Kelebegin Rüyasi (~ Syn motyla) ' Filminin Konusu : Yılmaz Erdoğan’ın, “Aşk en güzel bahanesidir şiirin” dediği Kelebeğin Rüyası’nda aşk, şiirin de hayatın da başrolünü üstleniyor. Film, şairlerin altın çağı olan yıllarda, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde adım adım gelişen bir aşkı anlatıyor. Filmde Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat, çok iyi iki dost olan şairler Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur'u canlandırıyor. Kelebeğin Rüyası filmi, 2014 yılında Türkiye'nin En İyi Yabancı Film dalında adayı olarak seçildi. İlk önce 2013 Şubat ayında gösterime giren film, aynı yılın Ekim ayında tekrar izleyicilerle buluştu.
Ödüller :
Vizontele(2001)(8,0-33568)
Kaybedenler Kulübü(2011)(7,7-18075)
Av Mevsimi(2010)(7,5-26360)
Unutursam Fisilda(2014)(7,5-6454)
Organize Isler(2005)(7,4-31755)
Ask Tesadüfleri Sever(2011)(7,3-15470)
Bi Küçük Eylül Meselesi(2014)(7,2-9524)
Eksi Elmalar(2016)(7,1-4236)
Issiz Adam(2008)(6,8-16556)
Incir Reçeli(2011)(6,6-10374)
Vizontele Tuuba(0)(6,5-14974)
Neseli Hayat(2009)(6,1-5851)
Best Art Direction
Best Cinematography
Best Soundtrack
SIYAD Turkish Film Critics Association Award : "Best Actor"
SIYAD Turkish Film Critics Association Award : "Best Supporting Actress"
bir tao hikayesi. kısaca şöyledir:chuang tzu rüyasında bir kelebek olduğunu görür. uyandığında ise kendisini rüyasında kelebek olduğunu gören chuang tzu mu, yoksa rüyasında chuang tzu olduğunu gören bir kelebek mi olduğuna karar veremez.
(alp turac - 15 Ocak 2003 14:10)
fragmanda görebildiğimiz kadarıyla sağlam bir görüntü yönetmenliği ve metin var. dillendiriliyor mu bilmiyorum fakat hedef oscar (belki oscar adaylığına inilmiştir). yapılan tercihler iddialı ve ilginç. zira bu toprakların sinemasından farklı bir kadraj sunulduğu, seçildiği kesin. biraz batı avrupa sineması ve amerikan sineması kokuyor. perdede görmek lazım tabi...son olarak, bir filmde yönetmen ve oyuncu olunabilir. aynı anda doktor, matematikçi ve fizikçi olunabilir... her şeye ezberci ve minimalist yaklaşmaya gerek yok. "adam hem onu hem bunu nasıl yapsın ki?!"bir yeni-dünya dayatmasıdır. sinemada ikisinin gerçekleşebileceğine dair güzel bir örnek vardır: annie hall(aslında çok örnek vardır da...). he örnek olmasa yapılamaz mı? yapılır elbet...
(cenabettincerrah - 16 Ocak 2013 10:38)
görüntü yönetmeni, gökhan tiryaki'dir. zaten ne zaman bir türk filminin görüntü yönetmenini merak etsem, karşıma bu isim çıkıyor.(bkz: iklimler)(bkz: üç maymun)(bkz: bir zamanlar anadolu'da)(bkz: vavien)(bkz: ıssız adam)(bkz: zincirbozan)
(baykus - 16 Ocak 2013 12:08)
the shawshank redemption taklidi gibi duran film. ikisinde de başrolde iki erkek var.
(jiyuu - 17 Ocak 2013 02:27)
"dur benim kariya da bir rol vereyim bari"yonetmen.
