Süre                : 4 Saat 48 dakika
Çıkış Tarihi     : 04 Kasım 2000 Cumartesi, Yapım Yılı : 2000
Türü                : Döküman,Biyografi
Taglar             : Ev filmi,Deneysel film,bale,keman,1980'ler
Ülke                : ABD
Yönetmen       : Jonas Mekas (IMDB)
Senarist          : Jonas Mekas (IMDB)
Oyuncular      : Jonas Mekas (IMDB), Jane Brakhage (IMDB), Stan Brakhage (IMDB), Robert Breer (IMDB), Hollis Frampton (IMDB), Allen Ginsberg (IMDB)(ekşi), Ken Jacobs (IMDB), Peter Kubelka (IMDB), Adolfas Mekas (IMDB), Oona Mekas (IMDB), Sebastian Mekas (IMDB), Hermann Nitsch (IMDB), Nam June Paik (IMDB), P. Adams Sitney (IMDB), Andy Warhol (IMDB)

As I Was Moving Ahead Occasionally I Saw Brief Glimpses of Beauty (~ As I Moved Ahead Occasionally I Saw Brief Glimpses of Beauty) ' Filminin Konusu :
As I Was Moving Ahead Occasionally I Saw Brief Glimpses of Beauty is a movie starring Jonas Mekas, Jane Brakhage, and Stan Brakhage. Director Jonas Mekas provides an intimate glimpse of his personal life by constructing a feature...


  • "(bkz: jonas at the ocean)"
  • "(bkz: lost, lost, lost)"
  • "(bkz: anthology film archives)"
  • "bugün itibariyle hayata veda etmiş."
  • "sinema tarihinin görebileceği en büyük birkaç isimden biriydi. yaptığı işleri şuan yapmamış olsaydı sinema çok şey kaybederdi. işte, öyle bir adamdı."
  • "underground film sanatina katkilariyla taninan, kult statusune erismis yazar/sair/ressam/fotografci/sinema yonetmeni. home video ustadi.(bkz: jonas in the desert)"




Facebook Yorumları
  • comment image

    24 aralik 1922 litvanya dogumlu bagimsiz film yonetmeni. 1944 yilinda savas nedeniyle ulkesini terketmek zorunda kalmis ve almanya'da kardesi adolfas mekas ile birlikte nazi isgali sirasinda elmshorn'da bir calisma kampinda 8 ayini gecirmistir. savas sonrasi da multeci olarak bir sure yasadigi almanya'dan 1949 yili sonlarina yakin ayrilmis ve amerika'ya goc etmistir.

    brooklyn yakinlarina yerlesen mekas, yaklasik iki hafta sonra borcla aldigi 16 mm bolex kamera ile hayatinin onemli ya da onemsiz cesitli anlarini kaydetmeye baslamis.

    1954 yilinda kardesi ile birlikte film culture isimli bir sinema magazin dergisi cikarmaya baslayan mekas; 1962 yilinda the film-makers' cooperative isimli avant-garde film sirketinin shirley clarke, stan brakhage, gregory markopoulos, lloyd michael williams ile birlikte ortak kuruculari arasinda yer almistir.

    yonetmenin cesitli festivallerde gosterilmis olan as i was moving ahead occasionally i saw brief glimpses of beauty, diaries notes and sketches, notes on the circus, lost, lost, lost, reminiscences of a journey to lithuania isimli filmleri oldukca basarilidir. yeri gelmisken kendisi andy warhol ile nico'nun kankasidir ve warhol, the velvet underground hakkinda da birkac video calismasi yapmistir.

    http://jonasmekasfilms.com/diary/

    kendisi ve eserleri hakkinda şenol erdoğan tarafindan yazilmis kapsamli bir yazi var su adreste:

