Jane Eyre (~ Charlotte Bronte's Jane Eyre) ' Filminin Konusu : On yaşında öksüz kalan, babasını da öldü bilen Jane Eyre, kendisine köle gibi davranan halası tarafından yoksul kızların gittiği katı disiplinli bir yatılı okula gönderilir. On yıl kadar kaldığı bu okula sonunda öğretmen olur. Bir süre sonra da Edward Rochester’ın malikânesinde mürebbiyelik yapmaya başlar. Jane, giderek hayal bile edemeyeceği zorluklar ve acılar yaşayacak, beş parasız ve evsiz barksız kalacak, erkeklerin egemenliğindeki bir dünyada bir kadının tek başına ayakta kalabileceğini kanıtlamak için savaşacaktır...
Jane Eyre(2006)(8,3-18803)
Jane Eyre(1983)(8,1-2796)
Jane Eyre(1943)(7,6-7067)
Persuasion(2007)(7,5-12584)
Jane Eyre(1973)(7,5-412)
Jane Eyre(2011)(7,4-74535)
Mansfield Park(2000)(7,1-22970)
Jane Eyre(1997)(7,1-2434)
Wuthering Heights(1992)(6,9-11046)
La traviata(1983)(6,9-1229)
Jane Eyre(1971)(6,5-850)
beyaz perde ve beyaz cama sık sık konuk olmuş bir ablamızdır. jane hanımın sinema-tv macerasından da bahsedelim biraz. 80 kuşağı çocukları tek kanallı dönemin dizilerinden birinin jane olduğunu hatırlar mı bilmem ben dizide bertha'nın grace poole'u yakıp kaçtığı sahneyi pek iyi anımsıyorum şahsen. başka da bir şey hatırlamıyorum o diziden. hafızamda daha iyi yer etmiş janelerden biri cnbc-e nin bilmem kaç sene önce oynattığı 1940lardan kalma jane eyredir. bu filmde jane'i çok hoş bir kadın olan joan fontaine arıza bay rochester'i ise arıza sinema adamlarının en bir güzeli orson welles oynar. zaten filmde yok yoktur misal henüz ufacık bir velet olan elizabeth taylor da helen burnstur. filmden akılda kalan ne vardır bay rochester'ın kör tuttuğunu becerir misali jane'in yüzüne dokunduğu sahne meşhurdur. nitekim guiseppe tornatore malena filminde bu sahneye pek sevimli bir gönderme yapmıştır.daha yakın bir jane eyre uyarlaması anna paquin 'in küçük jane, charlotte gainsbourg'un büyük jane william hurt'ün ise rochester olduğu filmdir. gainsbourg kafamızdaki jane'in en mükemmel yansımalarından biridir. zaman zaman çok çirkin gözükebilen bu enfes hatun'un zeki çevik ve ahlaklı bir jane olduğu göze çarpar. william hurt her ne kadar kafamdaki rochesterdan uzak bir tip olsa da arızalı adam rollerine yakışmaktadır dolayısıyla film pek bir hoştur. belki yönetmen franco zeffirelli cimrilik etmeyip akraba muhabbetini kısa kesmese, jane'in seçimi biraz olsun belirginleşse daha da iyi olacakmıştır. ha bu arada gıcık blanche ingram'ı elle macpherson oynamaktadır ya da oynayamamaktadır her neyse.seyredemediğim jane eyre uyarlamalarından birinde samantha morton jane'i ciaran hinds ise rochester'ı oynamaktadır. aslında ciaran hinds'in tip olarak esmer, karanlık bakışlı bay rochester'a iyi gideceği içime doğmaktadır, filmi görmek lazımdır.gelelim bu yazıların yazılmasına vesile olmuş yakın zamanda seyrettiğim jane eyre'e. efendim bu filmde de ruth wilson hanım kızımız büyük jane, georgie henley (narnia'nın lucy pevensie'si) küçük jane ve sivri burnunu sevdiğim toby stephens bay rochester olarak karşımıza çıkmıştır. ayrıyeten bir zamanların çıtırı tara fitzgerald reed teyzedir ki insan garipser. toby stephens'ın bir takipçisi olarak neler yaptığını imdb vesilesiyle kontrol eder iken jane eyre'i görünce şoka girmem normal karşılanmalı zira stephens bence rochester'dan fersah fersah uzak bir tiptir. ne yalan söyleyeyim gabriel bryneya da alan rickman'ın rochester'ı oynamasını umut ediyorum hala. neyse filmi (dizi demeli) seyredince gördüm gibi stephens rochester'a hafiften ukala ingiliz modu katmış hoş olmuş. rol için fazla güzel olmasını da umursamıyorsunuz. hoş jane adama çirkinsin dediğinde bir tuhaf kaçıyor ya neyse. ruth wilson ise hafiften eblek suratlı olmanın getirdiği bir çirkinlikten yararlanıyor. kend adıma charlotte gainsbourg'un duru tipini