Süre                : 2 Saat 15 dakika
Çıkış Tarihi     : 10 Ocak 2003 Cuma, Yapım Yılı : 2003
Türü                : Drama
Taglar             : Uyuşturucu tacirliği,rüya,bar,gece kulübü,dul
Ülke                : ABD
Yapımcı          :  25th Hour Productions , 40 Acres & A Mule Filmworks , Gamut Films
Yönetmen       : Spike Lee (IMDB)
Senarist          : David Benioff (IMDB)(ekşi),David Benioff (IMDB)(ekşi)
Oyuncular      : Edward Norton (IMDB), Philip Seymour Hoffman (IMDB), Barry Pepper (IMDB), Rosario Dawson (IMDB)(ekşi), Anna Paquin (IMDB), Brian Cox (IMDB)(ekşi), Tony Devon (IMDB), Isiah Whitlock Jr. (IMDB)(ekşi), Patrice O'Neal (IMDB), Aaron Stanford (IMDB), Marc H. Simon (IMDB), Armando Riesco (IMDB), Keith Nobbs (IMDB), Dania Ramirez (IMDB), Michole Briana White (IMDB), Vanessa Ferlito (IMDB), Coati Mundi (IMDB), Larissa Drekonja (IMDB), Daniel Reton (IMDB), Mark Alan (IMDB), Sal Cecere (IMDB), Tonya Cornelisse (IMDB), Vinny DeGennaro (IMDB), Alexander Emmert (IMDB), Christopher Peter Federico (IMDB), Jason Horton (IMDB), Frank Matthews (IMDB), Karen Nazarov (IMDB), King Orba (IMDB), Greg Orvis (IMDB), Jason Pierce (IMDB), Arloa Reston (IMDB), Stacy Lynn Spierer (IMDB)

25th Hour (~ 25. saat) ' Filminin Konusu :
Montgomery Brogan (Edward Norton), uzun yıllar uyuşturucu satıcısı olarak hayatını devam ettirmiş ve her şeye sahipken, günün birinde polisin ani baskını sonucunda evinde yüklü miktarda uyuşturucu ile yakalanır ve 7 yıl hapise mahküm edilir.. Hapise girmeden önceki 24 saatini, en yakın dostları ve sevgilisiyle geçirmek istemektedir. Ama aklında bir çok soru işareti bulunmaktadır, kendisini ihbar eden kimdi? Hapiste ki ilk günü nasıl geçecek? Başına neler gelecek? Korku ve nefretin birbirine karıştığı son gün ve beklenmedik olaylar...


  • "insan ilişkilerinin ve dialogların bir amerikan filminden beklenmeyecek derecede gerçekçi ve derinlikli olduğu harika film. müzikleri etkileyicidir."
  • "kitabında, monty naturelle ile değil, gittiği kasabada tanıştığı bir kadınla evleniyor."
  • "zenci girmesinin insana nasil bir korku verdigini anladigimiz basarili film"
  • "edward nortonın eski filmi american history xde yaşadıklarını yaşamamak için neler yapacağına şahit olduğum film."
  • "her seyredişimde bana askere gidişimi hatırlatan filmdir"




Facebook Yorumları
  • comment image

    dvd koleksiyonumun baş taçlarından.
    her defasında bu kez geçe geçe izlerim diyorum, monty-naturelle sahneleri hariç aha yine elim gitmiyo, baştan sona izliyorum sayın seyirciler.
    daha en başında köpeği kurtarış ve kostya'yla monty'nin mükemmel diyaloğundan sonuna dek, gözlerimi kulaklarımı alamıyorum ben bu filmden.
    naturelle hariç herkesin oyununun hastasıyım.
    philip seymour hoffman ve barry pepper, tarifsiz. edward norton'a değil, onların bazı sahnelerinde bu ikisine hasta oldum ben. frank'in monty'ye o ''don't do this monty'' deyişi yok mu, o nedir be kardeşim? nasıl oynamaktır? ground zero fonunda edilen o sohbet, nasıl bir sohbettir tek bit ''cut''sız? ve restorandaki de. nasıl bir karakter çizmek ve o karakteri vermektir hem hoffman hem pepper için ama hoffman daha da bir başka..
    kostya sohbetlerinin de hastasıyız.. (bkz: funny you should say that)
    politik yanlarını başkaları çözümlesin..
    ben bu filmi bitirdiğimdeki hislerimi bilirim önce.. her seferinde..
    25th hour, beni öylece bırakır...

