Süre                : 1 Saat 37 dakika
Çıkış Tarihi     : 03 Mart 1948 Çarşamba, Yapım Yılı : 1948
Türü                : Gizemli,Heyecanlı
Ülke                : Fransa
Yapımcı          :  Neptune
Yönetmen       : Jean-Devaivre (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Pierre Apestéguy (IMDB),Jean-Paul Le Chanois (IMDB)(ekşi),Jean-Paul Le Chanois (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Paul Meurisse (IMDB), Micheline Francey (IMDB), Gilbert Gil (IMDB), Pierre Renoir (IMDB), Jean Tissier (IMDB)(ekşi), Jean Brochard (IMDB), Pierre-Louis (IMDB), Junie Astor (IMDB), Jean Debucourt (IMDB), Mady Berry (IMDB), Palau (IMDB), Arthur Devère (IMDB), Marcel Pérès (IMDB), Sinoël (IMDB), Georges Bever (IMDB), Madeleine Suffel (IMDB), Michel Seldow (IMDB), Marc Arian (IMDB), Léon Arvel (IMDB), Alfred Baillou (IMDB), Rivers Cadet (IMDB), Marcel Charvey (IMDB), Raymond Destac (IMDB), Pierre Duncan (IMDB), Cécile Eddy (IMDB), Henry Gerrar (IMDB), Claire Gérard (IMDB), Colette Mareuil (IMDB), Pierre Moncorbier (IMDB), Geneviève Morel (IMDB), Henri Niel (IMDB), Julienne Paroli (IMDB), Marcelle Rexiane (IMDB), Maurice Salabert (IMDB), Germaine Stainval (IMDB), Jean-Marc Tennberg (IMDB), Georgette Tissier (IMDB)

La dame d'onze heures (~ Hämnaren från mörkret) ' Filminin Konusu :
La dame d'onze heures is a movie starring Paul Meurisse, Micheline Francey, and Gilbert Gil. Stanislas Oscar Seminario, aka SOS, is a young explorer, just back from Africa, visiting old friends: the Pescara's. But the father keeps...


  • "denildiğine göre orda aşk başkaymış....duydun mu güzel istanbulum!!...bu taş sana..."
  • "istanbul'da yaşayıp da buradaki müzelerin yerlerini bile bilmeyenlerin müze kapılarında 3'er saat sıra bekledikleri şehir."




Facebook Yorumları
  • comment image

    vallahi güzel şehir. eloğlu işi biliyor azizim.

    öncelikle şunu söyleyeyim, o kadar geniş bir alanda şehrin dokusunu o kadar genel tutabilmeleri sanırım işin sırrı. nereye giderseniz gidin aynı şehir olduğunu belli ediyor, bütünlük hissi inanılmaz. o kum rengi sıra sıra binaları, özel gri paris çatısı, hep aynı kaldırım, aynı sokak düzeni... üstelik istanbul için önümüzdeki 100 yıl için hayal edemeyeceğimiz bir durum var paris’te: şehrin inşası bitmiş. yani bir kaldırım taşı bile eklenmesine gerek yok. tabii bu bir paragraftır yaptığım cennet tasviri paris’i ikiye bölen çevre yolu olan periferinin iç bölümü için geçerli tamamen. dış tarafı da aksine cehennem gibiymiş sanırsam.

    bir tane kule var eiffel diye. bir de tablo var ufacık mona lisa, louvre diye öküz gibi bir sarayın içinde. notre dame de paris, arc de triomphe filan. bu fiks şeyleri tekrar anlatmanın hiç lüzumu yok. hepsi bütün ünlerini haketmiş. güzel şeyler. eiffel’in pek bir estetiği yok ama büyük, çok büyük, etkileyici, ben sevdim. ama fransızlar hiç sevmiyor. zaten öylesine yapmışlar zamanında, 1889’da uluslararası bir fuar varmış şehirde, bir atraksiyon yapalım bitince sökeriz demişler. guy de maupassant filan o kadar nefret ediyormuş ki eiffel’den, yemeğini hep orada yiyormuş “eiffel’i göremeyeceğim tek yer onun içi” diye. çok üstüne düşüyorlar ama, güzel gayet. özellikle hava kararmaya başlamak üzereyken seine nehri’nin kıyısında, alexandre iii adlı kıro köprüden batıya doğru yürümeye başlarsanız, hava karardıkça gecenin içinde ışıklarıyla hafif hafif belirmesini keyifle izleyebilirsiniz.

    bu fiks şeylerin dışında, daha az fiks şeylere bakacak olursak paris’te napoleon’un takıntısı sonucu ortaya çıkmış bir aks var. 180 derecelik bir açı üzerine louvre’dan başlayıp, jardin des tuilleries, avusturya kapısı, concorde meydanı ve mısır’dan çaldıkları dikilitaş, akabinde champs-elysées ve arc de triomphe, ve son olarak da gökdelen mahallesi la défense itina ile yerleştirilmiş. hatta manyak napoleon louvre’un bu akstan 1-2 derece kaydığını görüp “yıkın baştan yapın pls” demiş, zar zor vazgeçirmişler.

    bir çok sıradışı kilise var paris’te. hepsi ayrı tarz, ayrı şekil, ayrı güzel. notre-dame de paris tabii ki bunlar arasında en ünlüleri. içinde jean d’arc’a adanmış bir mabet var. gül pencereler ise hakikaten nefes kesiyor. bundan başka paris’in tek tepesi olan montmartre’ın tepesine dikilmiş sacre-coeur var güzel, st. madelaine var roma tarzında (bizdeki büyük apollon tapınağı’na benzettim ben), st. sulpice.. ama dini binalar arasında bence en güzeli, en ihtişamlısı şehirdeki en underrated yer olan pantheon.

