Kinetta ' Filminin Konusu : Kinetta is a movie starring Evangelia Randou, Aris Servetalis, and Costas Xikominos. At a Greek hotel in the off-season, a chambermaid, a man obsessed with BMW cars, and a photo-store clerk attempt to film and photograph various...
O Megalexandros(1982)(7,6-681)
Kynodontas(2009)(7,3-65535)
Strella(2009)(7,3-3108)
The Lobster(2015)(7,1-171527)
The Killing of a Sacred Deer(2017)(7,0-82237)
Alpeis(2011)(6,4-7846)
Chevalier(2015)(6,3-3480)
Macherovgaltis(2010)(6,3-738)
Attenberg(2010)(6,2-5311)
L(2012)(5,5-523)
27 ekim'de yunanistan'da gosterime girmesi planlanan giorgos lanthimos'un yeni filmi. methiyeler duzulen kynodontas'tan sonra ne gelecegi merak konusu.
(elxa - 13 Ağustos 2011 17:12)
teaser'ı yayımlanmıştır. heyecanla beklemedeyiz:http://youtu.be/qyjbwojtudabu arada filmin uluslarası adı "alps" sanıyorum.
(mistir loba loba - 3 Eylül 2011 01:02)
yunanistan'ın gözde yönetmenlerinden giorgos lanthimos'un 31. uluslararası istanbul film festivalinde gösterilecek olan ve benim dehşet bir merakla beklediğim 4. uzun metraj filmi.bu adamın kafa yapısı çok acayip usta. ensenden içeri bir hamamböceği bırakılmış gibi rahatsız edici bir eleştrisi , bir etkileyiciliği var.bir de benim anlamadığım resmi kayıtlarda adamın 4. uzun metrajı olarak gözükürken (mesela) istanbul film festivali kitapçığında 2. filmi olarak sunulmuş. dogtooth dünya çapında tanındığından dolayı mı ilk film olarak nitelendiriliyor anlamadım gitti.
(ink - 2 Nisan 2012 08:17)
bugün bir kez daha toplucanak izlediğimiz ve benim milyonlarca kez izlemekten bıkmayacağım bir giorgos lanthimos filmidir.filmin alt metni çok dolu. bireysel sıkıntılar ile ilgili çok güzel anlatılara sahip.--- spoiler ---başkalarının hayatı. hayatta bize biçilen roller. başka hayatlara dahil olma ihtiyacı.jimnastik hocası karakteri.başkalarının yerine geçmekten müthiş bir haz alıyor. kör kadının kocası rolü onun için çok eğlenceli. onu öpmek. ona hikaye anlatmak. bunları anlatırken ki ses tonuyla bunu çok güzel vermiş. filmin ilerleyen sahnelerinde başkalarının yerine geçen bir gruptan olsa da hayatında birinin eksikliğini yaşar (19 senedir gittiği berber) ve artık kendisi bir müşteri olur ve kendi acısını başkalarına yamamaya çalışır.ambulans şöförü karakteri.alpler grubunun lideridir. kendinde lider vasfı görür ve gruba hep müdahele etme gereği duyar. kendine alp dağlarının en büyüğünün ismi olan 'mont blanc' lakabını koyar. tekrar izlediğimde dikkatimi çeken husus ve kafama takılan bir soru vardı. bu adamın ne işi vardı böyle bir grupta. kendisi de tanımladığı insanlar gibi boşluklara sahipti. hemşire ile aralarında geçen "kupa" muhabbetleri çok anlamlıydı. sahip olduğu kendi eşyasını kullanmaktansa sürekli "senin kupanı kullanmamda bir sakınca yok değil mi?" diye soruyordu. başkalarının malı kendi gözünüzde kutsal bir objedir düşüncesini çok güzel veriyordu. aynı zamanda alpler grubunun mottosu da buydu zaten. başkalarının hayatında kutsal birer objeye dönüşmek. başkalarının rollerini oynamak.jimnastikçi kız karakteri. nam-ı diğer minik.filmin giriş ve final kısmı sinematik anlamda bir klasiktir. başladığı sahne ile biten filmler bir döngüyü tamamlar gibidir. bu döngüyü bu karakterin klasik bir müzikte ritm jimnastiği yapmasıyla başlar ve sürekli hayalini kurduğu pop müzikle dans etmekle son bulur. bu karakter filmin en önemli parçalarından biridir. alpler grubu bu kıza sürekli roller biçer. hiç birini beceremez. söylemesi gereken cümleleri adam akıllı kuramaz. 