daha uygun bulsam da wilson da pek fena sayılmaz. filmin en bir güzel tarafı ise şudur: rochester'ın jane'i nasıl perperişan ettiğini pek güzel yansıtan bir film olmuş bu. jane ablamız okuldan çıkmış saf bir kız iken edward rochester onun hem yüreğini hem de cinselliğini deyim yerindeyse uyandıran adam olmuştur. kitapta brontenin yer verdiği kucaklaşma öpüşme vb gibi günümüz okuyucusu-seyircisi için masum kalan hareketlerin victoria çağında nasıl bir tabu olduğu bu filmde de göze çarpıyor. ve rochester'ın jane'i nasıl baştan çıkarmayı başardığını da görüyoruz. sanırım bu haliyle filmin kitabın ruhunu iyi yansıttığı söylenebilir. dizi olmanın getirdiği dört saatlik sürenin avantajı da kitapta ne var ne yoksa görmemiz oluyor ki saint-john ile rochester arasındaki farkın altının çizilmiş olması da bunlardan biri.edit: efendim meğersem berthanın grace poole'u yaktığı değil ama cebinden anahtar aşırdığı sahne timothy dalton versiyonuna ait imiş, geçende dvdsini bulup seyredince hatırladım. dalton tip olarak rochesterdan biraz uzak kalsa da (ne de olsa adam çirkindir) artık oyun gücü mü demeli garip bir şekilde iyi oturmuş rolüne. yalnız jane ile aralarındaki boy farkı biraz göze batıyor, zira rochester da selvi boylum kontenjanına ait değildir.ciaran hinds versiyonunu ise ben çok beğendim, evet bay rochester biraz gıcık davranıyor, ve kitaptan biraz uzaklaşmış bazı bölümler. misal jane ile rochesterın ayrılık konuşması, gerçi bence tadından yenmez bir bölüm olmuş. ama şunu da unutmamak lazım neticede rochester kendinden yirmi yaş genç, öksüz bir kızı kandırıp, metres modundan hallice tutmak istemektedir. evet amaçları iyidir, soyludur ama bu durum araçları doğru kılmaz. gerek ciaran hinds gerek toby stephens, gerek timothy dalton hafiften şerefsiz, "immoral" ama tadından yenmez rochesterlar olmuşlardır. misal william hurt gibi güzel bir adam bana o kadar inandırıcı gelmemiştir o rolde.
(flut - 11 Kasım 2006 14:06)
nuh'un gemisine alacağı kitap, ölmez eser..
(hersheys - 1 Ocak 2007 10:58)
bu romandan süper türk dizisi olur. bilemiyorum nasıl hala keşfedilemedi, kopirayt mopirayt olsa gerek.düşünün bir; köy ağası ve aynı zamanda da son derece entelektüel bir karakter olan özcan deniz, rus sevgilisinden olan küçük kızı evde eğitmek için öksüz yetim kimsesiz deneyimsiz eline erkek eli değmemiş ve fakat dik başlı özgü namal'ı işe alıyor. sonra olaylar gelişiyor yor yor yor... 1000 bölüm devam etmezse ne olayım.
(badb catha - 29 Mayıs 2007 03:01)
çocukluğumda defalarca okuduğum viktorya dönemi ingiltere' sinde insan ilişkilerini anlatan charlotte bronte' nin muhteşem eseridir.kişinin güçlüyken çaresizliğini anlatan kitaplardan biridir. jane eyre kitapta anlatıldığı gibi güçsüz, çaresiz, kimliksiz, ve kişiliksiz değildir. aksine o derece güçlü ve kişilikli ki daha küçücük yaşında yengesinin onun kişiliğini kıramaması sonucu dayısının evinden uzaklaştırılmıştır. ve ludlov okuluna gönderilmiştir. burada da kişiliğinin ne denli güçlü olduğunu fark eden bayan temple' nin yumuşak idaresi altında uysallaşmış ve mutlu olmuştur. bay rochester'in malikanesinde işe başladıktan kısa bir süre sonra güçlü kişiliği bay rochester'in ilgisini çekmiştir.viktorya zamanı ingiltere' sinde kadınlar oldukça kırılgan, güçsüz ve kimliksizdir.bu kadınların yanında jane eyre sessiz ve güçlü durur kitap boyunca. jane eyre hayatı içinde yaşayan, sevgisini, üzüntüsünü kimseyle paylaşmayan, onurlu durmak uğrana sevdiği ve yaşamı boyunca sevebileceği tek erkeği arkasına bakmadan bırakıp gidecek kadar kendine özgüvenli biridir.bay rochester'e gelince aslında jane'e göre oldukça yaşlıdır. gerçek karısını saklayacak kadar bencildir. kendinden onlarca yaş küçük o çağın en ayıplanası davranışlarından sayılan bir mürebbiyeye evlilik teklif edecek kadar toplumu