    şehir parktan geçilmiyor. yaygın ve büyükler. en piyasası sanırım jardin du luxembourg. bunun dışında place des vosges çok güzel, kendisi sanıyorum aynı zamanda modern paris’teki en eski, en değişmemiş yer. jardin des tuilleries, jardin des plantes vb..

    orsay müzesi her ne kadar louvre’un yanında popülarite bakımından ezik kalsa da bence daha güzel bir yer. heykel ve resim ağırlıklı olan bu müze, eğer van gogh hastası bir bünyeyseniz aklınızı alabilir. bunun dışında rodin var bir sürü. ama müzedeki en tatlı şey pompon ayısı idi, yıl oldu hala unutamıyorum kendisini, biblosunu okşuyorum, rüyalarıma giriyor..

    diğer önemli binalara bakacak olursak, öncelikle opera binası var. burası dışarıdan çok güzel görünüyor evet. ilk girişteki merdivenli salon da güzel. lakin yukarıdaki salon insanın içini bayacak kadar süslü. nasıl anlatsam, burhan altıntop’un evini alın, kırmızı yerine altın koyun, her yere dev avize ve oymalı kakmalı altın dekorlar ekleyin, işte opera binasındaki büyük salon. opera binasının yanı sıra hotel de ville adlı belediye binası da gayet şık. rengiyle çatısıyla tarzıyla tam bir görkemli paris binası. louvre’un karşısındaki academie ve biraz daha batıdaki les invalides de çok güzel binalar.

    periferi içinde ulaşım = metro ve yürümek. metro zaten her noktaya ulaşıyor, yürümek de ayrı keyif. taksi tutanı döverler. zaten inanılmaz pahalı, sakın “buralardaki gibidir” gibi bir düşünceye kapılmayın. yemek için ise farklı seçenekler var. mcdonalds gayet yaygın, bir de quick var. burger king yok, takdir ettim dallama fransızları bu konuda. bunun dışında 10€ civarında bir paraya gayet lezzetli ve çatlatan yemekler yiyebileceğiniz gibi, ara sokaklarda gayet ucuz bir paraya öğle yemeği veren yemekhaneler de var.

    insanlar ise kibar. metroda bavullar ile can çekişirken görürlerse sizi hızır gibi yetişip “verin ben taşıyayım” diyorlar. lakin bu kibarlıkları, kıçları yere değer değmez ayakkabılarını çıkarmalarını gözümde meşru kılmıyor. kardeşim ne kurtluymuşsunuz, hadi tamam parkta dinleniyorsunuz oturdunuz banklara çıkardınız ayakkabılarınızı. veya sokak kenarındaki banklarda da çıkarıyorsunuz tamam. lakin restoranda da çıkarılmaz ki kardeşim ya. kadını erkeği hiç acımıyorlar, kıçlarını bir sandalyeye veya banka vs. koydukları vakit ilk işleri ayakkabılarını çıkarmak oluyor. yani şehirde hem oturan hem de ayağında ayakkabı olan birini görmek bir hayli zor.

    paris’te fiks turist seyahati dışında yapılması gereken şeyler ise nacizhane fikrime göre şunlar; derim ki st.germain – st.michel civarında manasızca yürüyün, kafelerinde çürüyün, ile de la cité’nin ucuna oturun, le marais’de özel dondurma yiyin, jardin de luxembourg’un banklarında çürüyün, place des vosges’a gidin, seine kıyısındaki satıcıları dolaşın, bizim gibi düzlük yapıp père-la-chaise’i “mezarlık lan, gitmeye gerek yok” deyip bir kalemde silmeyin, mouffetard’ı kesin görün, montmartre’ı yürüyerek gezin, müzik ile alakalı bir insansanız sibel can cd’si bile bulunabilen 5 katlı dev virgin müzik sarayını gezin, bir pont des arts olsun, pont neuf olsun, ne bileyim alexandre iii köprüsü olsun, seine üzerindeki köprüleri gezin, bir de “bu kadar parayı ne yapacağım ben, hepsini harcamam lazım” diyorsanız la coupole’e gidin.

    ne yapmayalım diyecek olursanız, size söyleyebileceğim en önemli şey “cumartesi günü la fayette’e gitmeyin” olur. durumun ciddiyetini daha iyi anlatmak gerekirse, diyelim inanılmaz karnınız aç cumartesi günü. pazar her yer kapalı olacak biliyorsunuz, ve de diyelim ki şehirde yiyecek satan tek yer la fayette. yine de gitmeyin kardeşim. hatta “bu cumartesi la fayette’e gitmezsen kıyamet kopacak” diye vahiy gelse bile, cumartesi günü la fayette’e gitmeyin. eiffel'e tırmanmak için muazzam bir çaba sarfetmeyin. gidin arc de triomphe'a çıkın. hem şehre napoleon ve onun mimar kankisi haussman tarafından zorla armağan edilen muazzam düzeni daha rahat görürsünüz, hem de şehir manzarasında eiffel'i de görmüş olursunuz. hatta bu maupassant mantığı ile sanıyorum en doğrusu paris'teki en çirkin bina olan la tour montparnasse'a çıkmak. böylece şehir manzaranızda hem eiffel, hem arc de triomphe oluyor, hem de bu çirkinler çirkini binayı görmemiş oluyorsunuz.

    işte böyle efenim, bir şey beğenmeyen, küstah ve ukala fransızların neden öyle olduklarını anlamanıza yardımcı olan güzellikte ve eşsizlikte bir yer bu şehr-i paris.


    (rwn - 27 Eylül 2007 00:48)

  • comment image

    napoleon iii ve georges eugene haussmann'ın nasıl bir deha ile şehir planlaması yaptıklarının çok net görülebileceği, insanın 5 gün değil 55 gün kalsa da yetmeyeceği düşüncesine girdiği, soğuk havalarda ağzından buharlar çıkarak sağda solda yürüyerek etrafı gezmesinin kesinlikle bir şart olduğu şehirdir.

    insanları son derece kibar. kibarlıktan kastım şu: yer sormak için birini durdurduğunuzda, kimi interneti çeksin diye metronun dışına kadar çıkıp, navigasyondan bulamadığında en yakın bir mağazaya girip sorabiliyor, kimi de gideceğiniz mekânın telefonunu internetten bulup orayı telefonla arıyor ve bulunulan noktadan nasıl gidileceğini soruyor. türkiye'de -özellikle istanbul'da- biri size yaklaşsa ve bir şey sormaya kalksa dinlemez ve yolunuza devam edersiniz. genelleme yapmazsak, en azından insanların %80'i bu tavrı sürdürür.

    sokaklarda arabalarda tek bir klakson sesi duyamazsınız paris'te. metro içerisinde yüksek sesle konuşan insan sayısı tek tüktür. yaya geçidine gitmenize 10 metre varken bile şoförler geldiğinizi görür ve dururlar. yeşilin ardından sarı ışık yandığında "lan hadi şunun son saniyelerinde geçeyim." düşüncesinde olana pek* rastlanmaz.

    metro demişken; şehrin altında sanki başka bir şehir var adeta. 14 adet metro hattı ile tren hatlarının varlığı, paris'in bir ucundan öbürüne ya da istediğiniz bir noktasına raylı sistemle ulaşım imkânı gibi mükemmelliklerin müsebbibi.

