Oyuncular
  • "dandik ekran karti ureticisi."
  • "istanbuldaki patlamalardan* geride kalan aci manzarayi ortmek icin sabahin erken saatlerinden beri canla basla calisan hisli hava olayi."
  • "dünyayı yaşanabilir kılan şeydir.üstünü örttüklerinden mi, bilmiyorum."




Facebook Yorumları
  • comment image

    sis
    sarmış yine ufuklarını bir inatçı duman,
    bir ak karanlıktır gittikçe artan.
    baskısı altında silinmiş gibi cisimler,
    bir tozlu yoğunluktan oluşmuş tüm resimler;
    birtozlu ve ürkünç yoğunluk ki bakışlar
    dikkatle giremez derinliğine, korkar!
    ama sana lâyık bu derin, karanlık örtü,
    lâyık bu örtünme sana, ey zulümler mülkü!
    ey zulümler alanı…evet, ey parlak sahne,

    ey faciayı bezeyen şatafatlı sahne!
    ey şatafatın, gösterişin beşiği, mezarı;
    doğunun eski, çekici kraliçesi;
    ey kanlı sevgileri tiksinip titremeden
    zevke düşkün göğsünde besleyip büyüten;
    marmara’nın mavi kucağı içinde
    ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı kitle;
    ey köhne bizans, ey koca bunak büyücü,
    ey bin kocadan kalan el değmemiş dul,
    güzelliğinde henüz tazeliğin büyüsü var,
    hâlâ titrer üstüne gözleyen bakışlar.
    dışardan, uzaktan açılan gözlere süzgün,
    mavi gözlerinle ne şirin görünürsün!
    şirin, ama en kirli kadınlar gibi:
    dökülen gözyaşlarının duygusuz hepsine.
    kurulurken daha, bir hainlik eli
    yapına lânetin ağulu suyunu katmış sanki!
    hep ikiyüzlülüğün kiri dalgalanır zerrelerinde,
    bir parçacık temizlik bulamazsın içlerinde.
    hep ikiyüzlülük, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri;

    yalnız bu…ve yalnız bunun yükselme umudu.
    milyonlar barındırdığın cesetler arasından
    kaç alın vardır çıkacak temiz ve parlak?
    örtün, evet, ey facia… örtün, evet, ey kent;
    örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu!..

    ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    katil kuleler, haleli, zindanlı saraylar;
    ey anıların sağlam mezarı, ulu tapınak;
    ey kibirli sütunlar, bağlanmış birer dev gibi,
    geçmişleri geleceklere iletmekle görevli;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi;
    ey kubbeler, ey şanlı dua, dilek yapıları;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minareler;
    ey çatısı çökük medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgesinde birer yer
    sağlayabilmiş binlerce sabırlı dilenci;
    geçmişlere rahmet! yazılı mezar taşları;
    ey türbeler, ey her biri gürültülü bir anıyı
    uyandırarak sessiz soluksuz yatan atalar;
    ey çamurla tozun savaştığı eski sokaklar;

    ey her açılan gediği bir olayı sayıklayan
    yıkıntılar, ey it kopuğun pusuya yattığı yerler,
    ey kapkara damlarıyla ayakta duran
    birer yas simgesi gibi sessiz, yıkık evler;
    ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa yuva
    olan kaygılı ocaklar ki acılarla somurtmuş,
    yıllardan beri tütmek nedir... unutmuş,
    ey aç midelerin insanı sıkıştıran ağusuyla
    her alçaklığı yutan kurumuş ağızlar;
    ey doğanın bağışıyla en hazır ve nimetli
    bir yaradılışa kavuşmuşken aç, tembel ve kısır,
    her nimeti, her bağışı, tüm kurtuluş yollarını
    gökten dilenen, katlanıp alçalan... ikiyüzlü!
    ey köpeklerin sesi, ey konuşma onuruna kavuşmuş
    insandaki şu nankörlüğü lânetleyen bağırış;
    ey yararsız gözyaşı, ey ağulu gülüş,
    ey güçsüzlük ve acınma sözü, hınçlı bakış;
    ey efsanelerin çukuruna düşen anı: namus;
    ey yükselme kapısına çıkan yol: ayak öpme.
    ey silahlanmış korku, kötülüğün yüzünden
    öksüz, dul ağızların yakınması talihten;
    ey kişiye dokunmayan ve özgürlüğe yakın
    bir soluk alma hakkı veren yasa efsanesi;
    ey boş vaat, ey sonu gelmeyen kuyruklu yalan,
    ey mahkemelerden durmadan sürülen hak;
    ey kuruntu ve kuşkuyla duygusunu yitiren,
    vicdanlara kadar uzanan meraklı kulak;
    ey dinlenme korkusuyla kilitlenmiş ağızlar,
    ey tiksinilen, aşağılanan ulusal çabalar;
    ey kılıç ve kalem, ey iki siyasal mahkûm;
    ey erdem ve utancın payı, ey unutulan yüz;
    ey korku yüküyle iki büklüm gezmeye alışmış
    kodamanlarla kuyrukları, koca, ünlü toplam;
    ey önüne eğilmiş baş, alnı pak, ama iğrenç;
    ey taze kadın, ey onun ardından koşan genç;
    ey ayrılık acısı çeken ana, ey küskün eşler,
    ey kimsesiz, başıboş çocuklar... hele sizler,
    hele sizler...
    örtün, evet, ey facia... örtün, evet, ey kent;
    örtün ve sonsuzca uyu, ey dünya orospusu!..
    tevfik fikret


    (nyks - 28 Mart 2002 10:40)

