Süre                : 1 Saat 52 dakika
Çıkış Tarihi     : 23 Mayıs 2007 Çarşamba, Yapım Yılı : 2007
Türü                : Biyografi,Drama
Taglar             : koma,yazı,hastane,Otobiyografiye dayalı
Ülke                : Fransa,ABD
Yapımcı          :  Pathé Renn Productions , France 3 Cinéma , The Kennedy/Marshall Company
Yönetmen       : Julian Schnabel (IMDB)
Senarist          : Ronald Harwood (IMDB),Jean-Dominique Bauby (IMDB)
Oyuncular      : Mathieu Amalric (IMDB), Emmanuelle Seigner (IMDB)(ekşi), Marie-Josée Croze (IMDB)(ekşi), Anne Consigny (IMDB)(ekşi), Niels Arestrup (IMDB)(ekşi), Jean-Pierre Cassel (IMDB), Marina Hands (IMDB)(ekşi), Max von Sydow (IMDB)(ekşi), Isaach De Bankolé (IMDB), Emma de Caunes (IMDB), Zinedine Soualem (IMDB), François Delaive (IMDB), Laure de Clermont-Tonnerre (IMDB), Michael Wincott (IMDB), Lenny Kravitz (IMDB)

Le scaphandre et le papillon (~ Kelebek ve Dalgıç) ' Filminin Konusu :
43 yaşındaki Jean-Dominique Bauby, üç hafta süren koma halinden sonra gözlerini açmıştır. Bu mucizevi uyanış doktorlar tarafından şaşkınlıkla karşılanır çünkü Bauby fiziksel olarak hiçbir eylemi yerine getiremiyorken, beyin bölgesinde hiçbir sorun çıkmaz ve izleyici bu andan itibaren Bauby'nin iç sesiyle olaylara tanıklık etmeye başlar. Tek kontrol edebildiği organı sol göz kapağı olan adam bir mucizeye daha imza atarak insanlarla göz hareketiyle anlaşmaya, dahası hayat hikayesini anlatacağı kitabını yazmaya başlar. Ünlü Fransız magazin dergisi Elle'de yazarlık ve editörlük yapan Jean-Dominique Bauby'nin gerçek hayatını anlattığı otobiyografik kitabından uyarlanan film Akademi Ödülleri de dahil yılın önemli ödül törenlerinde hak ettiği yeri bulmuştur.

Ödüller      :

Cannes Film Festivali:Best Director, Technical Grand Prize
BAFTA:BAFTA Film Award-Best Screenplay - Adapted
Golden Globes:Golden Globe-Best Director - Motion Picture
Independent Spirit Awards:Independent Spirit Award-Best Director, Independent Spirit Award-Best Cinematography
San Sebastian International Film Festival:European Film


  • "mar adentro x 1000 diyeyim gerisini siz anlayin. o derece agir bi film."
  • "başka bir zamanın, başka bir diyarın filmi ve bir başka gülümseten."hâlâ küçük çocuklarız ve her zaman onaylanmaya ihtiyacımız var.""
  • "jean-do ve babası arasında geçen telefon görüşmesi sırasında nice yiğitleri devirir bu film, istemsiz göz yaşları süzülür."
  • "akıllara hemen mar adentroyu ve ramon sampedroyu getiren film. ancak jean-dominique baubynin durumu sanki daha vahim gibiydi."
  • "sahip olduğumuz ne çok şeyle; ne kadar az yaşadığımızı, ne kadar az ürettiğimizi de yüzümüze çarpar."
  • ""komik bir şey olmadığı halde gülen insanlardan korkmalı.""
  • "kesinlikle tek başına izlenmesi gereken film ve ayrıca böyle bir film yapmak cok ayıp gercekten."




Facebook Yorumları
  • comment image

    izledikten sonra 2007 cannes film festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü julian schnabel'e boşuna vermemişler dedirten filmdir. schnabel, ölümünde yanında olamadığı babası için çekmiş filmi bir bakıma da. filmde jean dominique bauby'i beyazperdede canlandıran mathieu amalric filmin büyük bölümünde sabit durarak oyunculuğunu konuşturmuş. lenny kravitz'in suretini de görmek mümkün filmde. müziklere de paul cantelon'un eli değmiş.

    jean dominique bauby'nin sol gözünden izlenilen ve hatta onun o sol gözü olunan, hayata dair kocaman kocaman sözcükleri, fısıltıyla ve kullanım sıklığına göre düzenlenmiş bir alfabeyle söyleyen bir film kendisi.

