Gelecek Uzun Sürer (~ Buducnost je vecna) ' Filminin Konusu : Gelecek Uzun Sürer is a movie starring Gaye Gürsel, Durukan Ordu, and Selman Ünlüsoy. Sumru is doing music researches at a university in Istanbul. To work on her thesis on gathering and recording an exhaustive collection of...
Sonbahar(2008)(7,8-4641)
Büyük adam küçük ask(2001)(7,5-1406)
Sivas(2014)(7,4-1744)
Tepenin Ardi(2012)(7,2-2909)
11'e 10 kala(2009)(7,2-1402)
Gözetleme Kulesi(2012)(7,1-1473)
Jîn(2013)(7,1-1682)
Uzak Ihtimal(2009)(7,0-1901)
Bizim Büyük Çaresizligimiz(2011)(6,9-2769)
Yozgat Blues(2013)(6,8-2986)
Rüzgârin Hatiralari(2015)(6,3-454)
"savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız, peki ya ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?" cesare pavese
(montag - 11 Eylül 2011 22:44)
--- spoiler ---açık konuşayım, filmi izlerken histerik gülmelere kapıldım, faili meçhuller gibi iç yaralayıcı olayları bile parodi kıvamında işlemeyi tercih etmiş yönetmenin gereksizliğe varan rus hayranlığına ve bir türlü asıl sıkıntısı anlaşılamayan baş-kadın-karakterin finaldeki mezar sahnesinde bir türlü kendini veremeyişine gıcık oldum. filmden çıkarken acı bir kahkaha attım ki, sinemada sanırım filmin oyuncularından biri de vardı, ayıp olmuştur belki.sovyetlere özlem duyan bir solculuk fikri, nostaljik-romantik-histerik bir varoluş biçimi olarak bir yerlerde durabilir elbette. kürt meselesiyle, kck yapılanmasıyla, öcalan'ın "marx'ı aştım" tripleriyle, "dağ mistisizmi"yle (bejan matur) ve daha bir çok şeyiyle, "türk ve kürt halklarının kardeşliği" lafını dolduran bir yanı var bu nostaljik-romantik-histerik sol varoluşun. devrim olmadı; çünkü 90'lar vardı. peki şöyle soralım: 89'dan sonra ciddi anlamda türkiye'de bir devrim olabilir miydi? lenin heykelinin taşınışını kanepede kaykılarak izleyen, birasını yudumlayan ahmet'lerle olabilir miydi?felsefe okurmuş, sinemaya ilgi duyarmış. diyarbakır'da stalker gösterirmiş. bol sigara içer, saçları uzatır, sakalları kirli bırakır, robert de niro'ya özenirmiş. hep yaptığı gibi, önce kızla hakkari'ye gitmek istemez, sonra birden nedense gitmek istermiş. "bir istanbullu geldi" diye, hemen kendini bir şey sanmaya başlamış. bir masanın üzerinde sahaftan aldığı kitabı, kurşun kalemiyle altını çizerekten okurmuş. kitaplığında mutlaka rus romanları, şiirleri barındırır; gelecek rüyasında moskova'ya varıp, oradan nazım hikmet'e selam çakmak da varmış.ha bir de, bu insanlar niye bu kadar iyi, abicim? kutsayalım, mumyalayalım, kaldıralım müzelere. dağda adamlar ölsün. ovada çocuklar ölsün. deprem olsun, bina çöksün, "metropollerde" devrimcilik oynayan kürdistan işçi partisi mensupları molotof ataraktan dolaşıp dursun. "ulan karıyı nasıl tavlarım acaba?" diye düşünmekten öteye gidemeyen adamlar, büyük büyük laflar etsin, insanlığı toptan kurtaracak planlar yapsın. biz de, bu hatıraya karşı ayağa kalkıp saygı duralım. sumru, o mezarlıkta kendini kaybedercesine ağlayacaktı abicim. tülbentini mezar taşına bağlayıp, karda yürüyerek tarkovski'cilik oynanmıyor bence. devrimcilik de.türkiye'de saçma sapan bir sol nostaljisi var. hangi sol? mücadele gerçekti, hapishanede can verenler, öldürülenler, dayak yiyenler... sonbahar bu nedenle iyiydi. doğruydu. "rus romanlarındaki karakterlere benziyorsun" demeseydi hatun kişi, onu daha çok severdim belki. öyle bir türkiye olmadı ki hiç. kendisiyle ince ince hesaplaşan kaç tane türk tanıyorsunuz? hangi türk var ki, dostoyevski kadar histerik bir biçimde kendisiyle cebelleşsin. tolstoy'un (metinsel anlamdaki) "evrenselliğine" kaç tane yazarımız ulaşmış? 