'mont blanc' tarafından sürekli cezalandırılır. hayatta en ufak başarı elde edememenin verdiği acıyla filmin bir yerinde kendini asmaya yeltenir. başkalarının hayatları bile olsa başarısızlık ona çok büyük acılar verir. filmin sonunda yalnızca pop müzik ile güzel dans edebilmenin onu mutlu etmesi "kendi hayatınızdaki en ufak başarılarla mutlu olunabileceğini" çok iyi veriyordu ve aslında başkalarının hayatına bakmayı kesmemizi çok iyi betimliyordu ki bu da filmin mottolorundan biriydi.hemşire karakteri. ana karakterimiz.bu karakter hakkında bildiğimiz tek şey hemşire olduğu ve sadece babasıyla yaşadığıdır. ona hayatın biçtiği rol gün içerisinde babasına belli saatlerde göz damlaları sıkmak. kendi hayatı o kadar sıkıcı gelmektedir ki alpler grubunun ona biçtiği "rol oynama" ritüeline müthiş bir şekilde takıntılı. tenisçi kızın ölümünü gruptan saklayarak bu rolü kendine biçmiş ve o aileye kendi ailesiymiş gibi deli gibi bağlanması olağanüstüydü. diğer oynadığı rollerin yanında duygu dolu mimiklerle oynadığı (bunun lanthimos'un bilerek yaptığını düşünüyorum) tek hayattı tenisçi kız. 'mont blanc' tarafından bu sırrının ortaya çıkmasıyla o ''alternatif hayat'' kızın elinden alınır. hemşire karakteri burada delirmeye başlar. günlük hayatta bile öyle bize biçilen görevler , başkalarına ait hayatları kaybettiğimizde o kadar derin bir boşluk içine düşeriz ki kendi hayatımızı bile yaşamaktan aciz oluruz. nitekim hemşire karakteri de filmin sonlarında bir histeri krizlerine giriyordu. babasını baştan çıkarıp annesinin rolüne bürünmeye çalışıyordu.babasının dans eşiyle sosyopat bir şekilde dans etmesiyle babasının rolüne bürünmeye çalışıyordu.tenisçi kızın sevgilisini çalışmadığı saatler evine davet ederek tenisçi kızın hayatından vazgeçemediğini ve ona gittikçe büründüğünü görüyorduk.atıldıktan sonra bile tenisçinin ailesinin evine zorla hırsız gibi girip rolünü oynamaya devam ediyordu.bu detaylarla birlikte bu filmi ilk izlediğimde 3 gün kendime gelememiştim.--- spoiler ---hayata dair en ufak şüphelerde tekrar tekrar izlenmesi gereken gerçek bir başyapıt. bugün dost meclisi tarafından saatlerce bahsettiğimiz gibi bu yunan sineması şu ana kadar yapılmış en yeni ve farklı şey. giorgos lanthimos'dan bu başarının devamını diliyoruz.
(ink - 15 Ekim 2012 00:27)
hazmı ziyadesiyle zor, olabildiğince sert, seyirciyi sarsan bir giorgos lanthimos filmi. lanthimos yine yapmış, yine olmuş, yine izledik. baştan sona seyirciyi geren ve merak içinde bırakan bir film olmuş. karakterler, karakterlerin olaylar karşısında verdiği reaksiyonlar çok etkileyici.lanthimos gerçekten zeki, başarılı, yetenekli ve özgün bir yönetmen. hatta filmlerini izlediğim en özgün yönetmenlerden biri. kendine ait bir üslubu, tarzı var. bunu kynodontas'ta gördük. kendini alpeis ile de kanıtladı. bu kadar yaratıcı filmleri yazıp üstüne bir de yönettiği için ayakta alkışlanmayı hak ediyor. türkiye açısından bakacak olursak da türkiyeliler için üzüntü kaynağı. komşu ülke neler neler yapıyor biz hâlâ romantik komediler, recep ivedikler, damacanalar... bu ülke adına üzücüden de beter.kynodontas ve alpeis kıyaslaması yapmadan olmaz. bence lanthimos kynodontas ile çıtayı o kadar yükseltti, o kadar yükseltti ki neredeyse zirveye taşıdı ve bunu aşmak (kendini aşmak) onun için dahi çok zor artık. alpeis kesinlikle özgün, başarılı, olayların akışının tahmini zor