    (bkz: locked in sendromu)


    (euphrates - 23 Ekim 2007 19:07)

  • comment image

    eğer gerçekten iyi bir görüntü yönetmenliği örneği görülmek isteniyorsa izlenilmesi gereken film.

    kameralar çok sıradışı kullanılmış, bir anda kendinizi jean dominique bauby'nin yerinde buluyorsunuz. ve filmdeki bir ilginçlik de şu: filmin neredeyse ilk üçte birinde başroldeki oyuncuyu hiç göremiyorsunuz. içinizde acayip bir merak uyanıyor, nasıl, acaba ne hale geldi diye. düşünüyorsunuz, böyle gizli tutulunca karakter, ilk gösterim etkileyici olmalı, nasıl gösterilecek acaba ilk defa diye. ve gerçekten de çok etkili bir şekilde, hiç beklemediğiniz bir anda çatt diye karşınıza çıkıyor, donakalıyorsunuz. filmin en etkili sahnesi de buydu bence.


    (oyle birsey yok - 28 Aralık 2007 02:25)

  • comment image

    seyrettikten sonra uzerine tek kelime edilemeyecek kusurusuz bir film.

    (nedendir bilinmez) izmir'e avrupa sinemasi pek ugramiyor ya, gise filmlerinden tam da bunaldigim bir zamanda, sinema karsisinda sadece tek gozumu kirpabiliyorken yani, yepyeni bir alfabeyle, beni bu sanata tekrar baglamistir.


    (henryleyden - 20 Ocak 2008 00:00)

  • comment image

    bu kadar yurek parcalayan bir hikayeyi boylesine gorsel bir şölenle anlatabildigi icin hayran kaldıgım film. odaksız goruntuler, patlayan ışıklar, sıradışı kadrajlar, hızıyla oynanmış montajlar, ust uste binen sesler.. kısacası gunumuzde ozellikle dijital video festivallerinde gordugumuz, anlatımı kuvvetlendirmek icin,senaryorla alakalı oldugu icin degil de sadece goze guzel gorunsun diye yapılan her turlu numaranın yerinde kullanıldıgı ve hatta oyle yerinde ve kuvvetli kullanıldıgı ki 5.dakikada seyirciyi aglattıgı film. izledikten sonra, yaşanan gorsel tatmin icin mutlu olmakla iç acıtan bir hikayeye aglamak arasında kararsız bırakan..


    (ska letto - 25 Ocak 2008 16:44)

  • comment image

    başka bir zamanın, başka bir diyarın filmi ve bir başka gülümseten.

    "hâlâ küçük çocuklarız ve her zaman onaylanmaya ihtiyacımız var."


    (deli - 27 Ocak 2008 22:44)

  • comment image

    jean-do ve babası arasında geçen telefon görüşmesi sırasında nice yiğitleri devirir bu film, istemsiz göz yaşları süzülür.


    (ehoyyy - 28 Ocak 2008 11:33)

  • comment image

    eşim ve kardeşimle gittigimiz sinemada, sadece 1 (yazı ile bir) kişinin bu filme bilet aldıgını, eger biz de gitmeseydik, 2 kişiden az oldugu için, filmin o seasının oynatılmayacagını ögrendigimiz, biz gelmeden önce filme 1 kişi daha gelsin diye dua eden ve bizim sayemizde filmi izleyebilen diğer sinemaseveri sevindirik ettigimiz film.

    bi de sayesinde fransızca'da en çok kullanılan harflerin sırasını bile ögrendigimiz süpper film.
    ö, es, a, er, i, en...*


    (tequila boom boom - 13 Şubat 2008 12:54)

  • comment image

    --- biraz olsun spoiler içerebilir---

    jean-dominique bauby nin gerçek hayat hikayesinden yola çıkılarak yapılmış muazzam bir film. insanın puslu atmosfer taşıyan, sanat kaygısı yüzünden bir çok şeyden ödün veren fransız sinemasına bakış açısını bile değiştirebilir biraz olsun. locked in syndrome (türkçeye "içeride kilitli kalma sendromu" şeklinde çevrilebilir) u kullanarak ve bunun orjinalliğini tam anlamıyla sömürerek, zekice bir film konmuş ortaya.

    sol gözü dışında hiç bir uzvu çalışmayan bir insan ne kadar hayatın içinde olabilir konusunu düşünmemizi sağlamış film. gerçi bu konuyu bauby filmin ortalarında bir yerde kendi kendine

    "kendime acımaktan vazgeçtim. farkettim ki gözümden başka iki şey daha var sahip olduğum. hayal gücüm ve hafızam"

    diyerek cevaplamış az çok.