  • comment image

    tevfik fikret'in karamsar ve dahi istanbul'u yerlerin dibine soktugu siiri. sadelesmemis hali söyle:

    sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,
    bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
    tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
    bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh;
    bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
    dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
    lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim,
    lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
    ey sahn-ı mezâlim…evet, ey sahne-i garrâ,
    ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ!
    ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
    şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
    ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret
    perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
    ey marmara'nın mâi der-âguuşu içinde
    ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
    ey köhne bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
    ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
    hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
    hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
    hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
    çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
    mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
    üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
    te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
    bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
    hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde,
    bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
    hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu';
    yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'.
    milyonla barındırdığın ecsâd arasından
    kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

    örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr;
    örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

    ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;
    ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;
    ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
    mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;
    ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
    ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;
    ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer
    te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;
    "geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir;
    ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd
    iykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
    ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;
    ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar
    vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
    ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
    temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
    ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
    gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
    yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş;
    ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde
    her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde;
    ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im
    bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim;
    her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı
    gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi!
    ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz
    insanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz;
    ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn;
    ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn;
    ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus;
    ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
    ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci'
    öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli';
    ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn
    bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
    ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
    ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
    ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs
    vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
    ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
    ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar;
    ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî;
    ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
    ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf;
    eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf;
    ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç;
    ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç;
    ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber;
    ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler,
    hele sizler…

    örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr;
    örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!...


    (hidrellez - 27 Mayıs 2009 16:39)

  • comment image

    ormanda acaip guzel olur...
    sabah gun isildamaya basladiinda yerden duman duman yukselir...
    etrafta alacakaranlik istediin tribe girersin...
    elf olursun, komanda olursun, sovalye olursun... deli hos bisidir..


    (whitecrow - 6 Temmuz 1999 00:00)

  • comment image

    "...
    iki şehri var gecenin, biri gözümde
    tütüyor, birinin dumanı üstünde yağmur
    gibi çöken siste, bana bu uykusuz
    şehri niye bıraktın, göze alamadığım
    bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
    gece değil istediğin hayli karanlık
    bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak
    hevesindesin!
    gözlerini anlıyorum henüz
    bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin;
    gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
    göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır,
    ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir,
    öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak,
    sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
    şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim;
    biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
    biri sis içinde kirpiklerine kadar açık,
    bu sessizliği kim bıraktıysa, göremiyorum
    konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
    gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
    kimsenin kimseye gözü değmiyorsa şiir niye?
    ..."

    (bkz: haydar ergulen)


    (suyunrengi - 12 Ocak 2003 22:24)

  • comment image

    şehirleri ölümden sonra ülkesine benzetir sis. beyaz bir kefen gibi çöker üstüne. uzak sokak lambaları galaksinin sonundaki güneş gibi parlarken, yavaş yavaş beynimizin kıvrımlarına dolar su buharı. hafızanın puslu coğrafyasında gece olmuştur. insanı kendiyle baş başa bırakır sisler. kedi tırnağı gibi batar çocukluğumuzun kirli ellerine. içinden çıkılmaz bir labirente dönüştüğü an şehir, ikarus'un ve sapkın kahramanların kanatları olur. alır götürür bizi hikayelere.

    gece, solak bir sazendenin semaisi gibi tersine doğru işlerken, sisle gelen nesli tükenmiş şehir baykuşları çöreklenirse modern örenlere, korkmayın. sigaranızı algılarına doğru üfleyin ışıkların.

    parkemi alıp sise karışmak, hafızamın dosyasına saman kağıdı tadındaki günü tutturmaktır.


    (darkpoe - 6 Ocak 2014 17:50)

  • comment image

    uzakta mı ne, ama yakın da gibi sanki, bir yer mi var, çok mu güzel, zeytin bahçesinin içinde mi ne. aşı boyalı ne demek bilmiyorum, ama bence aşı boyalı ve tam da istediğim gibi. sanki narkoz altında halüsinasyon, sanki güzel bir rüya, elimi atsam dokunacakmışım gibi ama uzandıkça kayboluyor mu ne. okyanus mu çekiyor içine, sislere mi dönüşüyor, gökyüzüne mi karışıyor, bir haller oluyor da gittikçe şeffaflaşıyor. asma yaprakları, tahrakurusu, belki şöminesi de vardır içinde. odun toplayalım mı akşam için? sen balık tutarken ben sofrayı kurayım hatta? ya da yok. gidin. ev benim, sularım sakin. rüzgâr uğultusu, zihin kurgusu, biraz da unutmaya uyudum mu, böyle iyiyim.


    (cevirmenin notu - 15 Ocak 2014 02:26)

  • comment image

    '60 darbesiyle açılıp 1978 yılına zamanda sıçrama yapar. arada bir askeri darbe daha olmuş, 12 eylül faşizminin de eli kulağındadır. darbeleri ve toplumsal yerinden oynamaları habil-kabil mitini refere ederek betimleyen muhteşem bir filmdir.

    arabeske teslim olan bir ülkeyi hapishane gibi betimler livaneli. iç ve dış uzam arasında fark kalmamış, fraksiyonlar birbirini yutarken devlet görevlileri de bürokrasinin mengenesinde eğilip bükülmektedir. bu bakımdan savcı (ülkü tamer) ile çaresiz babanın (rutkay aziz) seyri değişen diyalogları anımsanabilir.

    sis, livaneli'nin yurt dışındaki ününü perçinlemiş, kendisi gözümde bir jean cocteau denli değer kazanmıştır.


    (hanging rock - 15 Nisan 2017 20:40)

Yorum Kaynak Link : sis