olan bir film. ama kynodontas kadar etkileyici ve şok edici değil. mukayese etmek gerekirse kynodontas çok başarılıydı ama yönetmene laf edemiyorum çünkü kynodontas, aşılması, daha iyisinin yapılması o kadar zor bir film ki, öylesine mükemmel ki bunu başarmak çok zor. alpeis de nitekim bence başaramadı. ama kendi iç dinamikleri, oyunculukları, senaryosu bakımından kendi içinde kusursuzdu. --- spoiler ---filmin senaryosu aslında konu itibariyle çok korkunç, ürpertici. filmin senaryosu olarak teoride kaldığını düşünürsek izlemek heyecan verici ve yönetmen sayesinde kesinlikle keyifli; ama pratiğe döktüğümüzü varsayacak olursak pek de mümkün görünmüyor; bir şirket kurmak ve ölen insanların yerine geçip aileleriyle yaşamak, ölen kişi gibi davranmak. sanmıyorum ki kimse ölen yakınının yerine birinin geçmesini kabul etsin. bu tabii, işi realiteye dökme ihtimaliyle ilgili düşünce.filmde ise böyle bir şey olduğu varsayımı altında neler olabileceğini dehşet içinde izliyoruz. hemşirenin gizli saklı işler çevirmesi sonucunda yediği o dayak ve dayağı yemeden önce dayağı atan diğer şirket üyesinin elindeki sopanın renginin değişecek olmasıyla ilgili söylediği şeyler seyirciyi allak bullak ve şok edecek nitelikte. o sahnede yerimden sıçradım. sanki yönetmen buradan kynodontas'taki babanın kızınını kasetle dövmesine gönderme yapmış gibi.ve bir de sanırım yönetmen danslara takık. bir önceki filminde de kız kardeşlerden birinin dehşetengiz bir dansı var şeyircinin ağzını açık bırakan. bu filmde de hemşire babasının arkadaşıyla öyle bir dans ediyor ki ister istemez bunun da bir önceki filmdeki danslara selam gönderme niteliğinde olduğunu düşünüyor seyirci. jimnastikçi kız ise hüzün uyandırdı bende hep. itilip kakılması, narinliği, sessizliği, intihar teşebbüsü, söyleyeceği replikleri ezberleyemediği için sürekli cezalandırılması acıma duygusu uyandırıyor insanda. ve filmin finali de yine kynodontas'ın finali gibi çarpıcı ve çok ani. velhasıl yönetmen mükemmele yakın bir film yapmış.--- spoiler ---
(feministim ben - 13 Mart 2013 01:23)
yunan ve dünya sinemasının yükselen değeri giorgos lanthimosun son filmi alpeis'ten bahsetmeden önce şu konuya netlik kazandıralım: bu, yönetmenin 4. filmi. ilk iki filminin, sonraki iki filmiyle içerik ve biçim olarak pek alakası olmadığı için** pek çok broşürde ikinci filmi olarak geçiyor sanırım.önceki filmi kynodontas'la herkesin gibi benim de kalbimi çalmıştı lanthimos. o yüzden alpeis'i izlemeye büyük beklentiyle başladım. ama neyse ki beklentimin tam olarak karşılığını aldım diyebilirim. filmin içeriği, çekimi, alt metinleri tek kelimeyle inanılmaz.--- spoiler ---film, ölen insanların yerine geçip, onların yokluğunun yarattığı boşluğu ailelerine ve arkadaşlarına daha katlanılabilir hale getirmeyi meslek edinmiş bir grup insanın öyküsünü konu alıyor. evet işleri bu. aileleler talep ederse, onların ölmüş kızının, oğlunun, karısının yerine bunlardan biri geçiyor. ekipteki hemşireden öğrendiğimiz kadarıyla ilk 4 hafta ücret yok. 4 hafta sonra aile memnun kalırsa ücret ödeniyor. ancak karakterlerin tavrından çok net anlıyoruz ki para umurlarında bile değil. üstelik filmde bırakın ücret ödemesi, paranın göründüğü bir sahne bile yok. hemşire kızın ihtirasla, ölen tenisçi kızın öldüğünü ekipten saklayıp yerine geçmesi, sarışın jimnastikçi kızın yine o tenisçi kızın yerine geçmeyi deli gibi istemesi ve bu işi iyi yapabilmek için türlü baskı ve şiddete