    775 entry içerisinde mutlaka "gidilmesi gereken yerler" ortak parantezine alınan yerler olmuştur. buraları tekrar etmek yersiz diye düşünüyorum. gidilmesi gereken yerler**** haricinde; maubert-mutualite durağının yakınlarındaki el palenque isimli arjantin restaurantında sangria içmeden ve mısır püresi yemeden, champs-élysées üzerindeki léon'da midyeye doymadan, ladureé'de makaronun tadına bakmadan; pont-neuf etrafında aylak aylak gezmeden ve seine nehrinin tam ikiye ayrıldığı yeri görmeden, eyfel'in tepesine çıkmadan, opera meydanında café de la paix'de milföy yemeden, daha önce hiç gitmemiş olanlar için montmartre bulvarındaki hard-rock cafe'ye uğramadan dönmeyin derim. bunların hepsi anca 4-5 günde yapılabilecek şeyler zaten.

    bu dönemde ayrı bir güzel pariste. notre-dame'da, champs-élysées'de, montmartre tepesi'nde noel hazırlıklarına tanık olmak farklı bir duygu. sıkıca giyinin kabanınızı, eldiveninizi, atkınızı; atın cebinize küçük bir metro haritası, alın fotoğraf makinenizi ve sabahtan akşama kadar aylak aylak dolaşın sokaklarda. o müthiş mimarîye, şehrin güzelliklerine tekrar tekrar tanık olun.


    (mictian - 14 Aralık 2012 22:49)

  • comment image

    çok kent görmüş biri olarak iddialıyım, dünyanın açık ara en güzel şehridir.
    allah'tan bu konuda tek değilim, dünyada çoğu insan böyle düşünüyor.
    ara ara istanbul'un dünyanın en güzel kenti olduğu savunmalarını duyuyorum. duygusal düşündüğümüzde evet gerçekten öyle, öyle diyenleri anlayabiliyorum, ama realitede paris'i görünce, en azından orda bir süre yaşayınca maalesef öyle değil, anlıyorsunuz. keşke öyle olsaydı, ancak istanbul'u koruyamamışız, içine etmişiz, e o zaman sonuçlarına katlanacağız.
    yabancı hayranı değilim. izmir'in barcelona'dan 10 kat daha güzel olduğunu her daim söylemişimdir. söyleyeceklerim yabancı hayranlığından değil.
    ama göz var, nizam var, mantık var.
    paris.
    19. yüzyılda nasılsa 21. yüzyılda hala öyle.
    korunmuş.
    kendinizi zamandan bağımsız hissediyorsunuz.
    10 yıl önce gittiğinizde gördüğünüz bina, 10 yıl sonra hala aynı duruyor. altındaki manav da. el değiştirmemiş. turkcell bayii olmamış.
    sokaklar hep aynı. açık hava müzesi gibi. sit alanı gibi, değişmiyor en ufak. tarih donmuş gibi sokak aralarında. teknolojinin gelişimini sadece yoldan geçen araba modellerinin gelişiminden takip edebiliyorsunuz. ve insanların ellerindeki telefon modellerinden.
    eiffel'i görüyorsunuz. dünya'nın en bilinen simgesi. new york özgürlük heykeli'nden bile fazla. görür görmez bir şehri hatırlatan en yegane simge.
    zamanında yapıldığında parıs'in yapısını bozacak diye karşı çıkan paris'lileri hatırlıyorsunuz. "paris en güzel eiffel kulesinden seyredilir, çünkü eiffel kulesinin görünmediği tek yer orasıdır" sözünü.
    gülümseyerek.
    champs-elysées'e dalıyorsunuz. tamam hayalinizde daha uzundu belki. ama orası şanzelize. dünyanın açık ara en bilinen caddesi, en meşhur. new york 5. cadde çok daha gerilerde durur bu anlamda. dünyanın en meşhur caddesinde dolaşıyorsunuz, en pahalı markaların, en pahalı şubelerinin içine giriyorsunuz. en pahalı caddede yemek yiyor, şarap içiyorsunuz. 24 saat yaşayan bir cadde. dünyada çoğu kişi o sıra orda olmak istiyor sizin yerinize. biliyorsunuz.
    şanzelizenin sonundaki zafer tagı, arc de triomph'u görüyorsunuz. sahne tanıdık geliyor en az eyfel kadar. altından geçiyorsunuz.
    ve şanzelizenin öbür ucu musée du louvre. louvre müzesi. dünyanın açık ara en bilinen müzesi. british museum'u bu anlamda 10'a katlayan müze.
    her tablonun başında 10 saniye geçirseniz, müzenin tamamını gezmenizin 1 ay alacağı o müze.
    ve o müzenin tacı. mona lisa. dünyanın en bilinen tablosu. paris'te.
    başında belki 1 saat geçiriyorsunuz.
    eugene delacroix'in tabloları.
    meşhur özgürlük tablosu. hani bir elinde fransız bayrağı, bir göğsü açık kadının olduğu tablo. hemen karşınızda. üstelik önünde cam koruma da yok. dokunsanız bozulacak.
    venus de milo. dünyanın en meşhur heykeli. 360 derece dolaşıyorsunuz etrafında. hep kitaplarda gördüğünüz heykel, karşınızda.
    tüm gün harcandı louvre'da. hemen seine nehri'nin karşısına geçme zamanı. musée d'orsay'a. istanbul'da, new york'ta olsa o şehrin simgesi olabilecek derecede bir müze, louvre'un karşısında olduğu için harcanıyor adeta. empresyonistlerin tabloları bu müzede toplanmış. başta tabii ki claude monet. monet'in en az mona lisa kadar meşhur 'nilüfer çiçekleri' tablosunu görüyorsunuz. sadece birkaç santim ötenizde. ve bu tablolar orjinalleri. renkli çıktıları değil. düşününce farkına varıyorsunuz.
    st. germain bulvarı'na dalıyorsunuz hemen. ünlü yazarların kafelerde oturup sohbet ettikleri o meşhur cadde. ernest hemingway'in anlattığı, kahvelerini içtiği o cadde.
    st. michel'in dar sokaklarında paris eğlencesini görüyorsunuz. geceyarılarına kadar açık barlar. paris'in sarhoş yüzü. ama o da hoşunuza gidiyor. kimse kimseyi rahatsız etmiyor.
    ve hemen karşısında victor hugo'nun meşhur romanındaki kahramanı quisimodo'nun esmeralda için kulelerine tırmadığı notre dame klisesi. sanki hala orda gibi kendisi. belki de dünyanın en meşhur klisesi.
    metro hemen hemen her sokağa gidiyor. hem semte. atlıyor metroya pigale'e gidiyorsunuz. basmane tarzı karışık bir semte. sacre-coeur klisesini görüyorsunuz paris'in tek tepesinde kurulu olan. camlı olduğu için, ve içi ferah olduğu için bir müslüman mimarın yaptığına inanılan o klise. ve paris'i o tek tepeden izliyorsunuz. hemen yanındaki ressamlar sokağında yüzlerce ressamın arasında birini seçerek portrenizi yaptırıyorsunuz.
    hemen yakındaki moulin rouge'u görüyorsunuz. o en meşhur kabare. dünyanın her yerinde bilinen.
    versaille sarayını saymıyorum bile.
    kısacası paris dünyanın en güzel şehridir. .
    avrupa'da ispanya, almanya'da bile paris'i refere eden, adını "cafe de paris", "la brasserie de paris" koyan çok yer görmek mümkün. onlarda da paris farklı zira.
    ve zira onunla ne new york, ne istanbul yarışabilir şüphesiz
    yukarıda kaç kere "dünyanın en meşhur" cümlesini kullandığımı bilmiyorum. ama birkaç kez kullanmam bile buna bir kanıttır.
    tüm dünyanın en meşhur simgeleri bu kenttedir.
    mimarisi romantiktir. belki o yüzden aşk sehridir.
    ha bir turla giden, orda yaşamayıp, en fazla bir iki gün geçiren, louvre müzesinde tam bir gün harcamayan, ki bu bile yetmez, sadece "gördüm" demiş olmak için, hava atmak için ve sadece alışveriş için giden insanların, "paris te neymiş, hiç bir şey yok, sokakları kirli, insanları kaba" demesine aldırmayın.
    onlara her yer trabzon.
    onlar karamsarlıklarını gittikleri kente de kendileriyle birlikte getiriyor şüphesiz.
    istanbul'u severim. dünya'nın en güzel kentlerinden biri. mahfetsek te, hala öyle.
    ama asla paris'ten de güzel değil maalesef, koruyamadığımız için belki.
    başta dediğim gibi yabancı hayranlığım hiç olmadı. ama paris te paris be arkadaş. hakkını verelim.
    zira akıl var, nizam var, göz var, mantık var.