umursamayan bir küstahtır. ancak bir kızlar okulunda yetişmiş, daha önce erkeklerle hiç teması olmamış jane' nin gözünde, aşkın ve sevgininsembolü olmuştur. onsekiz yaşında, kızlar okulunda yeni çıkmış, hiç hayat tecrübesi olmayan gencecik bir kızın bay rochester gibi birine aşık olması kaçınılmazdır.görmüş geçirmiş, hayatı dolu dolu yaşamış, karizmatik bay rochester için jane eyre ömrünün ikinci baharı ve son aşkıdır. bunun da bilincindedir.kendine öz saygısı adına bay rochester'i terk eden jane eyre kişiliği ile çok ağır savaşlara girer. daha önce söz geçirdiği kişiliği ilk kez kendisine karşı gelmektedir.sonunda jane eyre zengin olarak döner. herşey bitmiş o güçlü adam jane' e muhtaç olmuştur.aslında herşey ne denli basittir. jane ömrü boyunca kimsesizliğin, fakirliğin ve aşağılanmanın getirdiği baskıdan kurtulur. bay rochester sakat ve eskisinden çok yoksul olur. bay rochester'in o eğilmeyen başı jane eyre karşında çaresizce eğilir. yüz yıllar önce ingiltere, yüz yıllar sonra ülkem hiç bir şey değişmiyor. sevgi varsa akan sular duruyor.sözün özü, kitabın özeti şudur. ingfiltere'de fakir kız zengin erkekle evlenmesi yüz elli yıl önceki romanlarda bile yoktur. zengin erkekle evleneceğim derseniz önce biraz paranız olmalı, erkekte az biraz yoksullaşmalıdır.çok güzel değilseniz evleneceğiniz adamın gözleri az görmeli ya da hiç görmemelidir.kişiliğiniz ne denli güçlü olursa olsun kadınsanız, sevgi adına geri dönmek daima kadınlardan beklenir.sevgi dediğiniz yaşa başa bakmaz. yaşlı erkekler genç kızları tavlamakta daha başarılıdır.bunda yaşlı erkeklerin paralarının olması etkenmi dirin yanıtını en iyi sanırım jane eyre bilir.şimdiye dek ondokuz jane eyre filmi çekildi. daha çekileceği de kesindir bence.yeni bir jane eyre filmi daha çekilse bay rochester rolunü gary oldman ya da alan rickman oynamalıdır.
(tulay1959 - 29 Kasım 2007 20:03)
bu romani, genc kizliktan ciktigim yillarda okudugum, cocuklukta ya da ergenlikte okumadigim icin cok uzulurum. bir kiza katabilecegi cok sey olan, bazen ates gibi, bazen goz yasartici, olmeyecek bir eserdir jane eyre. sinemaya ve televizyon dizilerine defalarca uyarlanmistir ve uyarlanmaya devam edecektir. her uyarlama kitabi tam olarak yansitmadigi icin elestirilecek, yeni bir soluk kattigi icin heyecan uyandiracak, kitapla o gune kadar tanismamis olanlar icin bir sans olacaktir. --- spoiler ---ufak tefek, guzel olmayan, fakir, kimsesiz bir kizin romanidir jane eyre. bu kizin cocukluguyla baslayan hikaye jane'in olgunlasmasi, kendini bulmasi, zorlu karar asamalarini gecip sonunda mutlu olmasini anlatir. jane en sonunda mutlu olur ama bu mutluluk kendi eseridir, 19. yuzyil icin ne feminist ve ozgur bir dusunce. (ustelik hristiyan ogretiden bir gram odun vermeden yapar bunu jane.)bu romani bizim yesilcam'daki kimselerin eline verseler harika bir melodram cikar aslinda (belki coktan yapmislardir da). bunun sebebi de romandaki olaylarin gercekten bol miktarda melodram ogeleri tasiyor olmasi. ama iste 500 sayfa, bu melodramin icinden sag cikan bir jane'i yaratiyor, oksuz kiz once asi karakterinden siyriliyor, sonra bir birey oluyor, ve hayatina yon veriyor. bugun bile bunu yapmak herkesin harci degilken 160 sene once bunun nasil basarilabilecegini anlatiyor bu roman.romanin son uyarlamasi 2006 yilinda bbc tarafindan yapildi. dort bolumluk bir mini dizi olan bu yapimda jane eyre'i ruth wilson adinda konservatuvardan yeni mezun olmus bir oyuncu canlandirirken edward fairfax rochester rolunde toby stephens yer aldi. ben diziyi ilk seyrettigimde ruth wilson'a bayildim, hatta onun oyunculugu yaninda toby stephens'inkini begenmiyordum bile. ama tekrar tekrar seyrettikten sonra gozlerimi ruth wilson'dan ayirip toby stephens'e cevirmeye basladim, ve bu kez onun oyunculugunun da hayrani