seve seve boyun eğmesi, diğer elemanların da hayatlarını korkunç bir disiplinle bu işe adamış olmalarının ardından tek bir gerçek var: tutku.peki bu işin böylesine tutkuyla yapılmak istenmesinin ardında ne tür sebepler olabilir?işte filmi muazzam kılan iki unsurla burada karşılaşıyoruz;1- benlik yitimifilmdeki karakterler korkunç bir yoksunluk, bir benlik yitimi yaşıyorlar. soğuk, net, duyarsız, duygusuz ve nötrler. sadece bu manzaradan bile her türlü kapitalist dünya eleştirisi yapabilmek mümkün. hayatlarında kendilerine dair heyecan duydukları hiç bir şey yok. sarışın kızın jimnastik tutkusu bile filmin sonundaki sahneyle kifayetini yitiriyor ve kendi karakteri sandığımız şeyin bile aslında rol olabileceği hissini veriyor. çünkü ortada bir jimnastik eğitimi olmasına rağmen bir jimnastik müsabakası ya da gösterisi yok. amaç yok. hedef yok. asla bahsedilmiyor. ve film boyunca sürekli "bir başkasının" repliklerini ezberlemeye çalışan sarışın jimnastikçi kızımız, filmin ortasında bir yerde söylediği "sen dünyanın en iyi koçusun" lafını, filmin sonunda da aynı şekilde söylüyor. ve biz de dumurlardan dumur beğeniyoruz haliyle..ve muhtemelen bütün o jimnastik olayı; farkedilmemek için paravan bir kimlik ve farklı rolleri oynayabilmek için edinilen vücutsal bir fonksiyon, yetenekten ibaret.hemşire kızın da gruptan kovulup, yerine geçebileceği kimsenin kalmaması gerçeğiyle yüzleşince yaşadığı travma ve ardından, önce kendi annesinin yerine geçmeye çabalayıp babasından tokat yemesi, sonra tenisçi kızın evini basıp zorla kızın yerine geçmeye çabalaması ise kelimenin tam anlamıyla tüyler ürpertici. sonuç olarak, bu insanların kendi benlikleri yok. var olmaları ancak bir başkasının yerine geçmeleri ile mümkün. çünkü kendileri diye bir kavram yok. oldukları şey herhangi bir kavram ve değer ihtiva etmiyor."değer" dedik dimi? şimdi oradan hareketle ikinci sebebe geçiyoruz:2- "değerli olma ihtiyacı"bu insanların yerlerine geçtikleri kişilerin konumlarının ortak bir özelliği var: yakınları tarafından çok sevilen ve değerli bulunan insanlar. bir kadının ölen kocası, bir ailenin ölen gencecik kızı, ya da bir adamın ölen karısı vs..yani oynadıkları rolde sevilecekler. oynadıkları rolde özlem duyulan bir şeyler olacak. hep ilgi, hep şefkat, hep değer görecekler. işte bu elemanlara bu işi böylesine tutkuyla yaptıran muhtemel şey de bu: değerli olma ihtiyacı. evet hemşire kız örneğin, babası için de değerli. ama yerine geçtiği kızın ailesi tarafından verilen değer başka. dozu çok yüksek bir özlem, bir şefkat, bir ilgi var. risk yok. reel hayat risk barındırır. sevdiğinize karşı bir hata yaptığınızda sizden soğuyabilir.burda ise yalnızca küçük bir uyarıyla karşılaşıyorsunuz:- su ister misin? maçtan geldin susamışsındır.- yok baba sağol.- ama istemelisin. sen maçtan her geldiğinde deli gibi su içerdin.- haa tamam o zaman baba. alayım lütfen, teşekkür ederim.replikler ezberlendiğinde hata yapma riski yok. hiç bir efor harcamadan, motorize bir şekilde sevgi, ilgi ve değer görme garanti. şu hayattan yorulup geberen hangimiz buna gözümüz kapalı hayır diyebilir ki?