    (atgmuls - 29 Aralık 2012 20:26)

  • comment image

    eger turkcesi abartilmis, ingilizcesi overrated sozcugu dunya uzerinde bir yer icin soylenecek ise o yer kesinlikle paris olurdu. fransa'nin ve fransizlarin "avrupa'nin kulturu biz, avrupa'nin ruhu biziz, avrupa biziz anasini satiyim" ukalaliginin somut halidir.

    ne londra'nin sogukkanli ketumluguna sahiptir, ne prag'in buyuleyici guzelligine, ne berlin gibi frankfurt gibi aydin yuvasidir, ne de viyana gibi beyin firtinasi duragi. siradanliga ovgunun nasil da hemen alkislandiginin en iyi ornegidir paris,hic sevmedigimdir.


    (breseis - 3 Şubat 2013 05:22)

  • comment image

    kendisi için "kesinlikle dünya'nın en güzel şehridir" denebilir elbette ama bunu dediğinizde ciddiye alınmak isterseniz eğer, bu iddiaya konu olabilecek yüzlerce diğer dünya şehrini şahsen görmüş olduğunuzdan emin olmalısınız. bununla da bitmiyor elbette olay, güzel derken neyi kastettiğiniz de önemli. evet, bence de paris dünyanın en güzel şehirlerinden biridir ama misal, olay mimariyse hem bordeaux hem valetta, gerçek anlamda "güzellik" ise port louis daha güzeldir.

    güzel şehirdir evet, lakin, sükunetle seviniz.

    --

    daha bunun barcelona'sı var, viyana'sı var, sydney'i, san francisco'su, tokyo'su var, zanzibar'ı, cape town'ı, selanik'i, montreal'i, los angeles'i var, üstüne de bir dünya nevi şahsına münhasır asya ve güney amerika şehri var lakin gitmedim ve görmedim diye saymıyorum. beğenince uçmamak lazım yani, haussman soyundan gelmiyorsanız en azından.

    cafe de paris ve brasserie de paris'ler de en fazla türkiye'nin ve türklerin yaşadığı ülkelerin her tarafındaki adana kebapçılar kadar konuyla alakalıdır ve aynı mantıkla "adana kesinlikle dünya'nın en güzel şehridir" de denebilir. kimbilir, belki de öyledir?


    (sangria - 3 Şubat 2013 05:33)

  • comment image

    hitler'e şehri olduğu gibi teslim eden insanların ülkesinin başkenti. bu şehre gitmeden önce fransızlar için "lan ne gurursuz adamlarsınız" densede, bu şehri gördükten sonra "allahtan çakalla çakal olmamışsınız" demek gelir insanın içinden. züccaciye dükkanına giren file mızrak fırlatmanın anlamı yok sonuçta. hele ki böyle güzel bir dükkanınız varken.

    efendim şimdi bu paris'e "ayy çok klişe" diyen zevat sayısında artış mevcut. bu tür bir insana denk gelirseniz "hacım o laf eskidi. artık paris'e klişe diyen klişe oldu. klişe de götüne girsin" cümlesini rahatlıkla kurabilirsiniz. yüz vermeyin bu şebeklere. ve imkanınız varsa paris'i mutlaka ama mutlaka dünya gözü ile bir kere görün. bu şehrin havasını soluyun. o kadar da iddalıyım. velhasıl gittiniz, gördünüz olurda beğenmediniz ve geldiniz, burada bu entriye kin kusmak yerine içinizdeki götü kalkmış ruh halinizi tuvalet deliğine kusunuz.

    müzelere girmediğinizi farz edersek bu şehri gezmek için 3 gün yeterlidir. fakat dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan louvre müzesi'ni de göremden gelmek terbiyesizliktir. benim gibi sanattan anlamıyor olsanız bile bu oraya gitmeme bahanesi olamaz. demek ki etti 4 gün. e 1 günü de hani çocukluğumuzu yaşayamadık ayağına eurodisney'e ayırdık. siz en iyisi mi kafadan 5 gün verin herkes rahat bir nefes alsın.

    bu entride bahsi geçen tüm miktarlar* 2011 yazında harcanmış miktarlardır. o zaman entry konuklarını daha fazla bekletmeden bir an önce bu enfes şehri anlatmaya başlamak gerekiyor.