    ...this life came so close to never happening...

    (bkz: #5574850)


    (cortona - 24 Ekim 2006 00:47)

  • comment image

    "bu yaşam nerdeyse hiç gerçekleşmeyecekti!"

    filmin mottosu bu cümledir işte. insan bir şekilde hayatının sonuna geldiğini anladığında başa dönmeyi, masumiyetini ve mutluluğunu kaybetmediği o demleri arar. sevdiklerimiz, eşimiz, dostumuz, ailemiz için son bir 25. saat ararız, herşeyden, tüm sorunlardan çıkış olacak bir 25. saat. ve belki elde ederiz de... ancak işte o anı yakalayınca değerlendirmek, irade göstermek güçtür. monty babasının nasihatlerinden işittiklerini irade gösterip tatbik edememiştir. korkması için sebepleri vardır. işte böyle bir fırsatı kullanamayan bir adamın filmi olmuş 25. saat.

    filmin sonunda hem çocuğun hem de davudi bir tonda babanın ağzından bu cümleyi duymak tam bir anlamlar rezervi sağlamış. coşturuyor, duygulandırıyor, ağlatıyor...izahı ariflere bırakıp zekai müftüoğlu sayesinde türkçe dublajın orijnalinin bile önüne geçmiş bir film olduğunu söyleyerek sözlerimi tamamlıyorum.


    (aylakdoktor - 20 Ağustos 2008 03:24)

  • comment image

    oynadığı her filme kendinden çok şey katmayı alışkanlık haline getiren edward norton'la; ötekilerin hikayelerini anlatma ustası spike lee'nin işbirliği.
    spike lee, ötekileştirilen zencilerin hikayelerini anlatmada ustalığını kanıtlamış birisi, bu sefer de 11 eylül sonrası ötekileştirilenlerin hikayesini favori kenti new york üzerinden anlatıyor.
    hollywood'un okullu, akıllı çocuğu edward norton öyle bir oynamış ki, film boyunca ben de monty gibi yarın hapse girecekmişim gibi hissettim. defalarca "lan 7 yıl nasıl geçer, iti var, kopuğu var, sapığı var. intihar ederim daha iyi" derken buldum kendimi. filmin en büyük artılarından izleyiciyi kendine çekip, karakteriyle aynı düşünceleri paylaştırıp hissettirmesi. ki bunda norton'un becerisi ortada.
    filmin kadrosu norton'la bitmiyor. loser rollerinin aranan oyuncusu philip seymour hoffman yine benzer bir rolde kendini hiç sıkmadan her zaman yaptığı şeyi yine çok iyi yapıyor.
    bence en dikkat çekici performansı ortaya koyan barry pepper, dünya sikine minare götüne modunda takılan uçarı ama özünde dostluk kavramının hakkını veren çocukluk arkadaşı frank slaughtery rolüyle gönülleri fethediyor.
    üstad brian cox, tek oğlunu hapishaneye elleriyle teslim edecek, içten içe acılarıyla kavrulan ama bunu dışarı belli etmeyen baba rolünde klasik sessiz ama düşünceli karakter performanslarından birini sergilemiş.
    monty'nin yavuklusu rolünde rosario dawson, özellikle liseli kıyafetleriyle izleyenlerin içini gıcıklamış; x-men'la tanıdığımız ve sevdiğimiz anna paquin ise yine çıtır rolüyle ben de varım diyerek dawson'a meydan okumuş. benim tercihim kavruk teni ve seksiliğini bir kat daha arttıran beniyle dawson'dan yana.