(gec - 17 Ocak 2013 05:23)
"tüm dünya savaşırken bu kadar güzel olmak bla bla.." diye bir cümlenin maşallah bir güzel bir güzel, adeta kart kadın güzeli belçim bilgin için kurulduğu film. hele ki aynı kadroda ağız genişliği gayet yerinde, gayet kadınsı bir güzelliğe sahip, maskulen olmayan, ufak tefek, ve kesinlikle 40 numara ayakkabı giyen kadın gibi bir hali olmayan farah zeynep abdullah varken o iltifatları tam zıttı bir kişican için yazmak sanırım göze haşince çöken katarakt çarpı 27 derece miyopluk filan gerektiriyor.he canım he, karın çok güzel.
(isolde - 25 Ocak 2013 00:07)
yılmaz erdoğan'a samimi bir tavsiyede bulunmak istiyorum. tabii benim tavsiyemin hiç umurunda olmayacağı aşikar ama söylemeden duramayacağım. neden belçim bilgin? neden onda ısrar ediyorsun abicim? yahu bırak, oynayamıyor işte eşin. çoğu oyuncuya nasip olmayacak, kaliteli filmlerde, iyi oyuncularla kaç projede yer aldırdın eşine. ama olmuyor işte, yapamıyor kadın. geliştiremiyor kendisini. daha ne kadar iyi filmin içerisine sokup gelişmesini bekleyeceksin. hayır bi de başrole koymuş ya.. şu kelebeğin rüyası ne güzel bi film olabilecekken sırf belçim bilgin yüzünden insanların kafasında soru işareti oluşturuyor. herkes "bu kadın oraya olmamış ki yea" diye düşünüyor. evet, hoş kadın. ama bu ekranda ondan çok daha güzelleri var. oyunculuğuyla döktürse, eyvallah diyeceğiz. ama berrak tüzünataç bile oyunculuk babında belçim bilgin'den iyi ya. vazgeç artık sevgili yılmaz erdoğan. belçim bilgin üzerindeki bu ısrarın gittikçe iticileşiyor. hayır anlamıyorum ki, neden bu kadar ısrar. herkes oyuncu olmak zorunda değil ki. nihai tanım olarak; belçim bilgin'e rağmen izlemeye çalışacağım filmdir kelebeğin rüyası. "allaam başka birini bulamamış mı şu role yaa" diye diye hayıflanarak izleyeceğim muhtemelen. ama kıvanç tatlıtuğ'un performansını çok merak ediyorum açıkçası. bi de fragmandan gördüğümüz kadarıyla filmin havası insanı meraklandırıyor. fragmanı izlerken benim de aklıma jules et jim geldi direk olarak. hele o bisiklet sahnesi.. biraz da the notebook havası sezmedim değil. ama şunun şurasında zaten bütün holivud filmleri de birbirine benziyor. bu filme de o hakkı verelim azcık. ama yeaa niye belçim bilgin yeaa, niyee?!
(mimwish black - 16 Şubat 2013 14:01)
kaybedenler klubunun anti tezi.. sikisgen serseri erkeklerin orospu kizlarin kazandigi gunumuzde, dokunmadan sevmek gibi deyimleri yasayanlarin gercek hikayesi..cok agladim filmde.. rontgeni gordukten sonra bogazima oturan yumru gitmedi.. kisaca ajitasyondan uzak bi film.. zira ajitasyon abarti hisler uyandirmak icin kullanilir.. bu film gercek bi dram.. senin gibi adaletsiz dunyanin amina koyayim ben..
(semrin - 23 Şubat 2013 00:44)
şiir değdiği yeri güzelleştirir.yılmaz erdoğan yazdığı şiir kitaplarıyla, şiiri halkın ayağına getirmişti. edebiyat kitaplarından öğrenilen mehmet akif ersoy, arif nihat asya, yahya kemal beyatlı şiirleri dışında insanların şiiri duymasına şiir klipleriyle, çok satılan kitaplarıyla kuşkusuz katkı sağladı. şiirlerinin gördüğü ilgiyi tartışabiliriz. hatta cemal, edip ve turgut'u emsal alırsak kırıcı bile oluruz. ancak yeri değil. burada güzel bir film söz konusu ve bence yılmaz erdoğan'ın şiirlerinden de öte çağdaş türk şiirine katkı sunduğu bir eser var ortada. evet yılmaz erdoğan şiire en büyük katkısını bence bu filmiyle sağlamış.film güzel bir ziyafetin bıraktığı tadı bırakıyor damakta. naif bir kere. şiirin naifliğini bir hikayenin içinde öldürmüyor, hatta bir hikayeyle şiiri daha da naifleştiriyor. o yönüyle çok başarılı. damakta; hüzün, acı, gülümseme, haz, aşk ve en çok şiir tadı bırakıyor. hepsini birbirine karıştırmadan uzun uzun yapıyor. + sen hasta olmasan seni bana vermezlerdi.- kötü şeyleri ne güzel söylüyorsun.