    çok büyük bir ihtimal paris'e geliş vasıtanız uçak olacaktır. bir ihtimal giriş kapınız ise charles de gaulle havalimanı olacaktır. biz her ne kadar "çarls de gol" desek de orjinali "şarl dö gol" olan bu havalimanı 3 büyük terminalden meydana gelmektedir. schengen harici ülkeler (dolayısıyla dört tarafı düşmanlarla çevrili cennet vatanımız türkiye dahil)'in uçakları ilk ve en eski terminal olan cdg 1'e inmektedir. cdg 1, esenboğa'nın eski halini bilenler için hayal kırıklığı olmayacaktır. cdg 1, cdg 2 ve cdg 3 arasında ücretsiz mekik dokuyan hafif raylı bir sistem mevcuttur. buna neden ihtiyaç duyacağım diye sorarsanız hemen cevap vereyim. şehir merkezine giden rer b treni cdg 2'den kalkıyor. kişi başı 8 avro ile gare du nord'a kendinizi atarsınız. bilet almak için konulan otomatlar bozuk para istiyor (yani kağıt para kabul etmiyor). uzun süre cebelleştikten sonra bir görevli geldi ilerde tüm parayı bozuk paraya çeviren başka bir otomat gösterdi ondan sonra alabildik. aklınızda olsun.

    paris'te konaklamak ucuz değil. özellikle zone 1 içerisinde. bu arada neden zone 1? çünkü metro ağı zone 1 içerisinde. eli yüzü düzgün bir otel için ağustos ayında gecelik iki kişilik oda fiyatı 60-70 avrodan başlıyor. fakat şöyle bir güzellik var. türkiye'de kafanızı çevirdiğiniz her yerde nasıl ki bim görüyorsanız, paris'te de kafanızı çevirdiğiniz yerde bir ibis hotel görürsünüz. bizim tercihimiz rue de alesia caddesi (paris'in güneyinde zone 1 içinde) yakınlarında geceliği 85 avroluk basit ve temiz bir otel olan ibis hotel oldu. bu arada bu zone 1 içerisindeki en ucuz ibis'lerden biridir. "vay amk gecelik 85 avro verilir mi?" dememeniz için.

    gezelim/görelim: bundan sonraki kısım belirli bir rota dahilinde anlatılacaktır.

    tour montparnasse: paris'in en yüksek binası ve terasındaki manzara süper diyorlar. diyenler demeye devam ede dursun, parislilerin bu binadan nefret ettiklerini söylemek gerek.

    les invalides: burası 14. louis tarafından yaptırılmış, altın yaldızlı kubbesi olan güzel bir yapı. napoleon'nun mezarı da burada. dış kısmına da güzel bir bahçe yapmışlar, etrafı hendeklerle çevrili.

    eyfel kulesi: hemen hemen herkesin bilinç altına yerleşmiş imgesi ile dünyanın en meşhur yapısı. parisliler burayı da sevmiyorlar. kuleye çıkmak için 19 avro gibi bir rakam vermek yetmiyor. aynı zamanda en az 1 saat sıra beklemek gerekiyor. gerek yok dedik. yolumuza devam ettik. bu arada akşam saat başı kuleye yerleştirilmiş binlerce ampül ile şov yapar misafirlerine.

    seine nehri: paris'i ortadan ikiye bölen nehir. nehir üzerinde yapılacak bir bot turu ile birçok simgesel yapıyı görmeniz mümkündür. ayrıca akşam üstüne denk getirilirse parislilerin yaşam tarzına tanıklık etmeniz mümkündür. bizim katıldığımız tur bateaux parisiens firmasına ait ve kişi başı 12 avro. hemen eyfel kulesinin dibinden kalkıyor zaten. bizim eminönü'ndeki "bosforus! bosforusss" misali bir yer. bot üzerinden bir kaç görsel:

    görsel 1
    parisliler nehir kenarında
    görsel 2

    eurodisney: paris'in biraz dışında yer alan tema park. iki parktan müştekil. birincisi disneyland diğeri walt disney stüdyoları. biz sadece park tarafına(disneyland) girdik. biletlerimizi gitmeden internet üzerinden almıştık. kişi başı tek park 57 avro. iki park 65 avro falandı. biraz pahalı fakat tüm aktiviteler ücretsiz. ama yinede gidecekseniz yanınızda yiyecek, içecek tarzı şeyler alın çünkü oradaki mekanlar gereksiz pahalı.

    les halles: genelde gençlerin takıldığı güzel bir semt.

    notre dame: paris'in meşhur katedrali. harbiden çok etkileyici. adamlar ne ince işlerle uğraşmışlar zamanında. tamemen tesadüf eseri o gün paris'in nazi işgalinden kurtuluş yıldönümüne denk geldik. ayinimizi dinledik. huzura erdik.

    ile saint-louis ve ile de la cite: seine nehrinin ortasında iki küçük adacıktan oluşan bu semtler de genel hava itibarıyle paris'e çok yakışıyorlar. küçük kafeler, barlar, hediyelik eşya dükkanları, eski evler tam gezmelik. hediyelik eşya dükkanlarının bir kaçını gezdik çok orjinal, çok güzel şeyler var ama çok pahalı.

    saint-germain: paris'in en güzel caddelerinden biri. champs-elysees bu caddenin yanında bok yesin. özellikle cadde üzerinden girilen ara sokaklar parislilerin turistlerden sakladıkları mekanlar gibi. ama bizden kaçamadılar.

    jardin du luxemburg: lüksemburg bahçeleri. kocaman, harika bir bahçe. güzel bir saray ve medicilerden kalan bir çeşme.

    ponts des arts: gelenin geçenin korkuluklarına kilit astığı bir köprü.

    louvre müzesi: çok büyük bir müze. hakkınını vererek gezmek için bir gün bile yetmez ki biz 3 saatte falan çıktık. en bilindik eser olan mona lisa'yı görmeden de geçmemek gerekir. zaten müzede oklar sürekli mona lisa'ya yönlendiriyor sizi.

    champs-elysees: fazla bir özelliği olmayan büyük geniş bir cadde ve bol bol lüks mağazalar.