    --- spoiler ---

    filmin anlatmak istediklerine şöyle bir göz atarsak; aslında ana metinde hapishaneye girecek monty'nin son 24 saatte yaşadığı içsel savaş anlatılırken; alt metinlerde 11 eylül sonrası ötekileştirilenlerin neler hissettikleri de anlatılıyor.
    monty her ne kadar irlandalı bir göçmen olsa da, küçüklüğünden beri tam bir beyaz amerikan gibi yetiştirilmiş. özel burslarla okumuş, okulun basketbol takımında oynamış, muhtemelen ponpon kızlardan biriyle çıkmış güzel bir yaşam sürmüş birisi. ancak okul zamanlarında yaptığı seçimlerin cezasını okuldan atılarak ve uyuşturucu satıcılığına başlayıp sonunda da yakayı ele vererek ödüyor. hapse girmek, orda ezilmek, ötekileştirilmek monty'nin hayatını kabusa çeviren düşünceler. filmin ilk yarısında ayna karşısında geçen sahnede de spike lee bunun altını çiziyor zaten. monty bunları haketmediğini düşünüyor. ona göre koreliler, zenciler, hintliler; yani abd'nin ötekileri hapse girmeli, ezilmeli. şimdi onun aynı şeyleri yaşayacağı ihtimali beynini yiyor. öyle bir kıskaçta ki, onu kimin ihbar ettiğini bile düşünemiyor. bunu sevgilisinin yapma ihtimalini düşük görse de aklının ucunda acaba sorusu duruyor. ama bunu öğrenmekle de çok ilgilenmiyor gibi monthy. onun kafasında bembeyaz ve temiz yüzüyle hapisteki azılılarla nasıl uğraşacı sorusu var.
    sonra filmin final sahnesine geliyoruz. babası monty'nin hapse girmesini istemiyor ve ona harika replikler eşliğinde alternatif bir dünya sunuyor. ayna karşısında küfrettiği ötekilerin hayatı, şimdi monty için bir kurtuluş oluyor. koreliler, hintliler gibi o da yeni ve mutlu bir hayat için memleketini (irlanda'dan çok, doğup büyüdüğü new york olarak düşünebiliriz)bırakıp hiç görmediği bir şehirde, ikinci sınıf işlerde çalışarak, polisten her zaman kaçarak (ki diğerleri için bu göçmen bürosu olabilir) yaşamak zorunda kalacak. sonra orda bir aile kurup mutlu olacak. bunların hayal ederken (ki son sahnede monty'i arabada görünce bunların hayal olduğunu anlıyoruz) arabadan diğerlerini gülümserken görmesi, onlara el sallaması, monty'nin bazı gerçeklerle yüzyüze gelmesini, belki de bir aydınlanma yaşanamasını sağlıyor.
    filmin bir diğer akılda kalan sahnesi de otel odasında iki kafadar konuşurken arka planda yerini alan 11 eylül enkazı. spike lee'nin belki de anlatmak istediği o enkazın her zaman yaşamımızda olacağı; özellikle abd'de yaşayan göçmen ve ötekilerin her zaman karşılarına o enkazın çıkacağı, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağıdır. bilmiyorum ama o arka plan filme harika bir fon olmuş.

    ---
    spoiler ---


    (crowley - 16 Şubat 2009 13:27)

  • comment image

    güzel bir film. kimi şeylerin kaybedildikten sonra kıymetinin bilinmesine ve yapılan davranışın bedelini ödeme sürecinde bir adama dair.
    sonu tercihli filmlerden. ben ilkini tercih ettim. babalar ne diyorsa doğrudur zaten değil mi?


    (saryade - 4 Haziran 2009 16:18)

  • comment image

    david benioff'un aynı isimli romanından spike lee tarafından uyarlanan, bir tür 'last day in my life' homajı. film ve özellikle kitap; bu aralar askere gidecekler veya sadece uzaklaşmak isteyenler için harika bir kaç karakter prop u barındırıyor. hayatınızın son günüyse ve zaten her şey çoktan bitmişti diyorsanız, yaklaştınız....fakat her zaman 'harika' bir itfayeci olma şansınız vardır ve bazen mucizeler sorgulanmamalıdır.