(mavi yol - 24 Şubat 2013 00:08)
biraz uzun bir film. sanırım ilk tanım bu olabilir. onun dışında mert fırat'ın, kıvanç tatlıtuğ'un ve farah zeynep abdullah'ın oyunculuklarının göz doldurduğu bir film olmuş kanımca. behçet necatigil'i nasıl yılmaz erdoğan oynar diyenler olmuş ama bence sırıtmamış ve bayağı da güzel olmuş. çekim mekanlarına, görselliğe ayrıca bayıldım. ve özellikle kıvanç tatlıtuğ vay be dedirtti. sanki gerçekten de muzaffer tayyip uslu oymuş gibi geldi, keza mert fırat da rüştü onur'du sanki. fakat bana göre fazla acıklı ve fazla ağır ilerleyen bir filmdi. sürekli olarak dram bir yerden sonra yordu bence.--- spoiler ---muzaffer'in şiiri, onu baş tabipe okuduğu sahne, beni derinden yaraladı. ömrünü ne kadar kısa, ne kadar naif özetleyiverdi."diyecekler ki arkamdanben öldükten sonrao, yalnız şiir yazardıve yağmurlu gecelerdeelleri cebinde gezerdiyazık diyecekhatıra defterimi okuyanne talihsiz adammışimanı gevremiş parasızlıktan"--- spoiler ---
(tonks mbg - 24 Şubat 2013 00:28)
--- spoiler ---muzaffer (suzan'a hitaben): merak etme elini sıkınca verem bulaşmaz. sadece sevgi bulaşır. o da zaten unutunca geçer.--- spoiler ---***ve yılmaz erdoğan kelime oyunlarına geri döner...bayıla bayıla izlediğim filmdir. sadece tek talihsizliğimiz filmin bu kadar uzun olacağını kestiremeyip, geç bir saatteki seansı tercih etmemizden mütevellit, filmi biraz mahmurlaşarak izlememiz oldu. ama olsun. taze taze yazayım ve tekrar dile getireyim on numara film olmuştur. hatta filme erken gitmem iyi oldu çünkü bu görüntü yönetmenliği harikası, enfes bir sanat yönetmenliği ve detaylardaki güzelliği izlemek/yakalamak ve rüştü ile muzaffer'i tekrar tekrar yaşamak için ve (artık özlem duyduğumuz) bir nefes şiir alabilmek için, hazır vizyondayken bir kez daha izleyeceğim filmi.bence yılmaz erdoğan şimdiye kadar iyi yazmanın, güzel oynamanın, güzel yönetmenin, iyi bir kadro oluşturmanın dışında; harikulade fikriyle ve yücelttiği şairleriyle türk sineması'ndaki önemli bir boşluğu da doldurmuştur. başyapıt olur mu olmaz mı bilemiyorum ama önemli bir yer edineceği aşikardır bu filmin. hatta hem boşluğu doldurmuştur hem de kendisinin şimdiye kadar yönetmenlik filmografisindeki süreçte (vizontele, organize işler, neşeli hayat), işte esas yılmaz erdoğan budur diyerek, sonunda yapması gereken en doğru filmi yapmış ve herkese bunu göstermiş/izlettirmiştir. hatta türk milletinin beynini şiddet seks aldatma tecavüz entrika ihanet manyaklığı ile dolduran ve dallas'a bağlayan senaristler; kafayı dizilerle patlatan türk izleyicisi için (hepimiz bu türk izleyicisinden biriyiz) fazla bile güzel film yapmış. parasına yazık! bir de şey eleştirileri var tabii; yok medyada fazla abartılmış, yok eleştirmenler fazla şişirmiş, yok yılmaz erdoğan eşini oynatmış falan filan. film