oldum. bir tek bu ikilinin opusme sahnelerini sevmiyorum. kitapta hissedilen erotizmi gunumuze biraz uydurarak dizide acik acik vermelerine bir lafim yok ama, opusmelerde bir ruh eksikligi ya da bir uyumsuzluk var sanki.bu uyarlamanin bence gorsel olarak en basarili oldugu noktalar: oncelikle dizinin baslangicindaki jane'in col hayali, jane'in tarlalarda gecirdigi gunler, diana'nin aska ovgu dansi, jane'in thornfield'dan kacisinin daha sonra parca parca verilmesi, baslardaki gerilimi gorsellestiren kirmizi perde, sarki ve tablo. ayrica, romanda, jane'in iliskide ustunlugu ele gecirmesi cumlelerle acik ya da kapali bicimde uzun uzun anlatilirken uyarlamada bu olay tek hareketle hayata geciriliyor ki bu da uyarlamanin gercekten basarili oldugu noktalardan bir baskasi.en sevdigim sahne: rochester'in itirafi (toby stephens'in gozleri ile oyunculuk dersi verdigi inanilmaz bir sahne).dizinin en buyuk eksiklerinden biri jane'in cocuklugundaki asi karakterden olgunluga gecisi tam vurgulayamamis olmasi, halbuki romanin en can alici noktalarindan birisidir bu. sanirim, romanlardaki ask ogelerine yuklenmek yonetmenlerin kolayina geliyor. ayni seyi pride and prejudice uyarlamalarinda da gormek mumkun. boylece daha yuzeysel ve daha az sey anlatan ama daha cok seyirciyi cekecek yapimlar seyretmis oluyoruz. dizinin romandan ayrildigi bir nokta olarak, hem jane'nin hem de mr. rochester'in kitaptaki fiziksel gorunumden fazlaca uzak olusu var. jane'in minyon ve solgun olmasi, pek guzel olmamasi gerekiyor. ruth wilson tuhaf bir yuze sahip, bazen oyle guzel gorunuyor ki diger zamanlardaki cirkin hallerine inanamiyor insan. herhalde bir oyuncu icin cok buyuk bir arti olsa gerek bu guzellik ve cirkinlik arasinda gidip gelmeler. guzellik konusunda boylece yirtiyor ruth wilson ama yine de romandaki karaktere gore biraz iri yari kaciyor. bir yerde "...ben ufak tefek olsam da..." diyor ama ne ufak tefegi, kanli canli uzun boylu bir kiz var karsimizda. ayni durum mr. rochester icin de gecerli, kendisinin vucut olarak guclu kuvvetli ama yuz olarak belirgin bir sekilde cirkin olmasi gerekiyor. halbuki toby stephens cirkin olmak bir yana fazlaca yakisikli bile kaciyor. allahtan yamuk bir gulusu var da, ozellikle cirkinliginin vurgulandigi yerlerde o gulusle yakisikliligini ortmeye calisiyor (ama ne mumkun). son olarak, eger bu dizinin sinir bozucu bir yani varsa, o da muziklerinin albumunun cikmamasidir. (bkz: isyanim var)--- spoiler ---
(kenshin d - 1 Mart 2008 12:08)
charlotte brontë'nin 1847 yılında tamamladığı jane eyre, ingiliz edebiyatının viktoria devrinin en iyi romanlarından biri olarak kabul edilir, hatta kimileri 2. en iyi olduğunu söyler, her neyse. ilk okuyuşumda, yani çocukluğumda jane eyre'in çocukken yaşadığı her şey için ayrı ayrı ağladığımı hatırlıyorum... ailesi ölür, yengesi onu bir türlü sevmez, dayısının çocukları tarafından itilip kakılır, gönderildiği okulda türlü zorluklar çeker, arkadaşlarını salgın hastalık yüzünden kaybeder, yalnızdır, hırçın görünür ama iyi kalplidir. tüm bunları anlatır ve ağlatır. gençliğimde yeniden okuduğum zaman jane'in, thornfield'e gidişi ile başlayan gençlik dönemleri daha ilgimi çeker oldu. edward fairfax rochester, jane'i çok sever, çok sever, çok sever...