--- spoiler ---filmin ritmi de oldukça güzel. sürükleyicilik ve merak unsuru kaybolmuyor. mekan kullanımı ve çekimler müthiş başarılı. senaryo zaten on numara. oyunculuklar fazlasıyla iyi. ancak kynodontas ile karşılaştırmak bana kalırsa biraz acımasızlık olur. zira kynodontas kapalı mekanda geçen, karakterlerin niceliği belli, şartlar belli, içinde bulunulan durum çok belli, yani tüketirken hazmı çok kolay olan, seyirciyi hiç yormayan, zorlamayan nüvelere sahip. kapalı mekanda geçen pek çok çatışma için aynı avantajlar söz konusudur. bu durum, kurmaca anlatımında çokça başvurulan basit bir taktik bile olmuştur günümüzde. en yakın örneği açın televizyonu ve dizilere bakın. neredeyse tamamının kapalı mekan dizisi olduğunu göreceksiniz. mutlaka üç sahneden biri yemek masası başında geçer ve karakterlerin ilişkileri çok basit ve nettir. bu tüketici/izleyicinin hazmının kolaylaşmasını sağlar. anlayacağı, kafa yoracağı durum, olay yok denecek kadar azdır. algılaması, anlaması basittir.kynodontas'da her ne kadar harikulade bir film olsa da bu avantajları göz ardı edilemez.dolayısıyla burdan hareketle alpeis'e yapılacak eleştiriler acımasız olacaktır kanımca.neticede kynodontas'tan sonra en az onun kadar iyi bir film çekmenin zorluğunu başarmış giorgos lanthimos ustanın ellerinden öper, yeni filmlerini merak ve heyecanla bekleriz.9/10
(peterpann - 27 Mayıs 2013 16:44)
giorgos lanthimos'un kynodontas'tan sonra aynı formülü tekrar denediği ve sanırım yine başardığı, beş-on-on beş film şeklinde sürüp gitmesini dilediğim filmografisinde bundan seneler sonra "yönetmenin karakteristik filmlerinden" unvanıyla anılacak bir diğer filmi. kendisi bu filmle beraber benim için "akasya durağı çekse izlenecek yönetmenler" listesine üst sıralardan giriş yapmayı başarmıştır. evimde yer yatağı açabileceğim yatılık misafir statüsüne ulaşmıştır.
(sir gawain - 19 Ekim 2013 15:10)
--- çok çok hafif spoiler ---aggeliki papoulia daha önce kynodontas'da diş çekme sahnesiyle bana ''hııaaaayyytttt'' tepkisi verdirmişti. bu filmde ise yanağını dikme sahnesiyle. iki sahne de ayna karşısında...--- çok çok hafif spoiler ---
(the fat of the land - 4 Mart 2014 02:32)
başkalarında yansımızı görmekten kaçamıyoruz ve buna ihtiyaç duyuyoruz. fark edince, bir çeşit oyunun içinde olduğumuzu bize gösteren bir kendini görüşle karşılaşınca da iliklerimize kadar korkuyoruz.en tepede, nefes alınamayan, soğuk, bembeyaz bir yükseklikte mitoz bölünmek. insandaki adaptasyon yeteneği göz kamaştırıcı, özellikle de kendini kandırır ve kendine benzetirken, içine kıvrılıyor.giorgos lanthimos yolundan dönmesin.
(nirvana - 4 Temmuz 2015 03:04)
kim alpler'in yerinde başka bir dağ görmek ister ki?"ben istemem" diyenlerden misiniz? hemen emin olmayın derim. çünkü kendi kostümlerimiz içinde sığınacak yer bulamazken; başka birinin kılığına girdiğimizde, ona nasıl kolaylıkla sığınabildiğimizi, nasıl onun gibi olmaya çalışabildiğimizi, bunun gerçek olabileceğine nasıl inanabildiğimizi, bize ait olmayan kostümler bir bir çıkınca nasıl afallayabildiğimizi, tüm rollerden kovulunca nasıl çaresizleşebildiğimizi görünce, siz de isteyeceksiniz, başka kişilerin yerinde görünmeye devam etmeyi... ömrü boyunca alpler olamamış, ancak inatla alpler'in yerini doldurmaya çalışmış, adını bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm dağlara, tepelere, selam olsun. "başka hiçbir dağ, alp dağları'nın yerini alamaz. diğerleri onun yanında daha küçük ve zayıf durur. o yüzden yerini alamazlar. alpler'in bu kadar muhteşem olmasının sebebi; başka hiçbir şey onun yerini dolduramazken, alpler diğer dağların yerini doldurabilir. kim alpler'in yerine ağrı dağı'nı ya da mckinley dağı'nı görmek ister ki?"ben, isterim.
(dolls - 8 Ağustos 2015 16:21)
Yorum Kaynak Link : alpeis