bittikten sonra salondan çıkarken şöyle bir şey bile duydum ben ve yanımdaki arkadaşımla katıla katıla güldük; aynen yazıyorum ''oyunculuklar süperdi, görüntü yönetmeni harikaydı, hikaye de çok iyi ama yine de olmamış, beklentileri karşılamaz''. çüş yani artık. gerçi zaten genelde de beklentileri karşılamamış film ya.. (!)hayır bir film nasıl çok güzel olup da beklentileri karşılayamıyor anlayamıyorum ki. bizde bir film medyada çok fazla abartılıyorsa ve reklamı çok fazla yapılıyorsa, beklentileri karşılaması için illa ya patlayana kadar, geberene kadar gülmemiz ya da höyküre höyküre ağlamamız, darmaduman olmamız gerekiyor. yoksa mazallah beklentileri karşılamaz film. mesela naif, sade, şık bir 1940'lar türkiye'si... daha gençliklerinin baharında veremden ölen zonguldaklı iki şaire (rüştü onur ve muzaffer tayyip uslu) saygı duruşu... mükellefiyet günleri... savaş... aşk... şiir... maden işçileri... zor günler... piyes... hastalık... verem... işleyiş... düzen... umut... bekleyiş bunların hepsinin güzel bir hikayede örülmesi; bunların bir önemi yok. ya geberene kadar ağlayacağız, ya da geberene kadar kahkaha atacağız. yoksa beklentilerimiz karşılanmıyor, tatmin olamıyoruz. aslında şu an deli gibi yılmaz erdoğan'ın o diyalog cümbüşlerinden spoiler vermek istiyorum ama; filmin tamamı, tüm senaryo zaten spoiler gibi.--- spoiler ---muzaffer(rüştü'ye): kız şiirden anlarsa beni seçer. ama seni seçiyorsa zaten gelmesin.--- spoiler ---***--- spoiler ---hoca: şiiri yayınlanmayan her şair dergi çıkarmak ister.--- spoiler ---ve yılmaz erdoğan kelime oyunlarına geri döner.
(kapatkapilarini - 25 Şubat 2013 00:04)
--- spoiler ---belçim bilgin: daha film vizyona girer girmez ilk günden bu kadar eleştirilince, ilk başta abartılıyor sandım. hatta kesin iyi oynamıştır da millet eş torpili diye diye yüklenmiştir falan dedim ama gerçekten de olmamış. yani olmayan oyunculuk değil. çünkü suzan karakteri çok fazla oyunculuk isteyen bir karakter değil. mesela rüştü ve muzaffer karakteri olmamış deriz, iyi oyunculuk çıkarılamamış ve film kötü olmuş deriz anlarım. o kadar etkili bu ikisi ama, suzan filmde etkisiz eleman. nötür. yani sadece güzel olması yeterli. çok güzel mimik yapması, çok başarılı oynaması, büyük oyunculuklar çıkarması gerekmiyor. şiir için bahane yani. bir şiirlik canı var. * ayrıca kendisi güzel olduğu için, muzaffer'den biraz daha çabuk büyümüş o kadar. bu kadar abartılacak bir şey yok.''muzaffer: neden güzel kızlar çabuk büyür?rüştü: en güzelinin bile bir şiirlik canı var.''peki belçim bilgin'in oyunculuğu neden bu kadar göze battı. şu sebepten: bir kere muzaffer bey, suzan'ın yanında çocuğu gibi kalıyor. bizim lise talebesi biraz sulak topraklarda yetişmiş sanırım. filmde sanki muzaffer bey lise talebesi de, 20'li yaşlarında olan suzan