    (bad astronaut - 1 Aralık 2002 18:16)

  • comment image

    insan ilişkilerinin ve dialogların bir amerikan filminden beklenmeyecek derecede gerçekçi ve derinlikli olduğu harika film. müzikleri etkileyicidir.


    (shakak - 11 Ocak 2011 00:04)

  • comment image

    spike lee, new york'ta geçen 25th hour'da bol miktarda 11 eylül görüntülerine ve simgelerine başvurmuş. filmin açılış sahnesinden itibaren nerdeyse her sahnede bir şekilde 9/11'e dokunuruluyor.

    film'in çok önemli iki monolog'u var. biri olay tam gelişmeye başlarken monty*'den gelir diğeri ise tam film bitmeden önce monty'nin babasından.

    ikisi de kanımca al pacino'nun scent of a woman'daki konuşmasına benzer bi şekilde akıllara kazınmayı hakeden monologlardır. filmi bitiren ikinci monolog resmen ağlatır adamı.

    güzel film, kesin görülmesi tavsiye olunur.


    (fate amenable to change - 26 Ocak 2003 23:33)

  • comment image

    bu filmi izledikten sonra aklımdan geçen şudur: "menemen çok basit bir yemektir. içindekiler de basittir. ama bu basitlik onun çok güzel ve lezzetli bir yemek olmasına engel olmaz." galiba filmin sonunda karnım acıkmış.

    neyse menemeni bırakalım da filme geçelim. veya hiç bırakmayalım ve "menemen gibi filmdi" deyip bitirelim.


    (laktoztermosifos - 20 Kasım 2011 18:44)

  • comment image

    edward norton'ın devleştiği film kanımca. (hangi filminde devleşmedi dersen, susar kalırım, cevap veremem. death to smoochy, o da belki.)
    özellikle tuvalette, ayna karşısındaki tiradını, filmi en son 5-6 sene önce izlemiş olmama rağmen unutamıyorum.


    (couleur - 16 Aralık 2011 01:38)

  • comment image

    edward norton benim için her zaman fight club ile yaşayacak bir oyuncudur; onu başka filmlerde görmek gönlümde kapanmaz yaralar açmakta ve kendimi ihanete uğramış bir ortaokul öğrencisi gibi hissetmeme neden olmaktadır. korka korka da olsa gittim bu filme. allahtan edward da henüz fight club sendromundan sıyırabilmiş değil kendini de, hâlâ aynalarla konuşuyor, hâlâ ölümüne dayak yemekten büyük keyif alıyor.

    yine de, edward'ın damgasını vurduğu bir film olarak görmemek lazım 25. saat'i diye düşünüyorum ben. evet onun gibi kimse dayak yiyemez, evet onun gibi şizofreninin sınırlarında kimseler dolaşamaz, bunu inkar edecek değilim; ama filmin senaryosunda öyle tadında kurgulanmış diyaloglar, hatta hiç bitmesin istenen monologlar var ki, edward değil de ben oynasam yine de adından bahsettirirdi bu film diye düşünüyorum. üstüne bir de doğru yere yerleştirilmiş birkaç kamera ve hafif bir fon müziğiyle başka boyutlara taşınan şiddet dolu sahneler eklenince, yeme de yanında yat bir film olmuş.

    monologların tam metinlerini bulan olursa allah rızası için bana da haber versin.


    (gatto - 1 Haziran 2003 01:35)

  • comment image

    şimdi öbür omzuma bir melek kondu ve dürttü beni. dayanamadım, kendimi yalanlıyorum:

    bu amerikalıların var ya, tez zamanda hepsinin mına konmalı kardeşim. insanda ne kafa bıraktılar, ne huzur, ne yaşama sevinci.

    sen ki bütün cumartesi çalışıp, akşama da şöyle bir hafiften kafa dağıtalım diye sinemaya gidiyorsun, hesapta iki yorgunluk falan atacaksın. ne hacet! elin amerikalısı yine doldurmuş perdeyi bir sürü göndermeyle, yine basmış duygu sömürüsünü; sanırsın ki onlar melek, sen de elinde elektrikli testereyle manhattan'a dalmış bir üçüncü dünya ülkesi kişisi. yaw kardeşim sen kime bok atıyon, sen kimi sorguluyon, kimi kimden kıskanıyon da nooluyo yani? deli etmeyin be adamı.