şimdi romanı bütün olarak ele almak gerek. jane eyre "i believe what i believe" diyen bir kadın. kin gütmeyen, affedici bir yapısı var ve bu kendine iyi geliyor. çocukluğunun izdüşümlerini hayatının geri kalanında görmek mümkün. mr. rochester'ın onu kalbi ve ruhuyla görebilmesiyle, ona değer vermesiyle, uzaklaşmasıyla, kıskandırmasıyla, duygularının farkına varıyor ve ancak o zaman yaşadığını hissediyor. buna rağmen evlenmiş olacakları gece yaşadıkları edebiyat tarihinin en hırpalayıcı ayrılıklarından birisidir. adam onca dil döker, birbirlerine olan sevgilerinden şüphe duymazlar ancak jane kabuğunu kırmaz, edward'ı öylece bırakıp gider. çünkü jane inandığına inanıyordur. böyle bir durumda muhtemelen neye inanacağımı şaşıracağımdan, burnum aniden sızlamaya başlar, ağlamak üzere olduğunu anlar kitabı burada kapatırım."i would have got past mr. rochester's chamber without a pause; but my heart momentarily stopping its beat at that threshold, my foot was forced to stop also. no sleep was there: the inmate was walking restlessly from wall to wall; and again and again he sighed while i listened. there was a heaven --a temporary heaven-- in this room for me, if i chose: i had but to go in and to say -"mr. rochester, i will love you and live with you through life till death," and a fount of rapture would spring to my lips. i thought of this. (...)gentle reader, may you never feel what i then felt! may your eyes never shed such stormy, scalding, heart-wrung tears as poured from mine. may you never appeal to heaven in prayers so hopeless and so agonised as in that hour left my lips; for never may you, like me, dread to be the instrument of evil to what you wholly love.""onun kapısının önünden hiç durmadan geçecektim ama, kalbim bir an durur gibi olunca ayaklarım da çaresiz, durdu. bu odada uyku yoktu bu gece. içerideki adam sinirli adımlarla durmadan bir aşağı, bir yukarı geziniyordu. orada dinlediğim sürece kaç kere göğüs geçirdiğini duydum. bu oda, dilesem, benim için geçici de olsa bir sığınak (cennet) olabilirdi. içeri girip; 'efendim, seni seviyorum; ömrümün sonuna kadar seninle yaşayacağım' desem yeterdi. hemen bir mutluluk kaynağı fışkırıp dudaklarıma kadar yükselirdi. düşündüm bunu.(...)aziz okuyucu, benim o anda çektiğim acıyı tanrı sana çektirmesin. o anda yüreğimden sökülerek akan o çılgın, kavurucu gözyaşları senin gözlerinden asla akmasın. o anki dualarım kadar umutsuz, azap dolu dualar senin dudaklarından hiçbir zaman dökülmesin. benim gibi bütün kalbinle sevdiğin insana kötülük etmek zorunda kalmanın ıstırabını, dilerim, sen ömründe hiç tatma."(chapter 27)
(poivre - 16 Temmuz 2008 14:24)
yazıldığı dönemde ahlaksız bulunmuş, açık saçıklıkla suçlanmış roman.kitabın nesi açık saçık derseniz victoria döneminde kadın bacağını çağrıştırdığı gerekçesiyle piyanonun bacaklarına bile kılıf takıldığını anımsamak yeterlidir.
(flut - 20 Temmuz 2002 01:09)
romanı okumadan önce yapılan ön araştırmalarda vurgulanan en önemli unsurlardan birisi, romanın, dönemin* ahlaki değerlerine ters düşmesidir. dörtyüz elli sayfa civarında olan romanın başlarında görülen ahlaksızlık henüz dokuz on yaşlarında olan jane'in yengesine karşı sesini yükseltip tüm nefretini kusmasıdır. ilerleyen bölümlerde dikkat çeken unsur ise jane ve rochester arasında geçen, aslında masum ama o dönemde ahlaksızlık olarak nitelendirilen öpücüklerdir. buraya kadar romanın, dönemin abartılı ahlak kurallarına takıldığı düşünülmekle birlikte , sona gelindiğinde jane'in rochester'a geri dönüşünde yaşananlar o dönemdekilerin neden bu kadar sert tepki verdiklerini gösterir. daha evlilikten bahis açılmamışken (tamam bariz evleneceklerdir ama daha açılmamış konu), adamın kucağına tünemiş, genç ve yakışıklı kuzeni hakkında konuşan bir genç kız modeli görülmektedir. kadınların erkeklerle göz süzmekten başka bir şekilde iletişim kuramadıkları bir dönemde masum öpücükleri bir yere kadar hazmedebilen dönem insanları, tabiki bu kucağa oturup kalkma meselesini kaldıramamış ve hem romanı hem de yazarını lanetlemişlerdir. ne var ki victoria çağı bitmiş ve böyle güzel bir roman hakettiği değeri bulmuştur."miss eyre, i repeat it, you can leave me. how often am i to say the same thing? why do you remain pertinaciously perched on my knee, when i have given you notice to quit?""because i am comfortable there."
