Le val d'enfer (~ Valley of Hell) ' Filminin Konusu : Le val d'enfer is a movie starring Ginette Leclerc, Gabrielle Fontan, and Nicole Chollet. Near a quarry, men work under a blistering sun.A forty-something ,mad about his young wife, takes his parents to a home for retired people.
Random Harvest(1943)(8,0-6339)
Waterloo Bridge(1940)(7,8-7972)
The Body Snatcher(1945)(7,4-7340)
La moglie più bella(1970)(7,2-550)
Le voleur(1967)(7,1-1403)
sensation adlı şiirini orhan veli kanık'ın ne de güzel çevirdiği şair.şöyle ki:duyummavi yaz akşamları,patikalarda,dalgıngideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.ayaklarımda ıslaklığı küçük otlarınyıkasın,bırakacağım başımı rüzgara.ne birşey düşünecek,ne bir laf edeceğim;ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;göçebeler gibi uzaklara gideceğim;mes'ut,sanki yanımda bir kadın varmış gibi.
(metamorpnus - 8 Ekim 2006 08:46)
erdoğan alkan, can yücel, orhan veli, özdemir ince, ilhan berk, sebahattin eyuboğlu tarafından şiirleri türkçeye çevrilmiş bilnci tahrib etmek isteyen şair. en istikrarlı biçimde ve külliyat halinde çevirenler alkan ve ince'dir. ancak berk'in seçme çevirileri ısrarla önerilir.çok genç yaşta paris'in duvarlarında tanrıyı ölüme mahkum ettiği tevatürden hallice bir isnattır. rimbaud'un komün zamanı yaptığı söylenen bir eylemin bir ispatı da yok tabi. hatta komünün manifestosunu kaleme aldığı dahi söylenmektedir ki işte bu basbayağı tevatürdür. kaynaklar çok az şey söylüyor tabi şair hakkında. hatta sadece bir tane fotoğrafı var elimizde, bir de verlaine'ın birkaç karakalemi. elimizdeki en güvenilir kaynak mektupları. kardeşine, lise öğretmenine, national geografic dergisine yazdığı mektuplar. ancak etrafımıza bakınca harar'da (habeşistan -rimbaud o "cehennem"deki ilk beyazdı) yaşadığı hayatı bir mümin gibi geçirdiğini zannedeceksiniz. rimbaud harar'da içoğlanıyla yaşıyordu. hafakanlar içinde boğuluyor ve zengin olmanın hesaplarını yapıyordu. tolstoy'un müslümanlığı kadar rimbaud'nun da müslümanlığından bahsedilebilir elbette. araştırmış okumuştur. birlikte yaşamayı öğrenmiştir.enis batur bir söyleşisinde 17 yaşında dünya şiirini alt üst eden rimbaud için şiirin hayvan yanı demişti. sanırım bunu içgüdünün yönlendirdiği birikimden ve başka şiirlerden münezzeh bir şiir yarattığı için söylemişti r.mbaud için. ne okumuş olabilir o yaşa kadar ki bir şiir birikimini, şiir geleneğini kırmak için şiirini "çaba" sonucu oluştursun. hayır çaba değil vahiy. 20 yaşında (21 diyor kimi) şiiri bırakıyor zaten rimbaud. bir itiraz sesini duyabilirsiniz tabi burada: "rimbaud şiiri bırakmadı, şiiri tamamladı."
(fakfa - 20 Kasım 2006 19:33)
on altı buçuk yaşında, "kahin'in mektupları" adıyla bilinen iki mektubunda "ben bir başkasıdır" (je est un autre) diye yazarken, bunun "benim ben'im tanrı'dır." anlamına geldiğini biliyordu. on yedi yaşından yirmi bir yaşına kadar, dört yılda, şiirin bütün geleneklerini, yapısal ve zihinsel düzenini parçalayıp altüst etti. düzyazı şiirleriyle yarattığı dil, günümüz modern şiirinin yazınsal temellerini oluşturdu. rimbaud'nun şiirde ulaştığı yükseklik şiirin son sınırları olarak kabul edilir. rimbaud şiiri bırakmadı, sözün simyasını keşfetti, şiiri tamamladı ve sessizliğe erişti. "rimbaud'dan sonra ne yazılabilir?" sorusunu yirminci yüzyıl şairleri yanıtlayamadı. sıra yirmi birinci yüzyıl şairlerinde. rimbaud, modern şiirin başlangıç noktasıdır.(bkz: aphinar)
(jazzanova - 23 Mayıs 2002 02:00)
çağdaş fransız şiirinin kurucusu olarak da nitelendirilir. asıl mevzu bunu 17 yaşında yapmış olması ve 20'sinde de şiir yazmayı bırakmasıdır.
(konor - 3 Kasım 2000 02:14)
rimbaud hakkında bir çok şey söylenir, efsane kahramanı gibidir, belki de modern dönemin gördüğü en büyük şairdir, büyücüdür, müneccimdir, seyyahtır.ama en çok babasını arayan bir çocuktur.