    bir ara öyle bir duyguya kapıldım ki, senarist sanki ayna karşısındaki tek perdelik oyunu yazmış ilk başta, sonra da onu oturtabileceği koca bir film çekmiş başına ve sonuna. sonlara doğru babanın geç kalmış bir şefkat duygusu gizli sesi eşliğinde akıp giden görüntülere kadar da böyle düşünmeden edemedim, esnemedim dersem yalan olur. yine de, her şeye rağmen, şu iki sahne için bile izlenmeye değer derim.

    monologların tam metinlerini bulan olursa allah rızası için bana da haber versin.
    ...
    edward norton izler misin sen, aha işte böyle ne dediğini bilemez hale gelirsin.


    (gatto - 1 Haziran 2003 02:10)

  • comment image

    filmin en ilginc sahnelerinden biri edward norton'un ayna karsisindaki unlu fuck you tiradidir.
    can production iftiharla sunar:

    yeah . fuck you . too.
    fuck me? fuck you .
    fuck you and this whole city
    and everyone in it.
    no. no. no. no. no.
    fuck the panhandlers
    grubbing for money.
    smiling at me behind my back.
    fuck the squeegee men
    dirtying up the clean
    windshield of my car.
    get a fucking job.
    fuck the sikhs
    and the pakistanis
    bombing down the avenues
    in decrepit cabs.
    curry steaming out their pores.
    stinking up my day.
    terrorists in fucking training .
    slow the fuck down !
    fuck the chelsea boys
    with their waxed chests
    and pumped-up biceps.
    going down on each other
    in my parks and on my piers.
    jiggling their dicks
    on my channel 35!
    fuck the korean grocers
    with their pyramids
    of overpriced fruit
    and their tulips and roses
    wrapped in plastic.
    ten years in the country.
    still no speakee english .
    fuck the russians
    in brighton beach .
    mobster thugs sitting in cafes.
    sipping tea in little glasses.
    sugar cubes
    between their teeth .
    wheelin' and dealin'
    and schemin' .
    go back
    where you fucking came from .
    fuck the black-hatted hasidim
    strolling up and down
    4 7 th street
    in their dirty gabardine
    with their dandruff.
    selling south african
    apartheid diamonds.
    come on .
    your wife deserves this.
    fuck the wall street brokers.
    self-styled masters
    of the universe.
    michael douglas-gordon gekko
    wannabe motherfuckers
    figuring out new ways
    to rob hardworking people blind .
    send those enron assholes
    to jail for fucking life.
    you think bush and cheney
    didn't know about that shit?
    give me a fucking break.
    worldcom .
    fuck the puerto ricans.
    twenty to a car.
    swelling up the welfare rolls.
    worst fucking parade
    in the city.
    and don't even get me started
    on the dominicans.
    'cause they make
    the puerto ricans look good .
    who's this fuckin' guy?!
    get the fuck outta here!
    fuck the bensonhurst ltalians
    with their pomaded hair.
    their nylon warm-up suits.
    their st. anthony medallions.
    swinging their jason giambi
    louisville slugger baseball bats
    trying to audition
    for ''the sopranos.''
    fuckin' crack
    your fuckin' head open !
    fuck the upper east side wives
    with their hermes scarves
    and their $50
    balducci artichoke.
    overfed faces
    getting pulled and lifted
    and stretched all taut
    and shiny.
    you're not fooling anybody.
    sweetheart.
    fuck the uptown brothers.
    they never pass the ball .
    they don't want to
    play defense.
    they take five steps
    on every layup to the hoop.
    and then they want to
    turn around
    and blame everything
    on the white man .
    slavery ended 1 3 7 years ago.
    move the fuck on .
    fuck the corrupt cops with
    their anus-violating plungers
    and their 4 1 shots.
    standing behind a blue wall
    of silence.
    you betray our trust!
    fuck the priests
    who put their hands
    down some
    innocent child's pants.
    fuck the church that protects
    them . delivering us into evil .
    and while you're at it.
    fuck j .c.
    he got off easy --
    a day on the cross.
    a weekend in hell .
    and all the hallelujahs of the
    legioned angels for eternity.
    try seven years
    in fucking otisville. j .
    fuck osama bin laden .
    al qaeda.
    and backward-ass cave-dwelling
    fundamentalist assholes
    everywhere.
    on the names of
    innocent thousands murdered .
    l pray you spend the rest
    of eternity with your 7 2 whores
    roasting in a jet-fuel fire
    in hell .
    you towel-headed camel jockeys
    can kiss my royal lrish ass.
    fuck jacob elinsky.
    whining malcontent.
    fuck francis xavier slaughtery.
    my best friend .
    judging me while he stares
    at my girlfriend's ass.
    fuck naturelle riviera.
    l gave her my trust.
    and she stabbed me in the back.
    sold me up the river.
    fucking bitch .
    fuck my father
    with his endless grief.
    standing behind that bar.
    sipping on club soda.
    selling whiskey to firemen
    and cheering the bronx bombers.
    fuck this whole city
    and everyone in it.
    from the row houses of astoria
    to the penthouses
    on park avenue.
    from the projects in the bronx
    to the lofts in soho.
    from the tenements
    in alphabet city
    to the brownstones
    in park slope
    to the split-levels
    in staten lsland .
    let an earthquake crumble it.
    let the fires rage.
    let it burn to fucking ash .
    and then let the waters rise
    and submerge this whole
    rat-infested place.
    no.
    no. fuck you .
    montgomery brogan .
    you had it all .
    and you threw it away.
    you dumb fuck!