(good jinn - 16 Mart 2009 16:25)
klasik "bu nikah kıyılamaz" repliği charlotte bronte ile mi doğdu bilemiyorum ama, evet bu romanda o klişenin önemli bir yeri var. romandan uyarlama olan dört bölümlük tv dizisi jane eyre'dan bildiğim kadarıyla, rahibin huzurundan dönen bir evlilik söz konusu. jane eyre'a ilk görüşte aşık olan ve bu sebeple ona "büyücü" adını veren esas adam edward rochester başka bir kadınla evlidir. aslında bu ilk evlilik, akıl hastası eşi ve onun para avcısı ailesinin hileli bir eseridir. edward'ın bu durum karşısındaki çaresizliği ağlamama neden olmuştu.. çünkü adam kısaca şöyle söyledi: "bu kızı sevdim".edit: bertha mason ve ailesi para avcısı değil, sadece akıl hastasıymış.
(momol - 28 Eylül 2009 22:43)
döneminin kadınlar açısından en önemli eseridir. ilk defa bir romanda kadın kahraman; güzel olmayan sade, gösterissiz, akıllı, aciz olmayan, kendi başının çaresine bakabilen bir kadındır.
(big bad mama - 22 Ocak 2003 15:35)
calikusu'yla beraber küçükken defalarca okuduğum iki kitaptan biridir. bugün bu iki karakterden nerdeyse cinsel kimliğimi etraflarında oluşturacak kadar etkilenmemi okuduğum zamanki küçüklüğüme veriyorum. bazı bariz sömürü ve abartı unsurları içerdiğini hiç algılamamıştım o zamanlar. ama yine de o kadar kötü bir kitap olmadığını açık seçik ifade etmek isterim. belli bir yaşın üstündekilere ve de erkeklere hitap etmemesini anlayabiliyorum, ayrı.
(lacrima - 13 Temmuz 2000 22:36)
jane eyre'i jane eyre yapan şey bence evlenme teklifi sahnesidir. mesela 2006 yapımı uyarlamasındaki sahneyi örnek gösterelim:http://www.youtube.com/watch?v=iu0djfli4-abizim geceleri yalnız kaldığımızda kendi kendimize itiraf edemeyeceğimiz şeyleri adamın yüzüne karşı söylüyor. bildiğin "keşke daha güzel, keşke daha zengin olsaydım da beni terketmeseydin" diyor. "çirkinim küçüğüm diye kalbim yok mu sanıyorsun" diyor. "benim de senin kadar kalbim var, ruhum var, acı çekiyorum ulan" diye bağırıyor. şu isyanı sevdiğinin yüzüne yapıp da vuslata erebilmiş benim bildiğim 3 karakter var. birincisi jane eyre, ikincisi faramir, üçüncüsü de savcı esra. hepsi farklı cümlelerle, farklı yollardan aynı şeyi anlattı. karşısındakinin kalbine köprü kurdu. faramir "eowyn beni sevmiyor musun? yahut beni sevmeyecek misin?" diye sordu. bunu sormaya benim hiçbir zaman götüm yemez mesela. jane eyre, savcı esra birinin karşısına geçip de söylemeye asla yüreğimin yetmeyeceği şeyleri patır patır söyledi. yine de jane eyre bunlar arasında en şanslısı. çünkü eowyn koskoca gondor kralı aragorn'a aşıktı. behzat da hala bahar'ı seviyordu. jane eyre'in öyle ciddi bir rakibi yoktu. hepimiz farkındaydık bay rochester'ın o blanche denen kadını yahut deli karısını sevmediğinin. toparlamak gerekirse, jane eyre, cesur olduğu için jane eyre oldu. bugün hala severek beğenerek okuyorsak,bunun içindir. ayrıca feminik damarlarım tutmuş gibi olacak ama, ülkemdeki kadınlar jane eyre'in yarısı kadar cesur olsa hayat çok daha farklı olurdu. son olarak: konuyla çok alakasız ama, faramir benim ilk aşkımdı lan. tolkien amca böyle mükemmel bir erkek yaratmak zorunda mıydın?
(zipirinsan - 3 Ağustos 2011 14:14)
evet bu jane eyre'in yeşilçam uyarlamasında, av köşküne kapatılan deli kadın rolünü çolpan ilhan oynamıştı. yemin ediyorum oskarlık performans sergilemiş kadın. çolpan ilhan hayranlığım böyle başlar. değme holivud aktirisi, bertha mason rolünde, çolpan ilhan'ın performansına yaklaşamaz.
(zipirinsan - 3 Ağustos 2011 14:42)
mia wasikowska ve michael fassbender'li 2011 filminin en büyük eksiği, jane eyre'nin thornfield'e beslediği aidiyet duygusunu veremeyişidir. koca kitabın 2 saate sığdırılması tabi ki çok zordur ama kitabın her satırını bilen bünyeler için beklenen ne yazık ki bu değildir. 2006 yapımı bbc versiyonu ise ayrıntılarıyla bile mükemmeldir.