    filmde orjinal fikirler barındıran pek çok sahne var. mesela bırakın cinselliği kendine dokunmaktan aciz olan bauby ye yaklaşan bayan terapistlerin, önce suratlarını, sonra göğüs dekoltelerini görüyoruz. erkeklik iç güdüsünü tam anlamıyla vermiş buralarda yönetmen, dilini nasıl kıvırması gerektiğini gösteren bayan terapiste ya da çocuklarının annesi olan kadının bacaklarına bakarken de farkediyoruz bunu.

    bir başka ilgimi çeken şey ise, bauby belli bir süre sonra zihinsel olarak tamamen eski haline dönüyor, ve "neden telefon istedi dersin bu adam konuşamıyorsa, herhalde sağı solu arayıp kapatacak" şeklinde yersiz bi espri yapan kargo görevlisine kahkahalar atabiliyor. (her ne kadar kimse duymasa da bunu) ya da bu espriyi kınayan terapiste " hiç espri anlayışın yokmuş" diyebiliyor kendi kendine.

    burnuna sineğin konduğu, fakat bauby nin onu ordan uzaklaştıramadığı sahne de, isa nın çarmıha gerildikten sonra başının yanına gelen leş kargalarına baktığı olayı anımsattı bana ama öyle bir atıfta bulunmuş mudur bilmiyorum yönetmen.

    aslında daha anlatmak istediğim çok şey var adamın felç geçirirken ki surat ifadesi ve sözleri ("yağmur yağacak") ya da dalgıç kıyafetinin konuyla oluşturduğu bütünlüğü ama gidin izleyin, özellikle izmirdekiler için söylüyorum büyük ihtimalle bir iki gün daha yayınlanacaktır desem de.

    son olarak filmde geçen güzel sözlerden biriyle bitirelim bu yazıyı.

    "hepimiz çocuğuz aslında. hepimizin onaylanmaya ihtiyacı var."

    ---biraz olsun
    spoiler içerebilir---

    edit: bu arada, film için teşekkürler erica ;)

    edit2: maalesef desem de son gösterim dünmüş.


    (theselfish - 2 Mayıs 2008 17:31)

  • comment image

    sahip olduğumuz ne çok şeyle; ne kadar az yaşadığımızı, ne kadar az ürettiğimizi de yüzümüze çarpar.


    (sarpito - 26 Mayıs 2008 23:04)

  • comment image

    film baştan sona ezber bozucuydu ama bir sahne var ki allak bullak olmayan var mıdır bilemem.

    --- spoiler ---

    karısı yanında, sevdiği kadın telefonda ve ona "seni her gün bekliyorum" demek için bile karısına muhtaç. o ne kederdi tanrım. o kadının görevi, telefondaki sevgilinin hali, dünyanın en zor görevlerinden biriydi herhalde.

    ---
    spoiler ---

    bir kare de filmin başlarndan geliyor.

    --- spoiler ---

    sağ gözünde de hasar tespit edilince göz kapaklarının dikilme sahnesi vardı. nasıl bir bakış açısıdır o öyle. gerilmemek elde değidi.

    ---
    spoiler ---


    (sahrud - 29 Kasım 2009 19:25)

  • comment image

    fiziksel tıp ve rehabilitasyon asistanlığına başladığım ilk günlerde izlediğim hayata bakışımı değiştiren film.

    --- spoiler ---

    her gün beyin kanaması, trafik kazası, inme gibi sebeplerden yaşamları alt üst olmuş, tuvaletlerini bile yardımsız yapamayan hastalarla karşılaşıyorum. çoğu aktif yaşantılarına dönüp dönemeyeceklerini soruyor, bazıları durumlarını sorgulamadan sessizce ölümü bekliyor. benzer durumda bir hastamın sadece göz hareketleriyle -her kelimeyi sadece göz kapakalarını kapatmayla kodlayarak- yazacağını düşünmek bile akıl sağlığımı sorgulamama neden oluyor. özellikle türk toplumu gibi kaderci bir toplumda bunu beklemek aşırı ütopik.
    filmin çekildiği rehabilitasyon hastanesi de ayrı bir şaheser. hem fiziki koşulları hem yetişmiş personeliyle gelecekte çalışmak istediğim rüyalarımın hastanesi.
    ---
    spoiler ---


    (kroc - 30 Ocak 2010 23:08)

  • comment image

    geç keşfettiğim bir film... ancak seyrettiğim için kendimi çok şanslı hissettim nedense...