gibi. (30'lu diyecektim olmadı) * e böyle olunca da bu ikilinin aşkları biraz yavan kaldı. biraz ama. küçük bir hassasiyet bu. ama mesela rüştü bey ile mediha tam manasıyla uymuş. halbuki ümitsiz aşk, hasret, bekleyiş, çaresizlik, kavuşamama... bunlar muzaffer ile suzan'ın hikayesi değil mi? diğerlerinden daha etkili olmalıydı. mert fırat: adam resmen döktürmüş. ama ben farklı bir noktayı dile getireyim. tamam iyi oynamış ama bu nasıl bir oyunculuktur ki, oyunculuğunu yonta yonta; santim santim kesmiş de mümkün olduğu kadar oynamamış; küçük oynamış... abartı yok, aşırılığa kaçma yok. kıvanç tatlıtuğ: artık toplanıp hep beraber kendisine manken değil, o-yun-cu diyoruz. filmde mediha ve rüştü kadar uyuşmayan suzan ve muzaffer aşkını çok güzel kotararak, bu uyuşmazlığı fazla göze sokturmayan iyi oyunculuk çıkarmış. çok yakışıklı olmaktan sıyrılıp çok güzel şair olmuş. esasen çok yakışıklı şair olmuş. muzaffer tayyip uslu'nun ruhunu şad etmiştir. helal olsun! yılmaz erdoğan: kendisi, kendini geri planda tutup ''hadi bakalım çocuklar oynayın siz aranızda'' diyerek mert fırat, belçim bilgin ve kıvanç tatlıtuğ'a güzel yol vermiştir. ayrıca bir nevi kendini oynamıştır. *--- spoiler ---'''--- spoiler ---ayrıca belçim bilgin oyunculuğu için rüştü bey'in argümanını kullanmak doğru olacaktır. ''rüştü(suzan'ı kastederek): piyeste tam ona göre bir rol var. yani yok ama, yazınca olacak.''filmde tam belçim bilgin'e uygun bir rol var. yani aslında yok ama, yılmaz erdoğan yazınca olacak.--- spoiler ---'''ve ve ve ayrıca kıvanç tatlıtuğ ve mert fırat oyunculuğu için de illa bir kıyaslama yapılacaksa, o kıyaslama da zaten filmde çok hoş ve ironik bir tespitle açıklanmıştır. üzerine konuşmaya gerek yoktur.--- spoiler ---filmde rüştü ve muzaffer'in piyesi daktiloya geçtiği sahnede muzaffer bey'den rüştü'ye gelen söz; sanki kıvanç tatlıtuğ'dan mert fırat'a geliyor gibiydi: ''senden çok daha iyiyim ama tiyatroya senin kadar tutkun değilim.''--- spoiler ---
(kapatkapilarini - 25 Şubat 2013 00:05)
yılmaz erdoğan diğer yönetmenlerimizin aksine her filminde bir hikaye anlatır ve bunu da evrensel ölçülerde bir sinema dili tutturarak yapar. o yüzden bu topraklarda sinema yapan çoğu popüler yönetmenden daha ayrıdır onun sineması benim gözümde.yılmaz erdoğan, günümüzde yönetmenlik denen şeyin aslında bir hikaye anlatma sanatı olması gerektiğinin farkına varmış ve çektiği filmleri de buna göre çekmekte olan bir sinemacıdır. günümüzün diğer popüler yönetmenlerinden farkı iyi bir hikaye anlatıcısı olmasıdır yılmaz erdoğan'ın ve son filmi kelebeğin rüyasında da şiirimizin gün yüzüne çıkmamış iki şairin hikayesini kendi sinemasında yer vererek ve bir yerde de vefasını göstererek anlatır yılmaz erdoğan; ünvanına yakışır bir şair sinemacı olarak.yılmaz erdoğan sinema eleştirmenleri