanin kotu kalpli patronu oynadigi guzel bir sinema eseri. sadece me$hur "contender speech" sahnesine dair 20 dakikalik bir mini bir belgesel vardir vardir dvdsinde.*. divxlenmesi $arttir.
(flagg - 22 Ocak 2003 09:12)
pek kimse bahsetmemiş ama bu filmden en çok etkilenen zannımca sylvester stallone'dir. rocky balboa ile terry malloy (marlon brando) karakterleri bir çok açıdan birbirlerine benziyorlar. konuşma tarzları (hatta sakız çiğnemeleri), yaptıkları kirli işler vs.
(futur na mevcud - 21 Ağustos 2012 00:55)
afişini ilk olarak lisedeyken battal abinin mekanında gördüğüm film. adam tostçuydu ama duvarlarında "on the waterfront", "viva zapata" gibi kült filmlerin afişleri vardı. enteresandı. mekan, çapa aöl'ün karşısında şehremini lisesinin olduğu sokaktaydı.
(nihavent uvertur - 12 Ekim 2012 08:53)
zoe kazan bir röportajında "onu eleştiriyorlar, ama bir empati yapsınlar. o dönemler zor dönemlerdi. film çekmek, bir filmi kotarmak giderek zorlaşmaktaydı. sen olsan ne yapardın o zaman?" diyerek dedesini savunmuştu. elia kazan'ın ihaneti sanırım hollywood'ta en çok konuşulan ve bilinen olaylardan bir tanesi. yıl oldu 2013, hala bu konu hakkında konuşuluyor ve bu gayet normal bir şey. kimileri zoe kazan gibi "başka seçeneği yoktu. ya tanıdığı komünistlerin adlarını verecekti, ya da onu o yapan sinemayı bırakacaktı. asıl kızılması gereken kişiler onları birbirlerine düşürenlerdir" şeklinde kazan'ı savunurken kimileri de "ne olursa olsun arkadaşlarına ihanet etmemeliydi" demişti. bu olaydan yıllar sonra oscar onur ödülünü aldığında oradaki sinemacıların bazıları ayağa kalkıp onu alkışlarken bazıları sert bakışlarla yerlerinde oturmaya devam ettiler, yıllar yıllar önce işlediği bu günah yüzünden kendisinden nefret ettiler. öncelikle ilk taşı günahsız birisi atmalı. "davaya, arkadaşlarına ihanet ettin" diyenlerin kaçı kazan'ın durumuna düşseler arkadaşlarını satmayıp sinemadan (ödül törenlerinden, yemeklerden, zenginlikten, kadınlardan) vazgeçmeyi tercih edecekler acaba? zoe kazan'ın dediği gibi zor dönemlerdi o dönemler. tabi ki doğrusu arkadaşlarını satmamaktı. ne yazık ki kazan yanlışı tercih etti, baskılara dayanamadı ve arkadaşlarını ifşa etti. bu olaydan sonra haliyle çokça eleştirildi. o da kendisini temize çıkarmak için on the waterfront'u çekti. filmin merkezine kendisi gibi arkadaşlarına ihanet eden bir adamı yerleştiriyor ve onun hikayesini anlatıyor. güçlü bir film şüphesiz. lakin verdiği mesajlar da pek iyi değil. kapitalizmi öve öve bitirememesi, kiliseyi yüceltmesi filmden çok şey alıp götürüyor. kazan ihanetinden sonra çektiği bu filminde de devlete yaranmaya çalışıyor. devleti hiçbir şekilde eleştirmiyor, onun yerine sendikaları eleştiriyor. gelelim ayrıntılara. kapitalizme toz kondurmuyor dedik. nereden anlıyoruz bunu? sendikayı yöneten gangster bozuntusuna finalde ders veriliyor. aslında hapse atılması gerekirken atılmıyor, ama pençeleri sökülüyor. en ufak bir suç işlemesi halinde hapsi boylayacak duruma geliyor. bu yüzden silahları alıp kasaya atıyor. sonrasında da işçilerin maskarası oluyor. eden cezasını buluyor. ama onun yerini bir başkası alıyor, başka bir patron alıyor onun yerini. değişen hiçbir şey yok yani. kapitalizm işçileri tüketmeye, onları sömürmeye devam edecek. işçilerin hiçbir şey kazanmadan tersaneye girmelerinden sonra kamera rahibin yüzünü gösteriyor. rahip gülümsüyor, yönetmen kapitalizmi eleştirmemiş, tam tersine kapitalizmin işlemeye devam edişini mutlu son olarak resmetmiş. asıl takıldığım nokta işçileri finalde mutlu göstermesi. lakin hiçbir kazançları olmadı dava sonrasında. yani gene üç beş kuruşa çalışacaklar, gene ezilecekler, gene hor görülecekler, gene tekmeyi yiyecekler. buna rağmen yönetmenin bir mutlu son havası yaratması birilerine yaranmaya çalıştığı izlenimini yaratıyor. sonrasında zaten oscarları götürüyor. o oscarlar arkadaşlarına ihanet ettiği için mi teslim edildi, yoksa hak ettiği için mi, bilemeyeceğiz. güçlü bir film on the waterfront. ama bazı şeyleri yansıtmaması veya yanlış yansıtması, yanlış şeyleri doğru göstermesi filmin değerini azaltıyor kanımca. kitlenin davranışları ise hakikaten çok enteresan. johnny dayak yerken hiçbir şey yapmıyorlar, sonra bir şey yapmaya yelteniyorlar ama devamını getirmiyorlar. sonra "johnny yoksa biz de yokuz" diyorlar ama bu olaylardan önce johnny yanlarına geldiğinde patrona ihanet ettiği için ona düşmanca bakıyorlar. birlik olup onları ezene karşı çıkamıyorlar, birer birer yok edilmeyi bekliyorlar. aralarından iki kişi öldürülmesine rağmen bir şey yapmamaları enteresan. kısacası işçilerin yansıtılmalarında da sorunlar var.