    arc de triomphe: champs-elysees'nin sonunda bulunan zafer takıdır. bu yapının üzerinden paris'in güzel bir manzarasını sunduğundan bahsedilse de buna tanık olamadık.*

    haussmann bulvarı: champs-elysees'nin paralelinde yer alan güzel bir bulvar.

    sacre coeur: montmarte tepesinde yer alan bir kilise. bembeyaz etkileyici bir yapı ve güzeldi. ama asıl güzellik kilisenin hemen önündeki terastan paris manzarasıydı.

    moulin rouge: meşhur paris gecelerinin eski mekanı. şimdilerde turistleri ağırlıyor. güzel showlar olmasına rağmen çok para istediler. veremedik. fakiriz biz.

    grande mosquee de paris: paris'te inşa edilmiş ilk cami. kapıdaki ağa camiyi gezebilmek için para isteyince namazımızı kaza ettik. şaka yaptım. alnımın secdeye değmişliği yok. bir de bu gözler sultanahmet, süleymaniye görmüş. kim takar yalova kaymakamını.

    cimetiere du pere lachaise: menilmontant'daki bu mezarlıkta bir sürü ünlü yatıyor. moliere, balzac, chopin, proust, jim morrison, edith piaf ve tabi ki bizimiler- yılmaz güney ve ahmet kaya. çok büyük ve çok değişik mezarların olduğu bir yer. elinizde krokiyle ancak gezilebilir.

    yılmaz abe'nin mezarı
    bu da ahmet abe

    huzur içinde yatın. biz devam edelim.

    place vendome: ritz gibi lüks otellerin olduğu güzel bir meydan.

    opera garnier: büyükçene bir opera evi.

    ne yiyelim/ne içelim:

    et. az pişmiş izli kırmızı et. hepsi güzel yapıyor bunu.
    şarap. kırmızı, beyaz, rose. hepsinde güzel bu meret.

    leon de bruxelles: dünyaca meşhur midyeci zincirci. koca bir kova dolusu midyeyi tava ve ya dolma dışında bir denyimle sunuyor. fiyatlar ortalama. bizimkisi saint-germen üzerindeki idi ve gayet menun kaldık. kova midye, bir porsiyon az pişmiş (burası önemli) biftek, karides ve iki bira 50 avro.

    laduree: makaron dükkanı. "arkadaş! allah aşkına nedir şu makaron?" diyen dostlarımıza gelsin. budur. bu laduree denen dükkan (ki şu anda dünyanın en ciks şehirlerinde) paris orijinli olup en iyi makaroncu olarak geçmektedir yiyecek aleminde. ortalama 1,65 saniyede mideye indirilen bu makaronun tanesi 1,65 avrodur. hı güzel mi? eminim en iyi makarondur ama makaronun kendisi ile problemimiz varmış. ama her türlü 2 tane gideri vardır.

    hippopotamus: restaurant zinicir. orijini yine bu memleket. güzel et. güzel hizmet. vereceğiniz fiyata değer. en ezından et nasıl mundar edilmez dersi aldık.

    evet. paris. ahmet altan'ın bir lafı vardır.

    - insanlar ikiye ayrılır. pardayanlar okuyanlar ve okumayanlar.

    evi paris olan bu şövalyenin hikayesinin anlatıldığı bu on ciltlik serinin hayatıma altı yaşımdan itibaren girişidir belki paris'i bana bu denli değerli kılan. ama bir şeyden çok eminim. gördüğüm şehirler içindeki en güzel şehirdi. güzel'in hakkını veren bu şehir her canlı tarafından en az bir kere görülmeyi hakediyordur.

    - mieğsii, pağii.

    edit: bazı bkz'ler düzeltilmiştir.
    edit2: vendome'nin doğru yazılışı sağlandı. teşekkürler. m...

    edit3: önce doğayla iç içe bir güzel yüzelim, güneşlenelim, akdeniz mutfağına doyalım yani anlayacağın kafa dinleyelim öyle gelelim paris'e diyen siz değerli vatandaşlarımız için gelsin:

    (bkz: cote d'azur/@guatr cemo)


    (guatr cemo - 13 Mayıs 2013 21:20)

  • comment image

    istanbul'da yaşayıp da buradaki müzelerin yerlerini bile bilmeyenlerin müze kapılarında 3'er saat sıra bekledikleri şehir.


    (format1 - 15 Mayıs 2014 18:44)

  • comment image

    bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren fantastik şehir.

    anneannem fransızca eğitmeni. rahmetli dedeme görevlendirme çıkıyor. fransaya. gidecek ama dil bilmiyor adam. illa ki biraz fransızca öğren yanında konuşulanı anla en azından diye zorluyorlar. hal böyle olunca büyük dedem muhsin' e ulaşıyor eş dost akraba vasıtasıyla sonra da kızın biraz ders versin diye zorluyorlar devlet kanalından. gerisi anneannemden;

    muhsin bey geldi. "kızım birine ders vereceksin" dedi. bi heyecanlandım. çocuğuna fransızca öğretmek isteyen bir aile. öğretirim tabi diye atıldım hemen de. sonradan anlattı durum böyle böyle diye. mecbur kabul ettim evde olmak şartıyla.

    iki gün sonra derse gelsin diye sözleştik. ders günü geldi. kapı çaldı, kapıyı açtım, karşımda o güne kadar hayatımda gördüğüm en güzel adam duruyordu. ben dedene daha ilk gördüğümde aşık oldum.

    3 hafta 7 gün beraber çalıştık. ne o bana tutundu ne ben ona. gidecekti. ikimiz de biliyorduk.

    3 haftanın sonunda elinde bir saksı menekşeyle geldi. gidiyorum ben dedi ve gitti. ne ağladık ne sarıldık ne de birbirimize bi şey söyledik. 2 hafta gözüm gibi baktım menekşeye. sonra birden yaprakları önce sarardı, sonra dökülmeye yüz tuttu. çürüdü gitti. menekşe çürüdükçe ben hasta oldum. menekşe oydu. çürüdükçe yitiyordu.

    sonrası türk filmi. anneannem hastalanıyor, hastaneye kaldırılıyor. dedem olayı öğreniyor, dönmek için bir sürü uğraşıyor ama izin vermiyorlar. anneannem 2 ay hastanede kalıyor. eve çıkarıyorlar, 4 ay başında hemşireyle evde yatıyor.