için çok zor bir yönetmen, çünkü ortaya adam akıllı eleştirilebilecek filmler çıkarmıyor. özellikle son iki filmini baz alarak konuşursak; hem neşeli hayat hem de kelebeğin rüyası, işini çok iyi yapan bir sinemacıya yakışır derecede çekilmiş iyi filmlerdir. hem senaryo anlamında hem de yönetmenlik açısından ele alındığı zaman bu iki filmin artıları eksiklerinin yanında daha fazladır. fakat kelebeğin rüyasında izleyene bu film tam olmamış dedirten bir durum söz konusu (en azından benim için). filmi izlediğimde filmin her şeyini çok beğenmiş olduğum halde bir şeyler bana eksik geldi. ve bu eksik durumun senaryo ya da yönetmenlikten kaynaklanan bir durum olmadığını da hemen söylemeliyim. peki senaryosunu ve yönetmenliğini beğendiğim halde kelebeğin rüyasında bana eksik gelen şey neydi? çok geçmeden cevabı vereyim; belçim bilgin!belçim bilgin'in oynadığı karakter, filmin ana karakterlerinin hikayesini ve dolayısıyla da filmin hikayesini geliştirmesi açısından filmde çok önemli bir yere sahip. dolayısıyla da bu karakteri canlandıracak kişinin de rol yapma kabiliyetinin belli bir standartların üstünde olması lazım. yani bu karaktere can verecek oyuncu filmin belli dinamiklerini yaptığı rol ile elinde tutmalı. fakat belçim bilgin ne kıvanç tatlıtuğ ile olan sahnelerinde aşk duygusunu, ne de filmin dinamiklerini seyirci üzerinde harekete geçirebilecek herhangi bir duyguyu izleyiciye geçiremiyor. hal böyle olunca da konu itibariyle filmin en kritik karakterini canlandıran oyuncunun rol yapamaması yüzünden de film'de çoğu şey izleyiciye geçmiyor. kıvanç tatlıtuğ ile belçim bilgin'in yaşadıkları aşk'ı gerçekçi bulamadıktan sonra da film değerinden kaybediyor. halbuki ayn durum mert fırat ile farah zeynep abdullah için geçerli değil. farah zeynep abdullah'ın göründüğü sahnelerde üst düzeyde oyunculuk performansı sergilemesi ve rol arkadaşı mert fıratla yakaladığı uyum, o iki karakterin yaşadığı aşk'ı izleyicinin gözünde; kıvanç'la belçim'e göre daha ikna edici kılıyor. yani izleyici kıvanç'la belçim'in arasında olması gereken aşk duygusunu kısa olmasına rağmen mert fırat'la farah zeynep abdullah arasında görüyor. ama farah zeynep abdullah'ın hikayedeki yeri belçim bilgin gibi stratejik değil. belçim bilgin her gözüktüğü sahnede olmayan oyunculuk kabiliyetiyle bir şeylere yapmaya çalışmış ama bu pek yeterli olmamış. şöyle diyebiliriz; belçim bilgin'in oynadığı rolü farah oynamış olsaydı, filmde kıvanç tatlıtuğ ile o karakterin aşkı izleyici üstünde daha fazla bir etki bırakmış olurdu ve benim dediğim filmde bir şeyler eksik kalmış duygusu olmazdı. usta bir hikaye anlatıcısı olan yılmaz erdoğan, eşine rol verme hevesi yerine rol yapabilme kabiliyeti olan daha iyi bir oyuncuya verseydi bu rolü; kelebeğin rüyası dört, dörtlük film mertebesine erişirdi.