    "mekas için, sadece bir film yapımcısı demek yeterli olmayacaktır elbet, o tam anlamıyla bir film yaratıcısı, işlikçisi, onlarca müzisyen, şair, ressam, oymacı ile fikirlerini ve üretkilerini birleştirmiş ve başkalaşımlar sergilemiş birisi; bunların yanı sıra, film yapıcıları kooperatifi ve de new york film yapıcıları sinemateki’nin kurucusu, film culture dergisinin kurucusu ve yayımcısı, village voice dergisinin eleştirmeni ve venedik büyük ödülü’nün sahibi… o, olguların anlamlarının gerçeğini bulması için çok yönlü bir uğraş vermiş ve bu dünyaya yeni anlam ve kavramlar kazandırmış birisi aynı zamanda.

    “sanat” varsa elbette “ürün” vardır ve bir üründen söz ediyorsak muhakkak ki bir “yaratıcı” da vardır; “yaratıcılar” der mekas, “ikiye ayrılırlar” iyi yaratıcılar ve de kötü yaratıcılar”. bu bağlamda ortaya konan ürünleri de elbette “iyi” ve “kötü” olarak niteler, ancak iyi üretiden daha fazla kötü üreti olduğunu söyler ve kötünün daha kötüsü olabilirliğinden dolayı kişinin artarda izlediği kötü filmlerden en sonuncusunu artık ‘iyi’ olarak görebileceği ironisinde bulunur. bu kısa pasaj aslında bizi daha önceleri de içine girilen ve hatta çıkılamayan birçok tartışmaya sürükleyebilir. şu vardır: kriterler… “belirlenmiş” olanlar; peki ya kriterleri kim/kimler belirler, nasıl ve niye ve de bu hakkı onların ellerine veren kim-ler-dir? şayet böyle ‘birileri’ varsa, bunu alaşağı edecek/edebilecek “diğer” birileri de vardır ve kimse buna karşı çıkım hakkına da sahip değildir. bu eksen, hem bu yazının yazarının hem de bir üstad saydığı insan [lardan biri] olan mekas’ın eksenidir. bu bahis dolaylı olarak bizi varmak istediğimiz yerlerden birisine, o’nun ‘eleştiri’ olgusuna karşın beslediği paradigmaya yöneltir: “eleştirmen” ve bu kelimenin doğabilmesi için de gerekli olan “eleştiri” tanıları mekas’ın önemle üzerinde durduğu noktalardandır. o, bu ifadelere genel olarak, “bizleri yanıltan sözcükler” olarak bakar ve avangart sinema kuramında çok önemli bir yeri olan o müthiş cümlesini kurar: “eleştirmenin eleştirmesi düşüncesini kafamıza kim, niye sokmuştur?” luis buñuel, salvador dali ile birlikte “un chien andalou”yu ortaya koyduğunda (1929), dahası koyduktan sonra, sözde entellektüeliteleri gereği adının önünde bir çok değişik kısaltma bulunan insanlar, bu “tuhaf” filmin çözümleme ve eleştirisine koyulduklarında ispanyol yönetmen buna gülerek, imkansızlığına değinmiş ve “kimse benim ve salvador’un düşleri üzerine konuşamaz ki” cümlesini kurmuştur. eleştirmek’in, bakmaktan çok daha kolay ve basit olduğunu bilen mekas, elbette ki zor olanı seçmekten yanaydı, “kötü ve çirkin olan birbirlerine bakacaktır, bizim bakışımıza ihtiyacı olan ‘iyi’ ve ‘güzel’ dir” diyecektir. ve böylelikle ortaya yeni ve olması gerektiği gibi bir eleştiri olgusu koyacaktır.

