Süre                : 2 Saat 9 dakika
Çıkış Tarihi     : 25 Kasım 1992 Çarşamba, Yapım Yılı : 1992
Türü                : Aksiyon,Drama,Müzik,Romantik,Heyecanlı
Taglar             : Irklararası öpücük,interracial love,Aşk,Muhafız
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  Kasdan Pictures , Tig Productions , Warner Bros.
Yönetmen       : Mick Jackson (IMDB)(ekşi)
Senarist          : Lawrence Kasdan (IMDB)
Oyuncular      : Kevin Costner (IMDB)(ekşi), Whitney Houston (IMDB)(ekşi), Gary Kemp (IMDB)(ekşi), Bill Cobbs (IMDB)(ekşi), Ralph Waite (IMDB)(ekşi), Tomas Arana (IMDB), Michele Lamar Richards (IMDB)(ekşi), Mike Starr (IMDB)(ekşi), DeVaughn Nixon (IMDB), Gerry Bamman (IMDB), Joe Urla (IMDB), Charles Keating (IMDB), Robert Wuhl (IMDB), Debbie Reynolds (IMDB), Danny Kamin (IMDB), Richard Schiff (IMDB), Chris Connelly (IMDB), Nathaniel Parker (IMDB), Bert Remsen (IMDB), Blumen Young (IMDB), Stephen Shellen (IMDB), Joe Unger (IMDB), Susan Traylor (IMDB), Linda Thompson (IMDB), David Foster (IMDB), Towanna King (IMDB), John Hartman (IMDB), John Tesh (IMDB)

The Bodyguard (~ Bodyguard) ' Filminin Konusu :
Eski bir Gizli Servis ajanı olan Frank Farmer resmi görevini bırakmış ve artık oldukça yüksek ücretlerle ünlülere korumalık yapmaktadır. Ünlü bir pop yıldızı ölüm tehdidi içeren mektuplat almaya başlayınca, Frank onu korumak üzere kiralanır.Ronald Reagan’ın yakın korumalığını yapmış olan ama bir gün işe gitmemesi ve aynı gün başkanın vurulması sonuca bunalıma giren Frank hayatını artık sadece işine adamıştır. Ona göre korumakla görevli olduğu insanlar birer nesneden farksızdır. Ancak görevini yerine getirmeye çalışırken işler bu sefer kontrolünden çıkacak ve pop yıldızı Rachel’la aralarında karşı konulmaz bir aşk başlayacaktır.Whitney Houston’ı beyazperdeye taşıyan film hasılat rekorları kırmış ve filmin kendisinden çok şarkıları unutulmazlar arasına girmişti.


  • "kevin costner'ın bu filmdeki "elma yerken adam dövme"sinden öylesine etkilenmişim ki bu o gün bugündür elmaları bıcakla dilimleyerek yerim."
  • "az önce kanaltürk'te vardı gene seyrettim. güzel filmmiş be abi..."
  • "gerçekten güzel film. şimdiki konusu tükenmiş yeni hollywood filmlerinin eskiden ne kadar da iyi olduğunu hatırlatıyor."




Facebook Yorumları
  • comment image

    hesaplarıma göre ilk izlediğimde 7 veya sekiz* yaşındaydım. filmin olayını hakkaten sağlam kavramamıştım ama tekrar izleyince hasta olmuştum.

    şimdi tekrar izleyince, 10larca farklı ayrıntı yakalıyor insan. meğer ne filmmiş. kevin costner'ın gözlüklerinin gözlerini göstermeyip whitney'in*kilerin göstermesi. kevin abinin içki içtiği zaman bile portakal suyuna sadık kalacak kadar disiplin ve düzen üstüne kurulu bir yaşamı olması. kendine ters gelen şeyleri değiştirmek yerine, benim sorumluluğumda değilse bana ne, diyip çekip gitmesi.(bunun genel olarak güzel bir özellik olmasını beklemiyorum ama bu filmde bu karaktere yakışıyo be kardeşim)

    pek iddialı olacak ama, zamanına göre biraz fazla bir filmmiş. şimdi çekilse, eminim ki o karakterleri daha iyi canlandıran tipler olabilir, daha iyi efektler, sahneler olur falan filan... fakat filmin büyüsü bu konuda kendini hissettiriyor... filmdeki kostümleri, arabaları falan bir kenara bıraksak, film hiçte eski falan durmuyor. soundtrack şarkılarının birçoğu hala efsane sayılabilir ve bana kalırsa bir çok yeni filmin soundtrackine kıyasla, filmi çok daha iyi anlatıyor ve filme daha iyi oturuyor.

    başka iddialı bir laf olacak ama, kevin costner'ın oynayıp ta hakkını verdiği ve akıllara kazılı olduğu film sayısını arttıran bir film oldu benim gözümde. (bkz: field of dreams) (bkz: robin hood) (bkz: dances with wolves) (bkz: jfk)

    çocukluktan beri akılda kalmış bir filmi, hakkını vere vere seyretmek çok farklı bir duyguymuş.(yoksa niye bu kadar entry kastırsın adama)

    ne varsa eskilerde var lafının savunucularının, deliller hanesine bir ekleme.