(cicekb - 22 Ağustos 2011 10:44)
çocukluğuma damga vuran kitaplardan birisi.--- spoiler ---- günah işleyenler nereye giderler jane?+ cehenneme.- cehennem nedir? + ateşle dolu bir çukur? - oraya gitmek ister misin peki, jane? + hayır, efendim. - oraya gitmemek için ne yapmalısın? + sağlıklı kalıp ölmemeliyim efendim.--- spoiler ---
(pacta sunt servanda - 11 Aralık 2011 01:10)
kitaptan hatırladığım kadarı ile yaşlı ve çok çekici olmayan bir adam olan rochester'ın gencecik* daş gibi abimiz michael fassbender tarafından canlandırıldığı film. ha şikayetim var mı? normalde olurdu da bu sefer yok valla.
(gri balikcil - 11 Aralık 2011 08:04)
gotik edebiyata gerçeklik katan roman olarak da bilinen eser. romanda viktoryan öğelerle çatışan realizm ve dibine kadar realize edilmiş bir romantizm vardır. jane karakteri bozulamaz, ezilemez bir kişiliği anlatır. kadın kimliğine yüklenmiş boyun eğme, kabul etme zorunluluğundan ve bunun bizzat kadınlar üstünden yapılmasını gösterir. eyre'nin yengesi, özgür kadın kimliği üstünde baskı kuran kadındır. eyre'nin iradesini kırmak için kendisi kadın olarak yetersiz kaldığı noktada onu klise okuluna gönderir ve erkek egemenliğini simgeleyen kötücül öğretmenine paslar bu irade kırma olayını. ancak jane türlü işkenceye,aşağılanmaya karşın özelliklerini kaybetmez. kendisini inşa etmeye devam eder.bu noktada hristiyan varoluşçuluğuna bir temel hazırlar aslında sevgili yazarımız bronte. tanrının insanları eşit yarattığı ve kaderin seçimlerle biçimlendiği ve değiştirilebileceğine inanç vardır aslında romanda. karamsar bir havada yazılmış olsa da buram buram umut vardır anlayanlar için. jane ve rochester ilişkisi aslında en başlarda erkeğin kadının dişiliği üstünden etkilenmesini anlatır. gösterişsiz ve çekingen jane'i beğenir rochester. ancak ne konumuna ne de özel durumuna uygun bir sevgili, eş değildir jane. bu yüzden ingramla yatıp kalkmaya başlar. ingram bizim türk filmlerinde gördüğümüz sarışın,fettan kadındır. jane ve ingramın karşılaşması bir nevi ahlaklıyla ahlaksızın çatışması gibi gözükür. ancak böyle değildir, bronte ingrama acır.kitabın tümüne baktığınızda yazarın jane'e acımadığını, jane ile karşılaştırılan kadınlara acıdığını görürüz. bronteye göre jane olması gereken kadına en yakın "türdür". aslında bir noktada cinsiyetsizdir. gerçek aşkla karşılaşıncaya kadar erkeklerle yakınlaşmaz, onlarla sadece zekasını yarıştırır. gerçek aşkıyla karşılaşan jane kadınlığı, cinsel dürtüyü keşfeder. bununla savaşır.çatıda kapatılmış "deli" tekinsiz kadın çoğu okuyucunun anlayacağı üzere bastırılmış, kapatılmış kadınlığı simgeler. ancak bununla bitmez. para için evlenen rochester karısını sevmiş ve aşık olmuştur. rochester toplumun, ailesinin baskısına evet demiştir. ancak çok güzel olarak tanımlanan kapatılmış eş, jane ve rochesterın birleşmesine engel olmuştur. burada okuyucu önce berthaya, kapatılmış kadına kızar. daha sonra ona acır, zengin,güzel ve paralı olan kadın delirmiştir. bunun üstüne rochester mutsuzluğunu fransada kadınlarla yemeye başlar. erkeklerin cinsel dürtülerini kontrol edemeyecek kadar zavallı olduğundan bahseder bronte. bu açıdan feminist literaturun başta gelen eserlerinden kabul edilir. boyun eğmeyen jane, bir erkek olarak paraya,güce ve cinselliğine boyun eğen rochester arasında bir maçtır aslında kitabın son bölümleri.jane sevdiği adama acır, yalan söylemesine kızar ve gider. ancak sevdiği adama değil kendine ihanet etmemek için gider. kişiliğini, seçimlerini gene de ezdirmez. hindistana gitme fikri mantıklıdır, ancak kendini inşa etmiş jane için bir misyoner karısı olarak aşksız ve sevgisiz yaşamak kendine ihanettir. bunu böyle algılar bronte. rochester'a geri döndüğünde yanmış ev, para ve güç için harcanan hayatların yok olduğunu gösterir bize. ev yanmıştır ama evin içinde sadık hizmetkarlar hala boş kalan binayı yani gücü,ihtişamı,saygınlığı korumaktadır. rochester gözlerini kaybetmiştir. jane ona hala aşıktır. ancak geri dönen jane artık amcasından kalan mirasla zengindir, tek başına ayakta durabilecekken yanına aciz ve mutsuz rochester'ı alır ve mutlu olurlar. mutlu sonların aslında bir son olmadığından bahseden bronte için bu bir şakadır aslında. eserin başında fakir,içine kapanık ancak güçlü ve gösterişsiz genç kadın jane, seçimlerden ve geliş gidişlerden sonra gene ailesinden gelen eril bir güçle, mirasıyla sevdiği adamın yanına döndüğünde artık eşittirler. kitabı okurken, kadın ve erkek ilişkilerinden çok kadın-kadın ilişkilerine ve seçimlerle varolan hayatın nasıl şekillenebileceğine bakarsanız çok derin bir kurgu yakalarsınız. o yüzden çok önemli bir eserdir.