    (can - 27 Kasım 2003 18:49)

  • comment image

    bir new yorklu* filmi... uzunca bir zamandan sonra ancak seyredebilme fırsatı buldugum ve önüme cıkan herkese tavsiye ettigim, edecegim çok iyi bir film. bence spike lee bir film cekmemis, bir şiir yazmış.. bu kadar da iddialı bir söz söylemeye beni iten bir filmdir bu. özelliklede müziği olmadan bu film bu etkiyi bırakmazmış, en azından bunu bilmesi ve seçimini senaristin* tum önerilerine rağmen caz sanatçısı terence blanchard yönünde kullanması bile, yönetmenin işini ne kadar bilincinde olarak yaptığının bir kanıtı olmuş.. tek kelimeyle mükemmel bir müzik.. film bitiyor ama müzik bir türlü susmuyor kafanızda.. bruce springsteen'den the fuse gibi hoş bir parçayla bitmesine rağmen siz hala new york görüntülerine takılı kalan o nefis enstrumantal tınılarla resmen uçuyorsunuz..

    hapse girmeden önceki son 24 saatini geçiren bir dostunuza ne diyebilirsiniz ki? herşey önemini yitirmiş, ve sinir bozucu bir çaresizliğe saplanmışken yapılacak tek şey belkide en başta yapılması gereken ama hepimizin sona bıraktığı sorgulama değil midir.. monty karakteride (bkz: edward norton) işte tam bu noktada başlıyor hikayesini yaşamaya, uzun yürüyüşler eşliğinde vardığı noktayı, gerçek dostları, aileyi, ihaneti düşünüyor, sorguluyor.. edward norton her zamanki gibi muhteşem..daha cok edward norton'ın oyunculugu sayesinde alıp goturdugu, hakim olduğu bir film bekliyordum ama kesinlikle çok daha iyisiyle karşılaştım.. phillip seymour hoffman ve barry pepper* v.s. herkes en az onun kadar filme kaptırmış tiplerdi.