90'lı yıllarda sol dergilerde çalıştığı için, yasadışı örgütlere üye oldukları için, ölüm orucu tuttukları için, hayata dönüş adı verilen o acayip operasyona maruz kaldıkları için... ölenler gerçekti; ama bu film kötü be abicim.zaten hali hazırda trajik olanı, trajik bir biçimde anlatmaya, göze (vicdana) batıra batıra vermeye demiyoruz biz "film" diye. mahsun kırmızıgül'e "ajitasyon" diyenler, buna da desin bir zahmet. evet, katılıyorum, başlangıçtaki at sahnesi ve finaldeki at hikayesi çok iyiydi ama arası yok. arasında, burjuva dertleri olan tipler var. karakter bile değil. sumru, ahmet... ne toplumsallıkları var, nasıl bir vicdanlılık bu? kızla hakkari'ye gidemedi diye evi dağıtan adam, nedir abicim ya? (bu aslında bir iç hesaplaşmadır da)niye bu kadar kızdım bilmiyorum bu filme. belki çok sevileceği, bir sürü ödül alacağı ve çok konuşulacağı içindir. belki de umut adı verilen o şeye, bu kadar basit numaralarla ulaşmaya çalıştığı içindir. keşke böyle tuhaf bir film çekince, umut doğsaydı içeriden. ken loach'ın o soğuk, materyalist filmlerinden bile, daha sıcak, daha gerçekçi bir umut doğuyor. kendi elimizle, umudumuzu öldürüyoruz belki de, burası ortadoğu, neden olmasın?--- spoiler ---
(cam irmagi tas gemi - 12 Kasım 2011 01:58)
--- spoiler ---filmin başındaki ata hiçbişiy olmamış.--- spoiler ---
(yesiltokalikiz - 12 Kasım 2011 22:57)
finalinde khaçadur avedisyan'ın medz yegern (1915 soykırımı kurbanları için oratoryo) eserinden ororotsayin (ninni) bölümü çalar.
(marcello mastroianni - 15 Kasım 2011 13:08)
* ya da bu filmde olduğu gibi, filmin musa anter görsel hafıza merkezi’ndeki john berger’den alıntılanan duvar yazısında dediği gibi “bu efendiler yalnızca masumları öldürmekle kalmazlar, hafızamızı yok etmek için aynı zamanda tüm belgeleri yok etmeye çalışırlar. bu yüzden her şeyi kayıt altına almalıyız “ der. bu filmin kendisi tüm bunlar yaşanırken sadece kayıt almaksa, bu bile benim için bir şeydir. * http://www.bantmag.com/…inema_ozcan_alper_text.html
(cekambiyarim - 16 Kasım 2011 22:44)
devletin iğrençliklerini anlatan filmdir. tosuncukların sıkıcı bulması normal.
(kurmance ser hisk - 16 Kasım 2011 22:48)
böylesi bir dönemde gösterime giren ve anlatmaya giriştiği mevzunun kritikliğinden ötürü dahi izlenmesi gereken filmdir.filmin içinden geçtiğimiz bu süreçte çekilmiş ve gösterime girmiş olmasının tarihe not düşülmesi anlamında ve bu kadar politik bir konunun politikanın dilinin dışında da bir anlatım yolu kazanması açısından hafife alınamayacak derecede büyük bir önemi olduğunu düşünüyorum. lakin filmi tarihsel bağlamdan kopartıp kendi içinde ele almak gerekirse, filmin sıklıkla göndermede bulunduğu angelopoulos filmlerine belli ölçüde "öykündüğü" gibi bir izlenime kapıldım. bu benim vehmim olabilir, bir filmde başka filmlerin yoğun etkisi olabilir, hatta bir etki taşınacaksa bunun angelopoulos etkisi olması bir olumluluk bile olabilir. ama yine de bu şekilde kurgulanan sahnelerin yaratmak istediği hissi yaratmakta zorlandığını ve hatta kimi noktalarda belli ölçüde zorlama durduğunu düşünmekten kendimi alamadım.