(jassinpera - 30 Temmuz 2013 19:58)
lisede ingilizce sınavı oldugumuz kitap. sınıfça okumaktan sıkılmış, kanal 6'ya bu filmi yayinlamasi için adam başı 50 adet mail göndermiştik.* film kanal 6'da çıkınca sınıfça bu başarıyı kutlamıştık. tabi sinavdan iyi alamadik orasi ayri.
(siegfried - 21 Ağustos 2004 21:17)
kitapla yeni yeni haşır neşir olma zamanlarımda rıfat ılgaz'ın bacaksız serisi'ni okuduktan ve çok eğlendikten sonra sadist eski kitapçı amcanın "hmm senin bu 5 ince kitabına karşılık... -raftan jane eyrei alır- bak bu "sert kaplı kalın roman"ı vereyim sana da oku, hem dünyaca ünlü bu kitap. hadi bakayım.." diyerek bana verdiği kitap ve herhalde okuduğum ilk roman.. şimdi, bre sadist eski kitapçı amca.. ben daha 9 yaşında bile değilim, bacaksız kamyon şoförüdür bacaksız sigara kaçakçısıdır takılmışım, pek gülmüşüm, "kitap ne güzel bir şey! ayrıca ferit çok kötü bir çocuk! yaşasın bahri!" nidalarıyla keyiflenmişim, neden bir kız çocuğunun eline böyle travmadan travmaya koşan bir karaktere sahip bir kitap verirsin.. nitekim jane eyre ile ilgili tek hatırladığım, maliye lojmanlarındaki evimizin ışıklığa bakan kilerinde, bir gün içerisinde arada sadece ihtiyaç molaları vererek okuduğum, trt istiklal marşıyla kapandığı halde uyumayı reddedip kitabı bitirdiğim ve bir yerden sonra sayfalar boyunca ağladığımdır. o kadar güldükten sonra o kadar ağlamak pek bir fena gelmişti, neye uğradığımı şaşırmıştım. ama epey bir övünmüştüm, bakın ben bu "sert kaplı kalın roman"ı bir günde okudum biliyor musunuz... hem de çok güzel bir roman... dünyaca ünlüymüş yaa..ya.. bir kız var böyle çok üzüyorlar.. çok üzüyorlar.. çok üzüyorlar.. şimdi 12 sene geçmiş, bacaksız serisinden spesifik veriler vardır aklımda ama bu jane eyre konusunda hafızam defansif oynamış veri olarak da sadece genel bir hal olarak "üzüntü"yü bırakmıştır, yani ne kabataslak konusu ne de yola çıkabileceğim ufak bi ayrıntısı mevcut değil beynimin hatırlayan kısmında. yani özetle, jane eyre böyle "sert kaplı kalın bir roman"dır. dünyaca ünlü hem de... ya...ya...
(sigata - 21 Kasım 2004 00:49)
mükemmel olmayanla da mutlu olunabileceği gerçeğini insanın yüzüne yüzüne vuran roman. evet okuduğumda küçücüktüm ve evet çok sinirlenmiştim jane'in st johnla evlenmeyi reddederek bir eli olmayan, yaşlı ve kör rochester'ın yanına dönmesine. çileden çıkmıştım hatta. bu dünya ne kadar tuhaftı böyle. küçük kadınların josephine'i de çocukluk aşkını kız kardeşine bırakmış ve gidip yaşlı profesörle evlenmişti zaten. sonra büyüdüm.
(peynirsizgozleme - 13 Aralık 2005 18:51)
Yorum Kaynak Link : jane eyre