(sherlock holmes 90 - 7 Şubat 2013 23:09)
elia kazan ın sendikalardaki çürümeyi konu alan 1954 yapımı filmi. kazan'ın 50 lerdeki komunist avında arkadaşlarını ispilediği için kendini aklama gereği duymuş, ve politik bir açıklama olarak bu filmi yapmıştır. filmin tek başarısız yönü de yönetmeni aklama misyonunu pek yerine getirememiş olması olsa gerek. olsundur, hollywood da filme bayılmış, oscarları dayamıştır. marlon brandoda en iyi performanslarından birini göstermiş ve "contender speech" (taksi sahnesi) ile tarihe geçmiştir.
(amandine - 18 Nisan 2001 13:56)
filmin 'komünist avının' hemen ardından çekilmesi elia kazan’ın kendini aklama çabasını da beraberinde getirir. terry malloy karakterinin elia kazan olduğu söylenegelir. film bireysel kurtuluşu esas alarak, örgütlülüğün karşısına bireyi koyarak, işçi sınıfının dinamiklerini göz ardı ettiği varken tüm sınıfı mesih bekleyen bir kitleye indirgeyerek elia kazan’dan beklenen bir sonuç ortaya çıkarıyor. yönetmenin ahvalini özetler nitelikte. mesajı, işçilerin haksızlık karşısındaki tutumlarındaki sessizlik, ikonik birey figürü, işçilerin temsil edildiği sendikanın çürümüşlüğü, sendika dayatmalarına karşı sessiz kalışları bilinçli bir kazan cinliği. brando diye bir gerçek var orası ayrı.
(iste oyle bir sey - 14 Ağustos 2013 01:47)
1954 yılında elia kazanın yönettiği , başrollerde marlon brando , karl malden, lee j. cobb vardır. başrolü frank sinatraya vermek istemiştir yapımcılar ilkin. kazan senaryoyu yazması için arthur millera yaklaşmaya çalışmıştır , fakat miller kazanın kendisini devlete ispiyonladığını düşünerek bunu reddetmiştir. türkiyede adam gibi vcd/dvd si mevcut değildir. en son bundan bir kaç yıl önce trtde vermişlerdi. terry malloy un kardeşiyle yaptığı konuşma sizi düşündürür , hüzünlendirir.marlon brando tabiki harikalar yaratır bu sahnede. t.m. ; you dont understand. i coulda had class. i coulda been a contender. i coulda been somebody charley, instead of a bum, which is what i am, lets face it. im a bum. it was you, charley.
(duzcean dragon - 24 Mayıs 2004 01:31)
brando'nun ününü artıran film.elia kazan'ın akademi nezdinde prestij kazandığı film.metot oyunculuğunun örneklendiği film.yer yer belgeselci bir yaklaşımın egemen olduğu film.elia kazan'ın günah çıkardığı film.ama... ama... aynı zamanda:radikal sinema eleştirmenlerinin elia kazan'ı yerin dibine sokmasına vesile olan filmdir. bu minvalde roland barthes'ın film üzerine kısa kritiği metis'ten çıkan çağdaş söylenler adlı kitaptan okunabilir.edit: güncelleme
(hanging rock - 27 Ağustos 2014 19:05)
Yorum Kaynak Link : on the waterfront