    (serseri - 8 Şubat 2007 19:56)

  • comment image

    kevin costner'ın bu filmdeki "elma yerken adam dövme"sinden öylesine etkilenmişim ki bu o gün bugündür elmaları bıcakla dilimleyerek yerim.


    (call of ktulu - 12 Şubat 2007 14:45)

  • comment image

    öyle bir şarkısı vardır ki bu filmin, 80'lerin başı - ortası gibi doğduysanız, sizi alır, ilk gençlik yıllarınıza, çok çok uzaklara götürür. geçen gün radyoda karşıma çıkmıştı şarkı, bu akşam da zap yaparken, kanalturk'de filmine denk geldik, yine soktu bünyeyi etkisi altına, olmaz bu kadar...

    (bkz: i will always love you)


    (liamangelus2001 - 18 Aralık 2010 22:39)

  • comment image

    muhtemelen ilk olarak star'ın parliment gecesi sinema kuşağında bir pazar gece yarısına kadar dayanıp küçükken izlediğim film.

    ne de çok severdim... özellikle şu katanalı bir sahne vardı hani tül katananın üzerine bırakılır ikiye ayrılıp yere düşerdi.

    her neyse bana ve birçoklarına whitney houston'ı tanıtmış filmdir hem... şimdi garip oldum.


    (gominist redar - 12 Şubat 2012 19:06)

  • comment image

    gerçekten güzel film. şimdiki konusu tükenmiş yeni hollywood filmlerinin eskiden ne kadar da iyi olduğunu hatırlatıyor.


    (ananotherlife - 29 Mart 2013 14:29)

  • comment image

    hollywood'daki ışıltılı prenses ve hayranı ya da beyaz kadın ile siyahi adam klişesi aksine, siyahi kadın ve beyaz adam arasındaki aşkı işleyerek, sıradışılığın ve duygusallığın dibine vurmuş, izleyiciyi damardan yakalayabilmiş film.

    parıltılı, barbie ırkına mensup, prensesimsi kadın ve onun jön aşığını anlatan aşk hikayeleri hiçbir zaman aynı güzellikte olmuyor. yani sarışın ve özgür kadın ile siyahi bir adam arasında geçen aşk hikayesi genelde aynı derin duyguları vermiyor. çoğu zaman, siyahi bir kadın ile avrupalı adam arasındaki aşk, avrupalı bir kadın ile siyahi bir adam arasındaki aşka göre, daha duygusal, daha çarpıcı hisler uyandırıyor seyirci nazarında.

    --- spoiler ---

    filme gelirsek, kevin kostner'ın canlandırdığı frank'ın, iş ve aşk arasında kalması, aralarındaki ticari ilişkiden dolayı aşık olmaya karşı direniş geliştirmeye çalışması, bir gece önce yaptıkları nedeniyle pişman olması ve rachel'in de onun bu davranışına bir türlü anlam verememesi, aralarındaki iş ilişkisinden dolayı frank'ın ona hep mesafeli davranmaya çalışması, ama her şeyi bakışlarıyla ifade ederek rachel'i işten de öte, samimi duygularla, adeta koruyucu melek gibi takip etmesi filmin en güzel kısımlarıydı.

    kevin costner açıkçası döktürmüş bu filmde. frank bir bodyguard olduğu için, karakterin soğuk, içine nüfuz edilemez bir görüntüye sahip olması gerekiyordu. derisinin altındaki duygusallığı iletmek ancak küçük ayrıntılarla ve mimiklerle mümkündü. costner da mimikleriyle çok başarılı bir oyunculuk sergiledi. izleyici, gerçekten frank'ın yanındayken sanki gerçekten de başına hiçbir şey gelmeyecekmişçesine kendini güvende hissedebiliyor.

    rahmetli whitney houston' ı da ezelden beri beğenirdim. güzel sesi ve zarif görüntüsü bir yana, o ışıltılı hayatının içinde yaşadığı güvensizliği, sevgisizliği ve içten içe kırılgan olma durumunu başarıyla aktarmış seyirciye. hatta bu role kendinden fazlaca bir şeyler kattığını düşünüyorum.

    ---
    spoiler ---


    (einemeinekeine - 4 Eylül 2013 17:35)

  • comment image

    kevin costner (frank farmer) ve whitney houston (rachel marron) un başrollerini paylaştığı 130 dakikalık inanılmaz film. 1992 yapımı, yönetmenliğini mick jackson yapmış. senaryo lawrence kasdan'a ait.


    (rosengela - 2 Haziran 2004 00:33)

  • comment image

    i will always love you.