(lumpenproleter - 17 Kasım 2011 12:03)
zirvesi bu gece yapılmış filmdir. seksek’teki ayağına tanık oldum zirvenin. ben dahil birkaç arkadaş daha beğenilerimizi, fikirlerimizi aktardık yönetmene, sorular soruldu, yanıtlandı. en çok da sinemadan, estetikten, “film”den söz edildi. filmi oryantalist bulan, diyarbakır’ı palermo gibi gösterdiniz eleştirisi yapan, sinemadaki teknik sorunlardan söz edenler oldu. herkesin dahil olduğu keyifli bir sinema sohbeti sürerken söz alan biri herkesin üzerinde durmayı ihmal ettiği şeye, “mesele”ye temas etti. sinema bir yana bu filmde çok acı bir gerçek var vurgusu yaptı titreyen sesini kontrol etmeye çalışarak. o vakit boğazı da düğümlendi. kısa bir sessizlik sinemanın gölgesinde kalmış olanı biraz daha öne çıkardı. filmi geçen hafta izleyen biri olarak trajik kısmı o an anımsadığım için utandım ben de. herkes filmdeki meseleyi tarttı birkaç saniyeliğine. benim utancım böyle sinema sinema diye diye kendi içimizde mevzuya varamamamızla yüzleşmemdendi. kapıldığımız masalsılığın tuzağına düştüğümüzü hissettim. belli ki özcan alper de bu algıdan biraz rahatsız olmuş. yapılan eleştirileri, övgüleri özenle karşılarken meseleyle ilgili yapılan vurgunun eksikliğinden o da şikayetçiydi. sanki sinemasının yarattığı etkinin mahcubiyeti vardı üzerinde. bu ciddi ve acı, filme temel olan gerçeğin henüz hak ettiği “ilgi”yi görmediğini düşünüyor anladığım kadarıyla. herkes filmi konuşuyor, eksiğinden, fazlalığından, etkileyiciliğinden, başarısından söz ediyor ama mevzuya girmiyor, “akıl tutulması” yaşanıyor sanki. neresinden tutsan eli yakan bir meselenin ortasına düşmüş yönetmen, bu ateşin insanlara değmesini de ister elbette. ama bilsin ki yaptığı film o ateşe yaklaştırıyor hepimizi. bir kere üslubuyla gerçeklere tahammülü olmayanları bile iki saat koltukta tutabilme gücünü kullanıyor. zamanı öyle iyi değerlendiriyor ki yaptığı işin ve insan olmanın hakkını fazlasıyla veriyor. bir de bi noktayı unutmasın özcan alper: insanların filme dair konuşurken ya da yazarken hikayesinden çok sinemasından söz etmesi ona yapılmaya çalışılan özel bir iltifat esasen. çünkü böyle bir adama biricikliğini hissettirmek istiyor insan. öyle hissetsin ki ne olur “mesele”sinden de kopmasın. bazılarının inkara kalkıştığı gerçekleri o, kabiliyeti olan şeyle açık etmeye, öne çıkarmaya devam etsin. üslubunun başarısı herkesin dikkatini çeksin ki “mesele”sine tahammülü olmayanlar da bi durup izlesin. filmin afişinden bir aşk filmi göreceğini zannederek filme girenler de olsun. izlerken “ha siktir! bu ne ya diye tepki verip sonrasında “du bakalım!” desinler ve sonra “nasıl ya? gerçek mi şimdi bu anlatınlar” diyebilsinler. böyle böyle büyüsün zincir. gerçekler, boğazı düğümlenen canım arkadaş gibi etkileyebilsin herkesi. o etkiyle empati gücü her bünyeye yerleşsin. herkes yaşanacak yeni çeyrekten daha çok umut daha çok ekmek çıkarabilsin inşallah! ne diyeyim “amin” o zaman.
(kitmir in selami var - 18 Kasım 2011 03:09)
--- spoiler ---duble yolların kürt sorununu çözmediğini anlatan bir yolculuk sahnesi barındıran film.--- spoiler ---
(misspisces - 4 Şubat 2012 16:19)
bana tekrar tekrar bazı yolların geleceği olmayacağını hatırlatmış filmdir.hikayedir, hayattır, insandır. 25 yıl sonra biz seninle belki yine ben û sende surlara çıkarız, ama biraz yaşlanmış oluruz..senle beraber bütün karadenizin etrafını bisikletle dolanırız..batum’da çay içer hüzünlü gürci şarkıları dinleriz.sonra bide mayacoski’nin evine götürürüm seni..1 haftada doktokoctan öyküler okuruz, içelim ve bir birimize sen diyelim,moskova petruşki treninde votka içeriz..varnada karşı kıyıda sesleniyorum.. sesimi işitiyormusun..mehmet..mehmet diyip nâzımı yâd ederiz.. sonra, haritayı açarız.. gözümüzü kapatırız, parmağımızı koyarız bir noktaya, derim yürü.. dünya haritasına.. sonra ben belki politikaya atılırım.. ama sadece ulaştırma bakanı olurum.. bütün ülkeyi demir yollarıyla döşerim.. sadece batıdan doğuya değil.. doğudan karadenize.. karadenizden akdenize.. uzun uzun demir yolları..sonra her bölgede yok olmakta olan diller ve kültürlerle ilgili enstitü kurulmuş olur…sonrasonrabelki her şey değişmiş olur.. sonra çalışma saatleri beş saat olur,sonra, 30 yıldır içinde bulunduğumuz bu çatışma ortamıyla ilgili, hakikatleri araştırma komisyonu kurulmuş olur.. sonra…ne çok sonra var değil mi ?
(nerde o eski acilar - 9 Mart 2014 22:39)
Yorum Kaynak Link : gelecek uzun sürer