    bu metin denemesi bütününde, özellikle bir yere varmak amacı ile hazırlanmadı, içerisine anlaşılması umuduyla önemli yergiler giydirildi, ağır ağır bir mekas şekillendirmesi yaparken bilenlerin dahi unuttuğu bir şeylere dokunmak istedim ve bu bağlamda mekas’ın görüleri ile bir, dokunmak istediğim yerler var: ister mesleki deneyimleri, ister akademik kariyerleri ya da magazinel haberci kimlikleri öne çıksın, bu ülkede [sineması oluş-a-mamış bir ülkede] çeşitli tarzlarda çeşitli yayım organlarında çeşitli ‘formatlarda’ bir hayli “eleştirmen” var-!- bu yazı, eleştirmenlerin nitelikleri ile uğraşacak değil elbet, sadece bu gerekli girişi yaptıktan sonra, sözü mekas’a bırakacak ve yazının son nokta yerine doğru ilerleyeceğiz: “şayet” diyor mekas: “eleştirmen bir işlev sahibiyse bu işlev iyiyi ve güzeli aramaktır [yapıcılık], bu bağlamda [bu iyi ve güzel bakı ile] bunları ‘diğerlerine’ açıklama, yayımlama doğrultusunda sunmaktır, bu işlev, küçük, kirli, yanlış ve bozuk parçalara takılmak değildir. sanki bunlara takılmak, bunlarla uğraşmak egolarını tatminden başka bir işe yarıyormuş gibi.

    öteki sinema/cılar:

    mekas’ın dünyası bu yazı doğrultusuna benzer, iyiye, güzele, olumlamaya doğru… o, avangart sinemacıları ve “bu dünyaya” bir şekilde dâhil olan insanları “hüzün ve korku dolu dünyaya güzellik getirmek için çabalıyorlar” olarak nitelendirecek; philadelphia sanat okulu’nun kendisine verdiği ödülü “ben kimim ki ödül alıyorum” cümlesi ile reddedecekken bu ödülü bu ifade ettiği dünya insanları için alan mistik bir ruh mekas.

    “öteki” sinema sadece bir tür olarak bir anlamda “sinema”dan ayrılarak ya da “underground” olarak yaşamını sürdüren bir sinema türü değildir elbet. “öteki” sinemanın ortaya çıkışında “sinemaya” bir karşı koyuşun, sinema tacirliğine bir ayak direyişin gerçekliği elbette yadsınamaz. 1920’ler de fransa’da doğan avant-garde’ın yapısında ki karşı koyum için kesinlikle ve rahatlıkla bir “sanat karşı koyumu”, bir “öteki sanat”, ya da “sanata bir saldırı”, “sinemanın bir başka keşfi/boyutu” demek mümkündür ama 1940’lara doğru, ölmesi mümkün olmasa da ölü gibi duran bu, sinemanın tuhaf çocuğu 1940’larda amerika’ya, new york’a taşındığında ve ıı. avangart dalgası adını aldığında, ileride “underground” olarak isimlendirilecek türü/tarzı yarattığında; yapısı içerisinde, fransızların sanatsal triplerinden çok fazla şeyi barındırıyordu. mekas’ın ve diğerlerinin doğması ve de bir araya gelmesi sadece sinema için değil, şiir, müzik, vb. sanat dalları için de söz konusu bir şeydi.

    zira yakın gelecekte doğacak olan bir kuşağın sancılarını çekmekteydi zaman.

    mekas’ın ve “öteki”lerin sineması, her şeyden önce vietnam’ın kanıyla sulanmıştı, bu onların perdesinden, onların kutsal ormanından ayrılmak için ana etkenlerden biriydi. “öteki sinema”nın doğumunda, insanların düşlerinin ve iyi niyetlerinin öldürülmesi, katledilmesi yatmaktadır. bu buruk insanların her biri kendi içlerinde “ötekiler” yarattılar, resimde, müzikte, şiirde, heykelde yaptılar bunu tıpkı “öteki sinema”daki gibi.