    --- spoiler ---

    bakan ama görmeyen gözler, sürekli konuşan dudaklar, hareket eden eller ve ayaklar, çocuklarla yapılan güzel bir haftasonu tatili, güzel kadınlar ve güzel yemekler...

    bunlar, birçoğumuzun sahip olduğu ya da olabileceği hayata dair güzellikler... oysa jean-do, bunların hiçbirine sahip değil. ancak onun gören bir gözü, hayal gücü ve hafızası var... bu üç özelliği sayesinde, sadece terapistine değil, bütün dünyaya sesleniyor.

    belki de jean-do'nun yazdığı kitap çok önemli değil... önemli olan onun yaşamaya karar vermesi, hem de sıkı mı sıkı bir dalgıç kıyafetinin içinde... işte onu geriye kalan milyonlarca insandan ayıran en temel özellik de bu sanırım. karar vermek... bir dalgıç kıyafeti içerisinde, bir kelebek kadar özgür olabilmek...

    o, babasının da söylediği gibi, bedeninin içinde hapis, insanların bel hizasında takılıp kalmış bir bakış açısıyla yaşamak zorunda. hastane odasının penceresinden rüzgarın etkisiyle içeri süzülen perdesinin sınırladığı bir ufka mahkum...

    film boyunca ona acıyan bizler ise perdenin dışındaki okyanusa, uçsuz bucaksız ufka, güzel yemeklere ve güzel kadınlara sahip olanlarız... onunla tek ortak yönümüz ise, bizlerin de bedenlerine hapsolmuş olması. ondan farkımız ise, onun karar verme cesaretini gösteremiyor oluşumuz... o, yapamadıklarıyla bir hayat yaşarken, biz yapabildiklerimizle bir felçli gibi bitiriyoruz ömrümüzü...

    filmin yönetmeni julian schnabel, jean-do'nun hikayesini bize anlatırken tüm bu gerçekleri yüzümüze yüzümüze vurmaktan bir dakika olsun kaçınmamış... hayatın akışı içerisinde göremediğimiz felçli yaşamlarımızı, 1 saat 40 dakikaya sığdırıp bize göstermiş acımasızca...

    film bitince insan ister istemez şunu soruyor; hafızamda ne taşıyorum? hayal gücüm beni nereye kadar götürüyor? sahip olduğum gözler ne görüyor ve neleri kaçırıyor?

    ben bir kelebek miyim, yoksa dalgıç kıyafeti içine sıkışıp kalan bir çaresiz mi?

    ---
    spoiler ---


    (tripotter - 29 Mayıs 2010 04:36)

  • comment image

    kelebek ve dalgıç adıyla gösterilen, öyküsünü gerçek hayattan alan 2006 yapımı başarılı bir julian schnabel filmi.
    2007 cannes film festivali'nde schnabel'e en iyi yönetmen ödülünü getiren film; daha birçok ödül aldı. oyuncu listesinde ise; performansları ile beyaz perdeye baktığınızı unutturan, hayatın içindeymişçesine oynayan mathieu amalric, emmanuelle seigner var.

    filmi seyrettikten hemen sonra yaşanmamış bir şey bırakmama, ailemdeki herkese defalarca onları ne kadar sevdiğimi anlatma, onları öpücüklere boğma hissine kapıldım. bir filmde sözcükler; ilk defa kifayetsiz kalmıyor ve siz de yaşanılanları o sol gözden seyrediyor, onlara tanık oluyorsunuz.
    filmde elle dergisi editörü bauby'nin aniden felç kalışı sonrası hayatı, çabalayışı, pişmanlıkları ve ailesiyle ilişkisi anlatılıyor. her şeyiyle şahane bir film.

    --- spoiler ---
    yanıbaşından ayrılmayan ve iplik iplik gözyaşları akıtan karısının yardımıyla, kendisini hiç görmeye gelmeyen sevgilisine onu hergün beklediğini söylüyor ya ben orada yok oluyorum işte.

    - beklemek; en kötüsü...
    ---
    spoiler ---


    (staring girl - 29 Haziran 2010 13:10)

  • comment image

    gülerken, ağlarken, severken, terk ederken, sevişirken, giderken, dönerken, ertelerken, acı çekerken, aldatırken, susarken, konuşurken... yaşarken... gözlerimizin aslında ne kadar kapalı olduğunu anlattı bana, bu film.

    evet bunları yazıyorum ve gözlerim açık olmalı değil mi? ama değil.
    evet bunları okuyorsun ve gözlerin açık olmalı değil mi? yine değil.