(turuncutuzluk - 14 Aralık 2011 13:21)
büyük isyanın elebaşıdır, kendisinden önce hiçbir şey yokmuş gibi hissettirir (gerçek öyle değil tabii) 16 yaşında sarhoş gemi'yi yazdığında bu şiiri tanıtmak için verlaine'in ayağına nasıl gittiyse yıllar sonra habeşistan'da fildişi ve silah tüccarlığı yaparken aynı şekilde unutturmayı dilemiştir, mümkün olsa şair rimbaud'yu kütüphanelerden, zihinlerden silmek istemiştir. 20li yaşların başında yeterince yazdığını düşünür rimbaud ve çileci görünen ama asla öyle olmayan uzun yolculuğuna çıkar. bu hayatı baştan aşağı değiştirmek değil, ikinci bir kişiliği yaratıp, ondan önce ne varsa yok etmektir. rimbaud'nun şiiri bırakma kararı almasında etkili olan doyum ve o doyumun getirdiği suskunluğa razı olması. hani melville'in bertleby öyküsü ile anlatmaya çalıştığı durum- yani bir tür zirvede bırakma hadisesi; kalemi bırakmak, vazgeçmek, aşkın bir ret! ama bu reddediş, zirvedeyken bırakma muhteşem yapıtlarla sahneyi terk etmek değil, dilin sahip olduğu sınırlar içerisinde hiçbir zaman "yüce" eserlerin, anlatıların yaratılamayacağına dair inanç da ön plana çıkıyor. bu noktada unutulmak, yok olmak isteği, hiç işitilmemiş, kayıt altına alınmamış olmayı yeğ tutmak dürüstlüğün ta kendisi. (bu nedenle nice zaman sonra henry miller'a saç baş yolduran) rimbaud'ya dönecek olursak- susmasına şaşmamak gerek, zira rimbaud'nun başta sarhoş gemi şiiri tanpınarla, haşimle, beyatlı ile taçlandırdığımız 20. asır türk şiirini (erken dönem diyebiliriz. zira birazdan 2. yeni gelecek ve türk şiirini bitirecek) şekillendirmeye yetti, tabii önüne baudelaire rüzgarını katarak (beyatlı paris sokaklarında havayı koklayarak ne arıyordu?) rimbaud acılar içinde hayatının sonuna geldiğinde edebiyat otoritelerinin diline yeni bir söylem takıldı: şiir öldü, rimbaud ile. aa şiir ölmüş, hassiktir ordan! (roman sanatıyla sinemadan bile umudu kesebilirsiniz ama şiir başka bir alan kardeşim, burada henüz atlarla jokeyler yer değiştirmediler.)bunu yapabilmiş yegane isim rimbaud değil sadece. aynı ulvi suskunluğa dalmış başka isimler de var.wittgenstein- tractatus'tan sonra susar, kız kardeşine ev yapar -http://4.bp.blogspot.com/…m_hwse/s1600/witthou2.jpg western filmlerine kafayı takar- sürekli aşkın peşinde koşar. rimbaud'nun şiiri bırakmasından sonra ortaya çıkan "şiir öldü" düşüncesinin benzeri wittgenstein'ın tractatus'ünden sonra "felsefe bitti" biçiminde kendini gösterir (gerçi salak deleuze onu felsefi katliam yapmakla suçlar, ahah) "konuşulmayan konusunda susmalı" mıyız bilmiyorum ama "başkalarının derinlikleriyle oynama"malıyız. (-müjde ludwig, prostat kanserin tedavi edilebilir nitelikte! - gururumu zedeliyorsunuz sayın doktor, yaşamaya hevesli olduğumu nereden çıkarıyorsunuz?) wittgenstein 1. dünya savaşı basladıgında havalara uçar, felsefe, müzik, konuşmak, yazmak boşunaydı onun için, sınırları belli olan lisanın aptallıkları. o savaş istiyordu, korkuyu ancak gerçek tehlikelere atılarak yenebileceğine inanıyordu. hücum borusu!j. d. salinger- insanlar çavdar tarlasında çocuklar'a kafayı takmış durumda ama bugün halen konuşulan glass ailesini yaratması bile bu açıdan zirvedir. ha, bu aileye dair yeterince okuma yaptık mı, hayır! franny and zooey gibi iki öykü içeren kitap kalmış geride, nasıl anlatmalı bilmiyorum ama bir gün anlatma umuduyla bu kitabı bir kez daha okurken yakalayabiliyormuş insan kendini. 60 yıldır kayıp olan salinger'ın ölüm haberi geldiğinde onun ölümünden ziyade geride bırakmış olabileceği romanları, öyküleri, makaleleri düşündüğümü hatta bu ölümden memnun olduğumu hatırlıyorum. ayıb ayıb!“yaşamı tanımadan önce yazıyordum; şimdi yaşamın anlamını bildiğim için yazacak bir şeyim yok.” diyen oscar wilde bugün sosyal medyaya şahit olsaydı, alıntı cehennemindeki yerini yadırgar, biraz daha erken susmuş olmayı dileyebilirdi. yediden yetmişe hayatın anlamının farkına vardığımızı ortalama 10 kelimelik cümlelerle taçlandırıyoruz, wilde sağ olsun.cioran bir söyleşide, aslında tek bir kitap yazmış olsaydı yazın hayatının daha anlamlı olabileceğini söyler. geriye dönüp baktığında, yazdığı tüm o kendi keskin gerçekliklerini tek bir kitaba sığdırabileceğini fark eder ve hayıflanır. tek bir kitap! varlığa dair o bitmeyen uğultuyu dindirdikten sonra susmalıydı.