(homeless jedi - 25 Şubat 2013 00:22)
film çok güzeldi, yer yer ağzımıza sıçtı, etkilendik falan filan ama hiçbiri önümüzde oturan abinin film sonunda burnunu çeke çeke göz yaşlarını silen karısına söylediği cümle kadar aklımda kalmayacak sanırım:--- spoiler ---- ulan ben ölsem o kadar ağlamazsın!--- spoiler ---(bkz: türk erkeğinin kıvanç tatlıtuğ ile imtihanı)*
(vejeteryanvampir - 25 Şubat 2013 00:54)
bu filme kötü dersek günah olur, son zamanlarda izlediğim en başarılı yerli filmlerden biriydi.dönem filmi çekmek kolay değildir, sallapati çekildiği hissedilir hissedilmez gözden düşer, fakat bu filmde ince detaylarla bezeli sağlam bir emek var.diyaloglar çok başarılı, yazan yılmaz erdoğan olunca şiir tadında replikler dinliyoruz.belki biraz fazla melankolik, yılmaz erdoğan'ın içine bir garip orhan veli, bir cahit sıtkı kaçmış gibi, fakat çok dozunda.yılmaz erdoğan, karizmatik şâir behçet necatigil'i beklemediğim kadar iyi canlandırmış. âdeta müsekkin yutmuş bir oyunculuk gördüm, tam olması gerektiği gibi, yalın ve sakin.filmle ilgili 2 kelimelik özel notum: kıvanç tatlıtuğ.o kadar iyi ki filmin tek başrolü oymuş da diğerleri yardımcı oyuncuymuş gibi görünüyor.filmin en önemli karavanası belçim bilgin. kendisi hakkındaki fikirlerim hâlâ sâbit. (belçim bilgin/@kirlikedi)bu, o kadar büyük bir ıskalama ki tüm filme gölge düşürüyor. halbuki o role cuk diye oturacak hiç yoktan bir beren saat vardı.bu yanlış seçim, içine şeker yerine sehven tuz konmuş bol köpüklü bir türk kahvesi tadı vermiş filme.toparlayacak olursak, görselliğiyle, akıl dolu kelime oyunlarıyla izlenesi bir film olmuş. hiçbir şey için değilse bile "kapalı kaynar tencerem, bilinmez, et mi pişer, dert mi pişer." mısraının hatrına izlenir.fakat suzan rolünde belçim bilgin'i oynatarak kelebeğin rüyası gibi hârika bir filmi mahvettiği için yılmaz erdoğan'ı asla affetmeyeceğim.
(kirlikedi - 27 Şubat 2013 10:02)
bunu kaçıncıya yazanım bilmiyorum ama belçim bilgin ve suzan (yani suzan değil, ve suzan) faktörü haricinde çok güzel bir film olmuş.--- spoiler ---- belçim bilgin liseliyse ben de anaokulluyum, 27 yaşındayım ama bu önemli değil, yaşasın okulumuz.- suzan'ın filmdeki varoluş amacı neydi? muzaffer'in büyük aşkı olmaksa ben ortada bir aşk göremedim, zeka özürlü gibi gülen ve kendi isteklerinden başka bir haltı düşünmeyen ergen irisi bir karı gördüm, sonunda da "çok üsüldümm nysee cnm byees :/" dedi ve gitti zaten. 2. yarıda rolü azalınca bana bir rahatlama geldi zira ilk yarıda inanılmaz bunaldım çıkmayı bile düşündüm. - suzan rolünü çok sevdiğim farah zeynep abdullah da oynasa olmazmış çünkü çok boş ve tiki bir karakter, bomboş. hem iyi ki olmamış çünkü kız mediha rolünde çok başarılıydı.- filmde bir aşk hikayesi varsa o da mediha ve rüştü'nün hikayesiydi, "sen hasta olmasaydın seni bana vermezlerdi ki". - sanatoryum ne güzel bir ortamdı, tövbe est.. güzeldi ama orada çekilen her sahne. yalnız kartopu oynama sahnelerinde ağaca itinayla yapıştırılmış toplar ve oyuncular ellerini atar atmaz yusyuvarlak top haline gelen karlar komikti. - yılmaz erdoğan'a çok sempatim olmamasına rağmen rolünde güzelceydi, taner birsel'i ve anne babaları oynayan diğer saygıdeğer oyuncuları pek göremedik, onlar yerine suzan'ı görmemiz çok faydalı oldu. - ağladığım ilk sahne mert fırat'ın anasına şiir okuduğu, şiveli konuştuğu kısımdı, onlar at arabalarında gemiye götürülürken ne ağladım ne ağladım. yıllarca durmadan taksiye binen dar gelirli dizi karakterleri izledikten sonra bu filmde üç öğün yemeği bile bulamayan, hakikaten fakirlikten imanı gevreyen insanların dramı ne güzel verilmişti.