    mekas bu sürecin sonunda, geçmişlerinden hiçbir şey almayarak, tüm egolarından soyunarak, korkular ve yalanları terk ederek “ötekini” yarattıkları bu sürecin sonunda beat kuşağı’nın doğduğunu söyler! işte bu sebepten “öteki sinema” bir o kadar “beat sinema”dır. ( cooming soon…from 6:45 records new album: naked lens – beat sinema)

    filmi, saf ve temiz olan doğurabilir, kirliliği gösterebilmek için bu saflık gerektir ve bunun içinde insanlığın [filmcilerin/kuşağın] egoyu yıkıp ruhunda yer açması gerekir. bu hiç bitmeyen bir süreçtir, öyle olmalıdır, bir kuşakta sınırlı kalıp, tarihin geçmişi gibi kendisinden söz edilmemelidir. şayet bu ölürse film ölür, öteki/ler ölür.

    mekas ve diğerlerinin deneysel sineması, deneysel bir yaşamın, psikolojik ve coğrafik “psychodelic” deneysel bir yolculuğun, deneysel bir siyasetin, yıkımın, lsd’nin ürünüydü aynı zamanda. kimse bugün olduğu gibi eline bir dijital kamera alıp da “acaba deneysel ne çeksem, ne çekebilirim” diye düşünce damarı çatlatmıyordu. hepinizin ait olduğu bir hayat var, ya değişin, dönüşün ve ‘ol’un ya da çemberiniz içerisinden dışarıya çıkmayın.

    işte bizim sinemamız böylesi bir tümün doğrultusunda ortaya çıktı. mekas, olayı şöyle anlatır: “tıpkı insanın ne olduğunu bilmediğimiz gibi, sinemanın da ne olduğunu bilmiyoruz! o zaman apaçık olalım, bizi sürükleyen ağları parçalamak için her hangi bir yöne gidelim. hiçbir kişi ve de kuruma bağlı olmadan. yönümüz güneştir bizim asla para değil”

    mekas, underground sinemanın filmlerini “gerçek filmler” olarak nitelerken de şunları söyler: “yaptıklarımız, insan ruhunun en diplerinde barınan gereksinimlerden doğuyor. insan, kendini kendi dışında yok etti, insan kendi izdüşümünde yok oldu. biz onu, evindeki küçük odasına geri getirmek istiyoruz, ona evin varlığını, sevdikleriyle ve kendisiyle olabileceği bir yerin varlığını anımsatmak istiyoruz.”

    elbet burada biraz durup düşünmek gerekiyor; new york underground’ının atası olan bu insanların dünyaya bıraktığı bu kozmik sinema bilinci bugünün sözde underground’cıları tarafından nasıl algılanıyor? ufak, özel bir kesimi dışında tutarsak nasıl algılandığını hepimiz çok iyi biliyoruz elbet. tıpkı 70’lerin bir gereksinim olan punk rock’ı bu günün gençleri üzerinde nasıl kokuşmuş bir yafta olarak duruyorsa, mekas’ın ve diğerlerinin yarattığı mükemmel sinema bugün birilerinin dijital kurgu masasında ve objektifinde aynı trajik kokuşmuşluğu yaşıyor…

    mekas’ın zamanında dediği gibi: “sinemanın doğum yılları, hollywood starlarının ve prodüktörlerinin gölgesi altında kutlanmaya devam ediyor, ama kimse bizim sinemamız dan söz etmiyor.

    ben onların hangi sinemadan bahsettiğini biliyorum”

    mekas, hep, büyük rakamların, yalanların, egoların yanında insan ruhunun küçük ve görünmez hareketlerinden bahsetti. işte bizim spotlarımız, mm lerimiz bu yüzden hep küçüktü. üstadın dediği gibi: sinemanın gerçek tarihi görülmeyen tarihidir."


    (cult - 18 Ağustos 2013 19:34)

  • comment image

    sinema tarihinin görebileceği en büyük birkaç isimden biriydi. yaptığı işleri şuan yapmamış olsaydı sinema çok şey kaybederdi. işte, öyle bir adamdı.


    (ah kirilov - 23 Ocak 2019 23:03)

Yorum Kaynak Link : jonas mekas