    şarkının milli marş olduğu zamanlar. okulda, vapurda, iett'nin ikaruslarında kulağımızda hep bu şarkı. zaten bir kanalda bitiyor, bir diğerinde başlıyor. aynı kanalda üst üste birkaç kez bile çalabiliyor. özel radyoculuk bilinci henüz o seviyelerde, zaten en eskisi bile henüz yaşını doldurmamış. serdar ortaç henüz zeytin yememiş, hala dj. ama biz hep kent fm'ciyiz.

    bu yeni radyo ortamına paralel olarak walkmanlerin de en yaygın olduğu dönem haliyle. tahtakale walkman borsası her gün rekor üstüne rekor kırıyor. sony'ciler ve aiwa'cılar arasındaki soğuk savaş dönemi. biz yememiş içmemiş, harçlıklardan biriktirip üstüne baba katkı payını da koyup walkman almışız. hepimizde kemere veya çakmak cebine takılmış bir walkman var. tabii o uyduruk takma aparatı henüz kırılmadıysa. kırılmadıysa bile oturmak için popo manevrası yaptığınız her an o acı kırılma sesini duyabilirsiniz. akabinde walkman yerde. kaporta artık çizik, ikinci el piyasası bitik.

    walkman ile radyo dinlerken bu şarkı çıkınca arkadaşlar birbirine haber veriyor. aç aç! 99.5!.. nakarat kısmı gelince herkes giriyor şarkıya, kaşlarını kaldıra kaldıra. kent fm profilimiz o an bitiyor. bir tarafta da şarkıya eşlik ederken şarkıyı türkü formatına sokan tipler. kabul etmek istemesem de ben de o tiplerden biriyim sanırım. insan kendi sesini dinleyebilme imkanı bulunca anlıyor acı gerçeği.

    işte böyle bir ortamda giriyor film vizyona. yani film şarkıyı değil şarkı filmi patlatıyor. yeşilçam'daki şarkı filmlerinin hollywood versiyonu. şarkı en hit döneminde, filme de tabii ki gidilecek. zaten o sıralar vizyonda ne kadar film varsa, gidiyorum hepsine. okul sinemalara yakın olduğundan arada boşluk olunca veya o boşluğu kendimiz yaratınca soluğu sinemada alıyoruz. cebimizdeki yok denilebilecek kadar parayla nasıl yapıyorduk bunu anlamıyorum. sinema ucuzdu galiba o zamanlar. öğrenci bileti de zaten ucuz olan bilet fiyatının gerçekten yarısı kadardı. öyle göstermelik bir indirim değil.

    film emek'te oynuyor. en sevdiğim salon. gidiyoruz hemen. 0,85 metrekare gişedeki kedili abladan alıyoruz biletleri. abla bileti kesiyor, kedi de bakışları ile onay veriyor sanki. en az yanındaki o kedi kadar umursamaz bir ablamız. onun bu halinin sebebini kedisine bağlıyoruz hep. küçük ve haliyle kalabalık fuayede bir miktar oyalanıyoruz. tabii ki yiyecek içecek abur cubur bir şeyler almıyoruz. deli misin sen? o paraya bir filme daha gidersin. bugün bile sinema salonunda tıkınanlara olan nefretimin kökeninde o günler yatıyor galiba. gelecek filmlerin falan afişine baktıktan sonra salona yöneliyoruz. kapıdaki ekose ceketli amcalar bilete bakıyor ve uyarıyor bizi, "sizin yeriniz balkonda." balkon mu? evet, emek'in bir balkonu olduğunu biliyoruz ama o tarihe kadar ne o balkonda film izlemişiz ne de o balkonda film izleyen birisini görmüşüz. o derece dolu yani salon.

    ya şimdi sanki ilginç bir olay olacak gibi anlattığımı fark ettim ama öyle bir şey anlatacağım yok. sinemada yangın falan çıkmayacak. veya bir bomba ihbarı olmayacak. filmin o tarihte ne kadar ilgi çektiğini, dönemsel detaylar eşliğinde anlatmak için yazıyorum tüm bunları. zaten emek'i ne yangın ne bomba bitirebilirdi, ancak böyle bir zihniyet bitirebilirdi, bitirdi de.

    ben emek'e sayısız defa gitmişimdir ama balkonun kullanıldığını hiç görmemiştim. festival zamanı bile. zaten balkon film izlemek için uygun bir yer değil. çünkü projeksiyon ışık huzmesi başınızın hemen üstünden geçer. yani bakış aksı ile projeksiyon aksı paralel olmaya en yakın pozisyonda. size güzel bir emek boy kesiti çizdim. artık sadece bir restitüsyon projesi olarak çizilebilir bu kesit. çünkü emek yok artık. neyse işte, o açıyla baktığınızda da ışık huzmeleri en üst düzeyde görünür hale dönüşüyor ve o huzmelerinin perde üzerindeki dansı inanılmaz bir şekilde dağıtıyor dikkatinizi. keza sahne sanatlarında da öyle. tüm sahne, dekor, kompozisyon ve ışık; ana salona yönelik olarak hazırlanıyor sonuçta.

    filmin kendisine gelirsek, son derece kötü bir filmdir ama her şeyi olması gerektiği gibi yaparak çuvalını doldurmuş bir filmdir. biz doldurduk o çuvalları. çok sonra houston gitti, costner daha da bitti. costner kurtlardan sonra hep bitikti zaten. onu da biz bitirdik.


    (ronesans adami - 7 Mart 2015 00:29)

Yorum Kaynak Link : the bodyguard