- yahu gelsin istemiyorum ama konu geliyor yine filmin adeta trollu olan suzan'a. bu kızın muzaffer'i her karşısında gördüğünde hasretle, üzüntüyle değil "yine gelmiş hayranım mihihihhihi" gülüşüyle koşması bana sinem kobal'ın uygur kardeşler programındaki ayı ailesinin kızı rolünü hatırlattı. en az onun kadar manalıydı. - mert fırat sen nasıl tatlısın belli değil, maşallah, nazarlardan saklasın, aşkında, yüzünde, çok gözüm kaldı çünkü.- kıvanç tatlıtuğ hadi kuzey'i geçtim ama behlül'ü oynamış diyenlere ağzımla gülmüyorum panpa. adamın yüz ifadelerine, boynu büküklüğüne, fukaralıktan doğrultamadığı beline bakarken gözlerim doldu animeler gibi.- en çok beğendiğim sahne, mediha, rüştü ve muzaffer'in okul çocukları gibi evli çiftin yatağında oturup sohbet ettikleri, dert döktükleri sahneydi. nasıl bir dostluktur, insan böyle dostları kaybedince gerçekten biraz ölür.- diğeri de mediha ve rüştü'nün düğünüydü. eski gelinlerin sadeliği, sadece sevmek ve yuva kurmak için evlenmeleri.. bir mediha'ya baktım, bir de alien topuzlu, disko topu suratlı, straples gelinlikten memeleri taşan günümüz şebeklerine. mediha'nın gelin olma hali ve gelinliği ne kadar güzeldi. - velhasılıkelam, ben mesela iki şairi de tanımazdım, tanıdığım iyi oldu, ruhları şad olsun.--- spoiler ---
(isolde - 1 Mart 2013 16:10)
filmde barinan en büyük mantik hatasi meger yilmaz erdogan´mis.yeni farkettim.behcet necatigil´i canlandiriyor bu adam; necatigil 1916 dogumlu, film 1941´de geciyor, yani sair 25 yasinda. yilmaz erdogan 50 yasinda bir adami canlandirir gibi. bir de genc sairler hocam diye hitap ettiklerinden kendisine, aralarinda cok büyük bir yas farki varmis gibi aktarilmis; fakat muzaffer tayyip uslu 1922, rüstü onur da 1920 dogumlu. yani üc sair neredeyse akran.46 yasindaki adam 25 yasindaki bir sairi canlandirirken, 30 yasindaki karisi da 17 yasindaki bir karakteri canlandiriyor.ailecek bir sorun var.
(filia - 3 Mart 2013 14:33)
--- spoiler ---mediha'nın hastalığının ne olduğunu anlamak için google'a "kelebeğin rüyası mediha'nın hastalığı" yazmak zorunda kaldığım sonrasında wikipedia'da rüştü onurun hayatını okuyarak hastalığın tifo olduğu bilgisine ulaştığım film olmuştur benim için.doktorun "kızım sende tüberküloz mikrobu yok" dediği andan itibaren "e ne var o zaman?" diye düşünmekten filmi izleyemedim resmen.--- spoiler ---
(gubidik - 6 Mart 2013 14:41)
belçim bilgin'in rolünü de keşke kıvanç tatlıtuğ oynasaydı dediğim film. biri ne kadar harika oynamışsa diğeri de o kadar olmamış.
(kuzularin essizligi - 8 Mart 2013 13:23)
türk sinemasındaki en güzel açılış sahnelerinden birine sahip olan film.zöge: açılış sahnesini beğenmeyen yazarlar neden beğenmediklerini mesaj yoluyla açıklarlarsa sevinirim.
(en iyi altinci adam - 13 Ekim 2013 10:39)
Yorum Kaynak Link : kelebeğin rüyası