    bir kere amerikan filmlerinde alıştığımız abartı yok bu hikayede.. karakterler klişe olamayacak kadar iyi işlenmiş..bana göre hepsinin belli bir derinliği var.. alkolik baba figürü ise kesinlikle abartılı değil, gereksiz bir vurgusu yok.. filmin en büyük güzelliği bir new york hikayesi olmasına rağmen, üstelik şehrin kaosunu harika bir şekilde vermesine rağmen, hatta bu şehrin 11 eylul sonrası new yorku oluşunun nerdeyse her sahnede illaki varolan bir göndermeyle vurgulanmasına rağmen, son derece sakin ve vurucu olabilmesidir.. bence bush ve cheney icin soyledigi hatta biraz hızlıca geçtiği cümleleri saymazsak politik pek mesaj yok, montynin ayna karşısındaki unutulmayan monoluğu bile sadece çaresizlik ve pişmanlık hissinden ona buna saldırmanın en güzel örneğidir heralde*.. kendine duyduğu öfkenin aynadaki yansıması böyle olmuştur bir bakıma .. nitekim sonunda kendine gelir ve asıl sensin! der..işte orası ve sonra aynadaki yazıyla beyhude uğraşması superdir..

    11 eylul sömürüsü değil bence yapılan, bunu yapmamayı başarması açısından bile tebrik edilmeli yönetmen diye düşünüyorum.. daha çok 11 eylulun new yorka ne yaptığının bir new yorklu gozuyle, enfes şehir ve yıkım görüntüleri eşliğinde anlatımı sanki .. bir uyuşturucu satıcısının hayatıyla yüzleşmesinin fonunda kendi gerçeğini çoktan kabullenmek zorunda kalmış bir şehrin resmi..ve son olarak brian cox'un o hoş ses tonuyla zaten çoktan filmde kaybolmuş ve dağılmış olan ben zavallısını hepten mahveden, ihtimaller üzerine yaptığı o hüzün dolu konuşma filme en güzel noktayı koymuştur.. ve de benim gibi ortalama bir sinema seyircisine bunca lafı yazdırmıştır efendim*...


    (inventionofsolitude - 13 Mayıs 2004 03:51)

  • comment image

    --- spoiler ---
    brian cox'un güçlü anlatımına eşlik eden mükemmel görüntüler ve müzikleri içeren alternatif sonunu defalarca kez izlemekten büyük zevk aldığım film. otobandaki yol ayrımından itibaren, sanki o yollardan ben de geçiyorum, yağmuru da, çölü de iliklerime kadar hissediyor nihayet kasabanın dinginliğine ulaşıyorum. yeni arkadaşlar edinip bir yandan hiç görmediğim new york'u özlüyorum. naturelle'le buluşmalarında gözlerim nemleniyor ve sonra tekrar o yol ayrımı, her şey bilinmezlikle noktalanıyor..
    ---
    spoiler ---


    (firtinanin gozunden - 17 Mayıs 2006 12:51)

  • comment image

    --- spoiler ---
    babasıyla uzaklaşıp gittiğini sandığımız o son sahnede her izleyişimde gözyaşlarımı tutmayı beceremediğim filmdir.

    belki de filmin sonuna doğru babasının o kendine has kabul edilmişlikle anlattığı o hayatın, içinde sıkışıp kaldığımız her türlü yaptırıma alternatif olarak "bir yer daha var" görüşünü sunmasından belki de sadece kaçıp gitmeyi gerçekten başarmasını gönülden istemememden.

    evet, ben de bazen bir çöl istiyorum, içinde kaybolabileceğim ve herkesin unuttuğu o çöl kasabasında herşeye yeniden başlayıp kendi naturelleimi çağırabilmeyi. bunun gerçekliğine o arabanın içindeymişçesine inanıyorum ve sanki gerçekliğini kanıtlyacakmış gibi daha da çok ağlamak istiyorum.

    ne var ki ben de gidemem, tıpkı monty nin gitmeyeceğini düşündüğüm gibi. çünkü o çöl kasabasının varlığı belki de devam etmemizi sağlayan şey. belki sadece o çöldeki kasaba için her şeye katlanmaya devam edebiliriz.o çöl kasabası bizim hayalimizdi ve hiç gitmeyeceğimiz için o kasabayı yaşayabilirdik.

    (bkz: belki)
    ---
    spoiler ---


    (the vagrant - 15 Haziran 2006 12:58)

Yorum Kaynak Link : 25th hour