    6 ayın sonunda dedem dönmek için bi yolunu buluyor nihayet. dönüyor, anneannemi buluyor, güç bela muhsin beyi ikna ediyor ve anneannemle evleniyor 10 gün içinde. evlendikleri gün de buraya geliyorlar. hayatlarının en güzel 10 senesini de burada geçiriyorlar.

    uçakta gözlerinin içi parlaya parlaya bi ağlayıp bi gülümseyerek anlattı anneannem milyonuncu kez bu hikayeyi.
    ama ne benim dinlemekten bıkacağım bir hikaye ne de onun anlatmaktan.

    tüm gün rahmetli, anneannem ve ben gezdik paris'i. notre dame' a, montmartre’a , nehir kıyısana, lîle de la cite da bir kez daha aşık olduk.

    bana bugün 70 yaşında bir kadının 19 yaşında güzel bir genç kıza dönüşünü gösteren dünya'nın en güzel şehri.


    (hartnettugce - 7 Mayıs 2015 02:53)

  • comment image

    sadece 3-4 gunlugune gidenler icin nacizane birkac tavsiyede bulunmak isterim. kendisini dorduncu kez gezdim ve artik sanirim baya baya olgun bir plan haline getirdim gibi hissettim. follow responsibly efenim...

    1. gun:
    - eiffel kulesini gorun. ama metroya binip bir-hakeim duragina gitmeyin. gideceginiz durak trocadero. burada chaillot sarayinin bahcesinden eiffel'e bakin; selfilerinizi cekin tek basiniza ya da sevgilinizle. zira en guzel eiffel kareleri buradan yakalaniyor. bu kisimda muhtemelen bir yarim saat gecirmek uygun olur. daha sonra gun batimina 2.5 saat kala (bu kismi onemli); eiffel'e gelip kuyruga girin. aslinda yapabiliyorsaniz biletinizi online olarak gun batimindan 1 saat oncesine alin. eiffel'e cikmak icin en guzel zaman gun batimindan hemen once. bu sekilde parisi hem aydinlik hem karanlik gorme sansina erisiyorsunuz. bizim gittigimiz gun asiri bir sira oldugu icin eiffel'in zirvesine cikmamiz yaklasik 3 saati buldu.
    - aksam "pasco" isimli restaurantta yemek yiyin. ziyadesiyle guzel bir fransiz restauranti. eiffel'e 1km mesafede bulunuyor. yuruyerek gitmeniz tavsiye edilir. hotel des invalides'in hemen arkasinda.
    - yemekten sonra champs elysee'de biraz yuruyus yapilabilir.

    2. gun:
    - metroya atlayip cite duragina gidin; ile de la cite'yi bir guzel gezin. oncelikle notre dame'a bir girin.
    - sayet sira abartili degilse saint chapelle'e girin ardindan da. ancak bizim gittigimiz gun asiri bir sira oldugu icin bu gidisimizde giremedik biz.
    - sonrasinda seine nehrinin diger kiyisina gecip pantheon ve saint-étienne-du-mont'u gezin. pantheon'un icinde victor hugo, emile zola, marie curie gibi unlulerin mezarlari bulunuyor. asagida bulunan bazi bos mezar yerleri hakkinda aptal espiriler yapmayi ihmal etmeyin. diger kilise* hakkinda bir trivia vermek gerektigini dusunuyorum bu noktada. bu kilisenin merdivenleri; midnight in paris filminde gil'in oturup tarihte yolculuk yaptigi merdivenler. ayrica o sokak da cok sirin. hemen yaninda da bombardier diye bir bar var. orada bir bira icilmesi salik verilir.
    - aksama dogru louvre muzesine girin. louvre carsamba ve cuma gunleri aksam 9.45'e kadar acik. yalniz bu muzeyi gezmek oldukca yorucu. dolayisiyla buraya gireceginiz gun enerjinizi iyi saklayin. sayet louvre'a gideceginiz gun carsamba veya cumaya denk gelmiyorsa sabah erkenden gidip siranin az oldugu zamanda girmeniz salik verilir.

    3. gun:
    - sabahtan kalkip montmartre'in yolunu tutun. blanche duraginda inin, moulin rouge'u bir gorun disaridan.
    - sonrasinda amelie filminde gecen cafe des deux moulins'da oturup kahvalti yapin omletli kruasanli. sanki amelie yapmis gibi dusunun mutlu olun.
    - sonrasinda o sokaktan yukari dogru yurumeye baslayin. burada van gogh'un iki sene boyunca yasadigi evi goreceksiniz. gerci disaridan pek bir numarasi yok; ici de gezilmiyor bildigim kadariyla ama bir arastirin yine.
    - montmarte'i gezmek icin lonely planet'in yuruyus rotasini takip edebilirsiniz. bu rota sizi sonrasinda place du tertre'e cikaracak. burada "la virgule" denen cafenin dis kismina oturup bir kahve icin. yine tek basiniza ya da sevgilinizle beraber karakalem portrenizi yaptirin kahvenizi yudumlarkene. yalniz ressaminizi iyi secin. bizim amca baya deli gorunuyor diye guvendik ama adam cok fazla serbest takildi gibi geldi*. bize hic benzemeyen iki kisiyi cizmis gibi gelse de; yine de cok guzel bir hatira. yaptirmaniz tavsiye edilir. iki kisilik portreye adam ilk basta 120 eur dedi; ama 50 eur'ya aldik. dolayisiyla pazarlik yapin. pazarlik yapmayi hic beceremeyen ve sevmeyen ben bile boyle bir basariya ulastiysam, bu konudaki basarili suserler eminim ustune para bile alabilirler modellik ucreti olarak.
    - portrenizi de yaptirdiktan sonra sacre coeur bazilikasini gezin. sonrasinda merdivenlerden asagi inip le mur des je t'aime'i gorun. burada her dilde seni seviyorum yaziyor.
    - hemen duvarin yanindaki metro duragi (abbesses); en guzel duraklardan biri. onunde fotograf falan cektirin. surada ekstra bilgi var.
    - sayet tekrar aciktiysaniz ya da beni dinlemeyip amelie'nin cafesinde kahvalti yapmadiysaniz, burada harika bir cafe var kahvalti icin: le coquelicot. siddetle tavsiye edilir.
    - montmartre bolgesini bitirdikten sonra metroya binip saint-germain-des-près bolgesine gidin ve burada cafe des deux magots' ya oturup insanlari izleyerek birer bira icin. burasi zamaninda hemingway'in, picasso'nun bira tokusturduklari cafe. icinizdeki kucuk yazar disari cikmak isterse saliverin gitsin.
    - biralari yudumladiktan sonra jardin du luxembourg'a dogru yola koyulun. bugun program biraz yogun oldu farkindayim ama madem yogun program istemiyorsunuz biraz daha uzun gelecektiniz paris'e yapacak bisey yok. luxembourg bahcesi ve sarayini da gordukten sonra aksam yemegi icin birkac restaurant tavsiye etmek ister deli gonul:

    * les rillettes (bunu denedik biz, oldukca basarili kucuk bir restaurant)
    * le petit canard
    * la jacobine
    * le procope (servis berbat diyorlar ama paris'in en eski restaurantiymis)
    * chez les artistes
    * comme chai toi

    restaurantlari the fork, foursquare ve tripadvisor'i dikkate alarak oneriyorum. soyledigim gibi sadece pasco ve les rillettes'i deneyebildik biz. bu arada the fork uygulamasini telefonunuza yukleyip, rezervasyon icin kullanmaniz salik verilir. fevkalade ise yariyor.

    4. gun:
    - metroya binip charles de gaulle etoile duragina gidin. arc de triomphe'i gorun, champs elysee'de biraz yuruyun concorde meydanina dogru. sag tarafinizda grand palais ve petit palais isimli iki bina goreceksiniz.

    - sonrasi biraz zevke kalmis. eger muze gezmeyi seven insanlarsaniz; son gununuzde orsay muzesi, rodin muzesi ya da picasso muzesinden birini gezebilirsiniz. yok bana louvre yetti biraz paris sokaklarinda dolasayim diyorsaniz le marais bolgesine gidip parisin en eski sokaklarinda yuruyebilirsiniz. burasi yahudilerin ve gaylerin yogun olarak takildigi bolgeler. cok guzel cafeler bulunuyor bu kisimda. centre pompidou'dan yurumeye baslayip bastille meydanina kadar yuruyebilirsiniz. benim nacizane tavsiyem bu sekilde le marais bolgesini yuruyerek gezmeniz ve sonrasinda metroya atlayip pere lachaise mezarligina gidip edith piaf, balzac, la fontaine, moliere gibi unlulerin mezarlarini gormeniz. hatta ahmet kaya'nin mezari da burada bulunuyor. ahmet kaya'nin mezari 71. bolgede bulunuyor. yalniz dikkat edin 71. bolgenin iki kismi var. bizim yaptigimiz gibi 20 dakika yanlis kisimda aramayin mezari. etraftaki turklere falan bakin. kesin birileri oradadir zaten, (ayrica o mezar tasinin ustune adini yazan almanya'dan bengu. yontulmamis kutuksun bilesin. aferim sana)

    neyse. 4 gune ancak bu kadar sigar canlar. daha fazlasi icin asagidaki listeden ilginizi cekenleri ekleyin keyfinize gore.

    bonus aktiviteler:

    - seine nehri uzerinde nehir turu. bunu tur olarak da yapabilirsiniz, ya da hop on-hop off bilet alip ulasim amaciyla da kullanabilirsiniz.
    - musee d'orsay'da pek cok ressamin en unlu eserlerini gorun.
    - musee rodin'da dunyaca unlu "le penseur" yani dusunen adam heykelini gorun
    - centre pompidou (avrupanin en buyuk modern sanat muzesi)'yu gezin
    - montparnasse kulesine cikip bu cirkin binayi gormekten kurtulun ve geriye kalan paris'e bakin.
    - midnight in paris filminde hemingway'i gordugumuz polidor restaurantinda yemek yiyin.
    - cafe de flore'de biseyler icin.
    - alisveris ilginizi cekiyorsa la fayette'e gidin. opera binasi da o bolgede. yeterli zamaniniz varsa operaya gidin.
    - sayet kaldiginiz sure 4 gunden uzunsa, versailles sarayina gidin; cok guzel diyorlar. ben sahsen gormedim henuz.
    - yine kaldiginiz sure 4-5 gunden uzunsa disneyland'a gidilebilir.
    - laduree'den macaron almayin! cok meshur oldugu icin cok pahali ama macaron'lar ancak ortalama seviyede. ben de kiz arkadasim da cok begenmedik. yedigimiz en guzel macaron chocolats damyel'de idi. biz trocadero'ya yakin olan subesinden aldik ve fazlasiyla lezzetliydi. ozellikle frambuaz'li olana bayildik. sonrasinda salaklik ettik hediye olarak gittik laduree'den aldik ve cok da begenmedik. ustune ustluk laduree neredeyse 3 kat daha pahali.
    - moulin rouge'da bir sov izleyin. sampanya dahil sovlar 140 eur civarinda kisi basi. oldukca pahali ama ilginizi cekiyorsa yapilabilir.
    - place des voges'a gidin. burasi le marais bolgesinde bulunuyor ve paris'in en eski meydani. victor hugo'nun evi de burada bulunuyor. bastille meydanina cok yakin.
    - arc de triomphe'in tepesine cikilabilir. ben hic cikmadim ama cikanlar guzel diyor.
    - notre dame'in kulesine cikin. sadece merdivenle cikilabiliyor ama sayet usenmezseniz; kulede bulunan heykeller oldukca guzel.

    not 1: ilk gun icin sadece eiffelden ibaret gibi bir plan gorunmesinin bir sebebi var. parise oglen saatlerinde varacaginizi varsaydim nedense. ben hep oyle vardim; belki ondandir. sayet sabah erken saatte vardiysaniz ve ilk gun eiffel'e gidecekseniz; o bolgeye yakin bulunan hotel des invalides'i gezip napolyon'un mezarini gorebilirsiniz. ya da yine ayni bolgede bulunan rodin muzesi iyi bir alternatif. sonrasinda eiffel'e cikabilirsiniz.

    not 2: bu plani yaparken; genelde lokasyonlari gun bazinda ayni bolgede secmeye calistim. ulasim sirasinda kaybedeceginiz sureyi minimize etmek gerek. sonucta oldukca buyuk bir sehir. her yeri yuruyerek gezmeniz imkansiz.

    not 3: bu plan aslinda "gorulen yer / zaman" paritesi acisindan cok verimli olmayabilir. daha fazlasi elbette yapilabilir. plan sevdicekle beraber gezecekler icin optimize edildi. biz hicbir gun 10'dan once cikmadik evden.

    not 4: umarim birilerinin isine yarar bilgiler.


    (dieforyou - 5 Ocak 2016 02:08)

Yorum Kaynak Link : paris