    o kadar sıkı sıkı kapatmışız ki gözlerimizi; öyle görmezden gelmişiz ki etrafımızdakileri, hayallerimizi öyle unutmuşuz ki, geçmişin fotoğraflarını öyle silmişiz ki hafızamızdan, her yeni günü tıpkı dünün aynısıymış gibi yaşamaya öyle bir başlamışız ki, kendimize öyle acımışız ki, elimizde olmayanlara öyle odaklanmışız ki... olduğumuz yere hapsolup kalmışız, sonunda. ben bu odada, sen o odada, diğeri kendi odasında. hepimiz kendi dalgıç giysilerimiz içinde kilitli kalmışız, adeta. gözlerimiz kapalı alıp verdiğimiz nefesleri saymaktan, denizin dibini görmekten de, gözlerimizle ulaşabileceklerimizden de, kendimizi mahrum bırakmışız. oysa ne diyor bak;

    “hayal gücüm ve hafızam dalgıç kıyafetimden kurtulmamın sadece iki yolu... her şeyi hayal edebiliyorum. herkesi ya da her yeri... dalgalarda okşanabiliyor, sevdiğim kadınları ziyaret edebiliyorum, dağların kralı önünde selam durabiliyorum, istediğim herşeyi hayal edebiliyorum. çocuk düşlerimde, yetişkin heyecanlarımda yaşayabiliyorum.”

    gözlerini aç, aç da gör, sen kör gibi dolaşırken, neler neler ıskalamışsın hayatta; kimleri kırmışsın, hangi hatalarını "yarın telafi ederim nasılsa" diye savsaklamışsın, sevdiklerine "seni seviyorum" demeyi nasıl ertelemişsin, mutlu olduğun anların farkına nasıl varmamışsın. dün gibi yaşadığın bugün var ya, o bitti bak. bugün gibi yaşayacağın yarın var ya, o da bitecek bak. o yüzden, yarın sabah uyandığında gözlerini aç, aç ki, o dalgıç giysisinden sıyrılıp bir kelebek olabilmenin mümkün olabildiğini sen de gör, geç olmadan, ve daha da kör olmadan...

    “bugün artık bütün varlığımın küçük ıskalamalardan oluştuğunu hissediyorum. sevmeyi bilemediğim kadınlar, hissedemediğim fırsatlar, kaçıp gitmesine izin verdiğim mutluluk anları, sonucunu önceden bildiğim ama kazananı seçemediğim bir yarış... kör yada sağır mıyım yada gerçek doğamı bulmak için bir felaketin ışığı mı gerekiyordu?"

    filmin tadına tat katan eşsiz bir tom waits şarkısı ile sizi baş başa bırakırken, izninizle gözlerimi dinlendirmeye gidiyorum ben de...

    edit: çok güzel filmdir notunu düşmemişiz, hemen düşelim de tam olsun.


    (dolls - 11 Temmuz 2012 01:08)

  • comment image

    elle dergisi editörü jean-dominique baubynin mucize kitabı.

    "jean-dominique bauby, 8 aralık 1995 günü, beyin kanaması sonucunda derin bir komaya girer. komadan çıktığında, bütün vücut fonksiyonlarını yitirmiştir. tıpta, 'locked-in syndrome' adı verilen hastalığa yakalanmıştır. hareket edememekte, yardım almaksızın konuşamamakta, yemek yiyememekte, hatta nefes alamamaktadır. felçli vücudunda sadece bir gözü hareket etmektedir. bu onun dünyayla, insanlarla ve yaşamla tek bağlantısıdır. ölümüne dek süren bu ıstırap dolu, umutsuz haftalar boyunca yılmadan, tek iletişim kanalını, hayati organı gözünü, kullanarak insanlara ulaşmayı başarır. yardımcısıyla birlikte geliştirdiği yöntemle, sayfalar dolusu yazı dikte ettirir ve sonuçta bu mucize kitap ortaya çıkar. jean-dominique bauby, bize dalgıç elbisesi giymiş kelebeklerin uçuştuğu, tüyler ürperten bir dünyadan kartpostallar yolluyor." (arka kapak)

    geliştirilen yöntem şuydu: yardımcısı, bauby'nin yakın arkadaşı claude mendibil, her gün hastaneye gelerek, alfabedeki tüm harfleri dildeki kullanım sıklığına göre oluşturulmuş bir sıralama ile yazara tek tek okur. yazar, doğru harfte gözünü kırpar ve bu şekilde kelimeler, cümleler... oluşturulur. yazar kitabın tamamlanmasından kısa bir süre sonra hayata veda eder.


    (momol - 12 Temmuz 2006 22:48)

Yorum Kaynak Link : le scaphandre et le papillon