(us and them - 29 Eylül 2013 00:36)
"size bir adres veremiyorum çünkü yakında hangi yollardan, niçin ve nasıl, nereye sürükleneceğimi bilemiyorum."
(in cold blood - 17 Mart 2004 18:10)
işte en iyilerinden biricümleler'dendört şaşkın gözümüz için tek bir ormana. --birbirine gönülden bağlı iki çocuk için bir kumsala. -- bizim apaçık duygudaşlığımız için ezgili bir eve, -- indirgendiğinde dün- ya, işte o zaman bulacağım sizi. dingin ve yaşlı bir adamdan başka kimse kalmazsa dünyada, bir 'görülmemiş zenginlik'le kuşatılmış yaşlı adamdan, -- işte o zaman ocağınıza düşeceğim sizin. anılarınızın tümünü kavrarsam, -- size boyun eğdirmeyi beceren kadın ben olursam, -- işte o zaman boğazlayacağım sizi.
(isotope 218 - 4 Mayıs 2004 12:46)
hiç uyuyamam ben geceleri. uyuyamadığım için güneşin doğuşunu izleyeceğim o büyüleyici ana kadar kitap okurum. çoğu zaman şiir kitapları eşlik eder yalnızlığıma. elime alırım baudelaire'i rimbaud'yu ve başlarım yalnızlığımı, uykusuzluğumu unutmaya. işte rimbaud benim tüm uykusuz gecelerimin yegane dostudur. şiirleri aklımda bazen yazılmamış dizelerin filizlenmesini sağlar, fakat hiçbir zaman onları yazmaya yeltenmem. çünkü bilirim ki şiir, onunla başlayıp onunla bitti. peki neydi arthur rimbaud'yu rimbaud yapan? nasıl edindi 17 yılda değil yalnızca fransız dünya edebiyatını etkileyecek şiir birikimini? şüphesiz ki çok yetenekliydi. fakat bence yeteneğinin ardında gizemli ve çözümlemesi güç bir karakter yatıyor.rimbaud'la tanışma fırsatım doğal olarak olmadı. farklı yüzyıllarda, farklı ülkelerde farklı şehirlerde doğmuştuk çünkü. fakat onu bir dostum olarak kabul etmekte herhangi bir beis görmüyorum. onu tanıdıktan sonra şiir yazmayı bıraktım. çünkü yer yüzündeki her dizenin yalnızca onun kaleminden çıkınca şiir olabileceğini, şiir diye adlandırılabileceğini fark ettim. bunu söylerken diğer şairlere haksızlık ettiğim düşünülebilir belki ama rimbaud tektir benim için. sanki şiirlerini yalnız bana yazmış. şiirlerinde naif bir ruhun yansımasını görüyorum. ve okurken hep nasıl yazdığını hayal etmeye çalışıyorum. çoğu zaman bir ormanda hayal ediyorum onu. bir ağacın altına oturmuş, gökyüzünü izlerken şiirleri aklında filizleniyor. bazense falezleri izlerken ayağını deniz suyuna hafifçe değdiren ve kendi kendine şiirler okuyan bir delikanlı olarak düşlüyorum rimbaud'yu. şiirlerinde kullandığı doğa imgelerinden belki onu başka yerde bir türlü hayal edemiyorum.nasıl yazıyordu gerçekte acaba insanın yüreğini bu denli titreten saf şiirlerini? nasıl geliyordu aklına dizeler, kelimeler? ne hissediyordu? saçmaladım. bunları bilmek imkansız yalnızca tahmin eder insan kendi isteğine göre. ayık kafayla yazmadığına eminim gerçi.sürekli kaçıp gitme saplantısı, afyon bağımlılığı...belki de bunlar yazdırıyordu o dizeleri rimbaud'ya kim bilir? gelmiş geçmiş en büyük şair. keşke ben de onu onun bir şiiri gibi anlatabilseydim.
(freddie mercury nin disleri - 6 Mayıs 2014 22:58)
"galyalı atalarımdan miras uçuk mavi gözlerim. ahmaklığım ve kavgada sakarlığım"
(stalker - 6 Haziran 2005 02:52)
Yorum Kaynak Link : arthur rimbaud